Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Bu ağlama neden

Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak reva mı?
Neye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi?
Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?
Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi?

İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helâk eyledi!
Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri...
Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından bu akıl pîrinin başına ayak bastılar.
Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular.
Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi...”

mesnevi şerif

Yani, bütün mevcûdat bir araya gelince "tanrı" denen varlık ortaya çıkar görüşü...

"ONLAR ALLAH`I AYAKTA İKEN, OTURURLARKEN ve YANLARI ÜZERE UZANIP YATARLARKEN ZİKREDERLER...." (3-191)



Âyeti insanların dahi, her an ve her pozisyonda zikir halinde olduğunu; zikir halinde olması gerektiğini vurgular...

Ancak, "O"nun varlığından meydana gelmiş bilinçli şeylerin toplamı olan tümel akıl Tanrıdır, görüşü de tümüyle yanlıştır!...

Evet... "Kâinat, ALLAH`tır" görüşü bütünü ile bâtıldır ve yanlıştır!. Bu Panteist görüştür!.

Yani, bütün mevcûdat bir araya gelince "tanrı" denen varlık ortaya çıkar görüşü... Bu yanlıştır!. Çünkü, gerçekte mevcûdat "yok"tur "ALLAH" vardır!.

"ALLAH" her an (bize göre) kendi mânâlarını seyreder ve her şey bundan ibarettir... Bu yüzdendir ki, mevcûdatın varlığı yoktur; "ALLAH"ın varlığı vardır.

Bu sebepledir ki, mevcûdat "ALLAH"tır, görüşü bâtıldır, ilkeldir!. Beş duyu kaydından kendini kurtaramayan dar görüşlü beyinlerin, 30 derecelik perspektifi olan kişilerin görüşüdür, mevcudat "ALLAH"tır görüşü!...

İşte yaşamda, bütün olup ve bitenler ve bunlarda mevcut bilinçler hep bu melekî güçlerle, melekî şuurla meydana gelmektedir.

Dışarıdan bakılan bu insan bedeninde, atomların yeri neyse; bir türü itibariyle, algılanan ve algılanacak olan tüm varlıkların temelinde "meleklerin" yeri de odur!..

Bunun için eğer sen, işin özüne gerçeğine ve hakikatına inmek ve "görenler"den olmak istiyorsan, çıkış noktası olarak önce meleklere iman etmek zorundasın.

Eğer "melekleri" inkâr edersen, işin özüne gitme yolları sana kapanmış olur!. Hakikate ermekten mahrum kalırsın!.

Madde boyutunda beş duyu ile yaşarsın ve öylece de geçip gidersin bu dünya yaşamından!.. Ancak bundan dolayı da biz seni kınamayız, seni küçük görmeyiz!... Çünkü sen de o kapasiteyle yaşamak için varolmuşsun; ve de var oluş gayeni yerine getirmektesin!.

Ama senin bu varoluş gayeni yerine getirirken, geçireceğin aşamalar, sende belli üzüntü, sıkıntı ve azapları da meydana getirir... Bunu da hiç aklından çıkarma!.

Evet "meleklere iman" denen olayı da bu kadarıyla anlayabildiysek, bilelim ki; vahiyden, yediğin yemeğin vücutta yararlı hale gelmesine; bunların beyinde değerlendirilip, madde beden ötesi ruh bedeninin yani, halogramik dalga(wave) bedeninin oluşturulması dahi hep meleki güçlerledir.

Varlığında, özünde meleki güçler vardır!.

Eğer ki sen meleklerin ne olduğunu anlayıp, -ki bunun için de imanla yola çıkacaksın- daha sonra da idrak edersen; şayet cehennemden de kendini kurtarabilmiş isen; kademe kademe arınmalar neticesinde, bu meleki boyutta yerini alıp; insan kemaline sahip melek olarak yaşamına sonsuza dek devam edersin, cennet diye târif olunan ortamda!.

Yok eğer kendindeki bu meleki özelliklere ve güçlere rağmen, gerekli arınmayı sağlayamamışsan; o zaman dalga(wave) beden boyutunda kalırsın; ki bu boyutta cinlerin boyutudur!... Bu cehennem diye bahsedilen âlemde sonsuza dek yaşarsın...

Sonuç olarak ölümden ve kıyâmetten sonraki yaşamda insanın mutlak akıbeti ikiden biridir...

Ya "cin" denen, "şeytan" denilen; bugünün insanını "uzaylıyız diye kandıran" varlıkların boyutunda yer almak; ya da belli arınmalardan geçmek suretiyle "melek" denilen varlıkların boyutunda insani şuur ve kemâlâta sahip olarak yaşamını devam ettirmek.

İşte bunun için de meleklere iman çok önemlidir...


ahmedbaki
ahmedhulusi

Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım

Ben ölü idim, dirildim; ağlardım, güldüm. Aşkın devleti geldi, ben ebedî devlet oldum.

Benim tok gözüm vardır, cesaretli canım vardır, arslan yüreği gibi bir yüreğim var. Ben parlak Zühre yıldızı oldum.

Dedi ki: "Sen divane değilsin. Bu eve layık değilsin." Ben de gittim divane olup zinciriyle bağlandım.

Dedi ki: "Sen sermest değilsin, git!" Ben de gittim sermest olup neşe ile doldum.

Dedi ki: "Sen öldürülmemişsin, neşe ve müzik ilgin yok!" Can bağışlayan yüzüne karşı şehid oldum.

Dedi ki: "Sen zeki bir kişisin, hayal ve şüphenin sarhoşusun." Ben hemen abdallaştım, hayal ve şüpheden sıyrıldım.

Dedi ki: "Sen mum oldun, meclisin kıblesi oldun." Ben mum değilim!" dedim, yandım, yakıldım, duman oldum.

Dedi ki: "Sen şeyhsin, önde gidenlerdensin, yol gösterensin." "Hayır! Ben şeyh değilim!" dedim. "Önde gidenlerden de değilim. Kimseye de yol gösterdiğim yok. Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım."

Sen güneşin kaynağısın, ben söğüt ağacının gölgesi düşen yerim. Sen benim başucuma gelince, alçalır, erir, yok olur giderim.

Gönlüm canın parıltısını buldu. Dünyanın nuruna nail oldu. Gönlüm yeni bir atlas buldu da bu hırkaya düşman kesildi.

HZ.MEVLÂNÂ (K.S) - DİVAN-I KEBİR (c. III, 1393)

Buna şahit olarak da Allah yeter

(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allahtandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.(Nisa Suresi,Ayet 79)

Böylece anlaşılıyor ki sen ben iyiysek (yani ayetteki manada Allahdansak) Allahdanız kendiliğimizden değiliz

Benlik gösteren, yalnız "ben!ben!ben!" diyen Allahtan değildir
çünkü Evvel Allahtır
çünkü seni yaratan O'dur
senin yapamadığın iyilikleri de inşa eden Allahtır
varı var eden Allahtır
sen bunu unuttunsa sen iyi değilsin
dolayısyla Allahtan değilsin
o halde bu benlik ne için?
"Ben Allah'ım! biz Allah'ız!" desen ne fayda; bunu "O" söylemedikten sonra?


Ne zaman yaptığın iyiliği kendinden bilmedin Allahtan olduğunu bildin, işte sen de Allahtan oldun, "ben" olmadın...
Zira insanı insan eden Allahtır..
Gayrı insanı insana ve şeytana kul eder..

İnsanın var kılınması saf iyiliktir..

yardım edenden tavsiyeler(devam..)

Allahtan başkasını sevmemek Ondan başkasından buğzetmek nefret etmek demek değildir.
Bilakis aşk ve sevgi bütünüyle Ondandır senden benden değil.
Eğer birileri seni bir sevip bir kötülüyorsa
bu onların Allah'ı yeterince tanımadıklarındandır. Cahilliklerindendir.
Onun için sen sevginin aşkın asıl kaynağına ve sahibine bağlan.
Seven ve sevilen ol.
Kendini sevginin aşkın hakimi sananlara bağlanma.
İyiliklerini başa kakanlara bağlanma.
Eğer bütün sevginin aşkın kendilerinden değil Allahtan olduğunu bilselerdi o sevgilerini sanki kendilerininmiş gibi senden esirgemezlerdi.
Sen onlara merhamet et.
Olur ki onlar da anlarlar ve ellerindekinden dolayı kibirlenmezler.
Aşkta yok olup giderler...

***

Allah'ımızın DEYYAN ismiyle tecelli etmesi dünya yoluyla olur.
Yani nefsine uyduğunda cezalandırır salih bi amel işlediğinde mükafatlandırır.
HÂFID (Alçaltan, zillete düşüren) RÂFİ' (Yücelten, izzet ve şeref veren) isimleriyle tecelli ettiğinde ise bunu ruhundan yapar.
Aradaki farkı ve dereceyi iyi gör.
Dünyevi , nefsi alçalma ve yükselmeyle ruhani yükselme ve alçalma bir değildir.
Ruhani olan tecelliyi hissetmek herkeze nasib olmaz..
Ruhani olarak bariz yükselir ve alçalırsan bu ikisi de senin Allah'a yakınlığının sonucudur.
Kötü amellerinin sonucu değil.
Çünkü gerçekten yükselten ve alçaltanın kim olduğunu ayırd edersin..Şirkin aslında olamayacağını anlarsın.. ki bu kurtuluştur.
DEYYAN tecellisi ise dünyada herkeze olur.
Dünya yoluyla olur.

***

İnsan bilmez ; bilgiyle beraberdir
Allah ise bildiklerinin üzerindedir
İnsan sevemez ; sevgiyle beraberdir
Allahımız ise sevgisinden üstündür; benzersiz Aşktır..

bağlanıyorsun

...-"Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum."

Ey Allah'ın sevgili kulu, Allah gayyurdur.Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez; sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz.Allah, bulunan sevgisini ister.Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun..

Abdulkadir Geylani Hazretleri

Kim, Allah'a kavuşmak isterse

Allah'ın Resulü (s.a.s), "Kim, Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim de Allah ile karşılaşmak istemezse, Allah da onunla karşılaşmak istemez'' buyurmuştur

Zebur'dan

121. MezmurHac ilahisi

BÖLÜM 121

Mez.121: 1 Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, Nereden yardım gelecek?

Mez.121: 2 Yeri göğü yaratan RAB'den gelecek yardım.

Mez.121: 3 O ayaklarının kaymasına izin vermez, Seni koruyan uyuklamaz.

Mez.121: 4 İsrail'in koruyucusu ne uyur ne uyuklar.

Mez.121: 5 Senin koruyucun RAB'dir, O sağ yanında sana gölgedir.

Mez.121: 6 Gündüz güneş, Gece ay sana zarar vermez.

Mez.121: 7 RAB her kötülükten seni korur, Esirger canını.

Mez.121: 8 Şimdiden sonsuza dek RAB koruyacak gidişini, gelişini.

Allahı imdada çağırmak

Naklederler ki ,vaktiyle sefere çıkmış olan bir cemaat ona "Ey şeyh! Yol korkulu, karşılaştığımız bir belayı savuşturmak için bize bir dua öğret," demişlerdi. Şeyhde, "Bela yüz gösterdiğinde Ebu Hasan'ı (Beni) anınız (ve ondan medet umunuz!)" dedi. Ama bu söz o cemaatin hoşuna gitmedi, yola düşüp giderken vurguncular yollarını kesip kendilerine kastetti.
Onlardan birisi derhal şeyhi hatırlayıp onların gözlerinde kayboldu, ayyarlar ve haramiler,"Burada birisi vardı, nereye gitti? Ne onu ne de eşeğini ve yükünü göremiyoruz!" diye bağırıp çağırmaya başladılar. Bu yüzden ona da kumaşlarına da hiçbir zarar gelmemişti. Diğerleriyse çıplak ve malları soyulmuş bir halde ortada kaldılar. Öbür adamı selamette ermiş bir halde görünce şaşkınlık içinde kaldılar.O da bunun nedenini anlattı.

Şeyhin yanına döndüklerinde,"Allah hakkı için bunun nedeninin ne olduğunu açıkla! Biz hep Allah'ı andık (ve Onu imdada çağırdık), ama işimiz yoluna girmedi, o tek başına seni andı (ve imdada çağırdı) onların gözünden kayboldu,"dediler.

Şeyh dedi ki: "Siz Allah'ı mecazi olarak (imdada) çağırdınız, Ebu'l Hasan ise hakikat olarak çağırdı. Siz Ebu'l-Hasan'ı zikrediniz Ebu'l Hasan da sizin için Allah'ı zikreder, böylece işiniz görülür. Şayet mecazi olarak ve adet yerini bulsun diye Allah'ı zikrederseniz, bunun faydası olmaz!"

Feridüddin Attar
Evliya Tezkireleri kitabı
Şeyh Ebu Hasan Harakani hazretlerine ayrılmış bölümden

Ömerül Faruk (r.a.)

...Resul Ekrem de onu (Faruk)(Fark eden) diye isimlendirdi.

"Ey Peygamber, sana Allah ve sana uyan mü'minler yeter" ayeti o vakit nazil oldu.

Hicret zamanında bütün eshap gizlice Mekkeden çıkarak Medineye geldiler.

Yalnız Ömerül Faruk serbest hicret etti.

Şöyle ki: Kılıcını kuşanarak yayını omuzuna astı, oklarını eline aldı.

Kureyşin reisleri, Kabenin avlusunda halka halka oturmaktayken haremi şerife gitti.

Beyti şerifi yedi defa tavaf etti ve iki rekat namaz kıldı. Sonra: "Yüzleriniz kara olsun" diye Kureyş reislerine beddua ederek yanlarından geçerken "Anasını ağlatmak ve evladını öksüz, karısını dul bırakmak isteyen kimse şu vadinin öte tarafında bana kavuşsun" deyip Mekkeden çıktı ve Medineye hicret etti. Arkasına kimse düşmedi...

Kısas-ı Enbiya
Ahmet Cevdet Paşa

Aziz dostum sen yüzünü hakka çevir halkı bırak ne derlerse desinler

-Aziz dostum! Sen yüzünü Hakk'a çevir halkı bırak, ne derlerse desinler. Allah, kulundan hoşnud olduktan sonra halk senden ister memnun kalsın ister kalmasın. Bunun ne ehemmiyeti var?-

...Bir kmse halvete çekilip kendi aleminde insan arasına karışmadan yaşasa onun için:

"Bu iki yüzlünün birisidir.Numara yapıyor...İnsandan sanki şeytandan kaçarmış gibi kaçıyor!"derler.

Güzel yüzlü ve sıcak kanlı ise, o zaman da onu namus ve takva sahiblerinden saymayıp "iffetsizdir" derler.

Zengini çekiştirerek derisini yüzerler : "Eğer bu alemde bir firavun varsa işte budur", derler
Şayet biri de fakir ise ve zaruretten sızlanıp kıvranıyorsa onun içinde: "Uğursuz sefil", derler.Ve ilave ederler:
"Bu hal onun beceriksizliğindendir.Kabahat kendisinindir..."

Varlıklı bir adam, insanlık hali düşecek olsa sevinerek ve bunu fırsat bilerek derler ki",
"Oh olsun! Allah ne güzel yaptı...Kibirinden yanına varılmıyordu. Malına, mevkiine güveniyor, her yükselişin bir düşüşü olacağını aklına getirmiyordu”.
Bir fakirin işi yoluna girer, hali vakti iyileşirse, zehirli dişlerini gıcırdatarak:
“Alçak felek böyle alçakların elinden tutar” derler.
İşinle meşgul görürler:
“Aman ne kadar haris adam. Gözü bir türlü doymuyor.Para delisi...”derler.
Biraz tembelliık etsen:
“Dilenci huylu, lüpçü, bedavacı..”adlarını takarlar.
Güzel konuşsan: “Hezeyanla dolu davul”,güzel konuşmayı beceremiyorsan: “Cahil”,derler.
Tahammülü olanlara:”Korkusundan sesini çıkaramıyor”.derler.Yiğit ve şecaatli olandan ”Herif keçileri kaçırmış!”,diye kaçarlar.

Az yiyen için:”Mirasçılarına saklıyor”, helalinden yeyip içene:”Pisboğaz,mideci”,derler.

Biri zengin olduğu halde basit ve sade mi giyiniyor?:”Akılsız,kendi parasını kendisinden esirgiyor”, diye kılıç gibi dil uzatırlar. Fakat adam,mesela bir köşk yaptırıp kemerini nakışlatsa veya güzel süslü giyinse, bu sefer de:
“Şeddad gibi binalar yaptırıyor;kadın gibi süsleniyor”,diye onu canından bezdirirler.

Seyahate çıkmamış olanları, seyahat edenler adam yerine koymayıp:
“Karının koynundan çıkmayan adamda hiç ilim, hüner ve marifet olur mu?”,derler. Bir seyyah görseler,bu sefer de:” Avare serseri! İyi bir şey olsa zaten şehirden şehire sürünüp durmazdı...”diye adamın derisini yüzerler.

“Bunlardan yatıp kalktıkları yer bile incinir”,diye bekarları kınarlar. Evlenirse de: ”Gönlü yüzünden eşek gibi boynuna kadar çamura battı”,derler.

Öfkeli ve asabi olan için: ”Daha nefsine hakim olamıyor!”.derler. Sabırlı, halim, selim olanlardan ise, ”Haysiyetsiz,izzeti nefissiz”, diye bahsederler.
Bir adam cömert ise:
“Ayol! Ne diye saçıp savuruyorsun? Yarın namahrem yerini öretecek bez parçası bile bulamayacaksın. Bir elinle önünü, öbür elinle arkanı kapatmak zorunda kalacaksın!”,diye onu ayıplarlar.
Birisi kanaatkar ise tutumluluğuna laf ederek:
“Bu alçak da babası gibi olacak. O da bunun gibi yemedi, içmedi, yığdı, biriktirdi ve sonunda hasret gitti”.derler.

Çirkine çirkindir, güzele güzeldir diye dil uzatırlar, cefa ederler.

Selamet köşesinde kim rahat oturabilir ve başı dinç kalabilir?

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bile kötülerin dillerinden kurtulamadı.

Eşi ; ortağı, zevcesi ve oğlu olmayan Allahu Teala için bile Hıristiyanların neler söylediklerin işitmedin mi?

Hulasa insanların elinden kurtulmaya imkan yoktur. Dile düşen için bir tek çare vardır ; o da sabretmek...

-Halkın kötülüğünü düşünenler,Hakk Teala'dan habersizdirler. Çünkü onlar halkla uğraşmaktan Hakk'ı düşünmeye vakit bulamazlar.-

Şeyh Sadi-i Şirazi
Bostan ve Gülistan eserinden

İmam-ı Rabbani hazretlerinin Abdulkadir Geylani hazretleriyle ilgili mektubu

İmam-ı rabbani (k.s.)
Mektubat

"...Şunun da bilinmesi yerinde olur ki..

Bir şahsın, kurb-ü velayet yolundan kurb-ü nübüvvete ulaşması sahih olur.. Bu durumda, her iki muameleye de ortaklığı olur.. Enbiyaya uyduluğu ile kendisine, orada bir mahal ihsan edilir.. Onlara salât ve selâm olsun.. Bu durumda, her iki yolun muamelesi dahi, ona bağlı olur..

Bir şiir:

Allah'a ne zorluğu olur; Alemi bîr şahsa oldurur..

Bir âyet-i kerime meali:

«Bu, Allah'in fazlıdır; onu dilediğine verir.. Ve.. Allah büyük fazlın sahibidir..» (62/4)..."

cennetten bir hikaye (inşaallah)

gel aşkım gel
gel canım kardeşim bir tanem
gel dinlenelim şu uçsuz bucaksız ağacın gölgesinde
güneşte ısınan yaprakların hışırtısını dinleyelim serinleyelim
bak yapraklarda serinliyorlar
istersen susalım kepçe kulaklarımızı dinleyelim
istersen konuşalım uçsuz bucaksız yaşayacağımız güzelliklerden
denize de gideriz
sıcacık kayalara yatarız
yüzmeyi severim biliyorsun
çok eskide kaldı cahil dünyanın uğultusu bir daha hiç duymayacağız oh hamdolsun
sen ben varız bi de bizim gibi aynı sen ve benler
yabancı yok hiç oh
Allahımız ne güzel yaratmış bak seni beni
az çekmedik o cahil dünyanın zırıltısını sen de ben de pek yorulduk
Allah rahmet etti de şükür bak güzelliklere kavuşturdu
hatırlıyor musun nasıl sınadı bizi türlü türlü belalarla
nerdeyse Onu unutuyorduk
ne komik şeyler vardı yahu öle nerdeyse birbirimize düşüyorduk ahmaklık işte
yok materyalizm yok anarşizm yok kafirler yok maymunlar filan haha ulan ne acayip dünyaydı yahu
düşünsene hiçbirimiz kendini göremiyordu aynalar olmadan
ama adamlar göremedikleri için Onu inkar ediyorlardı
ah Allah korusun yahu çok şükür cehenneme gideceklerinden korktuğumuz safları kurtardı
bak şükür bize ne kadar vefalı olduğumuzu gösterdi de Ona ihanet etmedik
devamlı olanı gösterdi bize
Allahım sana şükürler olsun
efendimizi gördün di mi üf tahmin ettiğimizden daha büyükmüş o neydi öyle yahu of Allahım şimdi çektiği çileleri daha iyi anlıyorum of Allahım ne büyük bir adam
onu da görmeye gidicez inşaallah gel ama önce başka bir şey takdir edilmiş bize onu bi yaşayalım cennet cennet dedikleri evet huri gılman ama o huriler gılmanlar hiç de dünyadaki hurilere benzemiyor yahu haha
rahibe teresanın gılmanını gördün mü uy ne biçim bi erkek o ya haha kendisi hele ne olmuş öyle
karısı olanların kadınları hurilerden daha güzel
evlenememekle hata mı yaptık ne haha
demek kadın hristiyandı filan ama efendimize de inanıyormuş
zaten belliydi hristiyanlarında suskunları vardı ben biliyordum gördüm hakkaten düzgün imanlıları vardı yani
neyse dünyayı aklına getirmeyeyim bırakalım şimdi bunları da gel takdir edileni yaşayalım
ben de efendimiz gibi namazı sadece emir olarak yapmadım onun için burda da namaz kılacağım istersen sen de gel kıl farklı oluyor biliyorsun namaz gibisi yok benim gibi düşünenler çokmuş cemaati bi görsen bak şu büyük bulut var ya orada toplanıyoruz imamımız kim tahmin et
neyse çok konuştum özür dilerim vaktini aldım şimdi sen kendi başına gez burda
dünyayı çok hatırlama cehennemin duvarlarından uzak dur ordakilerin seslerini arada duyacaksın dalga geçmemeni tavsiye ederim kızıyor Allah bi yerden sonra
hem biliyorsun orada bizden olanlarda var hepsi gelicek inşaallah
zaten bi süre sonra cehennem aklına bile gelmeyecek
Allah bizi dünyada bırakmadı cehennemde bırakır mı hiç
inşaallah
inşaallah
inşaallah
oh Allahım sana şükürler olsun
hadi selametle

Allah(c.c)ve adem

AMCA- O vardı ve onunla beraber başka hiç bir şey yoktu şimdi olduğu gibi görülemeyendi.Tekdi. Sıfatlarının olması nasıl seni parçalara bölmüyorsa bir benliğin iraden varsa öylece sıfatlarıyla birdi tekdi. yaratıcı sıfatından maddeyi oluşturdu ama şimdi gördüğün gibi birbirine dönüşen iç dış farklı formlarıyla değil. o yaratılan ilk madde bir ressamın yapacağı resmi önceden çok güçlü bir biçimde hayal etmesindeki gibidir öyle ki yapacağı resim sanki yoksa da vardır. insanı o ilk halinde de yaşatabilirdi fakat maddeyi insanın ilk yaratılacağı aleme dönüştürdü ve ademin vücuduna şekil verdi. Sonra ona ruhundan üfledi hayat sahibi kıldı. Bunları ihtiyacı olduğu için yapmadı Ademin onu bilebilmesi için kainata ele ayağa uzuvlara kendisine ihtiyacı vardı; maddeyi ademin ihtiyacı için verdi. Bilinmeyi murad etti. Neden tümüyle insana açılmadı bilinmek için aşamalar yarattı denirse onun kudreti anlaşılamamış demektir zira sonsuz olan sıfatlar ancak sınırlı bir biçimde idrak edilebilir. Eğer bir şekilde aşamalı değil de direk temas olsa idi güneş görülemeden bilinemeden göreni yakıp yok ederdi.

Allah'ı görmek

Imam-i Rabbani 456. mektub

MEVZUU: Uhrevi rüyeti inkâr edenlerin süphelerini atmak hakkindadir.

NOT: Imam-i Rabbani Hz. bu mektubu, Mir Abdürrahman b. Mir Muhammed Nu'man'a yazmistir.

***

Rahman Rahim Allah'in adi ile...

Rüyet meselesi, (yani ahirette yüce Allah'i görmek) hakkinda irad ettikleri itiraz, hatta rüyetin nefyi için ikame ettikleri delil sudur: Gözle görmek iktiza eder ki; görülen ayni hizada buluna ve görenin mukabilinde dura... Böyle bir sey ise, Vacib Teala hakkinda yoktur. Zira böyle bir seyin olmasi ciheti gerektirir. Bu cihet ise; ihata, tahdid, nihayeti getirir. Böyle bir durum da, üluhiyete münafi olan noksani gerektirir.

Halbuki yüce Allah, anlatilan manadan yana, tam bir yücelige sahiptir.

Üstte ileri sürülen itiraza cevap sudur:

Kemal üzere kudret sahibi olan yüce Sultan, iki parça içi bos, histen ve hareketten uzak damara; bu zayif fani dünya hayatinda, hiza ve mukabil durma sarti ile esyayi görüp hissetme kuvvetini verdikten sonra, ahiretin kuvvetli ve baki hayatinda o iki parça damara neden bir kuvvet vermesi mümkün olmasin ki; hizasiz ve mukabelesiz olarak görülecek olani o kuvvetle göre... Bu durumda o görülecek olani ister bütün cihetlerde bulunsun; isterse hiçbir cihette bulunmasin. Bu isin uzak görülmesine sebep nedir ve muhal olusu nereden gelir?

Zira, Fail-i Muhtar olan yüce Zat, iktitarin en yüce mertebesindedir. Bir istidadli için kabul eder ki, görme ve hissetme manalari ona taalluk etsin.

Bu manada asil söz su ki:

Yüce Allah bazi yerlerde, yararli olacaklari dolayisi ile, hiza sartini ve cihet tayinini gözlerin görmesi için koyar. Ondan baska, bazi yerlerde ve zamanlarda ise, bu sarti itibardan düser. Anlatilan sart olmadan da, gözlerin görmesi takarrür eder. Aralarinda tam ziddiyetin, degisikligin bulunmasina ragmen; o yeri bu yerle kiyas etmek insaftan uzaktir. Böyle bir iddia, mülk ve sehadet alemi kesiflerinde kisa görüse sahip olmaktir. Melekût aleminin acaiplerini dahi inkârdir.

Burada söyle bir soru sorulabilir:

-Sübhan Hak, görülecegine göre; gerekir ki, gözle idrak edilip kavrana... Böyle bir sey ise, haddi ve nihayeti gerektirir.

Halbuki, Allahu Teala, böyle bir manadan yana çok çok üstünlüge sahiptir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Mümkündür ki; görüle... Fakat gözle idrak edilip kavranmaya... Bu manada, Allahu Teala söyle buyurdu:

"Gözler onu idrak edemez; ama o, gözleri idrak eder. Lâtif Habir odur."(6/103)

Müminler, Sübhan Hakki ahirette göreceklerdir. Vicdani bir yakinle de, o sani yüce Zat'i gördüklerini anlayacaklardir. Bu görmeye terettüb eden lezzeti dahi kemal üzere kendilerinde bulacaklardir. Lâkin, görülen onlarca asla idrak edilmis olmayacak, o manadan yana kendilerine kesin olarak bir sey hasil olmayacak. Yalniz görmeyi bulmak ve onunla lezzet almak baska.

Bir siir:

Rahat ol, hiç anka avlanir sanma;

Yoksa tuzaklar tasirsin daima...

Görülenin kavranip idrak edilmesi manasinda tevehhüm edilen rüyetteki noksan o yerde yoktur.

Cihetsiz olarak görmenin sübutu oldugu gibi, görene dahi bu rüyetten hasil olan lezzet için ne noksan vardir; ne de kusur.

Hatta görülen yüce Zat'in tam in'amindan ve ihsanindandir ki, mahabbet atesi ile yananlara kâmil cemalini açar ve rüyetinin zülâlinden kana kana onlara içirir.

Onlari visali ile sereflendirmesi, yüce mukaddes Zat'ina hiçbir kusur ve noksan gelmeden olur. O Sübhan Zat'in üns makaminda dahi cihet ve ihata sübutu olmaz.

Bir siir:

Gelmez noksan saniniza bu yandan;

Olsa bende bir keramet sanindan...

Bu manada söyle de diyebiliriz:

Rüyetin husulünde, hiza ve mukabele sart olunca, gören tarafinda dahi, ayni sekilde sart olmasi gerekir. Çünkü, görülen tarafinda sarttir. Sonra, mukabele bir nisbet olup iki mütakabil tarafta da vardir. Yani gören ve görülende...

Üstte anlatilan manadan lâzim gelir ki, Sübhan Hak esyayi göremeye... Görme sifati dahi, o yüce mukaddes Zat için sabit olmaya... Halbuki, böyle bir mana, Kur'an'in kafi hükümlerine aykiridir. Bu manalarda su ayet-i kerimeler sarihtir:

"Allah, yaptiklarinizi görür..."(54/4)

"Gören ve duyan odur..."(42/11)

"Allah amellerinizi görecektir..."(9/94)

Sonra öyle bir manayi almak, o yüce Zat'tan kâmil bir sifati için noksan ve olmamaktir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Vacib Teala hakkinda görmek, esyayi bilmekten ibarettir. Ilmin disinda görmek, ciheti icab ettiren manadan baska bir sey degildir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Hiç süphe yok ki, rüyet (görmek) kâmil sifatlardan olup, Vacib Sübhan için sabittir. Hem de istiklâl ile... Bu mana, Kur'an'in kesin hükmü ile anlatilmistir. Bu durumda rüyeti ilme döndürmek, zahir olan mananin hilâfina irtikap etmektir.

Öyle bir mana kabul edilse dahi, yani rüyetin ilim kisimlarindan oldugu, yine de bundan, hizanin sart olmamasi lâzim gelmez. Yani ilimde. Zira, ilim iki kisimdir:

a) Bir kisim ilim var ki, bunda bilinen seylerin hizada olmasi sart degildir.

b) Bir kisim ilim de vardir ki, bunda hiza sarttir. Bu, ikinci kisma:

-Rüyet... (Görmek) ismi verilmistir. Bu kisim ise, mümkinatta ilim kisimlarinin en alâsidir; kalbin itminan mertebesinde hasil olur.

Makulatta, yani akilla idrak edilen seylerde, vehmin ariz olmasindan kurtulus yoktur. Bu muarazadan kurtulan, ancak hissedilen (yani görülüp tutulan) seydir.

Üstte anlatilan mana icabi olarak, Ibrahim Halil (as) Peygamber ölülerin dirilisini görmeyi taleb etti. Buna imani ve yakini oldugu halde, görmekle kalbinin tatmin olmasini istedi.

Sunun da bilinmesi gerekir ki, sifat-i kâmilden olan rüyet, sayet Vacib Teala'dan olmayaydi; mümkine nereden gelecekti? Zira, mümküne hasil olan her kemal, yüce mukaddes Vacib mertebesindeki kemalin bir aksidir. Hasa ki, Vacib Taala'da olmayan bir sey mümkinde buluna... Zira mümkin, haddizatinda aynen noksandir; eger onda bir kemal var ise, yüce mukaddes Hazret-i Vücub mertebesinden gelen bir emanettir. O makam, her hayrin ve kemalin kaynagidir.

Bir siir:

Getirmedim ki, evimden hiçbir sey, ancak;

Verdin bendekini, nefsim ondan olacak...

Sualin aslina bir baska cevap da sudur:

-Bu itiraz, yüce mukaddes Vacib Zat'in varligina da yürümektedir. Rüyeti nefyettigi gibi, yüce mukaddes Zat'tan varligi dahi nefyetmektedir. Dolayisi ile, böyle bir itiraz varid degildir. Sunun için ki, aklen muhal olan bir seyi getirir. O itirazin daha açik beyani sudur:

-Sübhan Vacib Zat madem mevcuttur; alem cihetlerinden bir cihette olmasi gerekir. Meselâ altta, üstte, önde, arkada, sagda ve solda.

Halbuki, öyle bir sey ihatayi, tahdidi gerektirir ki, bunlarin hepsi de, üluhiyeti nefyeden noksandir. Allahu Teala, böyle bir manadan yana pek temizdir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Mümkündür ki, bütün cihetlerde buluna; ama bundan ihata ve tahdid lâzim gelmeye.

Bunun için su cevabi veririm:

-Onun bütün cihetlerde olmasi ve ihata ve tahdidi nefyetmez. Bu takdire göre o, elbette alemin ötesindedir. Bu durumda ikilik olur ki, baska baska olmayi gerektirir. Zira:

-Iki sey, birbirinden baskadir. Kaziyesi, akil erbabi katinda mukarrerdir. Bu da, tahdidi gerektirir,

***

Su mana gizli kalmamalidir:

Bu gibi, süslü gösterilen haksiz süphelerden kurtulma yolu odur ki, gaybe ait hükümlerle, sehadete ait hükümlerin arasi fark edile... Gayb dahi, sahide kiyas edilmeye. Zira mümkündür ki, sahidde bazi hükümler dogru olurken, gaibde yalan çikar. Sahidde kemal olan dahi, gaibde noksan bulunur. Zira hükümlerin ayriligi sabittir. Bilhassa iki yer arasinda, uzun bir ayrilik olursa...

Toprak nerede Rabbü'l-erbab nerede!..

Allahu Teala, onlara insaf versin ki, Kur'an'in saglam hükümlerini inkâr etmeyenler... Hem bu karisik tevehhüm ve hayalât ile sahih hadis-i nebevileri dahi yalana çikarmayalar...

Inzal olunan bu gibi hükümlere iman etmek gerek. Hem de, keyfiyetini, keyfiyeti belli olmayan ilme havale ederek. Onu anlamaktan yana da kusuru itiraf etmek gerek, idrak edilemedigi için, o hükümleri nefyetmek yerinde bir hareket olmaz. Zira, böyle bir sey, selâmetten ve dogruluktan uzaktir.

Su da mümkündür ki, pek çok seyler aslinda dogru olduklari halde, bizim kisa akillarimiza göre uzak bulunurlar.

Eger akil yeterli olsaydi; Ebu Sina gibi birine olurdu. Ki o, isi akilla bulmaya çalisan akil erbabina mukteda idi. Bütün akla dayali hükümlerde hakli idi; onlarda yanilmadi. Halbuki o, bir meselede hata etti; o da su hükme varmasiydi:

-Birden ancak bir sudur eder.

Bunun böyle olmadigi da, en küçük bir teemmülle insafla bakana açiktir. Bu makamda, Imam Fahr-i Razi ona taan edip su ibareyi kullanmistir.

-Asil sasirtici mana, o kimseden gelmektedir ki; bütün ömrünü hatadan koruyan bir âleti ögrenmek ve ögretmekle tüketmistir. Sonra, en büyük matluba gelince; çocuklari dahi güldürecek seyler kendisinden sadir olmustur.

Allah çalismalarini sükrana lâyik eylesin; ehl-i sünnet ulemasi, bütün ser'i hükümleri isbat etmislerdir. Amma, bunlarin manasi ister aklen bilinsin; isterse bilinmesin. Onlarin keyfiyetinin idrak edilemeyisi sebebi ile nef-yi cihetine de gitmezler.

Misal olarak, burada kabir azabini, Münkir Nekir sualini, sirati mizani ve benzerlerini alabiliriz. Ki bunlar, noksan akillarimizin, idrakten yana kusurlu oldugu seylerdendir.

Bu büyüklerin iktida ettikleri Kur'an ve hadistir; akillarini da onlara tabi kilmislardir. Sayet onlari idrak zaferine ererlerse ne âlâ... Aksi halde, ser'i hükümleri kabul ederler. Idrak edemeyisi dahi, anlayislarindaki kusura yorarlar. Bunlar baskalari gibi, akillarinin idrak edip kabul ettigini kabul ve akillarinin idrakten aciz kaldigini da reddedenler degildir. Hiç bilmezler mi ki, peygamberlerin gönderilmesi, ancak Sübhan Mevlâ'nin razi oldugu bazi matluplari idrak etmekten yana akillar kusurlu oldugu içindir. Akil da, her ne kadar hüccet ise, lâkin kâmil manada hüccet degildir. Asil kâmil hüccet, peygamberlerin biseti ile tamam olmustur. Onlara salât ve selâm olsun. Bu manada, Allahu Teala, söyle buyurdu:

"Biz, bir resul gönderinceye kadar azab ediciler degiliz..."(13/15)

***

Biz, yine esas sözümüze dönelim. Deriz ki:

-Hiza ve mukabele, her ne kadar sahidin (hazirin) görülmesinde sart olsa da, lâkin mümkündür ki, gaibin görülmesinde bunlar sart olmaya...

Galib mevcuttur; ancak mevcudat cihetlerinden herhangi bir cihette asla degildir.

Görenin görmesi olmasa dahi, o bütün cihetlerden münezzeh oldugu gibi; gördükten sonra da, ona bir cihet sabit olmaz.

Orada mukabele ve hiza yoktur; burada anlatilan mananin uzak görülmesi ve muhal sayilmasi neden? Sekli belli olmayan görüsün sekli belli degildir. Sekli belli olmayan, sekli belli olanin yolu yoktur.

Sultanin ihsanini ancak onun tasiyicilari alabilir.

Keyfiyetten münezzeh görüsü; keyfiyeti belli görüse göre, görülen seylere taalluk eden keyfiyetle kiyaslamak münasip düsmez. Böyle bir sey, insaftan da uzaktir.

Dogruda basan ihsan eden Sübhan Allah'tir.

***

Zira, her ne.sey ki, icmal ciheti ile daha siki, cem'iyet itibari ile daha çok olur; yüce Allah'in zatina daha yakindir.

Insanda bulunan, ya halk alemindendir, yahut emir aleminden. Kalbe gelince, bu iki alem arasinda berzahtir.

Yükselis, mertebelerinde ise, o mertebelerin tazammun ettigi seylerden insan letaifi, asillarina kadar yükselir. Meselâ, önce suya yükselir; sonra havaya, sonra atese, sonra letaifin asillarina, sonra kendisinin terbiyesine gelen cüz'i isme. Daha sonra da, onun küllisine. Daha sonra da Allah'in diledigi yere kadar yükselir. Amma kalb, böyle degildir. Zira, onun yükselecegi bir asli yoktur. Elbet kalbden yükselisi, evvelâ yüce Zat'adir.

Sonra kalb, gayb hüviyetinin kapisidir. Ne var ki, anlatilan tafsil olmadan yalniz kalb yolundan vuslat, zordur. Ancak o tafsili itmam ettikten sonra, vuslat meyesser olur.

Görmez misin ki, onda bulunan bu cemiiyet ve vüs'at, anlatilan tafsilli mertebeleri astiktan sonra olmaktadir.

Burada:

-Kalb... demekten murad, genis manasi ile (basit) cami olan kalbdir. Bilinen bu et parçasi degildir.

***

Hadisler

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurdular: "Kim Allah'tan baska ilah olmadigina Allah'in bir ve seriksiz olduguna ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü (elçisi) olduguna, keza Hz. Isa'nin da Allah'in kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehadet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktir."

*

Hz. Peygamber (sav) "Ey Allah'in Resulü, kiyamet günü senin sefaatinle en ziyade saadete erecek olan kimdir?" diye sormustum. Bana: "Hadis'e karsi sende olan aski görünce, bu hususta senden önce bana bir baskasinin sualde bulunmayacagini tahmin etmistim" açiklamasini yaptiktan sonra su cevabi verdi: "Kiyamet günü benim sefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek "La ilahe illallah" diyen kimsedir"

*

"Ey Allah'in Resulü", dedim, "annem bana, kendisi adina mü'mine bir cariye azad etmenü vasiyet etti. Benim yanimda, Sudanli (nübi) siyah bir cariye var, onu azad edeyim mi?" Hz. Peygamber (sav): "Çagir, onu (göreyim)" dedi. Çagirdim ve geldi. Cariyeye sordu: "Rabbin kim?" Cariye: "Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye: "Allah'in elçisisin!" cevabini verince Hz. Peygamber (sav): "Bunu azad et, zira mü'minedir" buyurdu.

*

Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: "Iman, yetmis küsur - bir rivayette de altmis küsur - subedir. Haya imandan bir subedir." Bir rivayette su ziyade vardir: "Bu subelerden en üstünü "La ilfihe illallah" sözüdür, en asagi mertebede olani da yolda bulunan rahatsiz edici bir seyi kenara çikarmaktir."

*

Resulullah (sav) dedi ki: "Üç sey vardir ki imanin aslindandir: 1. Lailahe illallah diyene saldirmamak: Isledigi herhangi bir günahi sebebiyle bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir ameli sebebiyle de Islam'dan disari atma. 2. Cihad, bu Allah'in beni peygamber olarak gönderdigi günden, bu ümmetin Deccal'e karsi savasacak en son ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamin zalim olmasi, ne de adil olmasi ortadan kaldiramayacaktir. 3. "Kadere iman".

*

Hz. Peygamber (sav)'in ashabindan bir kismi ona sordular: "Bazilarimizin aklindan bir kisim vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacagina kaniyiz." Hz. Peygamber (sav): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet! deyince: "Iste bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi." Diger bir rivayette: "(Seytanin) hilesini vesveseye dönüstüren Allah'a hamdolsun" demistir. (Müslim'in Ibnu Mes'ud (ra)'dan kaydettigi bir rivayet söyledir: "Dediler ki: "Ey Allah'in Resulü, bazilarimiz içinden öyle sesler isitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayi veya gökten yere atilmayi tercih eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)". Hz. Peygamber (sav): "Hayir bu (korkunuz) gerçek imanin ifadesidir" cevabini verdi.")

*

Biz Hz. Peygamber (sav)'e kulak vermek ve itaat etmek sartiyla biat ederken "Gücünüzün yettigi seylerde" diyordu.

*

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurmustu: "Mü'min, yapragini hiç dökmeyen yesil bir agaca benzer." Halk falanca agaç, fismekanca agaç diye taliminde bulundular, (fakat isabet ettiremediler). Ben, "Bu, hurma agacidir" demek istedim, ancak (yasim küçük oldugu için) utandim. Sonra Hz. Peygamber (sav): Bu hurma agacidir" diye açikladi.

*

Bir adam Resulullah (sav)'a bir adam getirip: "Bu adam kardesimi öldürdü!" diye sikayette bulundu. Resulullah da: "Git sen de onu öldür, tipki kardesini öldürdügü gibi" buyurdular. Adamcagiz sikayetçiye: "Allah'tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete sebeptir. Senin için de, kardesin için de kiyamet günü daha hayirlidir!" dedi. Adam da onu saliverdi. Durum Resulullah (sav)'a haber verildi. Resulullah (onu çagirtip) sordu. Adam (caninin) kendisine söylediklerini haber verdi. (Ravi devamla) der ki: "[Resulullah (sav)]: "Onu azat et! Aslinda onu azat etmen, onun için, kiyamet günü onun sana yapacagindan daha hayirliydi. O gün: "Ey Rabbim diyecek, suna sor bakalim, beni niye öldürmüstü?"

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Maktulün kisas talep eden velilerine, (katillerden) birini affederek kisastan kaçinmalari gerekir. Kadin dahi olsa, en yakin olan baslasin."

*

Resulullah (sav) buyurdular: "Peygamberlerden birini digerine üstün kilmayin."

*

Resulullah (sav) cenabetten gusledince önce ellerini yikamaktan baslardi, sonra namaz abdesti gibi abdest alirdi. Sonra parmaklarini suya batirir, onlarla saç diplerim hilallerdi. Deriyi islattigi kanaati hasil olunca tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan kisimlarini yikardi. En sonra da ayaklarini yikardi.

*

Resulullah (sav) Medine sokaklarindan birinde kendisine rastlamistir. Ebu Hüreyre bu sirada cünüb oldugu için, Aleyhissalatu vesselam'in nazarindan sivisarak gidip yikanir gelir. Gelince Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ebu Hüreyre neredeydin ?" diye sorar. "Ben cunübtüm, pis pis sizinle oturmak istemedim" cevabinda bulunur. Aleyhissalatu vesselam: "Sübhanallah! (bilmez misin ki) müslüman pis olmaz!" ferman eder.

*

Nesai'nin rivayetinde hadis söyledir: "Resulullah (sav) Ashabindan bir erkekle karsilasinca onu mesheder ve ona dua ediverirdi. Bir gün erken vakitte Aleyhisalatu vesselam'i (sokakta) gördüm. Hemen yolumu ondan çevirdim. (Eve gidip yikandiktan sonra) günes yükselince yanina geldim. Bana: "(Sabahleyin) seni görmüstüm, hemen yolunu benden çevirdin" buyurdular. Ben de açikladim: "Çünkü ben cünübtüm (bu halde) bana dokunmanizdan korktum." "Surasi muhakkak ki" dedi Aleyhissalatu vesselam, "mü'min necis olmaz."

*

Resulullah (sav), sabah namazini kildirmak üzere (mescide) girmisti. Eliyle "Yerinizde durun!" diye isaret buyurdu (ve çikti). Sonra basindan su damladigi halde geri geldi ve cemaate namazlarini kildirdi.

*

Bir rivayette: "...Namazi tamamlayinca: "Ben de bir insanim. (Ilk geldigimde) cünübtüm" buyurdu" denmistir.

*

"Ey Allah'in Rasulü", dedim, "cahiliye devrinde yaptigim hayirlar var: Dua, köle azad etme, sadaka vermek gibi, bana bunlardan bir sevab gelecek mi?" "Sen" dedi, "zaten,daha önce yaptigin bu iyiliklerin hayrina Müslüman olmussun."

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Yapilan hayirdan (ma'ruf) hiçbir seyi küçük bulup hakir görme, kardesini güler yüzle karsilaman bile olsa (bunu ehemmiyetsiz görüp ihmal etme)"

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden herkese Rabbi, aralarinda bir tercüman olmaksizin, dogrudan dogruya hitab edecektir. Kisi o zaman (atese karsi bir kurtulus yolu bulmak üzere sagina bakar, hayatta iken gönderdigi (hayir) amellerden baska birsey göremez. Soluna bakar, orada da hayatta iken isledigi (kötü) amellerden baska birsey göremez. Ön cihetine bakar, Karsisinda (kendini beklemekte olan) atesi görür, (Ey bu dehsetli güne inanan mü'minler!) yarim hurma ile de olsa kendinizi atesten koruyun. Bunu da bulamazsaniz güzel bir sözle koruyun"

*

Bilin ki, bir ev halkina, sütünden ve yününden istifade etmeleri için, aksam ve sabah bol süt veren devesini geçici olarak bagislayan kimsenin ecri cidden büyüktür."

*

Resulullah (sav) bir dolunay gecesi, aya bakti ve: "Siz su ayi gördügünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sikisikliga düsmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artik, günesin dogma ve batmasindan önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalinmamasina gücünüz yeterse bunu yapin (namazlari vaktinde kilin, vaktini geçirmeyin)." Cerir der ki: "Resulullah, sonra su ayeti okudu: "Rabbini günesin dogmasindan ve batmasindan önce hamd ile tesbih et!"(Ta-ha 130).

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cennetlikler cennete girince Allah Teala hazretleri: "Bir sey daha istiyorsaniz söyleyin, onu da ilaveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler: "Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadin mi? Sen bizi cehennemden kurtarmadin mi (daha ne isteyecegiz?)" derler. Derken perde açilir. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir sey verilmemistir." Süheyb der ki: "Resulullah bu sözlerinden sonra su ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "Iyi is, güzel amel yapanlara, daha güzel iyilik bir de ziyade vardir" (Yunus 26).

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ben, uzun tutmak arzusuyla namaza baslarim. (Namazi kildirirken) bir çocuk aglamasi kulagina gelir. Çocugun aglamasindan annesinin duyacagi elemi bildigim için namazi uzatmaktan vazgeçerim."

*

Resulullah (sav) bana, avucum avuçlarinin içinde oldugu halde, Kur'an'dan sure ögretir gibi tesehhüd'ü ögretti. "Tahiyyat, tayyibat ve salavat Allah içindir. Ey Nebi, selam, Allah'in rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'in salih kullari üzerine de olsun. Sehadet ederim ki Allah'tan baska ilah yoktur, yine sehadet ederim ki Muhammed Allah'in Resulüdür." (Bir rivayette "Allah'in salih kullari" ibaresinden sonra söyle denmistir: "Siz bu tesehhüdü yaptiniz mi sema ve arzdaki bütün salih kullara selam vermis olursunuz.")

*

Resulullah (sav), kizi Zeyneb'in kerimesi olan torunu Ümame'yi omuzunda tasidigi halde halka namaz kildirirdi. Secdeye varinca çocugu (yana) birakir, kiyam için dogrulunca tekrar omuzuna alirdi.

*

Resulullah (sav)'in hastaligi agirlasip, agrilari artinca, benim odamda tedavi edilmesi için diger zevcelerinden müsaade istedi. Onlar kendisine izin verdiler, iki kisinin arasinda çikti. Bunlardan biri amcasi Abbas Ibnu Abdilmuttalib idi, bir baskasi daha vardi. Ayaklari yerde sürünüyordu. Odama girince izdirabi daha da artti. "Agizlarindaki baglari açilmamis yedi kirbadan üzerime su dökün, belki (iyilesir), insanlara bir vasiyette bulunurum!" buyurdular. Hz. Hafsa'ya ait bir legene oturttuk. Sonra bu kirbalardan üzerine su dökmeye basladik. (Bir müddet sonra) "yeterince döktünüz" diye isaret edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra (iyileserek) halka çikip namaz kildirdi ve bir hitabede bulundu."

*

Resulullah (sav)'a bir içecek getirilmisti. Ondan, önce kendisi içti. Saginda bir oglan, solunda da yaslilar vardi. Oglana: "Bardagi su yaslilara vermem için bana izin verir misin?" dedi. Oglan da: "Ey Allah'in Resulü, Allah'a yemin olsun bana sizden gelecek nasibime baskasini asla tercih edemem!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav) bardagi onun eline koyduk. (Rezin sunu ilave etti: "Zikri geçen oglan el-Fadl Ibnu Abbas idi.")

*

Resulullah (sav) hastalandigi zaman kadinlarini çagirdi, yaninda toplandik. "Ben sizleri teker teker dolasacak durumda degilim. Uygun görürseniz Aise'nin yaninda kalmama müsaade edin, orada kalayim" buyurdular. Kadinlar da kendisine izin verdiler.

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hiçbir Arabi at yoktur ki, her seher vaktinde su kelimelerle dua etmesine izin verilmesin: "Ya Rabbi, Beni insanoglundan diledigine temlik ettin, beni onun mali kildin. Öyleyse beni, ona onun en sevgili mali, en sevgili ehli kil" veya "Beni ona, onun en sevgili malindan ve ehlinden biri kil."

*

Resulullah (sav) bizi, evimizde ziyaret etti. Ve: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah!" dedi. Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu. Babama: "Resulullah'a izin vermiyor musun?" dedim. O: "Birak, bize çokça selam okusun!" dedi. Resulullah (sav) tekrar: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah" dedi. Sa'd yine hafif bir sesle mukabele etti. Sonra Resulullah (sav) tekrar: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah" dediler ve döndüler. Sa'd pesine düstü ve: "Ey Allah'in Resulü, ben senin selamini isitiyordum. Ancak, bize daha fazla selam vermen için alçak sesle mukabele ediyorum" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam onunla birlikte geri döndü. Ondan su isteyip gusletti. Sonra Sa'd, zaferan veya versle boyanmis bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam onu sarindi. Sonra ellerini kaldirip: "Allah'im, Sa'd Ibnu Ubade ailesine magfiret ve rahmet buyur!"diye dua etti. Sonra yemek yedi. Geri dönmek isteyince Sa'd, bir merkeb yaklastirdi. Üzerine kadife bir örtü yaymisti. Resulullah (sav) merkebe bindi. Sa'd, bana: "Ey Kays, Resulullah'a refakat et!" dedi. Ben de refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu vesselam bana: "Benimle sen de bin!" dedi, ben imtina edince: "Ya binersin, ya dönersin!" buyurdular. Ben de geri döndüm.

*

Resulullah (sav) bana: "Allah'in meleklerinden olan Ars'in tasiyicilarindan bir melek hakkinda rivayette bulunmam için bana izin verildi" dedi ve ilave etti: "Onun kulak yumusagi ile ensesi arasindaki uzaklik yedi yüz senelik mesafedir"

*

Hz.Ebu Bekr (ra), Resulullah (sav)'in yanina girmek üzere izin istedi. Bu sirada Aleyhissalatu vesselam yatagi üzerinde yatmakta idi. Üzerinde benim bürgüm vardi. Resulullah halini bozmadan izin verdi. (Konustular), meselelerini hallettiler. Hz. Ebu Bekr gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer girmek için izin istedi. Resulullah (sav) ayni halini hiç degistirmeden ona da izin verdi. Ömer'in ihtiyacini da gördü. Sonra da gitti. Bir müddet sonra Osman izin istedi. Bu sefer (sav) yataginda dogrulup oturdu. Üstünü basini düzeltti. Bana da: "Elbiseni üzerine toplar emretti. Ve ona da girmesi için izin verdi. Onun da ihtiyacini gördü. Osman da gitti. O gidince ben dayanamayip: "Ey Allah'in Resulü! Ebu Bekir ve Ömer gelince istifini bozmadigin halde Osman gelince kendine çekidüzen verdin. Sebebi nedir?" diye sordum. Dedi ki: "Osman çok utangaç birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan eski halimde iken içeri aldigim takdirde arzusunu açmadan gideceginden korktum." [Bir rivayette: "Kendisinden meleklerin haya duyduklari bir kimseden ben haya duymayayim mi?" demistir.]

*

Hz. Peygamber (sav)'la birlikte gazveye katildim. Ben su tasimada kullandigimiz devemizin üzerinde giderken Resulullah (sav) bana kavustu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (sav) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye basladi. Bana: "Deveni nasil görüyorsun?" diye sordu. "Çok iyi görüyorum, bereketiniz degdi" dedim. "Onu bana satar misin?" buyurdu. Ben utandim, bundan baska su tasiyan devemiz yoktu. Yine de "evet" dedim ve Medine'ye varincaya kadar sirti benim olmak sartiyla deveyi kendilerine sattim. Ona: "Ey Allah'in Rasülü yeni evliyim" diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine, Medine'ye gelince beni dayim karsiladi. Deveden sordu. Deve ile ilgili yaptiklarimi anlatinca beni ayipladi. Izin istedigim sirada Hz. Peygamber (sav): "Bakire ile mi, dulla mi evlendin?" diye sormustu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye bakire ile degil, o seninle sen de onunla sakalasirdiniz" buyurdu. Ben: "Ey Allah'in Resulü, babam vefat etti. Bir çok kiz kardesim var, hepsi de küçük. Onlarla ayni yasta, onlarin terbiyeleriyle mesgul olamayacak, onlara bakamiyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadim. Bu sebeple onlara bakip terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim. Resulullah (sav) Medine'ye gelince deveyi vermek üzere yanlarina gittim. Bana parasini verdi ve deveyi de iade etti.

*

Hz. Ebu Bekr (ra) gelip (Hz. Peygamber'in huzuruna girmek için) izin istedi. Kapida oturmus bekleyen insanlar vardi. Onlara izin verilmemisti. Hz. Ebu Bekr'e izin verildi, o da girdi. Girince, Aleyhissalatu vesselami etrafinda zevceleri toplamis oldugu halde sessiz oturuyor buldu. Derken Hz. Ömer de izin istedi, ona da ayni halde iken izin verdi. Hz. Ebu Bekr "Ben Resulullah (sav)'i güldürecek bir sey söyleyecegim!"dedi ve sordu: "Ey Allah'in Resulü! Harice'nin kizi benden nafaka istese ben de kalkip bogazini kessem ne dersiniz?" dedi. Resulullah (sav) güldü ve: "Su etrafinda gördüklerinin hepsi benden nafaka istiyorlar!" dedi. Ömer, hemen kalkip bogazini kesmek üzere Hafsa'ya yöneldi. Hz. Ebu Bekr de kalkip bogazini kesmek üzere Aise'ye yöneldi. Her ikisi de: "Demek siz Resulullah'tan onda olmayan seyi istiyorsunuz ha!" diyordu. Onlar: "Allah'a yemin olsun! Biz ondan asla olmayan seyi istemiyoruz!" dediler. Sonra Resulullah (sav) onlardan bir ay ayri durdu. Arkadan su ayet nazil oldu. (Mealen); "Ey Peygamber! Hanimlarina de ki: "Eger dünya hayatini ve zevkini istiyorsaniz, gelin bosanma bedelini verip sizi güzellikle serbest birakayim. Eger Allah'i, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsaniz, süphesiz ki, sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükafaat hazirlamistir" (Ahzab 28-29). Hz. Cabir devamla der ki: "Bunun üzerine Resulullah (sav) Hz. Aise (ra)'den baslayarak söyle dedi: "Ben sana bir husus arzedecegim. Cevap vermede acele etmemeni dilerim, ebeveyninle de istisare ettikten sonra cevap ver." "O husus nedir ey Allah'in Resulü?" diye Aise sorunca, Aleyhissalatu vesselam ayeti tilavet buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aise hemen: "Yani sizi tercih meselesinde mi ailemle istisare edecegim? Asla! Ben Allah'i ve Resulü'nü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Senden ricam, kadinlarindan hiçbirine benim su söyledigimi haber vermemendir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan biri sormaya görsün, ben hemen cevap veririm. Zira Allah; beni zorlastirici ve sasirtici olarak degil, ögretici ve kolaylastirici olarak gönderdi!" buyurdular.

*

Günes battigi sirada Mescid'e girmistim. Resulullah (sav) bana: "Ey Ebu Zerr!" buyurdular. "Su (günes batinca) nereye gidiyor, biliyor musun?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedim. "O, Rabbinden secde etmek için izin istemeye gider. Ona izin verilir ve sanki kendisine söyle denir: "Git geldigin yerden tekrar dog." O da battigi yerden dogar." Sonra (Ebu Zerr dedi ki: Aleyhissalatu vesselam söyle kiraat etti:... (Yasin 38). (Ebu Zerr ilaveten dedi ki: "Bu Ibnu Mes'ud kiraatidir."

...

İmam-ı Rabbani Hazretleri "Allah'ı hiçbir ân unutmamak"

imam-i rabbani 99.mektub

Bu mektûb, molla Hasen-i Kismîrîye, cevâb olarak yazilmis olup, Allahü teâlâyi hiçbir ân unutmamak nasil olacagi, insanin kendini bilmedigi uyku zemâninda da, Onun unutulmiyacagi bildirilmekdedir:

Kiymetli mektûbunuzu okumakla sereflendik. Bu yolun büyüklerinden ba'zisi ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" Allahü teâlâya her ân âgâh olduklarini ve uyku zemâninda da, her ân, Onu hâtirladiklarini haber vermisdir. Bunun nasil olacagini soruyorsunuz. Kiymetli efendim! Bunu anlatabilmek için, önce birkaç seyi bildirmek lâzimdir. Kisaca yaziyorum. Dikkatli okuyunuz!

Insanin rûhu, bu gördügümüz cesed ile birlesmeden önce, terakkî edemez, ilerliyemezdi. Kendine mahsûs makâmda, derecede bagli ve mahbûs gibi idi. Fekat, bu cesede indikden sonra, yükselebilmek hâssasi ve kuvveti ona verilmisdir. Bu hâssasi, onu melekden üstün ve serefli yapmisdir. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ederek, rûhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir seye yaramiyan, karanlik cesed ile birlesdirdi. Rûh isigini, karanlik cesed ile birlesdiren, madde olmiyan, zemânli, mekânli olmiyan rûhu, maddeden yapilan cesed ile bir arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyükdür. Bütün büyüklük, üstünlükler, yalniz Ona mahsûsdur. Onda hiç kusûr olamaz. Bu sözün ma'nâsini iyi kavramak lâzimdir. Rûh ile cesed, her bakimdan, birbirinin aksi, ziddi oldugundan, bunlarin bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, rûhu nefse âsik etdi. Bu sevgi, bunlarin bir arada kalmasina sebeb oldu. Kur'ân-i kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinin bir âyetinde meâlen, (Biz insanin rûhunu, güzel bir sûretde yaratip, sonra en asagi dereceye indirdik) buyuruldu. Rûhun bu dereceye düsürülmesi ve bu aska tutulmasi, kötülemege benzeyen bir medhdir. Iste rûh, nefse karsi olan bu aski, sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine atdi ve nefse tâbi', esîr oldu. Hattâ, kendinden geçdi. Kendisini unutdu. Nefs-i emmâre hâlini aldi. Sanki nefs-i emmâre oldu. Rûh, her seyden dahâ latîf, [maddenin en hafîfi olan hidrogen gazindan, hattâ bir elektrondan da dahâ hafîf] oldugundan, madde bile olmadigindan, her ne ile birlesirse onun hâline, sekline ve rengine girer. Kendini unutdugu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unutdu. Câhil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanligi ile karardi. Allahü teâlâ, çok merhametli oldugu, çok acidigi için, Peygamberler ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" gönderip, bu büyükler vâsitasi ile rûhu kendine çagirdi ve ma'sûku, sevgilisi olan nefse uymamasini, nefsi dinlememesini ona emr etdi. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felâketden kurtulur. Yok eger, basini kaldirmaz, nefsle berâber kalmak, bu dünyâdan ayrilmamak isterse, yolunu sasirir, se'âdetden uzaklasir. Bu sözümüzden, rûhun, nefsle birlesmis oldugu, hattâ kendisini unutup, nefs hâlini almis oldugu anlasildi. Iste rûh, bu hâlde kaldikca, nefsin gafleti, câhilligi, rûhun da gafleti, cehâleti olur. Yok eger, rûh, nefsden yüz çevirir, ondan sogur, onun yerine Allahü teâlâyi severse ve kendi gibi, bir mahlûku sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakîkî Bâkîye âsik olup, bu ask ile kendinden geçerse, zâhirin, ya'nî nefsin gafleti, cehâleti, bâtina, ya'nî rûha sirâyet etmez. O, Allahü teâlâyi bir ân unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasil te'sîr etsin ki, o nefsden, temâmen ayrilmisdir. Zâhirden, bâtina hiçbir sey geçmemisdir. Iste bu vakt, zâhir gafletde iken, bâtin âgâhdir, uyanikdir. Her ân Rabbi iledir. Meselâ, bâdem yagi, bâdem çekirdeginde bulundugu müddetce ikisi de ayni birsey gibidir. Yag, posadan ayrilinca, her ikisinin hâssalari baskadir ve her bakimdan ayri iki sey olurlar. Iste, bu hâle yükselmis olan, bir mes'ûd, bir bahtiyâr kimseyi, ba'zan, tekrâr bu âleme indirirler. Allahü teâlâya ârif ve âlim oldugu hâlde, bu âleme döndürüp, onun mubârek, serefli varligi vâsitasi ile, âlemi nefslerin karanligindan, cehâletinden kurtarirlar. Böyle mubârek bir kimse, insanlarin arasinda bulunur. Görünüsde herkes gibidir, fekat rûhu hiçbir seye bagli degildir. Allahü teâlâya olan bilgisi ve sevgisi iledir. Istemedigi hâlde, onu bu âleme döndürmüslerdir. Böyle bir müntehî, hakîkate erisen biri, görünüsde, baskalari gibi, Allahü teâlâyi unutmus, mahlûklarin sevgisine tutulmus sanilir. Hâlbuki, hakîkatde, kendisi, bunlara hiç benzememekdedir. Birseyin sevgisine tutulmakla, ondan soguyup, yüz çevirmek arasinda çok fark vardir. Sunu da bildirelim ki, böyle bir müntehînin, mahlûklara olan alâkasi ve sevgisi, kendi ihtiyârinda, elinde degildir. Dünyâya ragbet etmez. Hattâ, Allahü teâlâ, bu alâkayi istemekde ve begenmekdedir. Baskalarinin alâkasi, sevgisi ise, kendilerindendir, dünyâya sarilirlar. Allahü teâlâ bu alâkalarindan râzi degildir, begenmez. Baska bir fark da, baskalari bu âlemden yüz çevirip, Allahü teâlâyi tanimaga ve sevmege kavusabilirler. Müntehînin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkân yokdur. Onun halk ile olmasi, vazîfesidir. Ancak, vazîfesi biterse, o zemân onu, bu geçici dünyâdan, ebedî, sonsuz âleme nakl ederler. Hakîkî makâmina kavusur.

Tesavvuf büyükleri, da'vet makâmini, irsâd derecesini, baska baska anlatmislardir. Çoklari, (Halk arasinda, Hak ile olmakdir) dedi. Sözlerin baskalasmasi, söz sâhiblerinin hâlleri, dereceleri baska baska oldugu içindir. Herkes, kendi makâmina göre, söylemisdir. Herseyin dogrusunu Allahü teâlâ bilir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bagdâdînin ?kuddise sirruh", (Nihâyete varmak, baslangica dönmekdir) buyurmasi iste, yukarda bildirdigimiz da'vet makâmina uygun bir ta'rifdir. Çünki, baslangicda, hep mahlûkât görülmekde ve sevilmekdedir. Nitekim, (Iki gözüm uyur, fekat kalbim uyumaz) hadîs-i serîfi, kendilerinin Allahü teâlâya olan dâimî baglilik ve uyanikligini bildirmiyor; belki, kendi hâllerine ve ümmetinin hâllerine uyanik olup, gâfil olmadigini haber vermekdedir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" uyumasi, abdestini bozmaz idi. Peygamber, ümmetini korumakda, bir sürünün çobani gibi oldugu için, ümmetini bir ân unutmasi, Peygamberlik makâmina uygun olmaz. Bunun gibi, (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim oluyor ki, o zemânlarda, aramiza hiçbir üstün melek ve Peygamber giremez) hadîs-i serîfi de, her zemân degil, ba'zandir. Bu zemânlarda da, mahlûklardan yüz çevirip, ayrilmasi îcâb etmez. Çünki, Allahü teâlâ, ona tecellî etmekde, görünmekdedir. Yoksa O, mahlûklari unutup, tecellîleri aramakda degildir. Ma'sûkun, âsika cilvesi gibi olup, âsik ma'sûkun pesinde degildir. Fârisî beyt tercemesi:

Sûret aynasinda sefer, hareket olmaz,
Çünki onda nûrânî olmiyan sûret olmaz.

Hulâsa, mahlûklara dönülünce, önce kalkmis olan perdeler, geri gelmez. Arada perde olmadigi hâlde, onu mahlûklar arasina salip, mahlûklarin kurtulmasina, uyandirilmasina sebeb ve vâsita kilarlar. Böyle bir kimse, böyle bir pâdisâha çok yakin olan, bir devlet adami gibidir. Bununla berâber, kendisine milletin islerini görmek, dertlerini çözmek vazîfesi de verilmisdir. Sona gelip, geri dönmüs olanlar ile henüz baslangiçda olanlar arasindaki farklardan biri de budur. Çünki, basda olanlar, perdelerin arkasindadir. Geri dönmüs olanlardan ise, perdeler kalkmisdir. Allahü teâlâ size ve dogru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.

Kıymetsiz Yazılardan

Imâm-i Rabbânî Müceddîd-i Elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretlerinin üç cild (MEKTÛBÂT) kitâbindan ve ogullari Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin de üç cild (MEKTÛBÂT) kitâbindan, uzun bir çalisma sonunda çikarilan kiymetli cümleler, Elif-ba sirasina göre tanzîm edilmis, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine okunmusdur. Dikkat ile dinledikden sonra, bunun adi (Kiymetsiz Yazilar) olsun demisdir. Okuyanin hayreti üzere, anlamadin mi, (Bunun kiymetine karsilik olabilecek birsey bulunabilir mi?) buyurmusdur.

*

Esbâb [sebebler] ve vesâil [vesîleler] cimâddir. [Cansizdirlar.] Kendileri gibi bir gayri de te'sîr ederek onu meydâna getiremezler. Onlarin ötesinde bir kâdir vardir ki, ani buyurur. Akllilar, cimâdda gördükleri fi'lden, fâil [yapan] ve muharrik [hareket etdirici] den haberdâr olur. Cimâdin fi'li, akllilar indinde, fâili hakîkî fi'line perde olmaz. Belki fâile delîl olur. Aklsizlar, fi'l cimâdâtin isidir, der. 1/266 [Müjdeci Mektûblar: 399.]

*

Esbâbin [sebeblerin] te'sîrine râzi olmak lâzimdir. Bu te'sîri de, o sebebin vücûdi gibi, Allahü teâlânin yaratmasi ile bilmelidir. 1/266 [Müjdeci Mektûblar: 399.]

*

Ahvâl ve mevâcîd [hâller ve vecdler]

ve müsâhedât [Aklin duyu organlariyla verdigi hükümlerdir. "Günes, aydinlaticidir", "Ates, yakicidir"]

ve tecelliyât, [belirmeler,görünmeler] baslangiçda ve arada meydâna gelir. 1/284 [Müjdeci Mektûblar: 480.]

Ahvâl ve mevâcîd [hâller ve vecdler] matlûbun, ele geçirilmek istenilenin baslangiçlaridir. Maksad degildir. 1/172 [Müjdeci Mektûblar: 225.]

*

Ahvâl ve mevâcîdin [hâllerin ve vecdlerin] meydâna gelmesine sebeb, zâtin zikrinde, ismleri ve sifatlari düsünmekdir. 1/264 [Müjdeci Mektûblar: 396.]

*

Ahvâlden bir hâl hâsil olursa, üzülmege ve sevinmege degmez. Maksûd [ele geçirilmek istenilen] bîçûn ve bîçûnenin [ötelerin ötesi, anlasilamaz olanin] hâsil olmasidir. 1/130 [Müjdeci Mektûblar: 177.]

*

Ahvâl [hâller] bâtin içindir. O hâlleri bilmek ise zâhir içindir. 1/284 [Müjdeci Mektûblar: 480.]

*

Islâmin asli, ehl-i sünnetin bildirdigi gibi i'tikâdi düzeltmek ve ahkâm-i islâmiyyenin yapilmasidir. Islâmin kemâli, ehl-i sünnetden olan sofiyyenin sülûk-i tabakinca [uyarinca] tasfiye ve tezkiyeye baglidir. Bu üç erkâna muhâlif olan mesakkatli riyâzet [nefsin arzûlarini yapmamak] ve sikintili mücâhedeler [nefsin istemediklerini yapmak] ma'siyyetdir. 1/157 [Müjdeci Mektûblar: 199.]

*

Ism-i zâhir ile ism-i bâtin arasindaki fark, ilm ve âlim arasindaki fark gibidir. 1/160 [Müjdeci Mektûblar: 202.]

*

Esyâ esbâba [sebeblere] terettüb ederse de hiçbir seyde sebeb-i mu'ayyen yokdur. [Esyânin degismesi sebeblerle olur.]1/149 [Müjdeci Mektûblar: 192.]

*

Eflâtûn Îsâ aleyhisselâma meyl etmedi. Bir sahs ki, ölüleri diriltse [ki Eflâtunun fennine bu aykiridir.], Onu görüp, hâllerini inceleyip, sonra cevâb vermesi lâzim idi. Müsâhede etmeden cevâb, büyük bir inâd ve aklsizlikdir. [Eflâtûn böyle yapdi.] 3/117

*

Hak teâlâ sebebleri kendi yaratmasina örtü ve koruma kilmisdir. 2/44 [Se'âdet-i Ebediyye: 943.]

---"MUSA ALLAHA SENI GÖREYIM DEDI ALLAHDA SEN BENI GÖREMEZSIN SU DAGA BAK DEDI.

ALLAH O DAGA TECELLI EDINCE DAG PARAMPARÇA OLDU MUSA BAYILDI.

AYILINCA BEN SENI NOKSANLIKTAN TENZIH EDERIM DEDI."----

*

Esyâyi, Hak sübhânehu, mertebe-i vehmde [vehm mertebesinde] yaratmisdir. Ya'nî esyâyi bir mertebede îcâd buyurmusdur ki, o mertebenin husûl ve sübûtu ancak hiss-i vehmdedir. Meselâ bir oyuncunun eglence mahallinde gösterdigi seyler gibi ve âyinede görülen suver-i esyâ gibidir. [Aynada görülen esyânin sûretleri gibidir]. 2/99 [Se'âdet-i Ebediyye: 515.]

*

Esyânin mebde-i [kök] vücûdu, Hak teâlâ ve tekaddesdir. [yüce ve noksan sifatlardan münezzeh (uzak, temiz)"]2/44 [Se'âdet-i Ebediyye: 943.]

*

Asla kavusmak, ahkâm-i islâmiyyeye tâbi' olmak iledir. Aslin aslina kavusmak vâsitasiz vâki' olur.3/117

...

Bazı İslâm filozoflari'nin küfre düştükleri noktalar

Imam-ı Gazâlî, 'Tehâfüt-ül Felâsife' isimli eserinde Islâm Filozoflari'nin 20 meselede haktan sapma gösterdiklerini, bu 20'den su 3 meselede küfre düstüklerini söyler:

1- Âlemi ezelî kabul etmeleri.
2- 'Allah cüz'iyyati bilmez' demeleri.
3- Hasrin rûhânî olacagini iddia edip cismânî hasri inkârlari

s.a.v.

"Mümin yumuşaktır. O kadar ki onu yumuşaklığından dolayı ahmak zannedersin."

s.a.v

"Tasavvuf, bila-alaka (hiçbir bağ olmadan) tamamıyle Allah ile olmandır."

Cüneyd-i Bagdadi (k.s.)

"Ben, İnsanoğlunun geride bıraktığı devirler içinden çağlar boyu seçile seçile geldim ve içinde bulunduğum çağda ortaya çıkarıldım."

s.a.v

"Deniz, kendi dalgasından daha eski değildir."

Hızır (a.s)

"Sual de bilgiden doğar, cevap da..."

Mevlâna Celaleddin-i Rumi (k.s.)

"Kim, Allah'ın kullarının, kendisi için ayakta dikilmesine sevinirse, ateşten bir eve hazırlansın."

s.a.v

"Taş avı öldürmez ve düşmani helak etmez, ancak göz çıkarır ve diş kırar."

s.a.v

"Uğursuzluk yorma, şirktir ve bizden hiçbir kimse yoktur ki bu şirkten ona bir sey yaklasmış olmasın. Ancak tevekkül ile Allah onu giderir.

s.a.v

"Oturma yerlerinin en hayırlısı, en geniş olanıdır."

s.a.v

"Yeryüzünün doğu ucunda bir insanın ayağına batan dikenin acısını, batı ucundaki duyacaktır."

s.a.v

"Kimden kaçıyoruz kendimizden mi? Ne olmayacak sey! Kimden kapıp kurtarıyoruz? Hak'tan mı? Ne boş zahmet!"

Mevlâna Celaleddin-i Rumi (k.s.)

"Daha sadaka, isteyenin eline düşmeden Rahman'ın eline değer."

s.a.v.

"Allah vardı, O'nunla beraber hiçbir şey yoktu."

s.a.v

"Ben Rahman'ın nefesini Yemen istikametinde buluyorum."

s.a.v

"Selamet ül-insan fi hifz il-lisan. (ınsanın selameti dilini tutmasıdır.)"

s.a.v

"El-aceletü min eş-şeytan. (Acele işe şeytan karışır.)"

s.a.v

"Selamet, muhalefeti ve ilmin ayrılmayı gerektirdiği şeye girmeyi terketmek suretiyle selameti arayanın arkadaşıdır..."

Cüneyd-i Bağdadi (k.s.)

"Arz, Adem oğluna der ki; Sen benimle bizim aramıza bir örtü koyuyorsun, halbuki sen yarin benim karnıma gireceksin.."

s.a.v

"Herkes ne için yaratılmışsa o, kendisine kolaylaştırılacaktır.."

s.a.v

"İnsan, sevdiğiyle beraberdir.."

s.a.v

"Sizden hiçbiriniz, nefsini hakir (küçük) yapmasın.*" (*Gösteriş)

s.a.v

"Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder."

İmam-ı Gazâli (k.s.)

"Ey Allah'ım senin dininin gayretiyle ve senin hoşnutluğunu sağlamak için beni katletmek üzere toplanan kullarını afveyle! ve merhamet eyle!. Çünkü aşikardır ki, eğer bana ilham ettiğini onlara ilham etseydin, onlar yaptıklarini yapmayacaklardı; eğer sen onlardan gizlemiş olduğun seyi benden gizlemiş olsaydın, ben bu elemlerle muzdarip olmayacaktım."

Hallac-ı Mansur (k.s.)

"Sana emanet edilen şeyi iyi sakla, birinin hiyanetine ugradığın zaman hoşgör. Ve hiyanete hiyanetle karşılık verme.."

s.a.v

"Kadrini bilen, haddini aşmayan, diline sahip olan, ömrünü boşa sarfetmeyen kimseye Allah Rahmet eylesin."

Hz. Ali (k.v.)

"En büyük düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında olan düşmandır."

s.a.v

"Hataları, bilhassa kötü huyları tam bırakan kimse, kopardığı otu kökten keser. Süphesiz o bir daha dallanmaz."

Abdülkâdir Geylâni (k.s.)

"Her kim kırk gününü ihlâs ile sabahlarsa, hikmet kaynakları kalbinden diline akar."

s.a.v

"Erdemin en büyüğü, seninle ilişkilerini kesene iyilik etmen, senden esirgeyene vermen, sana kötülük edeni bağışlayıp, dost elini uzatmandır."

s.a.v

"Her işe besmele ile başla!

Temiz ol daima iyiligi adet edin!

Dünyanın mutluluğuna mağrur olma!

Kimseye kızma eziyet ve cefa etme!

Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nimetine haset etme!

Kimseyi kötüleyip, atıp tutma!

Senden üstün kimsenin önünden yürüme!

Dişin ile tırnağını kesme!

Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur!

Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma!

Seher vakti Kur'an-ı Kerim oku!

Daima Allah-ü Teâlâ'yı zikret!

Kendini başkalarına medhetme!

Namahreme bakma, harama bakmak gaflet verir.

Kimsenin kalbini kırıp, viran eyleme!

Edepli, mütevazi ve cömert ol!

Yanlız bir evde yatmaktan sakın!

Velî, insanlardan gelen sıkıntılara tahammül edip katlanan kimsedir. O, toprak gibidir.

Toprağa her türlü kötü şey atılır.

Fakat topraktan hep güzel şeyler biter..."

Akşemseddin Hazretleri

"Kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayi sever."

s.a.v

"Karınca, güzelim harmanları görmezde bir tanecik buğdayın üstüne titrer."

Mevlâna Celaleddin-i Rumi (k.s.)

"Evlat kokusu cennet kokusudur."

s.a.v

"Cennete ilk çağırılıcak olanlar, bollukta darlıkta hep Allah'a şükür eden hamdçılardır."

s.a.v

"Tuzağa saçtıgın taneler cömertlik sayılmaz ki."

Mevlâna Celaleddin-i Rumi (k.s.)

"Ey müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır."

Mevlâna Celaleddin-i Rumi (k.s.)

"Sayet siz, bir ip sarkıtmış olsaydınız, mutlaka Allah'ın üzerine düşerdi."

s.a.v

"Görünen zatıdır, gayrı ne hacatıdır."

Sems-i Tebrizi (k.s.)

"Beni güçsüz olanlarinizin yaninda arayiniz, çünkü siz güçsüzleriniz sayesinde zafere kavusturulup riziklandiriliyorsunuz."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah bir kulu sevdi mi ona dünya islerini kapar, ahiret islerini açar."

Hz. Muhammed s.a.v

"Eger hakkiyla Allah'i tanimis olsaydiniz, mutlaka su üzerinde yürürdünüz ve daglar size geçit verirdi."

Hz. Muhammed s.a.v

"Alimin zellesinden korkun; onun hatasindan ötürü edecegi tevbeyi bekleyin."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah bir kulu sevince, onu denemeye tabi tutar. Kul sabrederse onu seçkin kilar, sükrederse (onu) temize çikarir (istifaya tabi tutar)."

Hz. Muhammed s.a.v

"Ben müminlere kendi nefislerinden daha alâyim. Kim borçlu ölürse, onun borcunu ödemek bana aittir. Mal birakirsa, varislerinin olur."

Hz. Muhammed s.a.v

"Bu ilim, tevil yapan cahillerin, tahrif eden azginlarin, iptalci müfterilerin, düsman olan her neslin elinden muhafaza olunacaktir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Bütün ülkeler Allah'in ülkeleri, kullarda Allah'in kullaridir. Öyle ise neresi daha iyi isine geliyorsa orada otur."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah için sevisen iki adamin en faziletlisi, muhakkak ki arkadasina sevgisi daha çok olandir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Hallac Ene'l Hak dedi astilar. O da bizim bildigimizi bilse idi, o da bizi katlederdi."

Mevlâna

"Hediyelesin ki sevismis olursunuz."

Hz. Muhammed s.a.v

"Haya, bulundugu bir seyi süsler, kötü söz de bulundugu bir seyi ayip kilar."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah ümmetimi, içlerinden geçirdiklerini, konusmadikça ve onlari yürülüge koymadikça bagislamistir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Kimseden vefa görmesem de vefa göstermeye devam edecegim."

Hz. Ali

"Dua edenler üç kisimdir. Ya istedikleri hemen karsilanir, ya istediginden daha efdali sonraya birakilir, ya da istediginin karsiliginda bir kötülük kendisinden uzaklastirilir.

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah kiyamet günü ruhlari bedenlerine gönderince mü'minlerin ruhlari da yesil renkli kuslarin vücutlarina asilarak, cennet agaçlarinin meyvalarindan yerler."

Hz. Muhammed s.a.v

"Kiyamet günü Allah, insanlari, çiplak, sünnetsiz ve dilleri tutulmus olarak hasreder."

Hz.Muhammed s.a.v

"Allah'in gönderdigi her Nebi-Resûl mutlaka koyun gütmüs, çobanlik etmistir. Ben de Mekke'nin Karârit mevkiinde koyun güderdim."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah'a yemin olsun ki; ben, hem gökte Emin'im hem de yeryüzünde Emin'im."

Hz. Muhammed s.a.v

"Aldatan bizden degildir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Dilenci at üzerinde de gelse, ona sadaka verin."

Hz. Muhammed s.a.v

"Hud, Vâkia, Mürselât, Nebe ve Tekvir sureleri beni ihtiyarlatti."

Hz. Muhammed s.a.v

Ve yanlizca rabbine ragbet et

Rahman Rahim olan Allahin adiyla

1-Biz gogsunu yarip genisletmedik mi

2-Ve yukunu indirip atmadik mi

3-Ki o senin belini bukmustu

4-Senin zikrini(sanini) yuceltmedik mi

5-Demek ki gercekten zorlukla beraber kolaylik vardir

6-Gercekten guclukle beraber kolaylik vardir

7-Su halde boskaldigin zaman durmaksizin(dua ve ibadetle)yorulmaya devam et

8-Ve yanlizca rabbine ragbet et

Abdulkadir Geylani Hazretleri Münacaatı

Münacaata besmele çekip tek ilâhin adi ile baslayip ve yine müracaati Onu hamd etmekle süslendirip son verecegim.
Kendisinden baska ilâh olmadigina sehadet eder ve kemalat bakimindan akillarin ihata edemeyecegi kadar eksik ve noksanlardan münezzehtir.
O ilâh ki, kendisine uyulmak üzere Ahmed'i (a.s) bizlere hak peygamber olarak gönderdi. O Ahmed ki, cismi gittigi halde hakikati Muhammediyesi devam etmektedir.
O Peygamber ki, bütün hayirlari teyit ederek bizlere bildirdi. Aramizda ilmi, hilmi ve Allah'a yaklastiracak ameli açikladi.
Ey Allah'tan izzet ve yükseklik hazinesine ulasmak isteyen talip O'nun yüce isimleriyle dua ve münacatta bulun.
Mütevazi bir kalple taharetlenip namazdan sonra de ki: Allah'im esma-i hüsna hakki için acilen yardim dilerim.

Ya Rahmân: (Ey kullarina aciyip dünyada merhamet eden Allah'im) bana aciyip merhamet eyle.
Ya Rahîm: (Ey ahiret hayatinda yalniz müminlere sonsuz merhamet eden Allah'im) bana merhamet ederek halimi güzellestir.
Ya Mâlik: (Ey âlemlerin tek sahibi ve maliki.)
Ya Kuddüs: (Ey bütün noksan sifatlardan, ayiplardan, kusurlardan, hatadan münezzeh olan Allah'im) kalbimi bütün kötü sifatlardan temizleyerek mukaddes kil.
Ya Selâm: (Ey kullarini tehlikelerden, sikintilardan, selâmet ve huzura eristiren Allah'im) zatimi ayiplardan, sifatimi noksanlardan, islerimi serden koru ve vücuduma selâmet verip, belâ ve musibetlerden muhafaza eyle.
Ya Mü'min: (Ey mümin kullarini ahirette gazap ve azaptan emin kilan Allah'im) gazabindan ve azabindan emniyet ihsan eyle.
Ya Müheymin: (Ey kullarini devamli gözetleyen ve himayesi altinda bulunduran Allah'im) beni himaye edip, her türlü tehlikeden muhafaza eyle.
Ya Azîz: (Ey maglûbiyet bilmeyen daima galip ve güçlü olan Allah'im) nefsimdeki zilleti giderip aziz eyle.
Ya Cebbâr: (Ey hükmünü ve diledigini hakkiyla yerine getiren Allah'im) iyilesmesi zor, çözülmesi müskül, tedavisi olmayan her sikintidan koru.
Ya Mütekebbir: (Ey izzet, seref ve saltanatindan dolayi ihtisam ve büyüklügünde tek olan Allah'im) kibirlenip din ve din ehline düsmanlik edenleri zelil eyle.
Ya Hâlik: (Ey bütün mahlûkati yoktan var edip yaratan Allah'im) serrin her çesidinden uzaklastirarak muhafaza eyle.
Ya Bâri: (Ey esyayi örneksiz yaratan, icat edip var eden Allah'im) fazlini, keremini ve nimetlerini bize ihsan eyle.
Ya Musavvir: (Ey her seye diledigi sekilde suret ve sekil veren Allah'im) suretimi güzellestirdigin gibi siretimi de güzel eyle.
Ya Gaffâr: (Ey kullarin günahlarini bagislayan magfireti çok olan Allah'im) günahlarimi bagislayarak tövbemi kabul eyle.
Ya Kahhâr: (Ey bütün güçleri yenen, isyankârlari kahreden, maglup eden Allah'im) seytanimi maglup ederek kahreyle.
Ya Vehhâb: (Ey nimetlerini karsiliksiz veren, bagista bulunan Allah'im) bagista bulunarak ilim ve hikmeti ihsan eyle.
Ya Rezzâk: (Ey mahlûkata ve kullarina ihtiyaçlari olan rizki veren Allah'im) kolaylikla helâl rizk ihsan eyle.
Ya Fettâh: (Ey kullarina rahmet, hayir, ilim, rizk ve sir kapilarini açan Allah'im) basiretimi açarak hayir kapilarinin açilmasini ihsan eyle.
Ya Alîm: (Ey her seyin basini ve sonunu, açik ve gizlisini hakkiyla bilen Allah'im) ilimle sereflendirerek faziletleri ikram eyle. (Faziletlere ulastir.)
Ya Kâbid: (Ey dilediginin nefsini, rizkini ve feyzini alan ve tutan, sikan ve daraltan Allah'im) her muanidin (inatçinin) kalbini gögsünü daraltarak din ve din ehline saldirmasini engelle.
Ya Bâsit: (Ey dilediginin nefsini rizkini, ilmini onlara veren, onu açan, rahatlandiran ve genislendiren Allah'im) nefsimi rahatlat, ilmimi çogalt, feyzinle kalbimi nurlandir, gögsümü genisleterek rahatliga kavustur.
Ya Hâfid: (Ey diledigi seyi alçaltan, en yukari dereceden en asagi dereceye indiren Allah'im) münafiklarin (nifak ehlinin) kadir ve kiymetini düsürerek en asagi dereceye indir.
Ya Râfi: (Ey diledigi seyi yükselten, en asagi dereceden en yukari dereceye kaldiran Allah'im) esrarinla derecemi âli ve yüksek kil.
Ya Mu'iz: (Ey diledigini aziz, güçlü kilip sereflendiren Allah'im) beni ve müminleri buna ehil yaparak aziz eyle.
Ya Muzill: (Ey diledigini zelil, hor, hakir kilan ve makamlarini en asagiya indiren Allah'im) zalimlerin cümlesini (tümünü) zelil, hor ve hakir eyle.
Ya Semi': (Ey her seyi, gizli açik söylenenleri en iyi bir sekilde isiten, duyan, dua ve ibadetleri kabul eden Allah'im) dua ve ibadetlerimi dergâhinda kabul eyle.
Ya Basîr: (Ey her seyi en ince teferruatina kadar en iyi bir sekilde gören Allah'im) islah olunan, kabul görülen kullarindan eyle.
Ya Hakem: (Ey hükmü red edilmeyen tek hâkim, hükmünde hakki yerine getiren Allah'im.)
Ya Adl: (Ey verdigi hüküm ve kararlarda hiçbir sekilde adaletsizlik yapmayan tek adil.)
Ya Latîf: (Ey sonsuz lütufkar olan, âlemlerde olan islerin en ince islerin sirlarini ve hassasiyetini bilen ve ilahi bir gizlilikte bulunan Allah'im) Hakem, Adl ve Latif isimlerinin hakki için lütuf ve ihsanlarda bulun.
Ya Habîr: (Ey tüm esyanin hakikatine vakif her seyden tam olarak haberdar olan Allah'im) Sen sir ve sirrin ötesini bilensin.
Ya Halîm: (Ey hilm sahibi, bekleyisi genis ve yumusak, suçlulari hemen cezalandirmayan Allah'im) Senden hilm ister ve tek dayanagim da hilmindir.
Ya Azîm: (Ey akil ve idrakin erisemeyecegi derecede büyük ve azamet sahibi Allah'im) büyük kerem ve ihsanindan bize nasip eyle.
Ya Gafûr: (Ey kullarini çok bagislayan, magfireti ve yargilamasi çok olan Allah'im) günahkârlarin günahlarini bagislayarak af eyle.
Ya Sekûr: (Ey kendisine itaatkâr olan kullarindan razi olan, verdigi nimetleri onlara karsi daha çok artiran Allah'im) bana ve sevdiklerine, nimetlerini artirarak ulastir.
Ya Aliy: (Ey derecesinin ve yüksekliginin sonu olmayan Allah'im) benim ve sevdiklerinin makamlarini âli kil.
Ya Kebîr: (Ey ululuk ve kibriyasi hiç kimsenin erisemeyecegi büyüklükte olan Allah'im) hayir ve kereminle bizi mükâfatlandir.
Ya Hafîz: (Ey semalari ve arzin içindekileri koruyan muhafaza ve hifz edip hiçbir seyi unutmayan Allah'im) bizleri arazi ve semavî afetlerden muhafaza eyle.
Ya Mukît: (Ey yarattiklarini geçindiren, barindiran, her canlinin rizkini veren Allah'im) zahiri ve manevî riziklarinla bizleri riziklandir.
Ya Hasîb: (Ey cümle mahlûkatin ihtiyacini gören, herkesi hakkiyla hesaba çeken Allah'im) ihtiyaçlarimi giderip bana kâfi ol.
Ya Celîl: (Ey büyük, ululuk, yüce, azamet ve celalet sahibi olan günahkâr kullarina kizan Allah'im) düsmanlik ve mücadele ettigim seytani korkutarak çekindir ve kaçindir.
Ya Kerîm: (Ey kullarina çok cömert, keremi ve ihsani bol olan Allah'im) mevhibelerinden bol bol ihsan eyle.
Ya Rakîb: (Ey bütün kullarini tek tek gözeten, bütün varliklar üzerinde görücü olan Allah'im) düsmanlarima karsi gözcü ve koruyucu ol.
Ya Mucîb: (Ey dualari kabul eden, kendisine yalvaranin duasini kabul eden Allah'im) duada bulunanlarin duasini kabul eyle.
Ya Vâsi: (Ey nimeti bol, rahmeti ve ilmi kusatmis olan, yarattigi âlemlerin ve kudretinin sonuna erisilmeyen Allah'im) bana ikramda bulunacagin zahiri ve manevî riziklari genis eyle.
Ya Hakîm: ( Ey hikmet sahibi her seyi yerli yerinde ve en iyi bir sekilde yapan Allah'im) varacagim yeri, meclisi en iyi bir sekilde yapmani dilerim.
Ya Vedûd: ( Ey iyi kullarini seven bu sevgiyi gönüllere koyan, kendisi de sevilmeye en lâyik olan Allah'im) Sen bizleri sev, kendini bizlere sevdir.
Ya Mecîd: ( Ey sani çok yüksek, deger ve seref sahibi Allah'im) Senden seref, saadet, yardim ve sevgi isterim.
Ya Bâis: ( Ey kullarina elçi gönderen, ölümden sonra dirilten Allah'im) nefsimdeki düsmanlari gidermeye yardim askerini gönder.
Ya Sehîd: ( Ey mülkünde olan her seye sahid olan, her yerde hazir bulunan, kendi yolunda ölenlere de edebi hayat veren Allah'im) dirilip varilacak yeri güzellestir.
Ya Hakk: ( Ey gerçekten var olan âlemleri hak olarak yaratan, varligi hiçbir zaman degismeyen Allah'im) hakikat mesrebine ulastirip içenlerden eyle.
Ya Vekîl: ( Ey kullarinin islerini gören, onlarin menfaatlerine kafi olan Allah'im) ihtiyaçlarimi gidermek için sen vekil ol.
Ya Kaviy: (Ey zaafa ve zayifliga ugramayan çok güçlü ve kuvvetli Allah'im) Senin gibi birinin vekil olmasi elbette yeterlidir, vekil ol ya Rab.
Ya Metîn: (Ey çok saglam ve mukkavim olan, hiç bir zaman sarsilmayan Allah'im) zafiyetimi giderip yardimini göndererek kuvvetli kil ya Rab.
Ya Veliy: (Ey sevdigi kullarina yardim eden, iyi kullarina gerçek dost olan Allah'im) Seni severek duada bulunan kullarina yardim ederek, sen de sev ve yardimlarinda bulun.
Ya Hamîd: (Ey her âlemde, her lisanda, her varligin dilinde hamd ile övgü ve sena edilen Allah'im) Senin varligina birligine inanarak hamd ederim.
Ya Muhsi: (Ey bütün esyayi kavrayan yarattigi her seyin sayisini bir bir bilen Allah'im) kullarinin hatalarini adil bir sekilde sayildigi günde adaletle degil rahmetinle muamele eyle.
Ya Mubdi: (Ey bütün esyayi ilk kez var edip, yaratan Allah'im) kereminle hidayet ve rahmet kapilarini aç.
Ya Muîd: (Ey bütün esyayi hayattan sonra ölüme ve ölümden sonra hayata çeviren ve buna devam eden Allah'im.)
Ya Muhyi: ( Ey kullarini dirilten hayat veren, ömür bagislayan, yasamalari için saglik veren Allah'im) afiyet içinde güzel bir yasam ihsan eyle.
Ya Mumît: ( Ey kullarini öldüren, canlarini alan, ölümü yaratip kullarina ölüm acisini tattiran Allah'im) din-i mübine düsmanlik edenleri acilen öldürüp helak eyle.
Ya Hay: (Ey daima diri olan, gerçek olarak yasayan, sonsuz hayat sahibi olan Allah'im) ölü kalplerimizi sana zikrederek dirilt.
Ya Kayyûm: (Ey bütün varliklari, gökleri, yeri ve her seyi ayakta tutan Allah'im) sirlarimi muhafaza ederek kendine ulastir.
Ya Vâcid: (Ey hazinelerinde hiç bir sey eksilmeyen, diledigini dilegi vakit bulan Allah'im) beni sevindirecek seyler ihdas eyle.
Ya Mâcid: (Ey san ve seref sahibi, san ve serefi akillarin alamayacagi kadar muhtesem olan Allah'im) sen bana islerimde yardimci ve vekil ol.
Ya Vâhid: (Ey tek olan, zatinda ulûhiyet sifatlarinda ve yaptigi islerinde tek olan Allah'im)
Ya Samed: (Ey bütün mahlûkati için basvurdugu tek merci, kendisi ise hiçbir ihtiyaç ve talebi olmayan Allah'im.)
Ya Kâdir: (Ey kadiri mutlak olan hiç bir mahlûkatin yapma güç ve kudreti gösteremedigi seyleri ve imkânlari var edip yerine getiren Allah'im) düsmanlarimizi helâk ederek yok eyle.
Ya Muktedir: (Ey iktidar sahibi, her seyi üzerinde istedigini yapma kuvvet ve kudretine sahip olan Allah'im) bize hasetlikte bulunanlara azap eyle.
Ya Mukaddim: (Ey diledigini öne geçiren, istedigini ileri alan Allah'im) sirlarimi yücelterek öne al.
Ya Muahhir: (Ey diledigini geri birakan, istedigini arkaya alan Allah'im) beni geri seylerden koruyup afiyet ihsan eyle.
Ya Evvel: (Ey baslangici olmayan tek varlik olan Allah'im) hayir ve hasenat yapip gönderenlerden eyle.
Ya Âhir: (Ey nihayeti olmayan, ezelden ebede kadar var olan Allah'im) kelime-i sahadeti getire getire ömrüme son verip ruhumu al.
Ya Zâhir: (Ey varligi asikâr olan, yarattigi eserleri ile günes gibi varligini kabul ettiren Allah'im) açik ve zahiri nimetlerinden bize ihsan eyle.
Ya Bâtin: (Ey varligini gizli tutan, sifat ve eser tecellileri ile zati ilâhîsini gizleyen Allah'im) Seni bilin ve taniya ariflerden eyle.
Ya Vâli: (Ey bütün esyada tasarruf sahibi olan, tek basina bütün âlemlerde olanlari idare eden Allah'im) bizlere aciyip nasihat edecek kisileri basimiza getir.
Ya Müteâlî: (Ey her seye tam kudreti ile faik, mahlûkat sifatlarindan âli ve münezzeh olan Allah'im) basimizdakileri islah edip dogru yola ilet.
Ya Ber: (Ey kullarina karsi ikrami ve iyiligi bol, mahlûkata karsi çok kayirici olan Allah'im) vergilerinden, nimetlerinden bize de ihsan eyle.
Ya Tevvâb (Ey kullarinin tövbelerini kabul eden günahlarini bagislayan Allah'im) günahlardan tevbe etmeyi nasip edip tövbemi kabul eyle.
Ya Muntakim: (Ey düsmanlarindan öç ve intikam alan mücrimleri cezalandiran Allah'im)
Ya Afuv: (Ey affi bol olan bagislamasi ve affetmesi çok olan Allah'im) bize aciyarak fazl ve kereminle günahlarimizi affet.
Ya Raûf: (Ey son derece merhametli, acimasi ve sefkati bol olan Allah'im) dua ederek sana siginan kullarina sefkat ederek dualarini kabul eyle.
Ya Mâlike'l-Mülk: (Ey mülkün ve bütün varligin tek sahibi ve devamli maliki olan Allah'im) San ihtiyaçlarini arz edenlerin ihtiyaçlarini giderirsin.
Ya Zü'l-Celâli ve'l-Ikrâm: (Ey celal, büyüklük, azamet, ikram ve iyilik sahibi Allah'im) yagmur gibi yagan iyilik ve ikramlarindan nasiplendirerek istifade edenlerden eyle.
Ya Muksit: (Ey adaletten sasmayan âdil, tüm islerini denk, uygun, yerli yerinde yapan Allah'im) Görüs ve yönümü hak üzerine sabit kil.
Ya Cami': (Ey mahlûkati toplayan, bir araya getiren, diledigini istedigi yerde toplayan Allah'im) mahlûkatini topladigin kiyamet gününde kemalatlari toplayarak sana gelmeyi nasip eyle.
Ya Ganiy: (Ey her seyden müstagni olan, hiç bir seye muhtaç olmayan tek zengin) fakirligimi gidererek, zenginlik ihsan eyle.
Ya Mugni: (Ey kullarina zenginlik veren, istedigini diledigi kadar zengin eden Allah'im) hayirlardan yoksun, müflis, nefsimi iflâstan kurtarip zengin eyle.
Ya Mâni: (Ey öne geçmis fiiliyatlari önleyen, bir seyin olmasini istedigi zaman mani olan Allah'im) nefsimi günah hastaligindan kurtarip sifa ihsan eyle.
Ya Dar: (Ey zarara ugratan, elem, keder ve zarar veren seyleri yaratan Allah'im) bize bilerek kasten hasetlik edenleri kina.
Ya Nâfi: (Ey kullarinin menfaatine uygun olan seyleri veren, faydali ve yararli seyleri yaratan Allah'im) öyle bir ruhla menfaatlendir ki, o her türlü kemalati tahsil etsin.
YA nurlandir.
Ya Hâdi: (Ey sapitmis olan kullarina yol gösteren, diledigi kullarini hidayete erdirerek sirati müstakime yönlendiren Allah'im) kalbimi nurlandirarak hidayete erdir.
Ya Bedi': (Ey numune ve emsali bulunmayan, hayret verici seyler yaratan ve icat eden Allah'im) feyz ve keremini dileriz.
Ya Bâki: (Ey varliginda devamli olan, fani olmayan, varliginin sonu olmayan Allah'im.)
Ya Vâris: (Ey bütün varligi devam ettiren servetlerin ve mülkün gerçek sahibi Alllahim) beni Kur'an ilmine varis eyle.
Ya Resîd: (Ey kullarini irsad edip kurtulus ve hidayet yollarini onlara gösteren Allah'im) irsad edip kendi yoluna ilet.
Ya Sabûr: (Ey çok sabirli olan, günah isleyen kullarina ceza vermekte acele etmeyen, sonucu bekleyen Allah'im)

Allah'im; ayetlerini vesile ederek en güzel isimlerinle müracaatta bulundum.
Allah'in bu güzel isimlerin hakki ve fazileti için Senden kemalat dilerim.
Allah'im; Senden gelen riza ile rica ve dualarimi kabul edip içinde yasayacagim zaman dilimi içinde bana kâfi ol.
Allah'im nefsimdeki hastaligi giderip yardim eyle. Beni hayra ulastirip aklima zarar verecek seylerden koru.
Allah'im ana-babami, müslüman kardeslerimi ve bu isimlerle dua ve müracaatta bulunanlara merhamet eyle.
Ben aslen Hz. Hasan'in soyundan olup Kadir olan Allah'in kuluyum. Büyük soy agacinda (secere) Muhyiddin diye çagirilirim.
Allah'im sevgili dedem Hz. Muhammed'e (a.s) âline ashabinin tümüne salât ve selâmin en güzeli ve en mükemmeli ile salât (rahmet) eyle.

Tasavvufda Müziğin yeri/İmam-ı Rabbani Hazretleri Simâ', raks ve vecd ile İlgili mektubu

imam-i Rabbani - mektubat 285.mektub

[1.285] Bu mektûb, mîr seyyid Muhibbullah-i Mankpûrîye yazilmisdir. Simâ', raks ve vecd üzerinde bilgi vermekde, rûhdan açiklama yapmakdadir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdigi kullarina selâm olsun! Allahü teâlâ, sana herseyin dogrusunu düsünen ve dogrusunu bulan akl versin ve herseyin dogrusunu bildirsin! Vecd ve simâ' [ya'nî kasîde, ilâhî dinliyerek kendinden geçmek, kimlere fâidelidir? Bunlar], hâlleri degisen, her zemânda baska dürlü olan, bir zemân sü'ûrlu, bir zemân sü'ûrsuz olan kimseler için fâidelidir. Bunlara (Erbâb-i kulûb) denir. Bunlara Allahü teâlânin sifatlari tecellî eder. Her sifatin tecellîsinde baska bir hâl alirlar. Sonsuz olan sifatlarin ve ismlerin tecellîleri, te'sîrleri altinda hâlden hâle dönerler. Hâlleri degisir, dilekleri hep degisir. Bunlar devâmli bir hâlde kalamaz. Zemânlari degismeden olamaz. Bir zemân (Kabz) ya'nî sikinti, baska zemân (Bast) sevinç içindedirler. Bunlara (Ibn-ül-vakt) de denir. Hâllerin te'sîri altinda maglûbdurlar. Bir zemân yükselirler. Baska zemân, asagi derecelere düserler.

Tecelliyât-i zâtiyyeye kavusanlar kalb makâmindan yukari çikmislar, kalbin sâhibine varmislardir. Hâllere köle olmakdan kurtulmuslar, hâlleri verene ulasmislardir. Bunlarin vecd ve simâ'a ihtiyâclari yokdur. Çünki, zemânlari degismez. Hâlleri devâmlidir. Dahâ dogrusu vaktleri ve hâlleri yokdur. Bunlara (Ebül-vakt) ve (Erbâb-üt-temkîn) denir. Bunlar kavusmuslardir. Hiç geri dönmezler. Birsey gayb etmezler. Birsey gayb etmiyen, birsey bulmaz. Evet, sona kavusanlar arasinda, vaktleri devâmli oldugu hâlde, simâ'dan fâidelenenler de vardir. Bunlari biraz asagida açiklayacagiz. Insâallahü teâlâ.

Süâl: Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", (Allahü teâlâ ile öyle vaktim olur ki, o ânda hiçbir melek ve hiçbir Peygamber bana yaklasamaz) buyurdu. Bu hadîs-i serîf vaktin devâmli olmadigini göstermiyor mu?

Cevâb: Bu hadîs dogru ise, âlimlerin çogu, burada bildirilen vaktin devâmli oldugunu anlamislardir. Söyle de deriz ki, devâmli olan vaktde arasira husûsî hâller de olur. Bu hadîs-i serîf, bu hâlleri bildirmekdedir.

Süâl: Tegannî dinlemek, bu hâllerin bulundugu zemân belki fâideli olur. Böyle olunca, nihâyete kavusanlar da, bu hâlleri elde etmek için simâ'a muhtâc olur.

Cevâb: Bu hâller, nemâz kilarken hâsil olmakdadir. Nemâzin disinda da hâsil olursa, nemâzin te'sîri iledir. Hadîs-i serîfde, (Gözümün nûru nemâzdadir) buyuruldu. Bu hadîs-i serîf, belki çok seyrek olan bu hâlleri göstermekdedir. Baska bir hadîs-i serîfde, (Kulun Rabbine en yakin oldugu zemân, nemâzdaki zemânidir) buyuruldu. Alak sûresi ondokuzuncu son âyetinde meâlen, (Secde et, Rabbine yaklas!) buyuruldu. Allahü teâlâya yakinlik çok oldugu zemân, baskalarinin bulunmasi, araya karismalari da o kadar azalir. Bu hadîs-i serîf ve bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, o vakt, nemâzda olan vaktdir. Vaktin devâmli ve kavusmanin araliksiz oldugu, tesavvuf büyüklerinin söz birliginden de anlasilmakdadir. Zünnûn-i Misrî buyuruyor ki, (Geri dönen, yalniz yoldan dönmüsdür. Kavusan, geri dönmez).

(Yâd-i dâst), devâmli huzûr demekdir. Her ân Allahü teâlânin huzûrunda olmakdir. Bu ni'met, bu yolun büyükleri olan, Hâcegân "kaddesallahü teâlâ ervâhahüm ve esrârehüm" hazretlerinin yolunda çalisanlarin eline geçmekdedir. Vaktin devâmli oldugunu inkâr etmek, sona varamamayi gösterir. Büyüklerden birkaçi, meselâ ibni Atâ ve benzerleri "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în", (Allahü teâlâya kavusdukdan sonra, beseriyyet hâllerine dönülebilir) demisdir. Bu sözden, vaktin devâmsizligi anlasilir. Fekat, sözlerine dikkat edilirse, (Dönülebilir) diyorlar. (Dönenler vardir) demiyorlar. Çünki, insanlik sifatlarina dönen hiç olmamisdir. Böyle oldugunu erbâbi iyi bilir. Buradan anlasildi ki, tesavvuf büyükleri, vâsil olanin geriye dönmiyecegini sözbirligi ile bildirmisdir. Bu sözbirliginden ayrilan birkaç kisi, dönmek câizdir demisdir.

Sona varanlardan birçoklari yüksek derecelerden bir dereceye kavusdukdan ve (Cemâl-i ilâhî)yi müsâhede hâsil oldukdan sonra, kendilerine sogukluk ve gevseklik hâsil oluyor. Böylece kavusdurucu mertebelere yükselmeleri duruyor. Bunlarin dahâ kavusduracak konaklari asmasi lâzimdi. Yaklasdiran derecelerin hepsini geçmemislerdi. Bu soguklukla berâber, yükselmek, yaklasmak arzûsundadirlar. Iste bu vakt simâ' bunlara fâide verir. Harâretlerini, enerjilerini artdirir. Simâ' yardimi ile yaklasdirici mertebelere yükselir. Sükûnet buldukdan sonra, bu mertebelerden geri dönerler. Fekat inerken, o makâmlardaki hâllerini gayb etmezler. Bu vecd, bu bulus, gayb etdikden sonra olan bulus degildir. Çünki vuslati, huzûru hiç gayb etmezler. Her ân kavusmus olduklari hâlde, kavusdurucu konaklara yükselmeleri içindir. Sona gelenlerden vâsil olanlarin simâ'lari, vecdleri de böyledir. Fenâ ve Bekâya kavusanlara cezbe verirler. Lâkin sogukluklari, gevseklikleri oldugu için, yüksek konaklara çikabilmek için, yalniz cezbe is göremez. Simâ' da lâzim olur.

Tesavvuf büyüklerinden birçoklari da "kaddesallahü teâlâ esrârehüm", vilâyet derecesine kavusdukdan sonra, nefsleri kulluk makâmina iner. Rûhlari, kendi makâmlarinda cenâb-i Hakka karsidir. Kulluk makâminda bulunan nefs-i mutmeinneden her zemân rûha yardim gelir. Rûh bu yardimi ile matlûba âsina olur. Bu büyükler, ibâdetle râhat ederler. Kulluk vazîfelerini görmekle sükûnet bulurlar. Yükselmek arzûlari azdir. Islâmiyyete uymak nûru ile parlamislardir. Kalb gözleri, sünnete uymak sürmesi ile kuvvet bulmusdur. Bunun için, keskin görüslüdürler. Uzakdan öyle seyler görürler ki, yakinda olanlar onlari göremez. Yükselmeleri az ise de, nûrlari çokdur. Aslin nûrlari ile aydinlanmislardir. Bu makâmlarinda iken sânlari, kiymetleri büyükdür. Simâ'a, vecde ihtiyâclari yokdur. Simâ' yerine ibâdetlerden istifâde ederler. Asldan aldiklari nûrlar, yüksek makâmlara çikmis gibi fâide verir. Simâ' ve vecde düskün olan taklîdciler, bunlarin yüksek sânlarini bilmedikleri için kendilerini âsik, bunlari zâhid sanirlar. Ask ve muhabbet yalniz raksda, vecdde bulunur derler.

Sona kavusanlardan birçoklari da vardir ki, (Seyr-i ilallah) yolculugundan ve (Bekâ-billah) makâmina kavusdukdan sonra, bunlara kuvvetli cezbe ihsân ederler. Kanca takip çeker gibi sürüklerler. Orada sogukluk bulasmaz. Gevseklik gelmez. Yükselmek için, sasilacak seylere ihtiyâclari yokdur. Bunlarin dar olan halvetlerine simâ' ve nagme yanasamaz. Vecd ve tevâcüd ile ilisikleri yokdur. Yetisebilecek en son mertebeye çekilir, ulasdirilirlar. O Servere "aleyhissalevâtü vetteslîmât vettehiyyât" uymak sâyesinde, O Servere "sallallahü aleyhi ve sellem" mahsûs olan makâmdan pay alirlar. Böyle kavusmak ancak (Efrâd) denilen seçilmislere nasîb olur. (Kutb)lar da, bu makâmdan pay alir. Ancak Allahü teâlânin ihsâni ile, sonun sonuna kavusan bir seçilmisi, bu âleme geri çevirirlerse ve yaradilisda uygun olanlari yetisdirmek vazîfesi buna verilirse, nefsini kulluk makâmina indirirler. Rûhu, nefsden ayri olarak, Allahü teâlâya dogru olur. Iste bu, ferdiyyet kemâllerine sâhibdir. Kutblarin yetisdirme yetkisine mâlikdir. Burada, Kutb dedigimiz, (Kutb-i irsâd)dir. (Kutb-i evtâd) degildir. Zil makâmlarinin bilgileri ve asl makâmlarinin ma'rifetleri kendisine verilmisdir. Dahâ dogrusu, onun makâminda, ne zil vardir, ne de asl vardir. Zilden, asldan ileri geçmisdir. Böyle bir kâmil ve mükemmil çok ender yetisir. Asrlardan, uzun yillardan sonra, bir dâne bulunursa, yine büyük ni'metdir. Hersey onunla nûrlanir. Onun bir bakisi, kalb hastaliklarini giderir. Bir teveccühü, begenilmiyen kötü huylari silip süpürür. Urûc makâmlarinin hepsinden dahâ yukariya çikmis kulluk makâmina inmisdir. Ibâdet etmekde râhat bulmusdur. Vilâyet makâmlarinin en üstünü olan (Abdiyyet) makâminda yerlesen seçilmisleri de vardir. (Mahbûbiyyet mansabi)na kâbiliyyet de buna verilir. Bu ise, Vilâyet mertebesinin bütün kemâllerini tasimakda ve da'vet derecesi makâmlarinin hepsini içine almakdadir. (Vilâyet-i hâssa)dan ve (Nübüvvet makâmi)ndan pay almakdadir. Onun sânini su misra' kisaca bildirmekdedir. Fârisî misra' tercemesi:

Bütün güzellerde bulunan, yalniz sende vardir!

Baslangicda olanlara, vecd ve simâ' zararlidir. Yükselmesine engel olur. Sartlarina uygun olsalar da zararlidirlar. Simâ'in sartlari, bu mektûbun sonunda, insâallah bildirilecekdir. Bunun vecdi bozukdur. Hâl kaplamasi suçdur. Hareketleri tabî'îdir. Isteklerine, nefsinin sehvetleri karismisdir. Baslangicda olan, mübtedî denilenler, (Erbâb-i kulûb) olmiyanlardir. Erbâb-i kulûb olanlar yoldakilerdir. Mübtedî ile müntehî arasinda bulunanlardir. Müntehî demek, sona varmis, (Fânî-fillah) ve (Bâkî-billah) olmus demekdir. Bunun da dereceleri vardir. Kavusmanin da mertebeleri vardir. Her derece, her mertebe, birbirinin üstündedir. Bu mertebeler sonsuzdur. Kavusmakla bitmez, tükenmez. Simâ', yoldakilere ve müntehîlerin birkaçina fâidelidir. Bunu, yukarida bildirmisdik. Sunu da bildirelim ki, Erbâb-i kulûb, simâ'siz olamaz demek istemiyoruz. Cezb olunmiyanlar, [çekilmekle sereflenmiyenler], siki riyâzetler, agir mücâhedeler yardimi ile ilerliyebilirler. Simâ' ve vecd, yalniz bunlara yardimci olur. Erbâb-i kulûb, meczûblardan ise, cezbe yardimi ile ilerlerler. Simâ' bunlara lâzim degildir. Sunu da söyliyelim ki, cezb edilmiyen Erbâb-i kulûb için, simâ' her zemân fâideli olmaz. Bundan yardim görebilmek için sartlar vardir. Bu sartlar gözetilmezse zararli olur.

Simâ'in sartlarindan biri, kendini yüksek bilmemekdir. Temâm oldugunu sanirsa ilerliyemez. Evet, simâ' bunu da biraz ilerletirse de sükûn buldukdan sonra, o makâmdan geri iner. Simâ'in bundan baska sartlari, tesavvuf büyüklerinin kitâblarinda, (Avârif-ül-me'ârif) ve benzerlerinde yazilidir. Zemânimiz tarîkatcilerinin çogunda, bu sartlar yokdur. Simdi yapilmakda olan simâ' ve rakslarin ve toplantilarin zararli oldugu açikdir. Bunlarin ilerletmeleri nerede? Hiç ilerletmezler. Yardim etmekden çok uzakdirlar. Fâide yerine zarar verirler.

TENBÎH 1: [(Simâ'), ilâhî, mevlid ve kasîde ve Kur'ân-i kerîmi tegannî ile okuyanlari dinlemek demekdir. (Raks), eli, ayaklari tempo ile oynatmak ve dans demekdir.] Simâ' ve raks, müntehîlerden birkaçina da lâzimdir dedik. Çünki yükselecek çok mertebeleri bulundugu için, yolda sayilirlar. Erisilebilecek mertebelere yükselmedikce müntehî olmaz, sona varmis sayilmazlar. Seyr-i ilallah sonuna vardiklari için, bunlara müntehî denilmisdir. Bu seyrin sonu, sâlikin mazhar oldugu isme kadardir. Fekat, bu seyrden sonra, bu ismde ve isme bagli seylerde de seyr vardir. Bu ismdeki ve kavusanlarin bildikleri seylerdeki seyrden sonra, ismin sâhibine varip, burada Fenâ ve Bekâ hâsil edince, tâm müntehî olur. Seyr-i ilallahin dogrusu da budur. Isme kadar olan seyre de, (Seyr-i ilallah) denilmis, o mertebede olan Fenâya ve Bekâya da, (Vilâyet) adi verilmisdir. (Seyr-i fillah) sonsuzdur denilmesi, Bekâdaki seyr içindir. Bütün konaklari geçdikden sonradir. Bu seyrin sonsuz olmasi demek, o ismde seyr olunursa ve bu ismdeki sü'ûnlarin herbiri ile ayri ayri ahlâklanirsa, sonuna varilmaz demekdir. Çünki, her ismde sonsuz sü'ûnlar bulunmakdadir. Eger yükselirken, onu bu ismden geçirirlerse, bir adimda geçebilir ve sonun sonuna varabilir. Eger orada yok olursa, çok serefli olur. Yok eger insanlari yetisdirmek için, geri indirirlerse, çok büyük üstünlük olur. Bu isme kavusmanin kolay bir sey olacagini sanmamalidir. Bu ni'mete kavusabilmek için, cân fedâ etmek lâzimdir. Acabâ kimi bu büyük ni'mete kavusdurmakla sereflendirirler?

Tenzîh ve takdîs sanilan mertebe çok olur ki, tesbîh ve tenkîsdir. Hattâ çok mertebeler vardir ki, tenzîh sanilirlar. Hâlbuki, rûh makâmindan da asagidirlar. Arsin üstündeki tenzîh gibi görünen de, tesbîh dâiresinin içinde olabilir. Münezzeh olarak [ya'nî mahlûklarla ilgisi olmiyarak] görünen sey, rûh âleminden olabilir. Çünki Ars, maddeli, cihetli, ölçülü seylerin sonudur. Rûh âlemi, cihetli, ölçülü âlemin disindadir. Çünki rûh, [madde degildir] mekânsizdir. Bir yere sigmaz. Rûhun, Arsin disinda oldugunu söylemek, seni sasirtmasin. Rûhu kendinden uzak sanma! Araniz çok açik zan etme! Öyle degildir. Rûh mekânsiz olmakla berâber, onun için her yer birdir. Arsin disinda demekle, baska sey anlatilmakdadir. Oraya varamiyana anlatilamaz.

Tesavvuf büyüklerinden birçogu, rûh makâmina varinca, onu Arsin üstünde buluyorlar. Rûhun tenzîhini [ya'nî, maddelere benzememesini], Allahü teâlânin tenzîhi saniyorlar. Rûh makâminin bilgilerini, ma'rifetlerini, ince, gizli seyler zan ediyorlar. Allahü teâlânin Ars üstünde istivâsini anladik diyorlar. Hâlbuki onlarin gördükleri nûr, rûhun nûrudur. Bu fakîr "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz"de, bu makâm hâsil olunca, sasirip kalmisdim. Bereket versin, Allahü teâlânin yardimi imdâdima yetiserek, bu tehlükeden kurtarilmisdim. O nûrun, rûhun nûru oldugunu, Allahü teâlânin nûru olmadigini anlamisdim. Bize bu dogru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ, bize dogru yolu göstermeseydi biz onu bulamazdik. Rûh, mekânsiz oldugu için, anlasilamiyacak bir mahlûk oldugu için, insani sasirtmakdadir. Dogruyu açiga çikaran Allahü teâlâdir. Dogru yolu gösteren ancak Odur.

Bunlardan birkaçi, Arsin üstündeki rûhun nûru ile nûrlanarak geri dönerler ve onunla Bekâ hâsil ederler. Kendilerini, tesbîh ile tenzîhi birlikde tasiyor sanirlar. Bu nûru kendilerinden ayri bulurlarsa, cem'den sonra fark, ya'nî birlesdikden sonra ayrilmak makâmina kavusduklarini sanirlar. Tesavvufcularin böyle yanilmalari çok olmusdur. Insani böyle yanilmakdan ve korkulu yerlerden koruyan ancak Allahü teâlâdir.

Rûh, bu madde âlemine göre, her ne kadar maddesiz ve anlasilamiyacak ise de, hiç anlasilamiyana göre anlasilir olmakdadir. Sanki bu madde âlemi ile, hiç maddesiz olan mukaddes varlik arasinda bir geçid gibidir. Bunun için, her ikisine de yakinligi vardir. Her iki bakimdan da incelenebilir. Hiçbirseye hiç benzemiyen varlik ise böyle degildir. Maddeli varliklarin, aklin, anlayisin, Ona hiçbir bagliligi yokdur. Bundan dolayi sâlik, rûhun bütün makâmlarini geçmedikce, o isme varamaz. Görülüyor ki, önce göklerin her tabakasini ve Arsi geçmek lâzimdir. Madde âleminden büsbütün çikmalidir. Bundan sonra mekânsiz, maddesiz olan (Âlem-i ervâh) mertebeleri de asilmalidir. Bundan sonra bu isme varilabilir. Fârisî beyt tercemesi:

Efendi, yükseldim, kavusdum saniyor,
Kendini begenmis, yerinde sayiyor.

Allahü teâlâ, mahlûklara benzemekden çok uzakdir. O ötelerin ötesi, dahâ ötesidir. Bu (Âlem-i halk) denilen madde, ölçü âleminin ötesi (Âlem-i emr)dir. Âlem-i emrin ötesi, ismlerin ve sü'ûnlarin zillerinin ve asllarinin topluca ve ayri ayri mertebeleridir. Bu zil ve asl ve mahlûklar ve ilâhî ve toplu ve ayri ayri bütün mertebelerin ötesinde hakîkî matlûbu aramalidir. Böyle aramak ni'metini acabâ kime ihsân ederler? Hangi tâli'liyi bu se'âdetle sereflendirirler? Bu Allahü teâlânin öyle bir ihsânidir ki, diledigine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sâhibidir. Çok yüksekleri istemelidir. Yolda ele geçenlerle oyalanmamalidir. Bunlarin ötesini aramalidir. Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavusmak, ele geçer mi acabâ?
Yüksek daglar ve korkunç tehlükeler var arada!

TENBÎH 2: Sonsuz kavusmak ve devâmli vakt, ancak mutlak Fenâdan sonra, Bekâ-billah ile sereflenen kimseye nasîb olur. Bunun (Ilm-i husûlî)si, (Ilm-i huzûrî)ye dönmüsdür. Bu sözümüzü dahâ açikliyalim: Bir kimsenin, kendi disinda bulunan birseyi bilmesi için, o seyin görüntüsünün zihnde hâsil olmasi lâzimdir. Görüntü hâsil olmaksizin bilmege, (Ilm-i huzûrî) denir. Insan kendisini, ilm-i huzûrî ile bilir. Çünki kendisi, kendi zihninde vardir. (Ilm-i husûlî)de, bilinen seyin görüntüsü zihnde bulundukca, o sey bilinir. Zihndeki sûret yok olunca, o sey unutulur. Bundan dolayi, ilm-i husûlî devâmli olamaz. Ilm-i huzûrî böyle degildir. Bilinen sey, hiç unutulmaz. Insan kendisini, ilm-i huzûrî ile bilmekdedir. Kendisi zihnde hep var oldugundan, insan kendini hiç unutmaz. Bekâ-billah, ilm-i huzûrî ile olur. Hiç unutulmaz. Bunu yanlis anlamamalidir. Bekâ-billah, kendini Hak bulmakdir sanmamalidir. Tesavvufculardan birkaçi burada yanildi. (Hakk-ul-yakîn)in böyle oldugunu sandi. Öyle degildir. Tâm Fenâdan sonra hâsil olan Bekâ-billahin böyle bilgileri yokdur. Onlarin söyledikleri hakk-ul-yakîn, cezbede hâsil olan Bekâ-billah ile uygundur. Bizim bildirdigimiz Bekâ ise baskadir. Fârisî misra' tercemesi:

Bu serâbi tatmadikca, tadini anliyamazsin!

Görülüyor ki, Bekâ-billah devâmlidir. Burada unutmak hiç olmaz. Bekâ-billah hâsil olmadikca devâm olamaz. Çoklarina ve hele Ebû Bekr-i Siddîkdan gelen yolda olanlara, bu makâma yetismeden önce, devâmli görünür ise de dogrusu, bizim bildigimizdir. Isin içyüzü, bize bildirilen gibidir. Herseyin dogrusunu ancak Allahü teâlâ bilir. Herkesin dönüsü Onadir. Geçmisde ve gelecekde her hamd, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâ içindir. Onun Resûlüne devâmli ve sonsuz düâlar ve selâmlar olsun!