Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Lao Tzu ~ "Tao Te Ching"den

Lao Tzu
"Tao Te Ching"den

1. Tanımlanabilen Tao,
mutlak Tao olamaz;
kelimelendirilen isim,
mutlak bir isim olamaz.
isimsiz olan,
gökyüzü ve yeryüzünün başlangıcı,
ismi olan ise,
binbir türün anası.
Hiç arzu taşımadan,
çözülür sırlar,
sürekli arzularla ise,
ancak tezahürler...
ikisi de aynı kaynaktan,
salt isimleri farklı.

Gerçek bu,
karanlık gelir kişiye,
karanlık içinde karanlık,
tüm sırlara açılan kapı..

2. Gökyüzünün altında,
herkes güzelliği güzellik olarak görür,
çünkü çirkinlik vardır.
Herkes iyiyi iyi olarak bilir,
çünkü kötülük vardır.

Bu nedenle sahip olmak
ve olmamak beraber gider.
Zor ve kolay birbirini tamamlar.
Uzun ve kısa birbirine karşı çıkarken,
yüksek ve alçak bir diğerinin üzerinde uzanır.
Ses ve söz bir ahenk içindeyken;
ön ve arka birbiri peşisıra yol alır.
işte bu nedenle,
bilge kişi edimsiz kalır,
suskunluktadır onun öğretisi...

Binbir tür durmaksızın devinir.
Yaratmak, ama sahiplenmemek,
çalışmak, ama karşılık beklemeden.
Bir iş yapılır ve unutulursa, sonsuza dek kalır...

3. Yetenekli olanı yüceltmemek,
tartışmaları,
değerli olanı biriktirmemek
hırsızlığı önler;
arzulananları görmemek ise
kalbin karmaşasını...
işte bu nedenle bilge olan,
gönülleri boşaltıp karınları doldurarak,
hırsları zayıflatıp kemikleri güçlendirerek yönetir.
Eğer kişinin bilgisi ve arzusu yoksa,
zeki olan ona dokunmaz...
Eğer bir şey yapılmazsa, herşey mükemmel kalır...

4. Tao boş bir kanaldır;
içinden akarsın ama dolduramazsın.
O ki, binbir türün, derinliğine varılamıyan kaynağı!
Keskinliği körelt.
Düğümü çöz.
Parıltıyı gölgele.
Toz, toprakla bir ol.
O ki, derinlerde saklı, ama hep var olan!
Nereden geldiğini bilmediğim...
O ki, tüm tanrıların tanrısı...

5. Gök ile yer taraf tutmaz,
binbir türün dönüşümünde.
Bilge de duygusal değildir
her şeyin değişiminde.
Gök ile yer arası körük gibidir bomboş,
ama doldurulamaz.
Kullandıkça, çoğalır, ha çoğalır.
Açıklamaya çalışma, tüketir seni.
Bırak, olduğu gibi kalsın.

6. Vadi ruhu hiç bir zaman ölmez;
o, kadındır, anaların anası...
Eşiği, gökyüzü ve yeryüzünün kökü...
Belli belirsiz bir peçe gibidir o.
Kullan; seni yanıltmaz.

7. Gök sonsuzdur, yeryüzü ölümsüz.
Nasıl böyledir peki?
Kendileri için yaşamazlar çünkü...
Bilge de bunun gibi en sona koyar kendini ve en öncedir asıl yeri.
Yüceltmez benliğini ve sonsuzlar varlığını.
Bensizdir bilge ve dopdoludur bu alemde.

8. Bilge kişi su gibidir,
su ki, beslerken dört bir yönü,
yarışmaz, tartışmaz şunu, bunu.
Kibirsizce akar, seçmeden sağı solu,
bu yüzdendir ki, YOLa uyumludur yolu.
işte bilge kişi benzer şekilde, yaşar, doğayla içiçe...
Düşüncesinde derin, verirken tarafsız, engin.
Konuşurken doğru, ve yönetirken dürüst.
Gündelikte yeterli ve edimlerinde tutarlı.
Yeteneğince üretici, fırsatlar kadar girişimci.
Ne kimseye üstün olma çabasında,
ne de kimse ona üstün.

9. Kenara kadar doldurmaktansa biraz boş bırak,
yeğdir.
Bıçağı aşırı bile, kısa zamanda keskinliğini yitirir.
Depoya altın ve yeşim biriktir, onları kim koruyabilir?
Servet ve etiket peşinde koş ve belayı davet et.
Bunun yerine, işini tamamla ve terket,
işte yol, işte Cennet.

10. YOLa sarılırsan, sarmalanırsın.
Sakince nefes al, yeniden doğarsın.
Zihnini arındır, sen de arınırsın.
Yüreğini aç, kabul görürsün.
Dünyayı kabul et, YOLu görürsün.
Can ver ve besle. Üret ama sahiplenme.
Ver, ama beklentisizce. işte uyum bu...

22. Baş eğ ve hakkını al;
Eğil ve dosdoğru kal;
Boşal ve dopdolu ol;
Yıpran ama yeni kal;
Aza sahip ol ve kazan;
Çoğu topla ve aldan.

Bu yüzden ki bilgeler,
Bir'i kucaklarken tümden,
Örnek olurlar tüme.
Vitrine sıkışmadan,
Işıl ışıl parlarlar.
Haklılık aramadan,
Farklılık kazanırlar.
Kendilerini övmez,
Ve kabul edilirler.
Büyük söz söylemezler,
Böylece sendelemezler.
Kimseyle tartışmazlar,
Ve kimse tartışmaz onlarla.
Bu nedenle denmiştir,
"Baş eğ ve hakkını al."
Bu boş bir deyiş midir?
Sen hele tümle bir ol,
ve herşey senin olur.

58. Bir ülke anlayışla yönetildiğinde, insanları yalındır.
Ülke şiddetle yönetildiğinde ise insanları kurnazdır.
Mutluluğun kökü derdin içine gömülüdür.
Dert, mutluluğun arkasında pusuda bekler.
Geleceğin ne taşıdığını kim bilebilir ki?

Dürüstlük yoktur, dürüstlük sahtekarlaşır.
iyilik büyü şekline döner, ve insanın büyülenişi çok uzun zaman sürer.
Bu nedenle bilge, keskindir ama kesmez, incelmiştir ama delmez; direkt ama kontrolsüz değil, parlak ama körletircesine değil...

64. Barışı korumak zor değildir; dert en kolay başlamadan engellenir. Esnemeyen kolayca parçalanır, küçük olan hemen ufalanır, dağılır.
Olaylara önceden çare gerekir, düzeni, karmaşa gelmeden önce getir.

Bir insanın sevgisi kadar yüce bir ağaç, önce küçük bir filizdir ya; dokuz kat yüksek bir taraça, bir avuç topraktır başta; ve bin millik bir yolculuk, başlar, tek bir adımla...

Çabalayan kendi amacına yenilir.
Yakalamaya çalışan ise, yitirir. Bilge kişi çabalamaz ve bu yüzden yenilmez. Hiçbir şeyi yakalamaya çalışmaz, ve hiçbir şeyi yitirmez.

insan genelde kaybeder kazanmak üzereyken, öyleyse, başlangıç kadar sona da özenirsen, başarısızlığı yok edebilirsin, temelden.

Bilge arzulardan özgür olmayı diler.
Ne değerli şeyleri biriktirmeyi ister, ne de fikirlerin tutsaklığını seçer.
insanları kaybettiklerine geri götürür, onbinlerce şeyi doğasına döndürür, ama bir şey yapmak gerektiğinde, durur.

(yunus emre k.s.)

Acep şu yerde varm'ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin

Gezdim Rum ile Şam'ı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin

Kimseler garip olmasın
Hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler duymasın
Şöyle garip bencileyin

Söyler dilim ağlar gözüm
Gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım
Şöyle garip bencileyin

Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin

Hey Emre'm Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin

(konuşamaz hale gelir)

Allah bir kimsenin perdesini yırtmak isterse o kişiyi temiz insanları ayıplamaya sevk eder.

Ayıbını örtmek dilerse o kimse ayıplı kimseler hakkında konuşamaz hale gelir.

Yardım etmek isterse, ona dua ve yakarış kapısını açar.

mevlana

(Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz)

Sen can gibisin, biz ele, ayağa benzeriz.
Elin tutup koy vermesi, can vasıtası iledir.
Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz.
Bu dil, şu anlatışı akıldan alır, akıldan beller.
Sen sevinç gibisin, biz gülme gibi.
Yani sevincin sonucu güler neşeleniriz.

mevlana

(çoban)

Kul sabretmez, güzel güzel tasvirlerde bulunur.
Her an sana, canım, ayaklarının altına yayılmış bir döşemedir.
Hani o çoban gibi.
O da Yarabbi, seni arayan çobana gel.
Gel de gömleğindeki bitleri ayıklayayım, kırayım.
Çarığını dikeyim eteğini öpeyim diyordu ya.
Kimse aşk ve muhabbette ona eş olamazdı,
fakat Tanrıyı tesbih etmeyi, ona söz söylemeyi bilmiyordu.
Onun aşkı, gökyüzüne çadır kurmuştu. Köpeğe benzeyen can, o çobanın çadırı önünde bir köpek kesilmişti.
Tanrı aşkının denizi coşunca onun gönlüne vurdu,
senin kulağına değdi.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

(Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri)

"Yer ve gök Allah'ın nurudur." (Nûr Suresi, ayet 35) buyrulur.

Yer ve gök arasında bilinen bilinmeyen her ne varsa nurdur.
Bir kedi, köpek de nur mudur? diye sorarsanız derim ki: Sen kediyi kedi, köpeği köpek görürsen yanlıştır. Sen kediyi, köpeği bırak! Bir karınca. Onu da bırak! Bir solucan düşün.
Uzun, incecik bir et parçası. Ne ağzı ne gözü görünür. Ne de eli ayağı vardır. Hiçbir şey yok ama bir şey var.
Onda bir hayat var.
Nafakasını, rızkını temin ediyor. Düşmanından korunuyor ve neslini devam ettiriyor.

(imam ı rabbani - dünyaya üzülmek)

Bu mektûb, molla Abdülvâhid-i Lâhorîye yazilmisdir. Kalbin selâmeti, mâ-sivâyi unutmakda oldugu bildirilmekdedir:

Kiymetli kardesimin mektûbu geldi. Kalbin selâmeti için yazdiklariniz anlasildi. Evet, kalbin selâmeti, onun mâ-sivâyi unutmasina baglidir. Öyle ki, zorla hâtirlatmak isteseler, hâtirlayamamalidir. [Allahü teâlâdan baska herseye, ya'nî mahlûklarin hepsine (Mâ-sivâ) denir.] Bu hâle (Fenâ-i kalb) denir. Bu yolun birinci basamagi, bu Fenâya kavusmakdir. Bu Fenâ vilâyet derecelerine kavusulacaginin müjdecisidir. Sâlikler, yaradilislarindaki uygunluklara göre, çesidli derecelere yükselirler. Çok yükselmek istemeli, bunun için çok çalismalidir. Çocuklar gibi, yolda önüne çikan kozalaklara, cam parçalarina baglanip kalmamalidir. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, yüksek seylere kavusmak istiyenleri sever) buyuruldu. Dünyâ isleri ile çok ugrasmakda, dünyâ islerine gönül baglamak korkusu vardir. Kalbin selâmete kavusmasina da sakin aldanmayiniz! Yine geri dönebilir. Dünyâ isleri ile, elden geldigi kadar az ugrasiniz ki, dünyâya gönül baglamak tehlükesine düsmeyesiniz! Dünyâya düskün olmak felâketinden Allahü teâlâya siginiriz. Dünyâya gönül baglamamis olan fakîr bir çöpcü, gönlünü dünyâya kapdirmis olan koltukdaki zenginden katkat dahâ kiymetlidir. Birkaç günlük yasamakda dünyâya gönül vermemek, hiçbirseye düskün olmamak için çok ugrasiniz! Dünyâya düskün olmakdan ve dünyâya düskün olanlardan, aslandan kaçmakdan dahâ çok kaçmalidir.

imam ı rabbani

(hz muhammed (s.a.v)

Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür kaldırılır.

165. Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar. Açılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı. O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere. Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der. Onun gizli, aşikâr işi, daima “Yarabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.

170. Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur. Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur. Sanatında son derece ileri gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir demez misin? Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen. Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açılık içinde açıklıktır,açıklık içinde açıklık.

mesneviden

(dua)

210. Ey yüce Tanrı, önce bendeki bu çekiliş ve yükselip geliş senden meydana geldi, yoksa bu deniz, sakindi Yarabbi. Bana bu tereddüdü, o makamdan verdin, kereminle yine beni tereddütsüz bir hale getir. Medet ey feryada yetişen Tanrım, sen beni dertlere müptelâ etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlara döner. Bu derde uğratış niceye dek, yapma Yarabbi. Bana bir yol bağışla, on yol verme bana. Sırtı yaralı arık bir deveyim; sırtımda bir semere benzeyen ihtiyar yüzünden sırtım yaralandı.

215. Arkamdaki bu mahfe, gâh ağır gelip beni bu yana çekmede, gâh öbür tarafa yanlayıp beni o yana sürüklemede. Bu uygunsuz yükü sırtımdan al da iyi kişilerin bahçelerini göreyim. Uyanık olarak değil de Ashabı Kehf gibi uykuda olarak cömertlik bahçesinde yayılayım. Sağıma, soluma yatıp uyuyayım, fakat ancak top gibi ihtiyarsız olarak yuvarlanayım. Ey din Tanrısı, sağıma da dönersem senin döndürmenle döneyim, soluma da dönersem senin döndürmenle.

hz mevlana

(kendinden geçmek)

Bütün âlem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından sarhoşluk âlemine kaçmaktadır.

225. Bu suretle herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya çalışır. Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır. İnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi düşünmesi, bir şeyi anması cehennemdir âdeta. Onun için herkes varlığından, kendiliğinden geçme âlemine, yahut sarhoşluğa kaçar, yahut da bir işe koyulup kendini unutur. Fakat yine bu âlemden kendini çeker, varlık âlemine gelirsin. Çünkü o kendini unutma âlemine Tanrı fermanı olmadan gitmiştik. Ne cin, zaman kaydının hapsinden kurtulabilir, ne insan.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

(Evet çok bilimsel bi yaklaşım oldu bu yok yoktur (tebessüm)

BURHAN- elbette...elbette bir bilimsel bir açıklaması var
Amca hiç sarsılmamıştır öylece daimi huzurdadır
Burhan yere çöker
amca yanın da ayakta yavaş adımlarla anlatmaya başlar
AMCA- Var yavrum… evet her yarattığı şeyin bir bilimsel açıklaması var… her yaptığı işi bir hikmetle yapıyor. Haklısın anlamak gerçekten zor çünkü çelişkiyi, anlamsızlığı hatta yoku yaratan da “O”.Ve aslında yok diye bir şey de yok
Burhan amcaya bakmadan yerde toparlanmaya çalışırken
BURHAN- Moruk ne ayaksın bilmiyorum ama evet yok diye bişi yoktur
AMCA- Evet çok bilimsel bi yaklaşım oldu bu yok yoktur(tebessüm)
BURHAN- Evet bilimsel tabi ki hiçbişi yoktan var olmaz varken de yok olmaz! Tabi bilmiyorum burada internet var mı araştırdın mı? gerçi burası neresi onu da bilemiyorum ya amına koyiyim
Amca burhan konuşurken durur konuşmaya başladığında tekrar yavaş adım etrafında yürüyerek anlatmaya devam eder
AMCA- Anlıyorum evladım(tebessüm)Biz devam edelim. Hiçbir şey yoktan var olamaz varken de yok olamaz dedik
BURHAN- Evet ihtiyar öyle
AMCA- Evren de bir dış etkenle oluşturulmadığı için sonsuzdur. Yani evrenden başka ilah yoktur demiş oluyorsun böylece? Yani bilimsel olarak (tebessüm)
Burhanı gördüğümüzde amcanın gölgesi çerçevenin kenarından uzar.
BURHAN- Evet babalık aynen öyle de sen tahmin ettiğimden de saçma bi durumdaymışsın ne diyim
Amca durur
AMCA- Bu gerçekten önemli bi nokta yavrum aferin bu kadarını bile görmüş olman övgüye değer.
Burhan aşağıda ki lafını söylerken yerden onun gözünden amcayı görürüz
güneş arkada parlamaktadır amcayı karanlık olarak görür
güneş gözlerini alır tekrar yorgun başı önde devam eder sözüne
BURHAN- ya amca sen manyak mısın acaba tanrı bu işte diyorum bundan daha ötesi yok ki hala ukalalık yapıyorsun bana
Bu arada amca burhanın hizasında yere yanına çöker
şefkatle yanından konuşur
AMCA- (tebessüm) fakat yanıldığın bi nokta var yavrum. Evren tanrının kendisi değil tanrının sıfatlarıdır
Burhan amcanın yüzüne sessiz bakar
BURHAN- …
AMCA- Çünkü bu evren başlangıca bakıldığında bu haliyle yok. Sadece saf tek bir enerji var.? Bilemediğiniz laboratuarda inceleyememeniz sebebiyle de tanıyamadığınız.
BURHAN- Ee.
AMCA- İşte o enerji sonradan farklı formlara düzenlere dönüşüyor ve evreni ve boyutları oluşturuyor… Fakat aynı enerji sonradan başka formlarda düzenlerde görünür olsa da kendi varlığı o her an dönüştüğü şekiller ardında devam ediyor. Ve siz o dönüştüğü formları tamamen görmezlikten gelerek tüm varlığa tanrı diyorsunuz…
burhanın yüzünü görürüz nötrdür
AMCA- Bak şunu düşün. Denizden bir bardak su alsak ve dışarıya çıkarsak (es) bu bardaktaki suya deniz diyebilir miyiz?
Yine burhanın durgun fakat dinleyen yüzü
… …Diyemeyiz değil mi. ? Ancak denizden diyebiliriz. İşte böyle de bu evren tanrı değil tanrıdandır…
Aşağıdaki konuşmalar altına müzik başlar
… …Hiç bir kavramı ondan önde tutma ki o şeyler seni bir gün aşağı çektiğin de O seni o kadar incitmeden onların arasından çeksin çıkarsın. Buna bilim de dahildir din de. Çünkü Allah dini de bilimi de senin kalbine göre açar. Onun yarattığı her şey üstün olmasına rağmen sen onları görecek kadar onlarla ilgili olamayabilirsin.
BURHAN- Peki kuranda Allah her şeyi yoktan var etti demiyor mu öyle biliyorum ben
AMCA- evet ama oradaki yok manası onunla beraber başka hiçbir şey yoktu anlamında yoksa var olan bir şey vardı… Kendisi.
Burhanın dinleyen bakışı
AMCA- Yani sıfır değil bir vardı.

(Allah ve peygamberleri)

imam ı rabbani

mektubat

167. mektub

Bu mektûb, Herdîram-ı Hinde yazılmışdır. Allahü teâlâya ibâdet etmeği ve kendi yapdığı tanrılara tapınmakdan sakınmağı dilemekdedir:

İki mektûbunuz geldi. İkisinde de, bu fakîrleri sevdiğiniz, bunlara sığındığınız yazılı idi. Bir kimseye bu devleti ihsân ederlerse ne büyük ni’met olur. Fârisî beyt tercemesi:

Bildirmesi lâzım olanı söyledim sana!
İster kıymetini bil, istersen darıl bana.

İyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hattâ herşeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkda durduranı birdir. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Benzeri ve ortağı yokdur. Şekli ve görünüşü olmaz. Baba, çocuk değildir. Onun gibi, Ona benzer birşey düşünülemez. Onun birşey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. Bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zemân yokdur. Zemânı O yaratmışdır. Bir yerde değildir. Heryeri O yaratmışdır. Hep var idi. Varlığının başlangıcı yokdur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardır. Hiçbir kusûr ve aşağılık Onda olamaz. İşte bunun için, ma’bûd olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız Odur. Tapınmağa lâyık olan ancak Odur. Hindûların Râm ve Kerşen denilen putları, Onun yaratdığı şeylerden zevallı iki dânesidir. Her ikisinin de anası ve babası var idi. Râm, Ceretin oğlu ve Leknenin kardeşi idi. Sîtanın kocası idi. Râm, kendi çoluk çocuğunu koruyamamışdı. Başkalarını nasıl koruyabilir? İyi düşünmek lâzımdır. Câhillere uymamalıdır. Yerleri gökleri yaratana, Râm ve Kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! Bunların hâli, büyük bir pâdişâha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. Râm ile Rahmanı aynı şey sanmak, ne aklsızlıkdır? Yaratan, yaratdığı ile bir olur mu? Anlaşılamayan birşey, bilinen şeylere benzetilemez. Onlarla birleşemez. Râm ve Kerşen yaratılmadan önce, âlemlerin yaratanına Râm ve Kerşen denilmiyordu. Bunlar yaratıldıkdan sonra, ne oldu ki, o eşsiz olan ulu Allaha, Râm ve Kerşen denildi? Râm ve Kerşenin ismleri, yerlerin, göklerin sâhibinin adı sanıldı! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” insanları, yalnız bir yaratana ibâdet etmeğe çağırdılar. Ondan başkasına tapınmağı yasak etdiler. Bütün Peygamberler, kendilerinin âciz birer mahlûk olduklarını söylediler. Allahü teâlânın büyüklüğünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. Hindûların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine tapınmasını istediler. Kendilerini ma’bûd olarak tanıtdılar. Bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. Fekat, Onu kendilerine hulûl etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. Bunun için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. Kendilerine tanrı diyorlardı. Her kötülüğü yapıyorlardı. Tanrı, her istediğini yapar ve yaratdığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı. Bunlar gibi, dahâ nice bozuk ve saçma sözleri vardı. Kendileri sapıtmış, başkalarını da sapdırmışlardı. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle değildiler. Başkalarına yasak etdikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakınırlardı. Kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarını söylerlerdi. Fârisî mısra’ tercemesi:

Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye?