Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Bir Dostumdan

Şüphesiz ki anlatamam; beni yalanlayanlara, Seni...

Kuranda Çelişki Arayan Zavallılarıma

Güneşin battığı yere vardığında onu, balçıklı bir kaynakta batıyor buldu...
(Kehf/86)

--Doğu-ların-- ve --batı-ların-- Rabbine.../ Onları bırak batıllarına dalsın ve dünyalarında oynaya dursunlar...
(Mearic/41-42)

Bir de o dağları görür, onları sabit sanırsın; oysa onlar, bulut geçer gibi geçip gider. Bu, herşeyi sapasağlam yaratmış olan Allah'ın sanatıdır. O, şüphesiz bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Neml/88)

Güneş Ay’a yetişemez. Gece de gündüzü geçemez. Hepsi birer felekte yüzerler. (Yasin/40)

An...

Geçen sene geçti. Bu sene geldi geçti. Önümüzdeki de geldi geçti. Ondan sonraki de...

Ayetlerimizi Enfüste (İçte) ve Afakta (Dışta) göstereceğiz

İlmel Yakin : (İbrahim "Ben batan şeyleri sevmem" dedi.)

Aynel Yakin : ("Ne zaman ki, Musa ayıldı, Seni tenzih ederim, Sen sübhansın" dedi)

Hakkal Yakin : Günes Ay’a yetisemez. Gece de gündüzü geçemez. Hepsi birer felekte yüzerler. (Yasin/40)

Ayetlerimizi Enfüste (İçte) ve Afakta (Dışta) göstereceğiz (Fussilet/53)

İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır...(Ahzab/63)

Allah'ı habersiz sanma...

Zalimlerin yapmakta olduklarından Allah'ı habersiz sanma. Onları sadece, gözlerin dehşetten donup kalacağı güne kadar ertelemektedir.

(İbrahim-42)

Ve hiç kimse O'nun vurduğu bağ gibi bağ vuramaz.

(Fecr-26)

UCB (Amelini Büyük Görmek ve Göstermek)

UCB, bilenler için vehimden ibarettir. "De ki: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?»". VEHİM ise tuzaktır. "Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır"...Ey Aşık-ı Sadık kardeşim: "Görenedir görene!"...

Beyân-ı Hâl

Şikayet mi..Beyân-ı Hâl'mi...

Doksandokuzdan Bir eksik olmaz ki zaten Tesbih..

Doksandokuzdan Bir eksik olmaz ki zaten Tesbih..Ben ney'in derdindeyim, sen ne..

Sen Gördüğünü Tuzağa Düşürmek İstersin, Onlara Gelince, Senin Gördüklerine İltifat Etmezler...

Sen nefsine, kötü arzularına taptıkça , velilerin derecesine çıkmayı isteme...
Halbuki onlar yalnız Mevlaya kulluk ederler. Senin istediğin dünya, onlarınki ise
ukba...
Sen yalnız bu dünyayı görürsün, onlar yerin, göğün sahibini görürler.
Sen halkla ünsiyet edersin, onlar daima Hak la olurlar...
Senin kalbin, yerdekilere bağlı; onların kalbleri arşa bağlıdır.
Sen gördüğünü tuzağa düşürmek istersin, onlara gelince, senin gördüklerine iltifat
etmezler. Yalnız yaratanı görürler ve O’nun emirlerine uymağa bakarlar.
O, Allah dostları, bulacaklarını Hak’la buldular, ereceklerine erdiler. Sana gelince; zavallı bir halde, şehvetine uydun kaldın.. Yalnız dünyayı ve arzularını gördün.
Halbuki onlar; halkı, arzularını, temennilerini bırakarak bu yola girdiler. Yüksek
derecelere bu sayade erdiler. Onları bu makama, yaptıkları, ibadet, taat, sena
götürdü. Bu da onlara Allah’ın ihsanıdır, ki istediğine verir.
Onlar; ibadete, taata; Allah’ın yardımı ve verdiği kolaylıkla, bıkmadan usanmadan
koştular.
İbadet onlara ruh oldu... Manevi bir gıda oldu.
Onlar, bu hale devam ettiklerinde dünya başlarına bela oldu. Bir felaket halini aldı.
Fakat onlar bunu duymadılar. Kendilerini cennet evinde gördüler. Onlar her şeyin
evvelini aradılar, şimdiki haline aldanmadılar. Hak Taala onları evvelden niçin
yarattı ve neyi anlattıysa onu öğrenmeğe çalıştılar.
Yer onların hürmetinde durur. Sema onların duası ile açılır. Ölüm, onların kararı ile olur. Bu salahiyeti onlara mevla vermiştir.
Padişah onları yerin düzeni için yaratmıştır, yer yüzünü onlarla bezetmiştir. Onlar
hep birden dağlar gibidirler. Hak’ka giden yollar bunlar arasından açılmıştır.
Malı, mülkü gaye edinip, bunlardan kaçana merhamet yoktur.
Onlar, yeryüzündekilerin hayırlısıdır. Yer, gök baki kaldıkça onlara selam ve
saygılar olsun...

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Murâd

IKIYÜZDOKSANIKINCI MEKTÛB

Bu mektûb, Abdülhamîd-i Bingâlîye yazılmısdır. Tesavvuf yolcusuna lâzım
olan edebler ve onların birkaç sübhelerinin giderilmesi bildirilmekdedir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Peygamberinin edebleri ile bizleri edeblendiren
ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü
etemmühâ ve ekmelühâ” ahlâkına kavusduran Allahımıza hamd olsun!
Bu yolun sâlikleri ikiye ayrılır: Yâ mürîd olurlar, yâhud murâd olurlar.
Murâd olanlara müjdeler olsun! Cezb ve muhabbet yolundan, bunları
durmadan çekerler. Aradıklarına ulasdırırlar. Lâzım olan her edebi, pîr
yardımı ile veyâ arada pîr olmadan, bunlara ögretirler. Yanıldıkları zemân,
haber verirler. Ondan dolayı birsey yapmazlar. Eger rehbere ihtiyâcı olursa,
kendisi aramadan, ugrasmadan ona kavusdururlar. Kısaca, Allahü teâlânın
sonsuz olan ihsânı, onun her zemân imdâdına yetisir. Sebeb yaratarak
veyâ sebebsiz olarak, isini görürler. Sûrâ sûresi onüçüncü âyetinde meâlen,
(Allahü teâlâ, diledigini seçerek kendine kavusdurur) buyuruldu.
Tâlib olanların, arada vâsıta olmadan kavusmaları çok güçdür. Cezbe ve
sülûk ni’metlerine kavusmus olan, Fenâ ve Bekâ ile sereflenmis olan,
(Seyr-i ilallah) ve (Seyr-i fillah) ve (Seyr-i anillah-i billah) ve (Seyr-i-fil-esyâ’i billah) yollarını geçmis olan bir vâsıtanın yardımı lâzımdır. Bunun cezbesi,
sülûkünden önce olmus ise ve murâdlardan olarak yetisdirilmis ise,
bulunmaz bir ni’metdir. Onun sözleri, ölmüs kalbleri diriltmek için devâdır.
Bakısları sifâdır. Tas kesilmis kalbler, onun muhabbetine kavusmakla
yumusak olur. Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczûb olan sâlik
de, büyük bir ni’metdir. Bu da tâlibleri yetisdirebilir. Onun yardımı ile,
Fenâ ve Bekâ ni’metine kavusurlar.

Fârisî beyt tercemesi:

Gökler, Arsa bakılırsa asagıdır.
Yoksa, topraga göre, çok yüksekdirler.

Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, böyle olgun ve oldurabilen bir zât ele
geçerse, onun serefli vücûdünün kıymetini bilmelidir. Kendini ona tâm teslîm
etmelidir. Kendi se’âdetini onun rızâsına kavusmakda aramalıdır.
Onun râzı olmadıgı seyleri, kendi için felâket bilmelidir. Kısaca, bütün istekleri,
onun rızâsına kavusmak olmalıdır. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ
âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”, (Bir kimsenin bütün
istekleri, benim getirdigim seyler olmadıkça, îmân etmis olmaz) buyurdu.
Sohbetin edeblerine uymak ve sartlarını gözetmek, bu yolda herhâlde
lâzımdır. Feyz yolu, ancak bununla açılır. Bunlar gözetilmezse, hiçbirsey
elde edilemez. Ondan “kaddesallahü teâlâ aleyhim ecma’în” fâide elde edilemez.
Çok lâzım olan edeblerden ve sartlardan birkaçını bildiriyorum. Cân
kulagı ile dinleyiniz:
Tâlib, gönülden, herseyi çıkarıp, bütün varlıgı ile pîrine baglanmalıdır.
Onun yanında, ondan izn almadan, nâfile ibâdet ve zikr yapmamalıdır. Onun
yanında iken, ondan baska hiçbirseye bakmamalıdır. Bütün gücü ile, ona
baglanıp oturmalıdır. O emr etmedikce, zikr bile yapmamalıdır. Onun yanında
farz ve sünnet nemâzlardan baska nemâz kılmamalıdır. Bir sultânın
vezîri, sultânın yanında iken, kendi elbisesine bakar. Eli ile kusagını düzeltir.
O anda, sultân ona bakıyordu. Kendinden baskası ile oldugunu görünce,
onu azarlıyarak, benim vezîrim olasın da, benim karsımda, elbisenin kusagı
ile oynıyasın. Buna dayanamam diyerek onu azarlar. Düsünmelidir ki,
bu alçak dünyânın isleri için, ince edeblere dikkat edilince, Allaha kavusduran
islerde edebleri tâm ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lâzım
olacagı anlasılır. Kendi gölgesi, onun elbisesine veyâ gölgesine düsmiyecek
bir yerde durmaga veyâ oturmaga dikkat etmelidir. Onun nemâz kıldıgı yere
hiçbir zemân basmamalıdır. Onun abdest aldıgı yerde abdest almamalıdır.
Onun kullandıgı kabları kullanmamalıdır. Onun yanında, birsey yimemeli,
içmemeli ve kimse ile konusmamalıdır. Hiç kimseye, hiçbir yere
bakmamalıdır. O yok iken, onun bulundugu yere dogru ayak uzatmamalıdır.
O yere dogru tükürmemelidir. Onun her yapdıgını, her söyledigini,
yanlıs görünse bile, dogru ve iyi bilmelidir. O herseyi ilhâm ile ve izn ile yapar.
Bunun için, hiçbir isine, birsey söylenemez. Ilhâmında hatâ olsa bile,
ilhâmda yanılmak, ictihâdda yanılmak gibidir. Ayblamak ve karsı gelmek
câiz olmaz. Bu yolda vâsıta olanı seven bir kimseye, Onun her yapdıgı ve
her sözü sevgili gelir. Ona karsılık vermenin yeri olmaz. Her isde, yimekde,
içmekde, elbise giymekde, yatmakda ve ibâdetlerde, hep ona uymalıdır.
Nemâzı onun gibi kılmalıdır. Fıkhı, onun ibâdetlerini görerek ögrenmelidir.

Fârisî beyt tercemesi:

Bir güzelin yanında bulunsa kisi,
Bag ve bostân ve güllerle olmaz isi.

Onun hiçbir isine, hiçbir sözüne, hardal dânesi kadar bile karsılık vermemelidir.
Karsılık veren mahrûm kalmakdan kurtulamaz. Insanların en
asagısı, bu büyüklerde kusûr gören kimsedir. Allahü teâlâ, bu büyük belâdan
bizleri korusun! Onda bir hârika, bir kerâmet aramamalıdır. Gönlünden
böyle birsey geçirmemelidir. Bir mü’minin, bir Peygamberden, bir
mu’cize istedigi, hiç görülmüs müdür? Kâfirler ve inanmıyanlar mu’cize ister.

Fârisî iki beyt tercemesi:

Mu’cizeden maksad, düsmanı kırmakdır.
Nebîyi sevmek demek, ona uymakdır.
Îmâna gelmez herkes, mu’cize ile,
Îmâna kavusur insân muhabbetle.

Gönlünde bir sübhe hâsıl olursa, hemen bildirmelidir. Sübhesi çözülmezse,
kusûru kendinde bilmelidir. Pîrde hiçbir kusûr görmemelidir. Rü’yâlarını
ondan saklamamalıdır. Ta’bîrlerini ondan beklemelidir. Kendi yapdıgı
ta’bîri de söylemeli, dogru olup olmadıgını sormalıdır. Kendi kesflerine
güvenmemelidir. Bu dünyâda, dogru ile yanlıs karısıkdır. Haklı ile haksız
bir aradadır. Sıkısmadıkça ve izn almadıkça ondan ayrılmamalıdır. Ondan
ayrılıp baskasına gitmek, mürîdlige yakısmaz. Sesini, onun sesinden yükseltmemelidir.
Onunla yüksek sesle konusmak, edebsizlik olur. Kendine gelen
her feyzi, her kesfi, ondan bilmelidir. Rü’yâda, baska seyhlerden feyz
geldigini görürse, onları da, kendi seyhinden bilmelidir. Bütün üstünlüklerin
ve feyzlerin onda bulundugunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze
uygun olan bir zât seklinde olarak Ondan geldigini ve onun latîfelerinden,
o feyze uygun bir latîfenin, o zât seklinde göründügünü bilmelidir. Kendisi
yanılarak, Onun latîfesini, baska zât sanmıs, feyzi ondan geliyor bilmisdir.
Bu büyük bir yanılmakdır. Hak teâlâ yanılmakdan korusun! Insanların
en üstünü hürmetine, se’âdete vâsıta olan zâta inancı ve sevgiyi dogru
eylesin “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”. Kısacası, (Tesavvuf basdan
basa edebdir), ata sözü olmusdur. Edebi gözetmiyen bir kimse, Allahü
teâlâya kavusamaz. Edeblerden birkaçını yapamadıgı için üzülürse ve
edebleri yerine getiremezse ve ugrasdıgı hâlde basaramazsa, afv olunur. Fekat,
kusûrunu bildirmesi lâzımdır. Eger Allah korusun, edebleri gözetmez
ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin fâidesine ve bereketine kavusamaz.

Fârisî beyt tercemesi:

Se’âdet yazılmamıssa bir kimseye,
Fâidelenmez Peygamberi görse de.

Bir kimse, vâsıtanın yardımı ile Fenâ ve Bekâ mertebesine kavusarak,
ilhâm ve firâset yolu kendisine açılırsa ve Ondan bu müjdeyi alırsa ve kemâle
geldigini isitirse, o zemân, ilhâm olunan birkaç seyde Ona uymaması
ve kendi ilhâmına göre hareket etmesi câiz olur. Çünki böyle yükselen
bir mürîd, rehbere uymakdan kurtulmusdur. Baskasına uyması hatâ olur.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı ictihâd islerinde ya’nî
Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i serîflerde açıkca bildirilmemis olan seylerde,
O Serverin ictihâdından ayrılmıslardır. Bunların birkaçında, Eshâbın ictihâdı
dogru olmusdur. Çok okuyanlar, böyle oldugunu bilirler. Bundan anlasılıyor
ki, olgunlasan birinin vâsıtaya uymaması câizdir. Ona uymaması
edebsizlik olmaz. Hattâ bu mertebenin edebi, ona uymamakdır. Eger
böyle olmasaydı, edeblerin en yüksek mertebesine varmıs olan Eshâb-ı kirâm,
hiç uymamazlık etmezlerdi. Imâm-ı Ebû Yûsüfün, ictihâd mertebesine
yükseldikden sonra, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye uyması dogru degildir.
Kendi re’yine uyması, Imâm-ı a’zama uymaması dogrudur “radıyallahü
anhümâ”. Imâm-ı Ebû Yûsüfün, (Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olup olmamasında,
Ebû Hanîfe ile altı ay çekisdim) dedigi meshûrdur. San’atların ilerlemesi,
düsüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Bir düsünce ile kalsaydı,
ilerleme olmazdı. Sîbeveyh zemânında olan Nahv bilgisine yeni buluslar
ve yeni görüsler eklenerek, bugün yüz kat fazla artmısdır. Fekat, bu ilmin
temelini kuran odur. Üstünlük onundur. Herseyin üstünü, kurucusudur.
Yükseltmek serefi ise, sonra gelenlerindir. Bundan dolayıdır ki, hadîs-
i serîfde, (Ümmetim, yagmura benzer. Öndekiler mi, sondakiler mi dahâ
iyidir, belli olmaz) buyuruldu.

İmam-ı Rabbani (k.s.) 292. Mektub

Düşünüp durma; Allah'lasın...

Düşünüp durma; Allah'lasın...

Semi

Semi' dir O Allah, duymaz olur mu hiç kulların
Duyar da Fena'dan Beka'ya irdirmez mi hiç
Edebtir bu yolun başı sonu, illa edeb
Semi' dir duyar da
Rafi' dir yükseltmez olur mu hiç

Allah Yolunda Yorgunluğa Çare

Ebu Davud, Ebu-l Verd ibn-i Semame'den nakletmiştir ki, Hz. Ali (aleyhi's-selam) İbn-i A'bed'e şöyle buyurdu:

"Acaba kendim ve Resulullah'ın kızı Fatıma ile ilgili sana bir şey anlatayım mı?" Sonra şöyle buyurdu: "Resulullah'ın (salla'llâhu aleyhi -ve alihi- ve sellem) en çok sevdiği şahıs Fatıma idi. O benim evimde bulunduğu sırada el değirmenini çevirmekten elleri nasır bağlamıştı. Tulum ile su taşımaktan boynunda iz kalmıştı. Evi sürekli süpürdüğünden elbiseleri tozlanıyor ve ocağın ateşini yakmaktan elbisesi siyahlaşıyordu. O bu işler neticesinde rahatsız olmuştu. (Bu sıralarda) Resulullah'ın (salla'llâhu aleyhi -ve alihi- ve sellem) yanına bir köle getirdiklerini duyduk. Fatıma'ya: "Babanın yanına gidip sana bir hizmetçi vermesini istemez misin?" (Fatıma bu iş için Peygamber'in bulunduğu yere) gitti, ama Resulullah konuşuyordu; utanıp (sözünü söylemeden) geri döndü.

Ertesi gün biz yatakta bulunduğumuz halde Resulullah (s.a.a), yanımıza geldi ve Fatıma'nın başı ucunda oturdu. Fatıma babasından utanarak başını yorganın altına soktu. Sonra Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:

"Âl-i Muhammed'in, dünkü isteği ne idi?" Fatıma susup bir şey söylemedi.

Ben dedim ki: "And olsun Allah'a ben sana söyleyeceğim, ey Allah'ın Resulü! Bu (kızınız), benim evimde el değirmeni çevirmesi yüzünden eli nasır bağlamıştır; tulum ile su taşıması neticesinde boynunda iz kalmıştır; evi süpürmesi elbiselerini tozlandırmıştır; ocak yakması yüzünden elbiseleri siyah olmuştur; biz senin yanına bir köle veya hizmetçi getirdiklerini öğrendik (bu yüzden) ben ona: "babandan sana bir hizmetçi vermesini iste" dedim.

Resulullah (salla'llâhu aleyhi -ve alihi- ve sellem) buyurdu ki:

"İstediğinizden daha hayırlı olan bir şeyi size öğretmemi istemez misiniz…?"
Yatarken 34 defa tekbir getirin (Allah-u Ekber deyin), 33 defa Sübhanellah ve 33 defa da Elhamdulillah söyleyin! Bu sizler için cariyeden daha iyidir."

***

"Allah'ı idrak, onun idrak edilemeyeceğini idraktir"

Ebu Bekr Sıddık (r.a.)

Sen madem o denli Saf, Temizsin/Marifetullah/Münafıklık/Samimiyet

Böyle işleri var: Biri kötülükten hayır gelmeyeceğini anlamıştır. Kendisinin de karşısındakinin de kötülüğünü iyilikle örtücü olmuştur. Biri de var iyilikten başka çaresi kalmadığı için iyilikle örtücü olur. Bunların biri kurtulmuş..Biri kurtarılmıştır...Halbu ki bunların ikisi de sana iki yüzlü, münafık gibi gelebilmektedir. Sen madem o denli Saf, Temizsin. Bak sendeki işi de nasıl oldu...

Kafeslerin Dışından

Kafeslerden kurtulan ruhlar, Allah’ya lâyık ve halka rehber olan peygamberlerdir. Onların sesleri, kafeslerin dışından ve din makamından gelir: Sana kurtuluş yolu ancak budur, bu! Biz bu daracık kafesten bununla kurtulduk. Bu kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi yok!..

M.C.R. (k.s.)

10 Muharrem

Örtmedi Allah İslamı bugünden anla ki Sırladı..

Mümin..

Müminin adeti önce düşünüp sonra konuşmaktır. Münafık ise önce konuşur, sonra düşünür.

Hz Abdulkadir Geylani (k.s.)

Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik

Mübarek olmayan gülme, lânetin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karalığını gösterir. Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme. Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var..

M.C.R.(k.s.)

Taştan çıkar türlü sular, ayağında biter neler Cahil gönlü taştan beter, cahil gelmez gelir değil

Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil
Aşksız adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil

Eksik olman ehillerden, kaça görün cahillerden
Tanrı bizar bahillerden, bahil didar görür değil

Kara taşa su koyarsan, elli sene ıslatır isen
Hemen taş yine bayağı, hünerli taş olur değil

Taştan çıkar türlü sular, ayağında biter neler
Cahil gönlü taştan beter, cahil gelmez gelir değil

Boz yapalak devlengice, emek yeme erte gece
Onun eşiği gözsepektir, salıp ördek alır değil

Şah balaban şahin doğan, zihi öğmüş onu öğen
Doğan zaif olur ise, doğanlıktan kalır değil

Ol iki cihan güneşi, zahir dünyasın değişti
Cahil onu öldü sanır, ol hod ölmez ölür değil

Yunus olma cahillerden, ırak kalma ehillerden
Cahil ne var mümin ise, cahillikte kalır değil

Evvel, An, Hakim bir Bilinç. Evvel, An, Hakim bir Sevgi...

Anne sütünü düşün sadece. Bebek geldiğinde gelir. Bu apaçık eylem/oluş, örtülemeyecek derecede yeterli apaçık bir Evvel, An, Hakim Bilinci gösterdiği gibi, yine Evvel, An, Hakim bir Sevgi'yi de gösterir. Ve Anne ve Bebek bu Bilgide ve Sevgide yalnızca edilgendirler. Bu oluştaki açık Bilinç ve Sevgiyi o cahil nefs örttükten, gereği kıymeti vermedikten sonra, artık Bilinçsizlikten Sevgisizlikten ve sonucu kendi kendisine Zulmetmesinden başka bundan ne çıkabilir...

Tenzih Makamının Sonu...

Tenzih etmenden Tenzih etmek...

O kadar..

Haller ile film karelerinin sürekli akmasının verdiği coşkuyu birbirine karıştırma... Nefsin değişmesi ile Kalbin değişmesinin farkı...Hal geldi mi dut gibi kalırsın...Ve bu hangi sahnede olursa olsun olur...İşte haller öyle sarmış akıp giderken yönetmen ne kadar aklından gitmedi..O kadar...

Huzurda olduğunun huzurunda olmak ise ne Hal ne Kal ile ilgilidir...Yalnız Huzurda olduğunun ne kadar idrakinde olduğunla ilgilidir...

"E saçmalıyorsun bizde biliyoruz, bi rahatlık ver, sünnetten konuş"..deme..Cahillik etme..

"..Allah aksırmaktan hoşlanır, esnemekten hoşlanmaz..."

S.a.v.

Huzurda olmanın verdiği huzur...Gevşeklik değil..Ne kadar amel edersen Resul'ün s.a.v. bildirdikleriyle...O kadar..Yoksa şu kardeşin nasihat sevdalısı değil...

Müzik Hal için araçtır.. Amaç değil.. Amaç Allah'ın Huzurunda olmanın idrakidir.. Müzik ne kadar amaçtan uzaklaşırsa o kadar haramdır..Bu, Haram oluşu hakkında kesin bir bildirme olmadığı için böyledir..Gevşemeye sebep olsun diye değil...

Belki Birdenbire Bir İnayet Yetişir. Ben Böyle Beklenilmeyen İnayetlerin Kölesiyim...

Bunların hepsini söyledik ama Allah inayetleri olmadıkça Allah yolunda hiçiz, hiç!
Allah’ın ve Allah erlerinin inayetleri olmazsa...melek bile olsa defteri kapkaradır. Ey Allah, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık degil. Bu kadarcık irşat kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün. Ezelde bağışladığın irfan katrasını, denizlerine ulaştır.Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar! Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et! Gerçi rüzgârlar, onu kurutsa, mahvetse bile sen, onlardan tekrar kurtarmağa ve almağa kâdirsin. Havaya giden, yahut yere dökülen katra, senin kudret hazinenden nasıl kaçabilir? Yok olsa, yahut yokluğun yüz kat dibine girse bile sen onu çağırınca başını ayak yapıp koşar. Yüzbinlerce zıt, zıddını mahveder; sonra senin emrin yine onları varlık âlemine getirir. Aman ya Rabbi! Her an yokluk âleminden varlık âlemine katar katar yüz binlerce kervan gelip durmakta! Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o uçsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar.
Yine sabah vakti, o Allah’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar. Güz mevsiminde o yüz binlerce dallar, yapraklar; bozguna ugrayıp ölüm denizine giderler. Kara kuzgun; yaşlılar gibi siyahlar giyinerek bağlarda, yeşilliklerin matemini tutar. Varlık köyünün sahibinden, yokluğa, “Yediklerini geri ver” diye tekrar ferman çıkar.

***

Belki birdenbire bir inayet yetişir. Ben böyle beklenilmeyen inayetlerin kölesiyim...

M.C.R (k.s.)

* Haram Tatlıdır. Herşeyi yaratan Allah'tan daha tatlı değil..

Hakîm-i Senâî’nin “ Seni yoldan alıkoyan şey; ister küfür sözü olsun, ister iman…Seni dosttan uzak düşüren nakış; ister çirkin olsun, ister güzel… ikisi de birdir” sözü ve Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vessellem’in “ Sa’d,çok kıskançtır, ben Sa’d’dan daha kıskancım, Allah ise benden de kıskançtır.Kıskançlıgından dolayı görünür, görünmez bütün kötülükleri haram etmiştir* “ hadîsi..

M.C.R (k.s.)

***

* Haram Tatlıdır. Herşeyi yaratan Allah'tan daha tatlı değil..

Başka...

Bana kıstığın şu hünerli göz kapakları... Başı bozukluktan mı... Evet.. Hayır… Bu evet ile hayır arasında pek uzun bir mesafe var...

Ruh...

Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en asagılıklara, su ve çamura dogru gittin...

M.C.R. (k.s.)

Nerede Sende O Tercih ki Beni Göremeyişin Kibirden Olsun...Bu Başlık da Başkasına Ait...

Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur...

M.C.R. (k.s.)

Düşünmezmisin onu sana sevdiren kim?

Sen Aşık olduğunu sandığın kişiye bağlanıyorsun. Onsuz yapamam çok seviyorum diyorsun. Düşünmezmisin onu sana sevdiren kim? Ben seni ; bana sevdireni sevmişim.


Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Allah'ın Vasıflarından...

Aşk kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah'ın vasıflarındandır. Ondan başkasına aşık olmak, geçici bir hevestir...

Mevlana Celaleddin-i Rumi(k.s.)

Deizm/Agnostisizm/Panteizm/Meteryalizm/Putperestlik

Deizm: Tanrı kulaklarına "Ben bi şey göndermedim çocuklar" diye fısıldamış olan çocuklar. Vahy'e inanmamaları enteresan bu anlamda. Sanki Hayata kendi tercihiyle gelmiş (ve başına da istemediği hiçbişey gelmemiş gibi gibi) gibi Dine inanmak için bir gerek aramak. Deist kimse bu tutumuyla henüz Tanrı inancında da düşünsel bir olgunluğa erişemediğini sergilemektedir.

Agnostisizm : Varoluşsal aşkınlık sonucu oluşan zihinsel yorgunluğa bir imdat freni.

Panteizm : Varoluşsal şaşkınlık..

Materyalizm/Putperestlik : "Hele şu işi bir netleştirsek de işimize baksak"..

Budizm : Spor

Ateizm : Varoluşsal zibidilik..

:)

Düşünsel bütünlüğün kurulması sürecinde yaşanan yorgunluğa karşı ya da sonunda kalbin mutmain olmasıyla zikredilecek bir ayet :

EN'ÂM - 91 : ...Size, sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler öğretildi." "Allah" de, sonra onları bırak, boş laflara dalarak oyalansınlar.

(..Allah de, ötesini bırak..)

Esma Tecellileri/Himmet

Himmetleriyle Fakirin acizane onlarda Allah'tan gördüğü ve Allah'ın onlarda cümle sevenlere aşikar kıldığı Esma Tecellileri..

Abdulkadir Geylani (k.s.) : Hayy, Hu, Hakk, Azim, Kavi, Kahhar, Aliyy, Zü'l-Celali Ve'l-İkram, Cabbar, Gani, Vedud, Kuddus, Mütekebbir, Selam, Cemil, Ahad, Kadir, Samed, Hadi, Ekber, Muiz, Celil, Vekil, Hafız, Bais, Mümit, Veli, Rauf, Metin, Muktedir, Macid, Baki, Nur, Allah

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) : Vahid, Ahad, Alim, Cami, Aziz, Cemil, Kuddus, Gani, Subhan,(Cömert), Kerim, Gayyur, Vedud, Ekber, Mürid, Kadir, Berr, Samed, Şehid, Müheymin, Hafız, Halim, Muiz, Vehhab, Mümin, Bais, Macid, Hakim, Muhyi, Muhsi, Hamid, Metin, Nafi, Mukaddim, Muaahhir, Mütaali, Mani, Reşid, Baki, Hakk, Kahhar, Selam, Allah

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) : Vedud, Hayy, Hakk, Rahman, Cemal, Cemil, Settar, Aziz, Selam, Rauf, Hadi, Kerim, Fettah, Rafi, Hafıd, Kadir, Celal, Berr, Şekur, Vehhab, Mümin, Habir, Latif, Vekil, Muhyi, Metin, Mukaddim, Muaahhir, Macid, Vali, Muğni, Nur, Allah

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûk Es-Serhendî (k.s.): Hayy, La ilahe illallah, Rahim, Cemil, Cabbar, Gani, Alim, Selam, Gayyur, Şekur, Fettah, Vahid, Berr(Kayıran), Berr, Ferd, Hasib, Celal, Şehid, Kerim, Müheymin, Hafız, Halim, Kuddus, Mümin, Habir, Celil, Vekil, Hakim, Muhyi, Hamid, Veli, Mukaddim, Muktedir, Vacid, Tevvab, Vali, Mani, Rauf, Reşid, Baki, Nafi, Hakk, Allah

***

Allah onlara en mükemmel selamıyla selam etsin, himmetlerini sevenlerinden eksik etmesin. Amin.

Edebin Birliği...

O, Peygamberlerinin Fazileti için Zalimlere kıymadı. Bu zulüm dediğin, Zalimin kendi kendine ayıbı..O gösteriş yapmaz..Âdil-i Ekber'dir..Musa doğruluk gözetti ise, bu kendisinin ayıbı değil!..Bak Firavun'a nasıl muamele olundu, Musa'nın (a.s.) edep edemediği Hızır'a nasıl?...

Sıdk ile Söyle Hangisini Dilerdin ?

Nihayet sana bir çift söz söyleyeyim: Bu halk nifak yolu ile konuşmaktan, ikiyüzlülükten hoşlanırlar. Doğru sözden sıkılırlar. Birine desem ki: «Sen çağı mızın tek büyük adamı, biricik şerefli insanısın,» şüphe yok ki hoşuna gider, ellerimi yakalayarak, «Sizi çok özlemiştim, kusurum çoktur,» gibi iltifatlarda bulunur. Halbuki geçen sene onunla dosdoğru konuşmuştum, bana düşman oldu. Bu şaşılacak bir şey değildir. Çünkü halk ile ikiyüzlülük yönünden geçinmek ister. Tâ ki,
onlarla birlikte hoşlukla vakit geçiresin. Ama böylece doğruluk yolunu tuttun mu dağlara, kırlara kaçmak gerektir. Eğer o sözü kabul edersen, sana o gün bir acıma hali gelir; sana bir çok devlet ve saadetler yüz gösterir. Çünkü onu ulular, niyaz ve
yalvarma yolu ile dinlersen, bu meclis hoşuna gider. Dervişin hayalinde bu dernek hoş görünür; her vakit onu hatırlar, gönlü ona yönelir ve o meclisten ürkmez, gönül rahatlığına kavuşur.

Hz Şems-i Tebrizi (k.s.)

Ben Senin Kapında Toprak Gibi Oturmuşum..

Senin yanında âşıklar kanatlanır uçarlar, Gözlerinden ciğer kanı saçarlar. Ben senin kapında toprak gibi oturmuşum. Yoksa başkaları rüzgâr gibi gelip geçerler.

Hz Şems-i Tebrizi (k.s.)

Tüm Edebsizlere Hak Söz

Kendisi Firavunu oynar, enseme vurup Sabır şovu bekler..Bu alemi sen hakikaten mi tiyatro sandın? Sen müslümanım diyorsun da enseme niye vuruyorsun edebsiz..Mazeret etmiş günahına meşrebi; şeytanın oyuncağı olmuş haberi yok..Ulan sen kimsin ! Hem müslümanım der, sünnetten eser yok üzerinde, hem Rab kesilir kulusun gibi senden fazilet bekler..

“İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin Allah'ım?” (A`raf-155)

Maksudu Allah olan kul/Sahv(Uyanıklık)

Maksudu Allah olan kul, darlık anında hemencecik "Darlık veren de ancak Sensin" demedikçe Allah'a yakin bulamaz.. Verilen Makamın gereği edeble hareket etmeyen kul müşküle düşer.. Dayandığı sebeplerden hemencecik başını kaldırıp da ne an uyandı(Sahv)böyle deyiverdi, hemencecik Yakine döner..

Ballar balını buldum kovanım yağma olsun

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim günahım yağma olsun

İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun

Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun

Yunus Emre (k.s.)

Ey Oğul!.

Ey Oğul!.

Yaptığın amellerde ki kasdın nereyedir?
Sen Hakkın nezdinde takdim ettiklerinden başkasını bulamazsın.
Halbuki sen bütün menzilleri bildin.
Ya tam bir kul veya noksan bir kul.
İşte bu tilâveti güzelce tefekkür et.
Hayatının bütün safhalarında o tilâveti kendi nefsine uygula!.

Billahi, Lillâhî, Mallâhi, Fillahi, İlâllâhi ve Anillâhî hareket et.

Hep tâyin edilen bu sınır üzere ol!

Bütün hareketlerinde Billahi, Lillâhî, Mallâhi, Fillâhî, İlâllâhi ve
Aniliâhî olmaya gayret göster!

Şimdi bu kelimelerin mânâlarını izah edelim ki Murid kendi nefsini
hangi mertebede olduğunu gözetebilirsin.

Billâhî; Hakkın kulun yaptığı bütün işleri üstlenmesi,

Lillâhî; kulun işlediği herşeyi yalnız Allah için yapması,

Mallâhî; müşâhade ve murakabe de hep Allah ile olduğunun
şuurunda olmak,

Fillâhî; Allah'ın sanat eserlerini tefekkür etmek,

İllallah!; yalnız Allah'a yönelmek ve Onu kasd etmek,

Anillâhî; sadece Allah'a karşı mükellef bulunmak.

işte Ey Oğul!.. Hakk'ça okuman böyle olmalı.

«(Zira O) gizliyi de gizlinin daha gizlisini de bilir.» (Tahâ Sûresi, Âyet:7)

Onun razı olmadığı bir ameli sende müşâhâde etmesin.

Ey Oğul!.

Senin fiilini de, âlemde olup biten herşeyi icâd eden faili hakîki 'O'dur. Böyle olmasına rağmen, Hakka karşı hep edebini takın ve hazret-i ilâhinin iktiza ettiği tâ'zîm ve saygıda kusur etmemeye gayret sarf et.

Bil ki; Ey Oğul!.

İnsanların işledikleri fiillerin tamamını Allah Subhânehû yarattı. O fiilleri Mahmud ve Mazmum olmak üzere ikiye ayrıdı. Mahmud ilâhî övgüye mazhar olan fiillerdir. Mazmum da ilâhî yermeye müstehâk olan fiillerdir. Öyle ise bulunduğun an içinde işlemekte olduğun amellere bak, eğer o amel mazmum ise, bil ki sen o anda gazaba uğramışlardansın. Ve Allah'a yönelerek nasuh tövbe et. Eğer işlemek arzusunda olduğun amel Mahmud ise, bil ki sen Mahbub'sun ve buna şükürle mukabelede bulun.

Ey Oğul!.

Hakkın razı olmadığı bir amel işlemek işlediğinde kendi nefsine zem etmek ve taksirlikte bulunmakla sorgula. Zira sen böyle davranmakla Hakk tarafından mükâfatlandırılırsın. Bilâkis bu davranış Tevhidin de hakikâtidir. Zira edebli olmayı gerektirmeyen Tevhîd Tevhîd değildir. Eğer kusurların senden türediğini görmezsen, o kusurlardan dolayı nefsini yadırgamazsan ve işlemiş olduğun o kötülüklerden pişman olmazsan senin tevben sahih değildir. Tevbe etmediğin zaman da sen Mahbub olamazsın. Ve bu hakikâtlerden de dünyada ne de âhırette sana hiçbir fâide vermez.

Ey Oğul!.

Okumakla tâbir ettiğimiz fiilîn Billâhî Mertebesiyle sudur ederse, sen Mahv sahibi müşahade edicisin.

Fiilin Ma'llâhi Mertebesiyle zahîr olursa sen hâl sahîbi muridsin. Fiilin

Fillâhî mertebesiyle mevcûd olursa, sen İsbât sahibisin.

Fiilin İllâllahi Mertebesiyle vaki olursa, Himmet sahibi Arifsin.

Bu makamları Allah Subhânehû bize ve sizlere müyesser kılsın.
Hepimizi bütün afatlardan muhafaza eylesin. AMİN.

Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri (ks)

Tasavvuf/Vehim

Vehmin tasallutuna uğrayan adamın durumu, iki yüksek duvarın üstüne bir karış enindeki tahtayı koyup bir duvardan diğerine geçmek isteyen şahsın haline benzer.
Bu adam iki duvar arasına koyduğu tahtanın üstüne çıktığında altına bakar ki çok yüksekte olduğunu anlar. Ve hep hayâlinde şimdi düşerim diyerek hayâl kurar...
Artık öyle bir hâle giriftar olur ki o yükseklikten yere çarpı verir. Halbuki bu adam daha önceleri bir parmak kalınlığındaki bir nesnenin üstünde o yüksekliklerde yürürdü. Ve onun düşmesi vakî değildi. Vehim, olmamış bir şeyi olmuş gibi kabullenmektir. Bu adam mevhum düşmeyi hayâline sokup sonunda gerçekleştirdi.

Müridlere araz olan hallerde bu bölümdendir.

Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri (k.s.)

TASAVVUF ISTILAHLARI KİTABI

TASAVVUF ISTILAHLARI KİTABI

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Bismillahirrahmanirrahim..

Âlemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun. Selam seçtiği kullarının üzerine olsun, ey samimi dost, seçkin cömert kişi Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun. İmdi.. Allah ehli muhakkik sufilerin kendi aralarında kullandıkları ıstılahları şerh etmemizi istedin. Çünkü zahir ve rüsum alimleri size bizim eserlerimizden, tarikatımızın mensuplarının yazdığı eserlerden sorular soruyorlar. Bununla beraber onlar, bizim kendi aramızda kullandığımız lafızları bilmezler. Biz bunları kullandığımız zaman birbirimizi anlarız. Nitekim her ilim dalının kendine has bir terminolojisi vardır. Ben de senin bu talebine cevap verdim. Fakat bütün lafızları açıklamadım. Bunların içinde bazılarını önemlerine binaen seçtim. Bu açıklamaların ışığında anlaşılacak başka ıstılahları ayrıca açıklamadım. Nitekim bunlara kısaca göz atanlar istiare ve teşbih boyutlarını derhal fark eder. bu ıstılahları maddeler halinde sunduk. Allah'ın lütuf ve keremiy-le destek ve faydayı Ondan bekliyoruz ve Ondan başka Rab yoktur.

El-Hacis: Bunu akla ilk gelen düşünce olarak açıklarlar. Rabbani bir düşüncedir.
Kesinlikle yanlış olmaz. Sehl buna ilk sebep ve düşüncenin kalıbını kırması adını verir. Bu ilk düşünce nefiste tahakkuk ettiği zaman irade; üçüncü kez vuku buluşuna hemm (akıldan geçirilen şey); dördüncü vuku buluşuna azim adı verilir. Fiile yöneldiğinde, fiili işleme niyeti aşamasında kast etme, fiile başlama aşamasında ise niyet olarak isimlendirilir.
El-İrade: Kalpte hüzün. Bu ıstılah mutlak olarak kullanılır ve bununla temenni etme
anlamında irade anlamı kast edilir ki, temenni de ondan bir parçadır. Tabiatın ve taalluk eden hususların iradesine nefis payı, hakkın ve taalluk ettiği şeylerin iradesi de ihlas olarak isimlendirilir.
El-Mürid: İradeden tamamen soyutlanmış kimse. Ebu Hamid şöyle tanımlar: Kendisi
hakkında isimler sahih olan ve isim aracılığıyla her şeyden kopup Allah'a yönelen kimse.
El-Murad: İradesinden çekilip koparılan ve her işi hazırlanan kimse. Bu kimse bütün
şekilleri ve makamları zahmetsiz aşar.
Es-Salik: Makamları ilmiyle değil, haliyle geçen kimse. İlim onun aynıdır.
El-Musafir: Fikriyle manevi alanlarda yolculuğa çıkan kimse. Bu yolculuk ibret alma
mahiyetindedir. En yakın uçtan en uzak uca yolculuk eder.
Es-Sefer: Kalbin zikirle Hakka yönelmesinden ibarettir.
Et-Tarik: Hak tarafından ruhsatsız meşru kılınmış merasimleri demektir.
El-Vakt: Hal zamanındaki halinden ibarettir. Geçmiş ve gelecekle bir ilgisi yoktur.
El-Edeb: Bazen şeriatın edebi, bazen hizmet edebi, bazen hakkın edebi anlamında
kullanılır. Şeriatın edebi, şeriatın belirlenmiş şekillerinin ötesine geçmemek; hizmet edebi, görüntüsünde fena bulup ileri gitmek; hakkın edebi, kendi görevlerinle onun hakkını bilmen demektir. Edib, faaliyet, çalışma ehlidir.
El-Makam: Zahiri merasimlerin hakkını tam anlamıyla ve eksiksiz bir şekilde yerine
getirmek demektir.
El-Hal: Çalışma yapılmaksızın ve celbetme çabası vermeksizin kalbe varit olan
durum. Bunun şartı, ortadan kalktığında onun yerini birbiri ardına misallerin almasıdır, ta ki kalb saflaşıncaya kadar. Bazen yerini bir misal almayabilir. Bu noktada ihtilaf baş göstermiştir. Kendisini misal takip eden kimseler onun devamlılığını, kendisini misal takip etmeyen kimse de devamlı olmayışını savunmuştur. Bazıları şöyle demişlerdir: Hal, vasıfsız bir şekilde kulun zerinde olur.
et-Tahkim: Velinin mertebesinden dolayı gördüğü bir husustan hareketle gördüğünü
izhar etmeyi tercih etmesi demektir.
El-İnziac: (Endişelenme/huzursuzluk) Va'zm müminin kalbi üzerindeki etkisine denir.
Bazen mutlak olarak kullanılır ve bununla vecd ve üns maksadıyla harekete geçme anlamı kast edilir.
Eş-Şeriat: Kulluktan ayrılmamaya başlamak demektir.
Eş-Şath: Ciddiyetsizlik ve iddia sezilen söz demektir. Muhakkiklerden nadiren böyle
ölçüsüzlükler sadır olur.
El-Adl ve Yaratılış Aracı Hakk: Yüce Allah'ın yarattığı ilk mahluktur ve buna bir
ayette şöyle işaret edilmiştir: "Ve ma halakna's semavati ve'l arde ve ma beynehuma illa bil hakki: Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan varlıkları hakk ile yarattık."
El-Efrad: Kutbun nazarının dışında kalan adamlara denir.
El-Kutb (Gavs): Bütün zamanlarda âlemde Allah'ın nazarının yeri olan tek kimsedir.
İsrafil'in (a.s) kalbidir.
El-Evtad: Dört kişidirler. Menzilleri âlemdeki dört rükün menzil üzeredir. Doğu, batı, kuzey güney. Her birinin makamı bu yönlerden biridir.
El-Budela: Bunlar yedi kişidir. Bir kavimden ayrılan kimse, yerinde kendi suretinde
canlı bir beden bırakıyorsa ve kimse onun kaybolduğunu anlamıyor-sa, işte bu kimse
Bedil'dir, başka değil. Bunlar İbrahim'in (a.s.) kalbi üzeredirler.
En-Nukaba: Nefislerin gizliliklerini ortaya çıkaran kimselerdir. Üç yüz kişidirler.
En-Nuceba: Kırk kişidirler. Halkın yüklerini taşımakla meşguldürler. Sadece
başkasının hakkı ile ilgili tasarrufta bulunurlar.
El-İmaman (İki İmam): Bunlar iki kişidirler. Birisi Gavsın sağında oturur ve melekuta bakar. Diğeri ise solunda oturur ve mülke bakar. Bu arkadaşından daha üstündür. Gavsın yerini bu alır.
El-Umena: Bunlar Melamilerdir. (İç âlemlerini dışlarında sergilemeyen kimseler)
El-Melamiyyetu: İçlerindeki hallerinden zahirlerine bir tek etki yansımayan
kimselerdir. Taifenin en üstünleridirler. Öğrencileri yiğitliğin çeşitli tavırlarını sergileyip dururlar.
El-Mekan: Sergilerde bulunan menzile denir. Bu da sadece makamları ve halleri
gerçekleştiren, orayı aşıp celal ve cemal üstündeki makama geçen kemal ehli olanlar
içindir. Onların ne sıfatı vardır, ne özelliği.
El-Kabz: Vakitte korku haline denir. Bazılarına göre kalbe varit olan ve onu azar ve
edeblendirmeye işaret etme durumunda bırakan olgudur. Bazılarına göre de vaktin
varitlerinden biridir.
El-Bast: Bize göre her şeyi içine alan, ama hiçbir şey tarafından içine alınamayan
kimsenin halidir. Bazılarına göre reca (umut) halidir. Bazılarına göre kabul, rahmet ve ünsiyete yönelik işaretin gerektirdiği bir durumdur.
El-Heybet: Allah'ın celalini müşahede etmenin kalb üzerindeki etkisidir. Bazen
cemalden de kaynaklanabilir. Yani celalin cemalinden.
El- Üns: İlâhî huzurun cemalini müşahede etmenin kalb üzerindeki etkisine denir. Bu
da celalin ce-milidir.
Et-Tevacud: Vecd halini isteme. Bazılarına göre , vecd olmadığı halde vecd halini
izhar etmeye denir.
El-Vecd: Kalbin müşahedesinden kaybolmuş hallerden bazısına rastlaması hali.
El-Vücud: Vecd'de hakkı bulma.
El-Celal: İlâhî huzurdan yansıyan kahır özellikleri.
El-Cemal: İlâhî huzurdan kaynaklanan rahmetin özellikleri ve lütufları.
El-Cem: Halksız hakka işaret etme.
Cem'ul Cem: Bütünüyle Allah'ta tükenme isteği.
El-Fark: Hak olmaksızın halka işaret etmek. Bazılarına göre kulluğu müşahede
etmektir.
El-Beka: Kulun, Allah'ın her şey üzerinde kaim olduğunu görmesi.
El-Fena: Kulun, Allah'ın bir illet üzerine kaim olduğunu görmesi.
El-Gaybet: Hissin kendisine varit olan şeyle meşgul olmasından dolayı kalbin,
halkın halleriyle ilgili olarak gelişen olaylara dair bilgiden uzaklaşması.
El-Huzur: Gaybeti esnasında kalbin Hakk ile huzurda olması.
Es-Sahv (Uyanış): Hassaların, gaybetten sonra güçlü bir vürutla kendilerine
dönmesi.
Es-Sekr (Sarhoşluk): Güçlü bir varitle yitip gitme, kaybolma.
Ez-Zevk (tatma): İlâhî tecellilerin görünmeye başlamasının ilk anı.
Eş-Şurb (içme): Tecellilerin ortası.
Er-Rey (kanma): Tecellilerin her makamdaki son merhalesi.
El-Mahv (Silinme): Adet vasıflarının ortadan kalkması. Bazılarına göre illetin zail
olması demektir. Kimine göre, hakkın gözlediği ve nefyettiği şey anlamındadır.
El-İsbat: Kulluk hükümlerini ikame etme. Kimine göre bağların ikamesi anlamındadır.
El-kurb (yakınlık): İtaatle kaim olmak. Kabe Kav-seyn hakikatine de kurb denir.
El-Bu'd (uzaklık): Muhalefetler üzerine kaim olmak. Bazen uzaklık senden
kaynaklanır ve hallere göre değişiklik gösterir. Hallerin karinelerinin irade ettiği şeylere delalet eder. aynı durum kurb (yakınlık) için de geçerlidir.
El-Hakikat: Senin vasıflarının etkilerinin, Onun vasıfları aracılığıyla senden
uzaklaştırılması demektir. Çünkü seninle sende ve senden olmak üzere fail olan Odur, sen değilsin. "M amin dabbetin illa huve ahizun bi nasiyetiha: Yürüyen hiçbir varl ık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın."
En-Nefes: Yüce Allah'ın, kıvılcımlarını söndürsün diye kalbin ateşine musallat kıldığı bir ruhtur.
El-Hatır: Kalbe ve vicdana varit olan rabbani, melekî, nefsanî veya şeytanî telkin. Ki kalıcı değildir. Bu telkinler, bazen senin hiçbir çaban olmadan varit olurlar.
İlme'l Yakin: Delilden anlaşılan ilim.
Ayne'l Yakin: Müşahede ve keşiften anlaşılan ilim.
Hakka'l yakin: Gözlemlenen şeyden irade edilen hususun ilimde hasıl olması.
El-Varid: Kişinin çabası olmaksızın kalblere varit olan övgüye değer telkinler. Kalbe varid olan her telkine karşılık olarak kalbe bir isim verilir.
Eş-Şahid: Müşahede sonucu, müşahede edenin kalbinde meydana gelen etki.
Gerçekte kalbin müşahede edilenin sureti olarak algıladığı, zaptettiği şeydir.
En-Nefs: Kulun vasıflarından malum olanlar.
Er-Ruh: Gayb ilminin özel bir surette kalbe ilka edilmesinin karşılığı olarak kullanılır.
Es-Sırr: İlmin sırrı denildiği zaman, bu ilmi bilen alimin hakikati , halin sırrı denildiği zaman , bundaki Allah'ın muradını bilme, hakikat sırrı denildiği zaman da işaret edilen şey kast edilir.
El-Veleh (kendini kaybetmek): Aşırı vecd.
El-Vakfe (Duruş): İki makam arasında hapsedilme.
El-Fetret: Başlangıçtaki yakıcı ateşin sönmesi hali.
Et-Tecrid: Masivanın ve kevnin kalbten ve sırdan uzaklaştırılması.
Et-Tefrid: Hak ile kendinle beraber durman.
El-Latife: Zihinde parlayan anlamı ince her işaret. İbareye sığmaz. Bazen nefs-i
natıka'nın karşılığı olarak kullanılır.
El-İllet: Hakkın kulunu bir sebepten dolayı veya sebepsiz uyarması.
Er-Riyazet: Edeb riyazeti, nefsin tabiatının dışına çıkmaktır. Taleb riyazeti, irade
edilenin şahinliğinin ifadesidir, kısacası, nefsi ahlakın arındırılmasından ibarettir.
El-Mücahede: Nefsi bedenî meşakkatlere ve her durumda hevaya muhalefet etmeye
zorlamak demektir.
El-Fasl (ayrılık): Sevgilinden ümit ettiğin gıdadır. Bize göre, birlik halinden sonra ondan ayrılman demektir.
Ez-Zihab (gidiş): kalbin, kim olursa olsun sevgilisi müşahede etmesinden dolayı
hissedilme özelliğine sahip olan hiçbir şeyi hissedemeyecek şekilde kaybolmasıdır.
Ez-Zaman: Sultan, hakimiyet, delil.
Ez-Zacir (meneden): Müminin kalbindeki hakk öğütçüsü. Davetçi.
Es-Sahk (ezilme): Senin terkibinin kahır ve baskı altında dağılıp gitmesi.
El-Mahk (iptal edip belirsiz kılma): Seni yok eden şeyden seni gizleyen her şey.
Bazılarına göre, kevnin bahsedilmesi demektir. Bazen adetlerle beraber olmaya da denir. Ya da amellerin neticeleriyle beraber oluşa da denir.
Et-Tecelli: Kalblere açılan gaiblerin nurları.
El-Muhazara: Kalbin daima burhan akışının huzurunda oluşu. Bize göre, isimlerin
üzerinde bulundukları hakikatlerle kalblerde cari oluşu demektir.
EI-Mukaşefet: Kahır sonucu tevbenin tahakkuk edişinin karşılığı olarak kullanılır.
Halin fazlasıyla tahakkuk edişinin karşılığı anlamında da kullanılır. Ya da işaretin tahakkuk edişinin karşılığı olarak.
El-Müşahede: Eşyayı tevhid delilleriyle görmek demektir. Hakkı eşyada görmeye de
denir. Şüpheden uzak bir şekilde gerçekleşen yakin hakikati anlamında da kullanılır.
El-Muhadese: Hakkın mülk ve şehadet âleminde ariflere hitab etmesi. Ağaçtan
Musa'ya seslenilmesi gibi.
El-Müsemere: Hakkın sırlar ve gaibler âleminden ariflere seslenmesi. "Onu ruhu'l
emin senin kalbine indirdi."
El-Levaih (görüntüler): Zahiri sırlarda görülen halden hale yüceliş özelliği,
görüntüsü. Bize göre, görme organıyla sınırlı olmamak kaydıyla, ama selbi özellikte
olmaksızın göze görülen zati nurlardır.
Et-Tavali (doğuşlar): Marifet ehlinin kalblerine doğan ve başka nurları söndüren
tevhid nurları.
El-Levami (parıldayışlar): İki vakitte ve bundan daha yakın bir zaman diliminde ispat edilen tecelli nurları.
El-Bevade (açığa çıkma): Kalbin, bir ilk çarpılma mahiyetinde birden gayb ile yüz
yüze gelmesi. Bu, sevinme sebebi de olabilir, üzülme sebebi de.
El-Hücum: Senin bir etkin olmaksızın vaktin gücüyle kalbe varid olan hal.
Et-Telvin: Kulun hallerinde intikal edişi. Bir çoğuna göre bu eksik bir makamdır. Bize göre makamların en mükemmelidir. Kulun bu makamdaki hali yüce Allah'ın şu sözünde işaret ettiği hal gibidir: "Külle yevmin huve fi şe'n: O her gün yaratma halindedir."
Et-Temkin: Telvin (çeşitlilik) halinde yerleşiklik kazanma demektir bize göre.
Bazılarına göre ise vusul ehlinin halidir.
Er-Rağbet: Nefsin rağbeti sevaba, kalbin rağbeti hakikate sırrın rağbeti hakka
yöneliktir.
Er-Rahbet (çekinme): Zahiri çekinme, tehdidin tahakkuk etmesinden, batının korkup
çekinmesi ilmin değişmesinden, sırrın korkup çekinmesi önceden bilinenin tahakkuk
etmesinden kaynaklanır.
El-Mekr: Allah'ın emirlerine muhalefet eden kimsenin bu halinin devamına rağmen
nimetlerin ard arda gelmesi. Kötü edebin varlığına rağmen halin devam etmesi. Emir ve sınır olmaksızın işaret ve kerametlerin izhar edilmesi.
El-İstilam (kökten kesilme): Hüznün derin üzüntünün özelliği. Kalbe varid olur ve
kalb onun hakimiyeti altında sakin olur.
El-Gurbet: Maksudun peşinde vatandan ayrılmak anlamında kullanılır. Bazılarına
göre, içinde hakiki nüfuz olması nedeniyle halden gurbet vardır. Yine marifetten
kaynaklanan dehşetten dolayı haktan gurbet vardır.
Et-Telvin: Kulun hallerinde intikal edişi. Bir çoğuna göre bu eksik bir makamdır. Bize göre makamların en mükemmelidir. Kulun bu makamdaki hali yüce Allah'ın şu sözünde işaret ettiği hal gibidir: "Külle yevmin huve fi şe'n: O her gün yaratma halindedir."
Et-Temkin: Telvin (çeşitlilik) halinde yerleşiklik kazanma demektir bize göre.
Bazılarına göre ise vusul ehlinin halidir.
Er-Rağbet: Nefsin rağbeti sevaba, kalbin rağbeti hakikate sırrın rağbeti hakka
yöneliktir.
Er-Rahbet (çekinme): Zahiri çekinme, tehdidin tahakkuk etmesinden, batının korkup
çekinmesi ilmin değişmesinden, sırrın korkup çekinmesi önceden bilinenin tahakkuk
etmesinden kaynaklanır.
El-Mekr: Allah'ın emirlerine muhalefet eden kimsenin bu halinin devamına rağmen
nimetlerin art arda gelmesi. Kötü edebin varlığına rağmen halin devam etmesi. Emir ve sınır olmaksızın işaret ve kerametlerin izhar edilmesi.
El-istilam (kökten Kesilme): Hüznün, derin üzüntünün özelliği. Kalbe varid olur ve
kalb onun hakimiyeti altında sakin olur.
El-Gurbet: Maksudun peşinde vatandan ayrılmak anlamında kullanılır. Bazılarına
göre, içinde hakiki nüfuz olması nedeniyle halden gurbet vardır. Yine marifetten
kaynaklanan dehşetten dolayı haktan gurbet vardır.
El-Himmet: Kalbin arzulara yönelip her şeyden soyutlanması anlamında kullanılır.
Mürid sıddıkıyetine(doğruluğuna) sahib kimse için kullanılır. Yine ilhamların saflığı ile beraber gerçekleşen himmetlerin cemi için de kullanılır.
El-Gayret: Hadler aşıldığı zaman hakkın bir gayreti vardır. Sırları ve gizlilikleri
saklamanın karşılığı olarak kullanılan bir gayret de vardır. Hak gayretini evliyasına has kılmıştır. Veliler has kılınanlardır.
El-Hürriyet: Kulluk hukukunu Allah için ikame etmek. Bu hukuku ikame eden kimse
Allah'tan başkasından azadedir, hürdür.
El-Mutalaa: Hakkın doğrudan veya onların isteği üzerine kevndeki hadiselere ilişkin
olarak ariflere ilham ettiği şeyler.
El-Futuh: Bir, zahirde gerçekleşen ibare açılışı (futuhu), batında gerçekleşen halavet futuhu ve mükaşefe futuhu vardır.
El-Vasl: Kaçanı yakalamak.
El-ism: Vakit içinde ilâhî isimlerden kulun haline hakim olan isim.
El-Vesm: Ezel olanla ebede cari olan özellik, sıfat.
Ez-Zevaid: Gabya iman ve yakin fazlalığı.
El-Hıdır: Bununla bast (açılma) hali ifade edilir.
El-Ye's: Bununla kabz (tutulma) hali ifade edilir.
El-Gavs: Ayniyle zamanın bir tanesidir. Ancak vakit geldiğinde onun inayetine iltica
duygusu verilir.
El-Vakıa: Hangi yolla olursa olsun, hitap ya da misalle o alemden kalbe varit olan
şey.
El-Anka: Yüce Allah'ın içinde yine kendisi aracılığıyla alemin bedenlerini açtığı hava.
El- Varka: Küllî nefis. Levh-i Mahfuz.
El-İkab: Kalem. Akl-i evvel (İlk akıl)
El-Gurab: Küllî cisim.
Eş-Şecere: İnsan-i Kamil.
Es-Semseme: İbareden sızan ince marifet.
Ed-Durretu'l Beyda (Beyaz inci): Akl-i Evvel.
Ez-Zumurrede (Zümrüt): Küllî nefis.
Es-Sebhe: Heba. Rüzgarın savurduğu toz.
El-Harf: Dil. Hakkın sana hitap ederken kullandığı ibareler.
Es-Sekine: Gaybin inişi esnasında içinde hissettiğin mütmainlik hali.
Et-Tedani: Mukarrebinin (Allah'a yakın olanların) miracı.
Et-Tedella: Mukarrebinin inişi. Ayrıca tedani sırasında hakkın onlara inişi anlamında da kullanılır.
Et-Terakki: Hallerde, makamlarda ve marifetlerde intikal etme.
Et-Telakki: Haktan sana varid olan şeyleri alman.
Et-Tevella: Ondan kendine dönmen.
El-Havf (korku): Geçmişteki menfi şeylerden sakınman.
Er-Reca (umut): Gelecek ümidi, beklentisi.
Es-Saik (Bayılma): Rabbani tecelli esnasında fena bulma başka biri
El-Halvet: Arada melek veya olmaksızın gizlici hak ile konuşmaközelliklerle
El-Cilve: Kulun halvetten ilâhî çıkması vasıl olmuş
El-Mahda'(aldanma yeri): Kutbun fertlerden gizlendiği yer gizleyen,
El-Hicab: Matlubunu gözünden perdeleyen şey.
En-Nevale (Misafire takdim edilen ilk lokma): Fertlere (efrad denilen zatlar) has
hil'atlar. Mutlak Hil'at anlamında da kullanılır.
El-Ceres (Zil): Hitabın bir tür zorlamayla icmal edilmesi.
El-İttihad (Birleşme): İki zatın bir olması. Bu ancak sayıda olabilir. O da haldir.
El-Kalem: Tafsil bilgisi.
El-Enaniyet (Benlik): "Ben" demen.
En-Nun: İcmal ilmi.
El-Hüviyet: Gayb alemindeki hakikat.
El-Levh: Bilinen bir sınıra kadar ertelenmiş tedvin ve yazı mahalli.
El-Aniye (kap): İzafe yoluyla elde edilen hakikat.
Er-Ruhune (hafiflik/düşüncesizlik): Tabiatla beraber olma, ötesine geçememe.
El-İlâhîyye: Beşere nispet edilen tüm ilâhî isimler.
El-Hatem: Ariflerden bazılarının kalblerinin üzerindeki hakkın alameti.
Et-Tab'u: Her şahısla ilgili olarak önceden malum olan bilgi.
El-Aliye: Bir meleğe veya ruhaniye izafe edilen tüm ilâhî isimler.
El-Menesse (Gerdek evi): Düğünlerin, ziyafetlerin düzenlendiği mekan. Ruhanî
tecellileri.
Es-Siva: Öteki, (Allah'tan) başkası.
El-Cesed: Ateş veya nur menşeli bir cisimde zuhur eden her ruh.
En-Nur: Kevni kalpten kovan her ilahî vürut.
Ez-Zulmet (Karanlık): Bzzat bilme için kullanılır. Çünkü bu bilgiyle beraber başkası
keşfedilmez.
Ed-Diya (Ziya, ışık): Hakkın gözüyle aynları görme.
Ez-Zillu (gölge): Hicabın gerisinde rahatlığın varlığı.
El-Kişr: Muhakkik'in özünü kendisine tecelli eden şeylerin etkisiyle bozulmaktan
koruyan her ilim.
El-Lubb (öz): Kevnle ilgili olan kalplerden saklanan ilimler.
El-Umum: Sıfatlar hususunda vaki olan ortaklık.
El-Husus: Her şeyin tekliği.
El-İşaret: Kalbin huzuru ile birlikte yakınlıkla beraber olduğu gibi uzaklıkla da beraber olur.
El-Gayb: Hakkın kendisiyle ilgili değil, seninle ilgili olarak senden gizlediği her şey.
Alemu'l emr (emir alemi): Haktan bir sebep olmaksızın var olan varlıklar. Melekut
karşılığı olarak kullanılır.
Alemu'l Halk (Halk/yaratma alemi): Bir sebep neticesinde var olan varlıklar alemi.
Şehadet (görünen) alemi anlamında kullanılır.
El-Arif ve'l Ma'rife (Arif ve Marifet): Rabbin kendisini gösterdiği ve bunun
neticesinde üzerinde bir takım haller zuhur ettiği kimseye arif, onun haline de marifet denir.
El-Alim ve'l İlm (Alim ve ilim): Allah'ın uluhiyetini ve zatını gösterdiği ve üzerinde herhangi bir hal izhar etmediği kimseye alim, onun haline de ilim denir.
El-Hak: Allah ile ilgili olarak kulun üzerine vacip olan şey ve hakkın kendisi için
gerekli kıldığı şey.
El-Batıl: Yokluk.Adem.
El-Kevn: Varlık sahibi her olgu.
Er-Rida: Hakkın sıfatlarıyla zuhur etme.
Er-Reyn (Kalın örtü) : Eşyada itidal mahalli. '
El-Kemal: Sıfatlardan ve sonuç ve etkilerinden münezzeh olma.
El-Berzah: Manalar alemiyle cisimler alemi arasında görülen alem.
El-Ceberut: Ebu Talib'e göre azamet alami demektir. Bir çoğu ise orta alem
anlamında olduğunu söylemiştir.
El-Mülk: Görülen maddi alem.
El-Melekut: Gayb alemi.
Maliku'l Mülk: emrettiği şeylere dayalı olarak kula karşılığını verme makamında Hak
taala.
El-Muttali: Kevn âlemine bakış. Hakkın gözüyle bakan.
Hicabu'l İzzeti (İzzet perdesi): Körlük ve şaşkınlık hali.
El-Misl (Benzer): İnsan. İnsanın yaratılışına esas olan suret.
El-Arş: Mukayyet isimlerin istiva ettiği yer.
El-Kursi: Emir ve yasak yeri.
El-Kıdem (öncesizlik, ezel): Hak ilmi kapsamında kul ile ilgili olarak sabit olan şey.
El-İyd (bayram/yıldönümü): Amellerin tekrarlan-masıyla kalbe tekrar dönen
tecelliler.
El-Had: Seninle onun arasındaki fasıl, aralık.
Es-Sıfat: Anlamın gerektirdiği nitelik. Alim gibi.
En-Naat: Nispetin gerektirdiği nitelik. Evvel gibi.
Er-Ru'yet: Onu olduğu yerde gözle görme, basiretle değil.
Kelimetu'l Hadra (huzur sözü): Kun (ol) kelimesi.
El-Lusun (Lisanlar/diller): İlâhî açıklamanın ariflerin kulağına ulaşmasında
kullanılan araç.
El-Huve (O): Müşahedesi sahih olmayan (görülmesine imkan bulunmayan) mutlak
gayb.
El-Fehvaniye: Hakkın misal aleminde bizzat yüzleşme yoluyla gerçekleştirdiği hitap.
Es-Seva (Benzer/derk): Hakkın halkta ve halkın hakta gizlenmesi.
El-Ubude (ubudet): Kendini rabbine gösteren kimsenin makamı ubudettir.
El-İntibah (Uyanma): Hakkın inayet yoluyla kulu sevketmesi.
El-Yakaza (Uyanıklık): Hakkın sevketmesi esnasında Allah'ın muradını anlama.
Et-Tasavvuf: Zahiren ve batınen şeriatın adabına riayet etme. Bu, ilâhî ahlaktır.
Güzel ahlaka sahip olmaya ve kötü, bayağı ahlaktan uzak durmaya da denir.
Et-Tecelli: İlâhî ahlakla vasıflanma. Bize göre, kulluk ahlakıyla vasıflanma. Bu tanım daha doğrudur. Çünkü daha tamam ve daha temizdir.
Sırru's Sırri (Sırrın sırrı): Hakkın kuldan ayrı olarak tek başına bildiği hakikat

Bu kelimelerin toplamı yüz doksan sekiz (198)’dir. Müellif (Allah ondan razı
olsun) Malatya şehrinde hicri altı yüz on beş (615) senesinde Safer ayının onunda yazdı. Allah’ın salat ve selamı efendimiz Hz. Muhammed’in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.

Allah’ın hamdederek ve Onun yardımıyla hicri (Hz. Resulullaha salat ve salam
olsun) dokuz yüz doksan yedi yılının rebius-sani ayının üçünde, yani Pazar
gününün öğlen vaktinde yazımı tamamlandı. Âlemlerin rabbi olan Allah’a nimetlerine denk, açık ve gizli fazla bağışlarına eşit şekilde hamdolsun. Değiştirme gücü ve kudret ancak ulu ve azamet sahibi Allah’tandır.

Ruhunun bedeni Gök ve Güneş ışığı olmuşken...

O'nun Zatını Ruhunun bedeni Gök ve Güneş ışığı olmuşken iyice bileceksin...

Ayağını Onun Ayak İzinin Üzerine Koy..

"Hakkı sadece Nebînin (s.a.v) aynasından müşahede etmeyi talep et. Onu kendi aynanda müşahede etmekten veya Nebiyi ve onun aynasına tecelli eden hakkı kendi aynanda müşahede etmekten sakın. Bu, seni en yüksek dereceden aşağıya indirir. Nebiye (s.a.v) tabi olmaktan ve izini takip etmekten ayrılma. Nebinin (s.a.v) ayak izini görmediğin hiçbir yere ayak basma. Eğer yakınlık mekânında yüksek dereceler ve kâmil müşahedeler ehli olmak istiyorsan, ayağını onun ayak izinin üzerine koy. Bana emredildiği gibi bir nasihat olarak sana tebliğ ettim…"

Futuhat
Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.)

Soğuk Sudan Daha Sevimli..

Allah'ım Senden sevgini Seni sevenlerin sevgisini ve beni Senin sevgine ulaştıracak ameli isterim. Allah'ım Senin sevgini bana nefsimden ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.

s.a.v.

Işık Güneşe Kavuşunca..

Dünyaya böylesine aşık olanlar; duvara aks eden ışığın güneşten geldiğini görmeyip, duvara aşık olanlar gibidir. Işığın kaynağı güneşi inkâr edip, duvara gönül verenler; ışık güneşe kavuşunca ebediyyen hüsranda kalır..

Hz Mevlana (k.s.)

Neyzen Tevfik/Tasavvuf

Muhabbetin kalplerde sütlimanlık ya Resulallah, Ağır geldi fakire Müslümanlık ya Resulallah! (Neyzen Tevfik)

Câh ü mevki, kârı çok oldu gözümden düseli, Bunların hiçliğini ben bilerek öğrendim. Simdi de kalmadı nakdin nazarımda kadri, Kirli ellerde görünce, paradan iğrendim. (Neyzen Tevfik)

Felsefemde yok ötem, çünkü sırr-ı vâhidim. Cem-i kesrette yekûnen sıfır-ı mutlak olmuşum. Yokluğumla âşikârım, ehl-i beyt'e âidim. Secdemin seklindeki ism-i Muhammed’e şâhidim.(Neyzen Tevfik)

Tasavvuf...

"Bir kupa su, biraz ekmek ve bir duvar veya ağaç gölgesinden fazlası sebebiyle, Adem oğlu kıyamette hesaba çekilir."

s.a.v.

Cenneti Ümid Etmeye Mecali Kalmazdı

"Mü'min, Allah'ın indindeki azabı bilseydi, Cenneti ümid etmeye mecali kalmazdı. Kafir de Allah yanındaki Rahmeti bilseydi, Cennetten asla ümidini kesmezdi."

Allahumme salli âlâ seyyidina Muhammedi-ninnebiyyi ummiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Zira o akreptir

Cahil yakınlık gösterse de sonunda cahilliğinden ötürü seni incitir. Ahmağın sevgisi ayının sevgisine benzer. Onun kini sevgi sevgisi kindir! Kötülükler deposu olan nefsinizi terbiye edin ve bu hususta gevşeklik göstermeyin. Zira o akreptir.”

Hz Mevlana (k.s.)

Tasavvufun Küfür olduğunu söyleyenlerin, İnkar Edenlerin Kara Cahilliği

“Rabbim, bir göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma”
s.a.v.

Sadece şu hadis bile Tasavvuftaki "Fena" dan başka hangi anlama işaret olabilir ...Tasavvufu ve Tasavvuf büyüklerini inkar edenler kesinlikle kara cahildirler başka bir şey zannedilmesin.

***

>>Allah'ın iradesi dışında<< >>Ondan başka bir şey istemek, >>boş bir temennidir<<..Akılsızlıktır. >>Sakın böyle bir hevese düşme!<< >>Telef olursun<<..>>Helak olursun!<<.. Hakkın merhametinden uzak kalırsın..

Sonuna kadar Allah'ın emirlerini tut!..Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!..Sonuna kadar onun kaderine teslim ol!..Yarattığı şeylerden hiçbirini ona ortak yapma.. Şirk koşma!..

Abdulkadir Geylani Hazretlerinden

Beni Bırakıp da

Yoksa o kafirler, Beni bırakıp da kullarımı kendilerine dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi o kafirlere bir konukluk hazırladık.

Kehf 102

***

Müteşabih ayetler peşinde koşan kafirlerin yapmak istediği eğrilik bu mana üzerinedir.
Yani kafir olanlar ancak kuranı Allah ve kulları dışında yorumlamak ister. Halbu ki Kuranın ve hayatın ancak Allahtan olduğu yine kurandan olarak sadece şu tek ayetle bile apaçıktır.

Bu Vesile ile Allah’tan İsteyebilirsiniz

Allah’ın kullarından ve velilerinden istimdad ettiğniz zaman, göreceğiniz yardımı onlardan değil Allah’tan biliniz. Çünkü bu itikad şirktir. Fakat Allah’ın veli kullarına olan muhabbetine istinaden dilek ve ihtiyaçlarınızı bu vesile ile Allah’tan isteyebilirsiniz. Nice tozlu topraklı ve kapılardan kovulan kimseler vardır ki ! edeceği andı Hak Teala icra eder.(Hadisi Şerif) Yani böyle birisi bir konuda yemin ederse; Hak Teala onu yemininde yalancı etmez, istediğini yapar. Allah Teala bunlara kainatta tasarruf bahşetmiş ve onlara dualarının bereketi ile bazı şeyleri değiştirme ihsanında bulunarak, onları “Ol deyince oluverir” ayetinin sırrına mazhar kılmıştır.

Seyyid Ahmed Er Rufai Hazretleri

Bunların En Hayırlısı, İlim Öğreten Babadır

Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kızını veren baba ve ilim öğreten baba. Bunların en hayırlısı, ilim öğreten babadır.

s.a.v.

Teşbihte Tenzih Tenzihte Teşbih/Aşkın Şeriatı

Yüce Allah hizmet eder; hizmetçi değil..
Sende biliyor; sen bil diye..
Bilmediğinden değil..

* * *

O'na Aşık Aşkının şiddetinden Teşbihe düştü
O'na Aşık Aşkına Vefasından Tenzihe düştü
Hangi kitapta yazdı böyle Aşk ve Aşık olunan!
Nerde görülmüş böyle Aşıklar söyle O Allah Aşkına!
Ya Sevgilinin hangisi daha Aşık?
Kimi Tenzihe kimi Teşbihe düştü
Hepsi de Aşkından helak oldu gitti

* * *

Giysisi tertemiz sevgili öylesine örtülü ki Hiç kimseye hiçbir şeye benzetilemez ki O

Allah'ın bana verdiği rahmete şaştım kaldım,
Umarım siz de şaşar kalırsınız.

Sevme zamanı varolma zamanıdır
Kavuşma zamanıdır, yiyiniz içiniz
Peki o büyük aşk nerede , o unutulmaz dert ?
O büyük tutku? Kafanız karışmadı mı , aklınız nerede ?

Giysisi tertemiz sevgili öylesine örtülü ki
Hiç kimseye hiçbir şeye benzetilemez ki O.

Muhyiddin ibn arabi (k.s.)

O Öyle Allahtır ki Allah O

Baba desen Babanı yaratan O
Aşk desen Aşık olunan O
Aşık desen Aşık eden O
Maşuk desen Maşuk O
O öyle Allahtır
Ki Allah O

Teşbihte Tenzih Tenzihte Teşbih /Aşkın Şeriatı

O'na Aşık Aşkının şiddetinden Teşbihe düştü. O'na Aşık Aşkına Vefasından Tenzihe düştü. Hangi kitapta yazdı böyle Aşk ve Aşık olunan. Nerede görülmüş böyle Aşıklar söyle O Allah Aşkına. Ya Sevgililerin hangisi O'na daha Aşık. Kimi Tenzihe kimi Teşbihe düştü.

>>Allah'ın tarikatı<<

"Biz, tek cümleden fikre karşı çıkıyoruz. Çünkü fikir, karışıklık ve doğruluktan uzaklaşma şeklinde sonuç verir. Geride tek şey kalıyor, o da ilme ancak keşif ve varlık yoluyla ulaşılmasıdır. Fikirle meşgul olmak perdedir. Bizden başkaları buna karşı çıkar. Ama >>Allah'ın tarikatının ehli<< olanlardan hiç kimse buna karşı çıkmaz. Tersine karşı çıkanlar, hallerle ilgili zevkleri olmayan şekil ulemasından oluşan nazar ve istidlal ehli olanlardır. Eğer Eflatun-i ilahi gibi filozoflarınkine benzer hal zevkleri olsaydı, böyle davranmazlardı. Eflatun gibiler ise pek nadirdirler. Onun da tıpkı keşif ve vücut ehlinin çıkış yerine benzer bir çıkış yerinden hareket ettiğini görürsün. Müslümanlar içinde ondan hoşlanmayanların bu tutumlarının nedeni, felsefeye nispet edilmiş olmasıdır. Çünkü bu Müslümanlar felsefe kelimesinin anlamını bilmiyorlar. Hukema, gerçek anlamda Allah'ı bilen, şeyleri ve bu bilinen şeylerin menzillerini kavrayan kimselerdir (…) Filozofun anlamı "hikmeti seven" demektir. Çünkü "sofiya" Yunancada hikmet demektir. "Filo" ise sevgi demektir. Dolayısıyla felsefenin anlamı, hikmet sevgisidir. Aklı olan herkes hikmeti sever. Ancak fikir ehlinin ilahi hakikatlerle ilgili yanlışları doğrularından daha fazladır. İster filozof olsun, ister mutezili
olsun, ister eşari olsun, ister nazar ehli gruplarından birine mensup olsun. Dolayısıyla filozofları sadece isimlerinden dolayı yerilmiş değildirler. Bilakis, kişisel görüşlerine hüküm verdikleri için, ilahi ilimler alanında yaptıkları hatalardan, Resullerin (a.s) getirdikleri bilgilere muhalif şeyler
söylemelerinden dolayı yerilmişlerdir. Çünkü bozuk fikirleri nübüvvet ve risaletin aslına dair yanlış kanaatlere sahip olmalarına sebep olmuştur. Neticede dayandıkları temel yüzünden mesele zihinlerinde karmaşık bir hal almıştır. Eğer hikmeti sevdikleri sırada, onu Allah'tan isteselerdi, fikir yoluyla hikmet elde etmeye kalkmasalardı, her hususta doğruyu bulabilirlerdi. Felsefecilerin dışında kalan mutezililer ve eşariler gibi Müslüman fikir ehline gelince, bunlar İslami
geçmişe sahiptirler, onlar hakkında verilecek hüküm de Müslümanlıkları yönündedir. Sonra kendi anlayışlarına göre islamdan uzaklaşmaya başladılar. Bu yüzden temelde isabetli, ama tevillerine göre açıkladıkları teferruatlarda ise
hatalıdırlar…"

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Yoldaş eriyle yoldadır Yolsuza yoldaş değil...

Dervişlik dedikleri

Hırka ile tac değil

Gönlün derviş eyleyen

Hırkaya muhtac değil

Hırkanın ne suçu var

Sen yoluna varmazsan

Vargıl yolunca yürü

Er yolu kalmaç değil

Girsin şeyhin yoluna

Yalın ayak baş açık

Er var dirlik dirilmiş

Yalınayak aç değil

Durmuş marifet söyler

Erene Yunus Emre

Yoldaş eriyle yoldadır

Yolsuza yoldaş değil

Yunus (k.s.)

Amin..

Allah, Muhammed ve al-i Muhammed hakkı için bizi dünya ve ahirette onun
ilimlerinden faydalandırsın. Hamdolsun Allah'a, uygun kılmasının güzelliğinden
dolayı. O'ndan diliyorum; Yoluna salik olmayı nasip etmesini, Bu yolu tah-kik ehli biri olarak kat etmemi ilham etmesini,Yolunu tasdik etmekten dolayı huzura ermiş mutmain bir kalp bahşetmesini, Önce geçmesini sağlayan özelliklerle donattığı aydınlık bir akıl vermesini, Şereflendirmesinin makamına huzur veren bir sururla koşmayı, Cehaletten uzaklığın mutmainliğini yaşayan bir nefis, fikrin kıvılcım ve şuleleriyle parlayan bir anlayış,Fethin pınarından ve halis şarabından zahir olan bir sır, Neşenin genişliği ve enginliğiyle açılmış bir lisan vermesini, Fani dünyanın çekici süslerinden ve zevk veren cazibesinden beri, yüksek bir
düşünce bahşetmesini, Kevnin batışında ve doğuşunda varlığın sırrını gözlemleyen
bir basiret nasip etmesini, Huzur rüzgarının arındırması neticesi her türlü bozukluktan beri duyular vermesini, Noksanlığın taşkınlığından ve tatbikinden uzak tertemiz bir fıtrat vermesini, Şeriatın egemenliğine ve güvencelerine uyan bir
huy, Toplayıp ayırmaya elverişli bir vakit bahşetmesini...

Salât ve selam Muhammed'e -al-i Muhammed'e ve grubuna, Ondan sonraki halifelere ve yolunu izleyen tabîlerine, Selam ve esenlik onların üzerine. Bil ki, varlıktan ve şühuddan murat Allah'tır ve amaç da O'dur. Ne inkar var ne de rat. O, bana yeter ve O ne güzel vekildir.

Abdullah Muhyiddin İbn.Arabi (k.s.)

Faydalı Bir Arşiv

http://www.youtube.com/user/KuranTalebesi#g/u

Mümin İle Kafir/Necip Fazıl Kısakürek

http://video.google.com/videoplay?docid=4212372618888096810#

Allah bildi...

Yüce Allah hizmet eder; hizmetçi değil..Sende biliyor; sen bil diye..Bilmediğinden değil..

O, erdemlileri en iyi bilendir

Onlar ki günahın büyüklerinden; vebalden, fuhşiyyattan kaçınırlar, ancak ufak tefek kusur başka, şübhesiz ki rabbın geniş mağfiretlidir. Hem sizin her hallerinize a'lemdir, sizi Arzdan inşa ettiği sıra ve sizler analarınızın karınlarında cenînken. Nefislerinizle övünmeyin. O, erdemlileri en iyi bilendir.[Necm 32]

Tasavvuf Büyüklerine Sığınmak Şirk mi..

Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve >>Allah'tan<< ve >>Resûlü'nden<< ve >>mü'minlerden<< başka sır dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' >>kendi halinize bırakılıvereceğinizi mi<< sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Tevbe 16 >>kendi halinize<< terk olunacağınızı mı sandınız? Allah'tan Resulü'nden Müminlerden başka kimseye sığınmayan başkaca sığınacak bir yer aramayanlar *** Tasavvuf büyüklerine bir kere baştan mümin sınıfına sokmamak apaçık bir iftiradır. Ki şu ayeti de hiçe saymaktır: Ey o bütün iyman edenler! Allah yolunda adım attığınız vakıt iyi anlayın dinleyin size islâm selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- sen mü'min değilsin demeyin, Allah yanında çok ganimetler var, önce siz de öyle idiniz, Allah kerem buyurdu da sizleri iyman ile tanıttı onun için iyi anlayın dinleyin, muhakkak ki Allah ne yaparsanız habîr bulunuyor. Şu hadisi de bir okuyunuz ki bunlar kafir >>ZANNEDİLENLERLE<< ilgilidir!:

7137 - İmrân İbnu'I-Husayn radıyallahu anh anlatıyor: "Nâfi' İbnu'l-Ezrak ve arkadaşları geldiler ve bana: "Ey İmrân helak oldun (dinden çıktın)!" dediler. İmrân: "Hayır! İmran helak olmadı (dinden çıkmadı)" dedi. Onlar ısrarla: "Evet evet helak oldun!" dediler. İmrân: "Beni helak eden şey nedir?" dedi. Onlar: "Allah Teâla hazretleri: "Fitne olmasın, dinin tamamı Allah için olsun diye onlarla savaşın" buyuruyor" dediler. İmrân: "Evet biz onlarla savaştık ve hatta onları sürdük. Dinin tamamı Allah içindi. Dilerseniz, ben size Resülullah aleyhissalatu vesselâm'dan işittiğim bir hadisi rivayet edeyim!" dedi. Onlar: "Onu Resülullah aleyhissaltu vesselâm'dan sen mi işittin?" dediler. İmran: "Evet! Ben gördüm ki, Resülullah, müşriklere karşı müslümanlardan müteşekkil bir ordu gönderdi. Askerler müşriklerle karşılaşınca, aralarında çok şiddetli bir savaş oldu. Müşrikler mağlup olup sırtlarını müslümanlara verdiler (saf dışı oldular). Sonra benim yakınlarımdan bir adam müşriklerden birine mızrakla saldırdı. Adamın üzerine yürüyünce, müşrik Eşhedü en lâilâhe illallah (Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim), ben müslümanım" dedi. Fakat müslüman asker ona mızrağını saplayıp adamı öldürdü. Adam Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gelip: "Ey Allah in Resülü! Helak oldum! (Yani büyük bir günah işledim)" dedi. Aleyhissalatu vesselam bir iki sefer: "Ne yaptın?" diye sordu. Adam yaptığını olduğu gibi anlattı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm adama: "Kalbini yarıp içinde ne olup olmadığına bakmalı değil miydin?" dedi. Adam:

"Ey Allah'ın Resülü! Eğer kalbini yarsaydım içindekini bilebilir miydim ?" diye sordu . Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen adamın hem sözünü kabul etmiyorsun hem de kalbindekini bilmiyorsun (olur mu böyle şey!)" dedi. İmrân sözlerine devam etti: "Sonra Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, adam hakkında bir şey söylemedi. Adam da az bir zaman yaşadı. Nihayet öldü. Biz onu defnettik. Ertesi günü adamın cesedi yerüstünde görüldü. Halk: "Belki de bir düşman, kabrini deşip (kötülük için çıkarmıştır)" dedi. Tekrar onu defnettik. Gençlerimize mezarı başında nöbet tutmalarını söyledik. Buna rağmen cesedi tekrar mezardan dışarı atıldı. "Bekleyen gençlerimiz uyumuş olabilirler" diye düşündük. Bir kere daha onu defnettik. Bu sefer mezarını kendimiz bekledik. Ertesi gün yine cesedi kabirden dışarı atıldı. Bunun üzerine, adamın cesedini dağlar arasında bir geçide attık."

Hadise, bir başka rivayette İmrân İbnu'I-Husayn tarafından (biraz farkla) şöyle anlatılmıştır: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bizi bir seriyyeye göndermişti. Sonra (savaşın bitiminde) müslümanlardan biri, müşriklerden birine saldırdı..." hadisi yukarıdaki gibi anlattı. Şu ilavede bulundu: "Toprak onun cesedini dışarı attı. Biz durumu Resülullah'a haber verdik. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bu toprak, ondan daha şerir insanları da kabul eder. Fakat Allah Teâla hazretleri, size "lâ ilahe illallah" kelâmının hürmetinin büyüklüğünü ders vermek istedi."

***

Düşün ey kardeşim! Düşün aklına başına al! Ki sığınmak ile bir insana ibadet etmek YALVARMAK başka şeylerdir..Müminler Şirk koşmaz..Telaşa kapılmasınlar..Ha canlıyken sığınmışlar ha ölmüş denenlere sığınmışlar..Sığınmakla bir insana ibadet etmek yalvarmak ilah edinmek elbette ki ayrı şeylerdir..

Mevlâ zikridir, zikri

Dil beytini pâk eden,
Dervişi ankâ eden,
Âlem-i lâhute giden,
Mevlâ zikridir, zikri.

Zikirden hâlet alan,
Âşinâ-yı rûh olan,
Ukbâda devlet bulan,
Mevlâ zikridir, zikri.

Terk ehline karışan,
Hem zevkine erişen,
Bahr-i ledünle görüşen,
Mevlâ zikridir, zikri.

Aşıkların zikri Hû,
Zikri Hû'dur fikri Hû
Vecde Gelip diye Hû,
Mevla zikridir zikri

NÛREDDİN'i diri kılan,
Tevhîdle çerâğı yanan,
Bi-hamdillâh tevfik olan,
Mevlâ zikridir, zikri.

Hz. Pîr Nûreddin-i Cerrâhi (k.s.)

Batı Tefekkürü (Felsefe) ve İslam Tasavvufu/Necip Fazıl Kısakürek

Hiçbir kararsızlık kararın yerini tutamaz ve kuvvetini kazanamaz. «Sabit» üzerinde donmamak ve her ân arayıcılık-ta devam, etmekse, ancak o «sabit»in bağlısı meçhuller âlemi üzerinde derinleşmekle olur. Dindar, mihverlik bir inanış etrafında fezayı dolaşırken, başıboş hakikat arayıcısı onu her defa kaybedici, neticesiz bir maceraya mahkûmdur.

Necip Fazıl Kısakürek (Selam Olsun)
Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu

Zat..

Sevgi değil. Kahır değil. Sevgi bitince gitmez. Kahır kalınca gitmez. Akıl değildir. Hayat sahibidir. Hayattakiler gidince gitmez. Daimdir. Getirdiğinde geldik. Başlamadı. Herşey O'na döner. Dönüşmez. Madde değil. Yok olmaz. Yok gibi. Vardır. Misaller ilmidir. Herşey misaldir. Yok gibi. Vardır. Yok gibi.

Aşk

Aşk'ın aslı da nesli de işte şudur :Miracda Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (Senden başka her şeyi senin için yarattım) buyurunca, Resulullah da, (Ben de senden başka her şeyi senin için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat)

Nişancı Zade Muhammed bin Ahmed bin Muhammed bin Ramezan (k.s.)

***

Herşey oldu herşey bitti ise de canım kardeşim sen bil ki ben de ne var ne yoksa efendimizin s.a.v. şu ruhaniyetiyle oldu..Sen bana ne dersen de ne gördüğünü zannedersen gör sonsuza kadar bende gördüğünle bana levm et, nasihat et, ben beni çok iyi bildim...

Sultan Baba (k.s.)

- İnsan vücudunun bütün kıymeti ruhtadır. Ruhu görmüyorsun değil mi?
- Evet, görmüyorum , şeyhim .
- Ahiret alemi öyle bir alemdir ki; nasıl dünyada iken vücudun içinde ruh kayıp ise, ahiret aleminde de ruhun içinde vücut kayıptır.

***

- Bazı müridler bıyıklarını dudaklarının üzerine kadar uzatıyorlar şeyhim. Bu uygun mudur?
- Deniz kenarına gittiğinde dalgaların kenara attığı çer-çöp gözüne ilişse de sen denizin enginliklerine yönelt bakışlarını...Denizin enginliğine göz atarsan kenardaki çer-çöp gözlerinden kaybolacaktır...Şunu unutma ki, karşındaki bir hata, bir faziletsizlik de etmiş olsa gönle dokunma! Gönül bir şişedir, tez kırılır. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak herkese farz ise de; Kur'an hükümlerinden yerine getirmen farz olan şeylerden birisi de " Onlar ki boş bir şeye rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler" ayet-i kerimesindeki Yüce Allah'ın (cc.) emrini dinleyipona uymaktır.

***

- Ey oğlum! Şunu da bil ki bazı kimseler evliyaullahın hal zevkiyle ulaştıkları ruhani makamları duyp onların bu durumlarını sözle anlaşılır sanıp kendilerini onların zümresinden kabul etmektedirler.Fakat hakikat adına edep ve ahlaka aykırı çeşitli davranışlar sergileyip nefsi arzuları için çalışmaktadırlar. Gerçekte bu tamamen nefislerinin istekleridir. Bunların şerrinden Allah'a sığınırız. Fakat bir kişi hakikat makamında yetkili ise o öyle bir makamdır ki bu makamın ne bir rengi vardır, ne de nişanı. Bu makam hiçbir şeye benzemez ve tam tasavvur edilemez. Onlar bu makama mürşid yardımıyla ulaşmışlardır. Belki içlerinden birisi gaflette kalmıştır ama şeriat ile daimdir; o ebrardan sayılır. >>Kendisinde gaflet bulunmayanda ise Nûr-u Muhammedî tecelli etmiştir. İşte o makamdakilerin nazarları kimyadır. Kur'an'ın sırrı onların manevi keşiflerinde ortaya çıkmıştır.<< Sırlarına herkesin aklı ermez. " Hüva'l-lâhüllezi lâ ilâhe illâ hû " ( O öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka ilah yoktur) sırrı sırlarına sıfat olmuştur.

Allah'la Sabredenlerden ol..

Allah'la Sabredenlerden ol..Kendi nefsine dahil...Başka nefslere..Ve dünyaya..Kimin Sabrettiğini bil..Yoksa kıyamet bir saniye sürmez...

Nefsine Sabr Et

Üşenir insan namaza başlarda..Üçüncü dördüncü rekat üşenme halleri üşüşür nefsine..
En önemli şey kendi nefsine sabretmektir bak çok önemli birşey bu..Nefsine Sabr et..ki bak "Allah Sabredenlerle beraberdir" buyuruyor huzurunda bulunduğumuz Rabbimiz..Ne büyük müjde bu bak..Kendi nefsine Sabret..Öylece devam et Allah'la birlikte Sabredenlerden ol..Göreceksin bak sonra rekatlar az gelmeye başlayacak...

"Maneviyat bana ağır geliyor" demeler başlar ileride..buna göre de manevi ilimlerden kaçmak sonucu..nasibini alamamak vardır bu durumda bak..Günde sadece bir kere olsun maneviyatının son noktasında en ağır biçimde "Allah" de...Bir kez olsun "Allah!" demek de mi ağır gelir...Bir kere..bak dengeli..nasibsiz kalmazsın manevi yürüyüşünden de hem..dengeli bi biçimde nasibin gelir böylece..robot değilsin sen..Sadece farzlar değil maksat bil..Hatta belki onları bile yapmıyorsun..
Ağır geliyor diye...

Ey Zahit Meyyit...

Ben, O, sanırsın
Allah'tır batan sana
Batar ki yerinde saymayasın
Halden hale döndürür
Kararsız kalırsın

Meyyit gibisin Rahmanın iki elinde
Bi o yana dönersin bi bu yana
Görme Arif'de kusur
Göremezsin Nur'u Allah'tandır
Görmen gerekeni gör Nur'u Allah'tandır

Bir o yana bir bu yana dönme yüzün
Tut dilini sükut et zor değil
Sessiz Zikir ol duymak, duyurmak ses'le değil
Görürsün ancak bu halde, Arif'te göremediğini Özünde
Gönlündedir O, Arif'in, görmek suret'le değil

Bile bile kusur etmez, ısrarla kusurun göstermez o
Marifetullah oyun değil
Bu halde anla özünden, bilinmeyenden mesul değil

Arılara geleni Arif'e çok görme
Bilmezsin batan iğne de Arıdan değil
Dilini kıpırdatma "O" kıpırdatmadan
Sen de Özün sayarsın o zaman, kusurlar değil

Sığınma kusurlarına Arif'in hiç, el aman
Bitmez batmalar vermezsen kendi Hakk'ın
Sen de sığın Nur'una Arif'in
Nur'u onda, sende, özünde, Yüce Allah

Arif ol, Arif olmak ses'le değil
Eşek de söylenir, sesi isabet eder değil
Özüne değil, sesine dendi çirkin
Eşektir sesinden mesul değil

Şeyh Ebu Hasan Harakani (k.s.)

Şuracıkta oturmuşum, zaman zaman kendimde öyle bir ilahi kuvvet hissediyorum ki, elimi uzatıp semayı yerinden koparıp avucuma alayım, ayağımı yere vurup toprağı yerin dibine geçireyim, diyorum. Bazen de dönüp kendime bakıyor, yüzümü Allah'a çeviriyor ve: "Bende mevcut olan şu beden ve tabiatla beraber bu kadar saltanat ne işe yarar", diyorum.

Şeyh Ebu Hasan Harakani (k.s.)

***

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/abdulkdir-geyln-hazretlerinin-sirrl.html

Allah'ın güzelliği bütün güzellik türlerinin kaynağıdır...

'Allah'ı severiz ,çünkü Allah güzeldir.O da bizi ve tüm yaratıkları sever ,çünkü buda güzeli sevmektir. Allah'ın güzelliği bütün güzellik türlerinin kaynağıdır.
O ,fikri ve manevi güzellikler kadar şekil güzelliğinin de kaynağıdır.''

İbn Arabi (k.s.)

Kıtmir...Ashab-ı Kehf..Yedi Uyuyanlar

O bir köpek idi.
Amma öyle bir köpek idiki cennet ehli oldu.
Yani milyarlarca insanın hayalini kurduğu cennete kabul edildi.
Allah'ın bu büyük lütfuna ise bir tek ameli ile mazhar oldu işin sırrı,püf noktası, başı sonu her şey işte bu ameldedir.
O'nun yaptığı tek şey iyilerle beraber olmak iyilere uymaktan başka bir şey değildi.
Nuh (a.s) ın oğlu bir peygamberin oğlu olmasına rağmen cehennem ehli oldu çünkü O iyilerden olan babasının yolunu inkar edip kötülere uydu.
Hasılı kelam iyilerin köpeği dahi cennet ehli oluyorsa yapacak tek şey var iyileri bulup ellerine eteklerine yapışıp rıza-i İlahi'ye vasıl olmak,sevgilinin sevgisini kazanmaktır.
Yüce rabbim bir köpeğe nasibettiğini eşref-i mahluk olarak yarattığı kulundan esirgemez biz iyilere; münkir olmadığımız müddetçe.
Bu dünyada çoktur veli cümlesine dedik beli..

Hz Yunus Emre (k.s.)

Rabbi Has/ Firavun'un ve Putların Mazhariyetleri...

Allah'ın El-Mudıll (Delalette bırakan) İsmine "Mazhar" (Bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer veya kimse -dolayısıyla sınırlı-*)olmuş Firavun, Allah'ın El-Hâdî (Doğruya eriştiren) İsmine Mazhar olmuş bir Mümin için ancak bir İmtihan (Tecrübe) ve Nihayetinde bir İbrettir. Putlar da El-Mudıll İsmine birer Mazhardırlar*. Fakat Firavun gibi kendilerine bir Hayır (İyilik) ulaştırma imkanları yoktu. Çünkü Hayy (Hayat sahibi-Diri) İsmi sıfatına sahip değildirler. Ve ki " Alim "..

Firavun "Mütekebbir" (Çok büyük ve azamet, gösteriş sâhibi, ulu ) İsmine de Mazhar idi. Fakat bu İsim'de de kendine bir Hayır ulaşamadı. Çünkü bu Mazhariyetini Allah'dan değil Nefsinden (Zan/Rabbi Has) yaşıyordu. Eğer bu İsmi kendi varlığında bir nimet olarak yaşasaydı ve zulmetmese (Aşağılamasa)idi Yücelerden olurdu. Yücelik, "Yalnız" bir Mütekebbirliğin sonucudur. Yüce olan başkalarının kusurlarıyla büyük değildir (büyüklenmez). Ve ki başka bir şeyi ezmek veya kıyas yolu ile hissetmez " Mütekebbir'i" ...

Büyüklüğünü Öz varlığından alır.. Bir ispat derdinde de değildir. Hür'dür..


* ( Sınırlı olmayan Tecelli Alem'de yine sınırlı olsa da, Alemden de Aşkın olarak mevcuttur. Çünkü anlaşıldı ki Alem'in varlığı da Kudret'i veya İlm'i gerektirir. O Kudret ve İlim Karıncada, Sende, veya Alem de Aynıdır. Bu varlıklarda ve varlıklarla olan Dağılımı farklıdır. Toplamda bakınca ise hiçbirşeye Kayıtlanmaz. Ne kadar "Alem buna sahiptir" dense (görülse)de değildir. Çünkü aslında Alem'in (görünen varlıkların toplamının) Varoluşunu sağlayan ve koruyan Kudrettir işaret olunan. Toplamda görülende görünmeyen (bilinen, fakat tecellisi görünen hiçbir varlıkda kayıtlanamayan) Kaynak. )

***

http://jonasclean.blogspot.com/2009/12/seyh-ebu-hasan-harakani-ks.html

Cafer-i Sadık (r.a.)

"Ey oğlum! Rızkına râzı ol. Rızkına râzı olan, kimseye muhtâç olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allâh-ü Teâlâ’nın taksim ettiği rızka râzı olmayan, sanki O’nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasının kusurlarını büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör.. "

Cafer-i Sadık (r.a.)

Çünkü o, yakınlıkta herkesten önde olduğu için<< herkes daha ziyade ondan süphe etmisti.<<

Geçmis senelerde Nâsuh adlı bir kisi vardı. “hamam isçiliği” (Tellâklık) eder, bu
sûretle kadınları avlardı. Yüzü, kadın yüzüne benzerdi. Tüyü yoktu. Erkek olduğunu daima gizlerdi. Kadınların hamamında tellâklık ederdi. Kötülükte, hilede pek çevikti. Yıllarca böylece çalıstı, kimse onun halinden, sırrından bir koku bile alamadı. Çünkü sesi de kadın sesine benziyordu, yüzü de kadın yüzüne. Fakat nefsaniyette pek yüceydi, pek uyanıktı. Çarsaf giyer basını örter, peçe takardı. Fakat nefsaniyeti azgın bir genç idi. Bu sûretle padisahların kızlarını bile güzelce keseler, ovar, yıkardı. Tövbe etmeye çalısır, fakat kâfir nefs tövbesini bozdurup dururdu. O kötü isli kisi, bir ârifin yanına gidip “benim için dua et” diye yalvardı.

O hür er, onun sırrını anladı ama >>Hakk>>hilmi<< gibi<< açığa vurmadı. Dudağı kilitliydi ama, gönlünde sırlar vardı. Dudağını yummustu ama, gönlü seslerle doluydu. Hakk sarabını içen ârifler, sırları bilirler ama örterler. Đsin sırlarını kime öğretirlerse de onun ağzını mühürlerler dikerler. Ârif, tuhaf tuhaf güldü de dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun seyden, Hakk seni kurtarsın. O dua, yedi ğöğü de geçti kabul edildi. O yoksulun isi, nihayet iyilesti, düzene girdi. Çünkü ârifin o duası, her duaya benzemez. Ârif Hakk’da yok olmustur, onun sözü Hakk sözüdür. Hakk, kendi kendisinden, bir sey isterse, kendi isteğini nasıl reddeder.? Ululuk kaynağı Hakk, onu bu lânetleme isten, bu vebalden kurtarmak için bir sebeb halketti. Nâsuh, hamamda tası doldururken padisahın kızının küpesindeki incilerden biri kayboldu, ve bütün kadınlar, o inciyi arastırmaya koyuldular. Önce her kesin esyasını arastırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar. Herkesin esyası arandı, inci bulunmadığı gibi, inciyi çalanda rezil olmadı. Bunun üzerine üstün körü isi bırakıp her kesin ağzını, kulağını, vücudundaki bütün delikleri adamakıllı aramaya koyuldular. O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda arastırmaya basladılar. Hepiniz soyunun, ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağrıldı. Sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir, her kesi aramaya basladılar. Nâsuh korkusundan tenha bir yere çekildi. Yüzü, korkusundan sapsarı olmustu, dudakları morarmıstı. Ölümünü gözünün önünde görüyor, sonbahar yaprağı gibi tir, tir titriyordu. Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim, ahtlar ettim, sonra onları bozdum.Ben, bana lâyık olanları yaptım. Sonunda da iste bu kara sel, gelip çattı. Arama nöbeti bana gelirse eyvah bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düseceğim.? Ciğerime yüzlerce kor düstü. Münacatımdaki ciğer kokusuna bak. Böyle bir keder, böyle bir gam, kâfirde bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım medet medet! Keske anam, beni doğurmasaydı, yahud da beni bir aslan paralasaydı. Rabb’ım, sana düseni yap. Beni, her delikten bir yılan sokmada. Ne de tas gibi bir canım, ne de demir gibi bir yüreğim varmıs. Yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim. Vaktim daraldı, bir an içinde feryadıma yetis, padisahlık et. Beni bu sefer de korur, suçumu örtersen ne olur? Her türlü yapılmayacak islerden tövbe ettim. Bu sefer de tövbemi kabul et de tövbemde durmak için yüzlerce kemer bağlayayım. Bu sefer de kusurda bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme. Hem böyle söylenip titremede, hem katre katre gözyasları dökmede, hem de cellâtların, hain kisilerin ellerine düstüm diye feryadetmedeydi. Hiç bir kötü kisi bu hale düsmesin. Hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor. Kendine ağlayıp duruyor, Azrâil’i gözünün önünde görüyordu. >>Yarabbi, yarabbi<< diye o kadar söylendi ki; kapı ve duvar da onunla beraber ya Rabbi, ya Rabbi demeye basladı.<< O yarabbi, ya Rabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu: Herkesi aradık ey Nâsuh, sıra sende sen gel. Bu sesi duyar duymaz, Nâsuh >>kendisinden geçti, âdeta bedeninden rûhu uçtu.<< >>Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hâl aldı.<< >>Bedeninden amansız bir hâlde aklı gidince >>sırrı, derhal Hakk’a ulastı.<< >>Bombos bir hale geldi, varlığı kalmadı.>> Hakk, bir doğan kusuna benzeyen canını, huzuruna çağırdı.<< >>Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düstü.<< >>Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk’a ulastı.<< >>İste o zaman rahmet denizi costu.<< >>Can beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.<< Can, doğan kusuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düsüp kalmıstır. Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kusu. Keykubad’a uçar gider. >>Rahmet denizleri, cosunca taslar bile âbı hayatı içer.<< Zayıf zerre değerlenir, büyür. >>Topraktan meydana gelen su döseme, atlas haline
gelir, değerli bir kumas olur.<< >>Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel’un seytan güzellesir, huriler bile ona haset
ederler.<< >>Bütün bu yeryüzü yeserir, kuru sopa meyva verir, tazelesir.<< >>Kurt kuzuyla es olur. Ümitsizlerin damarları hos bir hale gelir, izleri kutlu olur.<< >>Can-ı helâk eden o korkudan sonra.<< “Kaybolan inci buracıkta” diye müjdeler geldi. Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değeri bulunmaz eşsiz inci bulundu. İnci bulundu, biz de neselere daldık. Müjde verin inci bulundu. Hamam, halkın bağrısmasıyle, hüzün gitti, feryadıyle, el çırpısıyle doldu. Ondan. >>Kendinden geçen, Nâsuh tekrar kendine geldi.<< Gözü, yüzlerce aydın gün gördü. Herkes ondan helâllık istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı. >>Senden süphe ettik, hakkını helâl et.<< Dedikodu da bulunduk, âdeta etini yedik, diyorlardı. >>Çünkü o, yakınlıkta herkesten önde olduğu için<< herkes daha ziyade ondan süphe etmisti.<< Nâsuh, has tellâktı mahremdi. Hattâ Sûltanla ruhları birdi, bedenleri ayrı.<< Sûltana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi asırdıysa o asırmıstır. Önce onu aramalı demislerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmıslar; aldıysa biraz mühlet vermis olalım da bir yere atsın bari, fikrine düsmüslerdi. Onun için ondan helâllık diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı. >>Nâsuh, Bu bana Hakk’ın lûtfu, ihsanı.<< Yoksa dediğinizden beterim ben. >>Benden helâllık dilemeye hacet yok.<< Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum. Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. >>Bunda süphe eden
olabilir, fakat bence apaçıktır bu.<< Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği sey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis isimden biridir. >>Suçlarımı ve kötü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Rabb’ım.<< Önce Đblis bana hocalık etti ama sonradan o gözümde bir yelden ibaret oldu. Yaptıklarımın hepsini Rabb’ım gördü de göstermedi, bu sûretle de kötülükle yüzümü sarartmadı. Sonra da yine Rabb’ı mın rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti. Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmısım farzetti. Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı. Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağısladı. Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düstüğüm kuyuya sarktı. O ipe sarıldım, dısarı çıktım. Neselendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılastı. Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, simdi bütün âleme sığmıyorum. Sükürler olsun sana ya Rabb’i. Beni ansızın gamdan kurtardın. Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana sükretmeye kalkıssam yine sükründen âcizim. Su bahçede, su ırmakların kıyısında halka “Keske kavmim beni bilseydi, Rabb’ım beni ne yüzden yargıladı” diye nara atmaktayım dedi. Ondan sonra birisi gelip Nâsuh’a iltifat ederek dedi ki: Padisahımızın kızı, seni çağırıyor. Ey temiz kisi, padisahın kızı seni istemede, gel de basını yıka. Gönlü, senden baska bir tellâk istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak senin isin. >>Nâsuh, yürü yürü dedi, elim isten kurtuldu benim.<< Senin Nâsuh’un hastalandı simdi.<< Yürü, kos, acele bir baskasını bul.>>Hakk hakkıyçin benim elim ise varmıyor artık.<< Kendi kendisine de suç, hadden astı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider. >>Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben, ölüm ve yokluk acısını tattım.<<
Rabb’ı ma sağlam tövbe ettim. Canım bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam.
O mihneti gördükten sonra ancak merkep olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa
gider diyordu.....

Hz Mevlana
Mesneviden

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/aziz-dostum-sen-yzn-hakka-evir-halk.html

İnsan-ı Kamil/Tasavvuf

İnsan, İbrahim'dir (a.s.)kalbinde. Musa'dır (a.s.) nefsinde. İsa'dır (a.s.) masumiyetinde. Abdulkadir (k.s.) kökünden söker. Rabbani (k.s.) toprağın silkeler. Mevlana (k.s.) yaprakların yeşertir. Arabi (k.s.) öz toğrağına diker. Her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren Tek tanedir Kemalin...O İnsan-ı Kamilin, İsm-i Canıdır; Ahmed.. Nur'u Muhammed (s.a.v.)...

Birlik.Teklik.

1 1 işaret ederek saydığın bu ayrı ayrı varlıkların toplamı değil Tek diye işaret edilen dikkat et bir bak; düşün, ayrı ayrı bunlar. Gördüğün bu birliği sağlayan : O, Bir'dir; Tek denip gözünde duran, fakat işaret edilemez olan..Daim kuşatıcı, hiçbir biçimde kuşatılamayan.

Kurban Bayramı/Vahşet/Doğa/Panteizm

Hepimiz ölücez ufaklıklar haberiniz var mı..Vahşet gibi geliyor mu bu da..çok üzülmeyin...Bayramımız mubarek olsun..Alf kesicez biz:) Balık kurban edicez Tanrı Hurdok'a:)

Kelam

Konuşmak Ses olmadığı gibi, Kelam da anlamakla olan... işitmekle değil.. Sesi duysan da anlamasan, konuşmak denmez ki ona.. Bir ses ise istediğin, çokça duyarsın...

Ben hüznümü, kederimi ancak Allah'a şikayet ederim

(Ya'kub) Dedi ki: «Ben hüznümü, kederimi ancak Allah'a şikayet ederim ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim.» YÛSUF - 86