Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Canın Sıkıldığında

Canın sıkıldığında de
Allahım senin rızan için
Kalbin genişlediğinde de
Allahım senin rızan için
Çokça de sık sık de
Hep her zaman de
Allahım senin rızan için yaşıyorum

***

De ki: «Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve >>ölümüm<< kesinlikle hep o alemlerin Rabbı olan Allah içindir.

En'am 162

(meryem suresinden)

1-9...

meryem suresinden

1 Kaf. Ha. Ya. Ayn. Sad.

2 (Bu,) Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır.

3 Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti:

4 Rabbim! dedi, benden (vücudumdan), kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.

5 Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir veli (oğul) ver.

6 Ki o bana varis olsun; Ya'kub hanedanına da varis olsun. Rabbim, onu rızana layık kıl!

7 (Allah şöyle buyurdu:) Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya'dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık. *

8 Zekeriyya: Rabbim! dedi, karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir?

9 Allah: Öyledir, dedi; Rabbin: O bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım, buyurdu.

(tesadüf)

tesadüfün anlamı kafanıza pisleyen kuşun neden pislediğini anlayamamamızdan ötürü o an sıkışıp anlamsız bir rastlantı olduğunu düşünmemizden kaynaklanır

insanın acizliğini mutlak olarak gösteren fakat aslında asılsız bir kavramdır

çünkü kuşun pislemesinin ardından hayatımızda yarattığı etkiyi ya da başkasının hayatında yarattığı
ve hayatta yarattığı zincirleme etkiyi tam olarak göremeyiz

örneğin kafamıza düşen damla sebebiyle durakladığımız an da duraklamış oluruz ve bu iyi ya da kötü mutlaka bir değişiklik gerçekleştirmiş olur hayatımızda
fakat biz bilemeyiz
iyi kötü arası normal bir etki yaratması da yine anlamlı olduğunu tesadüf olmadığını gösterir
çünkü normali göstermiştir

bilemediğimizden düşünemediğimizden dolayı da buna anlamsız bir fiildir dememiz ne kadar doğru olur düşününüz

bütün olarak baktığımızda ise asıl bu tip bilemediğimiz çıkışlar bize hayatın anlamsız olduğnu tesadüf olduğunu söyletir

halbuki o sırada kuşların hayvanların yaptıkları fiillerden bir sorumluluk sahibi olmadığını tekrar düşünsek zikretsek
belki bir arkadaşımıza senin azna sıçarım demez kafasını ve kalbini kırmaz küfür etmez
daha anlayışlı olabilirdik

anlayış/farkındalık manayı görür
mana mutlaka vardır çünkü yok diyen yok manasını göstermiş olur
fakat yok ne kadar manalı bişey olabilir?
acı halinde belki olabilir fakat sadece acı halinde böyledir
neşe sevinç mutluluk halindeyken bunların yok olması yokun anlamsız bişi olduğunu bildirmektedir
ve bir anlam olmaması olaylara anlam yüklememek zaten imkansızdır çünkü mana sen vermesen de kendisi oluşmaktadır
oluşmaması zaten yokluk demektir
bunun için de deneyim gerekir
yani bir manayı yok edin bakalım nasıl bir şey oluyor
insan yaşayabiliyor mu
acı mı hissediyor yoksa huzura mı eriyor görülür
ilk baraj acıdan sonra huzura erdiği gerçektir
fakat bunu deneyimlememiş olanlar varlığa döndüklerinde bişilere yok demekte ısrar etmektedirler
halbuki bu huzuru vardan öğrenmişlerdi hala da kendileri var ve varlık vardır
diyeyim belki bi idrak oluşur

küfür ve kavga belki hayvanlarda tek mümkün yol olmaktayken
insanda yıkıma yol açar

ve insan kendine ve başkasına verdiği zararların zararını giderebilmek kudretinde ve engelleyebilecek bir bilinçte olmasına rağmen kendine bir yol tutup
engellemiyor çabalamıyor hayvan idrakindeki "mana" gibi fakat insan olduğu gerçeğinden ötürü daha anlamsız bir dille hayat bir tesadüftür diyor ve manayı düşünmemekte diretiyor

hatta aklını da bunun bilimsel olduğuna herşeyin yok olucu olduğuna belki de zararların iyiye dönebileceği gerçeğine
bağlıyor

halbuki bu işin sonrasıdır

öncesinde acaba verdiği zararların giderilebilmesi için bir yol tutmuş mudur aramış mıdır
bunu kendi ve etrafı için en önemli şey olduğunu bilmiş midir
engelleyebileceğinin mümkün olduğuna dair bir inanca sahip midir

örneğin evrim teorisine inanıyorsa tesadüfe de inanıyor olduğunu ve aslında mana verirken varlığa manasız demekte olduğunu görebiliyor mudur

yoksa varlığı ancak bildiği kadarıyla bildiği halde! bütünüyle varlığa doğru sallamış bütün bir hüküm mü giydirmiştir onu herkes kendisi bilir

(elhuznürrefiigı...)

elhuznürrefiigı..

'hüzün benim arkadaşımdır'

s.a


"Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz."

s.a


Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.

s.a


zorlaştırmayınız kolaylaştırınız

s.a


"İki müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölen de ateştedir!"

Bu söz üzerine Rasûl-i Ekrem'e: "Ey Allah'ın Rasûlü! Katili anladık ama maktûl niye ateşte?" diye sorulmuştu.

-"Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!" cevabını verdi. -Bir başka rivayette ise: "O da kardeşini öldürmek istemişti" demiştir.

s.a


Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:

Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:

“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.

s.a

(yumuşaklık)

Kim bir ayıbı örterse sanki kabrine diri gömülmüş yavruyu kurtarmış olur.

s.a.v

Kim ilim öğrenmek isterse geçmiş zamanlardaki cahillik hatalarına kefaret olur. (Suçu bağışlayana vesile olur)

s.a.v

İnsanların hayırlısı, insanlığa hayırlı olandır.

s.a.v

Din kardeşinin ayıbını utanç verici halini görüp de bunu örten, gizleyen kimse islamiyetten önce Arapların yaptığı gibi, diri gömülen kızı mezardan çıkarmış, ölümden kurtarmış gibi olur.

s.a.v

Mümin müminin aynasıdır.

s.a.v

Yumuşak davranmayan kişi hayır yapmamıştır.

s.a.v

Yumuşak davran. Sertlikten ve çirkin şeylerden sakın.

s.a.v

Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.

s.a.v

Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünya ve ahrette iyilikleri verilmiştir.

s.a.v

İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olanınızdır.

s.a.v

Her kim bir topluluğun duyulmasını hoşlanmadıkları bir haberini işitmeye çalışırsa, kıyamet gününde onun iki kulağına kurşun dökülür.

s.a.v

Ey dili ile iman edip imanları kalplerine yerleşmemiş olan topluluk! Müslümanları çekiştirmeyin. Gizli hallerini araştırmayın. Çünkü din kardeşini araştıran kimsenin gizli hallerini Allahu teala araştırır. Evinin içindede olsa kusurlarını ortaya çıkararak onu rezil eder.

s.a.v

İyilik güzel ahlaktır. Kötülük vicdan tırmalayan ve halkın duymasını hoş görmediğim şeylerdir.

s.a.v

İki kişi konuşurken birbirlerine güvenerek konuşurlar, artık bunlardan birinin diğerini sevmediği şeyleri açıklaması ve yayması helal değildir.

s.a.v

Eğer sen insanların kusurlarını ve gizli hallerini araştırırsan onları kargaşaya sebep olursun.

s.a.v

Bir kul, dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da onun ayıbını kıyamet günü örter.

s.a.v

Kendi kusuru varken başkalarının kusurlarını araştırmaktan kendisini alıkoyana ne mutlu. Ona müjdeler olsun.

s.a.v

Şayet sen Müslümanların ayıplarını takip ederek araştırırsan bozgunculuğa veya kargaşaya yaklaşmış olursun.

s.a.v

Her kim din kardeşini bir suçla ayıplarsa o suçu kendiside işlemeden ölmez.

s.a.v

Her kim Müslüman kardeşinin ayıplarını kusurlarını, kimsenin görmesini ve işitmesini istemediği şeyleri örterse Allahu Teala’da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse Allahu Teala da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu surette kendi evi içinde de rüsva eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.....

s.a.v

(özür dilemek)

(Aleyhisselâtü Vesselâm) buyurdu ki:

– Hiç kimse, Allah kadar özür kabul etmeyi sevemez.
Bu sebeple, Allah Kitap indirmiş, Peygamber göndermiş, insanlara özür dileme yollarını bildirmiştir.

s.a.v.

Tasavvuf

Yazın içilen serin bir sudan sonra, cennete gönderilen bir ince şükürdür.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)/ Anadolu

"Hak Teâlâ'nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddîk-ı Ekber Hazretlerinin duâsıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete lâyık olanıdır. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah'ın aşk âleminden ve derûnî zevkten çok habersizdirler. Sebeplerin hakîkî yaratıcısı Allah, hoş bir lutufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilâyetine çekip getirdi.

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünnî (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamiyle kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan âleminin mahremi ve dünyâ ariflerinin hemdemi (canciğer arkadaşı) olsunlar."

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

(Fihi Ma Fih)

Bu dünyada gördüğün herşey, o dünyada da tıpkı-tıpkısına var; hattâ bütün bunlar, o dünyadan birer örnek.
Bu dünyadaki herşeyi o dünyadan getirmişlerdir.
"Hiçbir şey yoktur ki hazineleri katımızda olmasın; ancak onu, bilinen bir miktarda indiririz"
Aktar, çeşit-çeşit tablaların, ilâçların üstüne bir tas kor.
Her ambardan bir avuç şey vardır tasta; bir avuç biber, bir avuç sakız. Ambarların sonu yoktur; fakat tablasına bundan fazlası sığmaz.
İşte insan da bu tas gibidir; yahut da bir aktar dükkânıdır ki orda Tanrı sıfatlarının hazinelerinden avuç-avuç, parça-parça şeyler vardır.
Bu dünyada, lâyığınca, alış-verişte bulunsun diye onları kaplara, tablalara koymuşlardır; duymaktan bir parça, görmekten bir parça, söylemekten bir parça, akıldan bir parça, keremden-ihsandan bir parça, bilgiden bir parça.

Şu halde insanlar, Tanrının gezip dolaşan satıcılarıdır, dönüp dururlar.

Gece-gündüz tablaları o doldurur, sen boşaltırsın; yahut da yitirirsin, yahut da onunla bir kazanç elde edersin.
Gündüz boşaltırsın; yahut da gece gene doldururlar, kuvvet verirler. Meselâ gözün aydınlığını görüyorsun ya; o dünyada da gözler var, bakışlar var, görüşler var; hem de çeşit-çeşit.
Sana ondan bir örnektir, yolladılar ki dünyayı seyredesin. Yoksa görüş, bu kadar değildir; fakat insan, bundan fazlasına tahammül edemez.
"Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri katımızda olmasın."
Bu sıfatlar da sonsuz olarak katımızdadır bizim; bilinen bir parçasını göndeririz sana.
Artık bir düşün; bu kadar binlerce yüzyıllar, bunca soylar-boylar geldiler; bu denizden doldular, derken gene boşaldılar; bir seyret de gör. ne ambardır bu.

Şimdi kimin gönlü, o denizi daha fazla anladıysa onun gönlü, tabladan o kadar soğur. Şu halde bütün dünya, para basılan yerden çıkıp geliyor; gene dönüp para basılan yere gidiyor.
"Gerçekten de Tanrınınız biz ve gerçekten gene dönüp ona varanlarız."
Gerçekten de biz, yâni bizim bütün parça-buçuklarımız oradan gelmiştir; oranın örnekleridir; küçük-büyük, canlı-cansız herşey, dönüp gene oraya gider.
Fakat bu, şu tablada hemencecik görünür; tabla olmadıkça görünmez.

Neden şaşıyorsun, neden tuhaf geliyor sana?

Görmüyor musun bahar yelini?
Esti mi ağaçlar yeşerir, çayırlar-çimenler biter, gül bahçeleri bezenir, çiçekler açar; baharın güzelliğini onlarla seyredersin.
Fakat bahar yelinin kendisine bakarsan bunların birini bile göremezsin. Fakat bu, bu görülesi şeyler, bu gül bahçeleri onda yok demek değildir. Hepsi de onun ışığından değil mi?
Hattâ onda dalga-dalga gül bahçeleri, dalga-dalga çiçekler vardır; fakat lâtif dalgalar olduğundan vasıtasız göze görünmezler; lâtif olduklarından belirmezler.

Tıpkı bunun gibi insanda da gizli vasıflar vardır; fakat birinin sözü, birinin zarara uğrayışı, birinin savaşması, barışması gibi içten, yahut dıştan bir vasıta olmadıkça görünmez; insandaki sıfatlar ancak bunlarla meydana çıkar.
Görmüyor musun? Kendi kendine bir düşünceye dalsan hiçbir şey görmezsin, kendini, bu sıfatlardan bom-boş sanırsın.
Sen neysen gene osun; değişmiş değilsin; fakat onlar sende gizlidir.
Denizdeki suya benzer onlar; su, denizden ancak bir bulut vasıtasıyla ayrılır; ancak dalga vasıtasıyla belirir, görünür.

Dalga, dıştan bir sebep olmadan içten coşup köpürmendir senin. Fakat deniz süt-limansa hiç mi, hiç görmezsin; bedenin deniz kıyısındadır, canınsa bir deniz.
Görmüyor musun, o denizden bu kadar bin yılanlar, balıklar, kuşlar, çeşit-çeşit, renk-renk yaratıklar çıkıyor, kendilerini gösteriyor da gene denize dalıp gidiyor.

Öfke, haset, imrenip özleyiş bunlardan başka sıfatların da denizden baş çıkarır.

Şu halde sıfatların, Tanrı âşıklarıdır

amma lâtiftir; bu yüzden de dil elbisesine bürünmedikçe görmek mümkün değildir onları; soyundular mı, lâtif olduklarından göze görünmezler.

Fihi Ma Fih
Mevlana Celaleddin Rumi Hz

Fihi Ma Fih'den..

...

"Hiçbir şey yoktur ki hazineleri katımızda olmasın, fakat onu, ancak bilinen bir miktarda indiririz."

Hikmet yağmura benzer. Madeninde sonsuzdur, fakat ne kadar gerekse o kadar yağar. Kışın, baharın, yazın, güzün, miktarınca; baharın biraz daha çok, yahut az.

Amma geldiği yerde sonsuzdur o. Şekerciler şekeri, eczacılar ilâcı kâğıda korlar.
Fakat şeker, kâğıtta olduğu kadar değildir.
Şekerin madenleri, ilâçların madenleri sonsuzdur; kâğıda nerden sığacak?
Hani kınamışlardı da Tanrı esenlik versin ona, Kur'ân Muhammed'e neden âyet-âyet iniyor da sûre-sûre inmiyor demişlerdi.
Tanrı rahmet etsin, esenlik versin ona, Mustafâ buyurdu ki: Bu ahmaklar ne söylüyorlar? Bana tam olarak birden inseydi yanar-giderdim., kalmazdım ki.
Çünkü bilip anlayan, azdan çoğu anlar, birşeyden birçok şeyleri, bir satırdan defterleri.
Bu, şuna benzer: Bir topluluk oturmuş, bir hikâye dinliyordu. İçlerinden biri, anlatılanı tam olarak biliyordu, olayın içinde bulunmuştu o. Bir işaretten olayın hepsini anlıyordu. Sararıyordu, kızarıyordu, halden hale giriyordu. Başkaları, duydukları kadar anlıyordu, çünkü o hallerin hepsini bilmiyorlardı ki. Fakat bilen, o kadarından pek çok şey anlamıştı.

Geldik sözümüze: Evet, aktarın yanına geldin mi, şekeri çoktur amma kaç parayla geldin, ona bakar, o kadar şeker verir.
Burada da gümüş para, himmettir, inançtır. İnanç ve himmet miktarınca artar-durur söz.
Şeker almaya geldin mi çuvalına bakarlar, ne kadarsa o kadar tartarlar; bir kile, yahut iki kile verirler.
Fakat adam, tutmuş da deve katarları getirmişse, birçok çuvallarla gelmişse kilecilerin gelmelerini buyururlar. Çünkü bu iş uzun sürecek, çabuk savulmayacak, kileci gerek derler; kilecileri getirirler.
Böylece bir insan vardır; ona denizler bile yetmez; bir insan da vardır, birkaç katre yeter ona; fazlası ziyan verir.
Bu, yalnız anlam, bilgiler, hikmet âleminde böyle değildir. Mallarda-mülklerde, altınlarda, madenlerde hep böyledir. Hepsi de sınırsızdır, sonsuzdur; fakat adamına göre sunulur.
Çünkü insan, fazlasına dayanamaz; deli-divâne olur. Görmez misin Mecnun'u, Ferhat'ı, onlardan başka âşıkları? Bir kadının aşkı yüzünden dağlara-ovalara düştüler. Çünkü onlara, dayanamayacakları kadar istek sunuldu.
Görmez misin Firavun'u? Ona fazla mal-mülk sunuldu, Tanrılık dâvasına girişti.

"Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri katımızda olmasın."

İyiden-kötüden hiçbir şey yoktur ki katımızda, haznemizde sonsuz defineleri bulunmasın; fakat herkese, dayanacağı kadar göndeririz, çünkü uygun olanı da budur.
Evet, bu adam inanmıştır, fakat inanç nedir, onu bilmez. Çocuk da ekmeğe inanmıştır amma inandığı nedir, onu bilmez ya, tıpkı onun gibi işte.
Bitkiler de böyledir. Ağaç, susuzluktan sararır-solar, kurur; fakat susuzluk nedir, bilmez.
İnsanın varlığı bir bayrağa benzer. Önce bayrağı dikerler; sonra akıl, anlayış, kızış, öfke, yumuşaklık, lûtfediş, korku, umut gibi sayısını ancak Tanrının bildiği sonsuz huylardan meydana gelmiş orduları, her yandan, o bayrağın altına gönderirler.
Uzaktan bakan, yalnız bayrağı görür; fakat yakından bakan, bayrağın altındaki topluluğu da görür.
Yâni gaflette olan, ancak şu bedeni görür, bilense bakınca onda ne inciler-mücevherler var, ne anlamlar var, anlayıverir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (ks)

(münakaşa)

Ebu Ümameden (Radiyallahü Anh):

Efendimiz (Aleyhisselâtü Vesselâm) buyurdular ki:

" Kim haksız olduğunu anladığı bir münakaşayı (hakka teslim olmayı düşünerek) terkederse, kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur.

Kimde haklı olduğunu bildiği bir münakaşayı sırf barışı ve uzlaşmayı sağlamak düşüncesiyle terkederse, ona da cennetin ortasında bir ev inşa edilir."

(neml 10)

Asanı at! Musa (asayı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.

(işte bu elbette azmedilecek işlerdendir)

Şûrâ 42: Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler aleyhinedir. İşte onlar için acı bir azap vardır.

Şûrâ 43: Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.

(ve sakın umursamaz kimselerden olma)

Ve sen, (ey Peygamber), gönül alçaltarak, korku ve duyarlık içinde, sesini yükseltmeden sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma.

A’râf 205

(yüreğinizin ta derinlerinden)

Rabbinize alçak gönüllüce ve yüreğinizin ta derinlerinden seslenin. Doğrusu O, çizgiyi aşanları sevmez.

A’râf 55

(bir ayet)

Gönül alıcı bir söz ve başkasının eksiğini gizlemek,

peşinden incitmenin geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır;

ve Allah Müstağnidir(Kimseye muhtaç olmayan), tahammül (hilm) Sahibidir.

Bakara 263

(cennet)

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Bir bedevi gelerek Resûlullaha şöyle dedi:
"Ya Resûlallah! Cennette elbiselerimizi bizler kendi ellerimizle mi dokuyacağız?"
Bu suâl üzerine oradakiler güldüler.
Resûlullah (s.a.v.), "Niçin gülüyorsunuz? Câhil olan bir âlime suâl sorabilir" buyurdu.

Sonra o zâtın suâlini şöyle cevaplandırdı:

"Hayır ey Arabî. Fakat oradaki elbiseler Cennet meyvelerinin arasından çıkar."

------------------------------------------

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Allahü Teâla her gün Cennete şöyle buyurur:
"Sana girecek olanlar için güzelleş!" Ardından Cennetin güzelliği daha da artar. İşte seher vaktinde insanların hissettikleri serinliğin sebebi budur.

s.a.v

Mirat-ül İrfan/ İbn-i Arabi (k.s.) (Zatını anlayabilmek adına)

Mirat-ül İrfan
Muhyiddin Arâbi

1. Bölüm
Hamd Allah'a aittir...
Şu sebepten:
O'nun vahdaniyetine gölge düşürecek bir KABL ;
yani EVVEL yoktu.
Çünkü KABL ; yani EVVEL, o idi.
Keza bir BAAD de ; yani : Onun zatına ve sıfatına
leke sürecek bir BAAD; yani SON da yoktu..
Çünkü son dahi o idi..
Aynı şekilde onu , bir evveliyet ile tavsif etmek
mümkün olamaz . Keza ; onu bir baadiyet ; yani :
son ile de tavsif etmek mümkün değildir.
Ve.. ne üst ; ne de alt.. Bu vasıflar da onun şanına
yakışmaz.
Onun zatı için: Bir yakınlık düşünülemez.
Uzaklık da öyle.
Hele bir şekil.. asla!..
Ondan , bir zaman mefhumu ile haber sormak da
imkansızdır.
Hasıl-ı kelam : Onun için ne vaktin , ne zamanların
, ne yerin , ne altın , ne de üstün , ne de onunla
beraber bir mevcudun varlığı düşünülebilir.
Onu istiab edecek ; yani : içine alacak ve
barındıracak bir mekan da düşünülemez..
***
Evet.. O , yukarıda anlatıldığı gibi idi . El'an ; yani ,
şu anda dahi öyledir .
Yüce Allah , öyle bir varlık idi ki: Onunla beraber
bir şey yok idi..
El'an : yani , şu anda dahi öyledir .
Yani : VAHİD..Yani Birinci.. Ama sayı ve hesap
ile değil..
***
Yüce Allah , zatında ve sıfatında münferittir.. Ama
, bir ferdaniyet mefhumunu düşündürecek belirti
olmadan..
O , isim ve müsemmadan terkib edilip bir araya
gelmiş de değildir .
Çünkü : isim de müsemma da odur..
İsim onun gayrına mal edilemez..
Çünkü : Onun gayrı diye bir şey yoktur . İşbu
sebepten : isim de müsemma da odur..
Evvel odur. Amma bu evveliyet için bir başlangıç
düşünülemez..
Keza ahir de odur . Ama bu ahir için bir bitiş
tevehhüm eylenmesin.. Yani : Bitiş diye bir şey
yoktur..
Aynı şekilde zahir de odur . Ama şöyle veya böyle
; diye bir zuhur vasfını tabir de mümkün değildir .
Keza batın da odur . Yani : Gizli . Ne var ki ; bu
gizliliği de anlatmak için herhangi bir vasfa
büründürmek mümkün değildir.
Taayyünatın , yani : Herhangi bir şeyin kendi
başına oluşu ve başkasına benzeyiş şekillerinin
tümü odur.
Varlığın ilk harfi , keza odur . Yani Varlığın
başlangıcı .
Keza sırrın başlangıcı da ona varır..
Aynı şekilde ahirin , yani : Sonun harfi de yine
odur.. Onunla başlar . Yani : Onun baş harfi ile..
Böylece ahirin de sırrı o olmuş olur .
***
ZAHİR harflerinin tüm varlığı onunladır . Yani :
Onun ismidir . İsmi ise , onun zatına çıkar .
BATIN harlerinin varlığı da onunla vücud buldu .
Çünkü bu da onun bir ismidir.. Sıfatıdır..
Hasıl-ı kelam : Evvel , ahir , zahir , batın yoktur ;
ancak , o vardır .
Şunu da unutmamalı ki ; sayılan harflerin hiç biri
onun varlığına kayıp gitmemiştir.
Keza , onun varlığı da bu harflere kayıp
gelmemiştir .
Ne gelmek vardır ; ne de gitmek .
Bütün bu manaları , anlattığımız şekli ile anla ki :
Hululiye mezhebinin düştükleri hataya düşmeyesin
.
***
O , eşyalardan her hangi bir şeyde olamaz . Aynı
şekilde , herhangi bir şey de onda değildir .
Yani : ne bir giriş var ; ne de bir çıkış..
***
Bu durumda , anlatılan manaya uyan odur ki : Onu
anlattığımız vasıfla anlayasın .
İşe anlatılan manaların dışında hiç bir şeyi
karıştırma.. Şöyle ki :
İlmin delaletini bu manada kabul etme..
Aklın , yararlı olacağını sanmayasın .
Fehim , bu makamda hiç bir iş göremez..
Hele vehmin bu durakta sözü dahi edilmez ..
His , yani Duygu ; ancak dış alemde sözünü
geçirebilir . Yüce o , atıl batıl kalır .
Dış göz nedir ki ?.. O da bir iş göremez. Keza,
batın gözü de..
İdraki de bırak.. Onu bir kalem geç..
Şunu unutma ki :
Onu , ancak o görebilir..
Onu , ancak o idrak edebilir..
Onu , ancak o bilebilir..
***
Yani : Yüce Allah , kendisini kendi özü ile
anlayabilir .
***
Burada ; özet olarak anlatılmak istenen mana şudur
: Onu , ondan gayrısı göremez.. Onu , ondan gayrısı
idrak edemez..
öyle ki : Tek kişi.. tek kişi dahi bu mananın dışında
bir şeye sahip olamaz..
***
Yanlış anlaşılmasın..
Onun zatında bir hicabı vardır ; yani perdesi..
Ne var ki bu perde onun vahdaniyetidir .Yani:
Birliği.. tekliği.. Başka değil..
Kendi hicabından başka bir şey onu perdeliye- mez
.
Şöyle ki: Onun varlığı vahdaniyeti ile gizlenir.
Ama şekilsiz.. keyfiyetsiz..
Onu hiç kimse göremez..
Ama hiç kimse.. Ne , yeni bir şeriatle gelen mürsel
peygamber ; ne bir veli.. Allah dostu..
Ne de , ona yakınlığı olan bir melek.. Bu da , ona
karşı , kendiliğinden bir marifete sahib olamaz.
2. Bölüm
Onun peygamberi , odur .. Yani : Kendisi , onun
risaleti odur .. Yani : Elçisi odur . Yani , kendisi..
O , bir elçi gönderdi : Kendisinden.. Kendisiyle ,
kendisine..
Ne sebep , ne vasıta .. Bunlar yok.. Çıkar bunları
aklından..
Elçiyi gönderen.. elçinin getirdikleri.. elçinin
kendisi.. Ve elçinin geldiği kimse..
Bunların hepsi aynı varlıktır ; tek şeydir .
Aralarında hiç bir fark , değişiklik ve ayrılık yoktur
.
Bir beka vücudunun harflerini düşünün.. Bu onun
varlığıdır ; vücududur .. Başka yok..
Onun gayrı için bir vücud düşünülemez.. Hatta
yokluğu da ; yani : fenası da Hatta ne ismi , ne de
müsemması düşünülebilir .
Sakın ha .. çok sakın ..
Bu manaları inkara kalkmayasın ; sonra.. yanarsın..
Çünkü delilimiz kesindir ; sağlamdır .
Çünkü Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu :
"Bir kimse ki , nefsini bildi ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Çünkü Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu :
"Rabbımı , Rabbım'la bildim.."
Ona , Allah-ü Taala salat ve selam eylesin..
***
Durum anlatıldığı gibi olunca : Düşün..
Sen nesin ?
Şüphesiz ; sen , sen değilsin..
Sen osun.. Ama sen , sen olaraktan değil..
O , bir giriş şekli ile sana dahil değildir . Ama, bir
çıkış şekli ile de , senden hariç değildir .. Keza ;
sen de onun haricinde değilsin .
Bu anlattığım mana ile : Senin mevcud olduğunu
kasd etmiyorum.. Keza sıfatını da..
Şunu anlatmak istiyorum : sen hiç bir zaman var
olmadın . Olman da mümkün değil..
Her şeyi bir yana at..
Hiç bir şeyle olma.. Hatta sen , sen olma.. Hele
nefsinle hiç olma..
Onunla , yani : Hak'la da olma . Hatta , onda da
olma . Onunla birlikte de olma..
Fakat , şunu da unutma ki : Sen ,ne bir fanisin; ne
de bir mevcud.. Sen osun ; o da sen..
Bu arada şu manayı da anla : Allah-ü Taala
alemlerden hiç birine muhtaç değildir ; ganidir..
Bunun böyle olması için ne bir illet lazım gelir; ne
de bir sebep..
***
Şimdi.. Varlığını ki , anlatılan manada anladın..
Yani varlığına karşı bir irfan duygusuna sahib
oldun : Şüphesiz varlık yönü ile Allah-ü Taala'yı
anladın sayılır..
Yani : Ona karşı bir irfan duygusuna sahib oldun
demektir .
Anlatılan bu mananın dışında her şey , boşuna
sayılır .
Yani : Faydasız.. sıfır..
***
Bu manada , arif zatların pek çoğu : yüce Allah'a
karşı marifet duygusunu , varlığın yokluğa geçişi
ile hasıl olacağına kail oldular .
Yani : Marifet duygusunu fena haline izafe ettiler ..
Sonra .. Fena dan da geçtiler ; fenanın , yani
Yokluğun da ötesinde aradılar ..
Kanaatları buydu ..
Halbuki bu duygu ; açıktan bir yanlıştır ve bir
yanılmadır .
Sebebine gelince : Allah'a karşı marifet duygusu
;ne varlığın fenasına ,ne de bu fenanın da fenaya
varmasına bağlıdır .
Yani : Ne Mevcud varlığın yok olmasına , ne de bu
yok olmanın da yok olmasına bağlıdır..
Hiç bir zaman irfan duygusu ; anlatılan hallerle
elde edilemez .
O şey ki , hiç bir şey değildir ; ona bir vücud , yani
varlık verilemez ..
Sonra.. o şey ki varlıktan yana bir nasibi yoktur ;
onun için de bir fena hali olamaz..
Ancak fena hali ; bu varlığın isbatından sonra
gelebilir . Ki , fenaya müncer olacak bu varlık, bir
yönüyle mevhumdur..
Şimdi kendine gelmek zamanıdır .
Sen ki : kendini ne bir varlığa sahip , ne de bir fena
haline varacak biri bildin.. Ve bu manada bir
marifet duygusuna sahip oldun.. İşte o zaman :
Yüce Allah'ı gerçekten anladın sayılır..
Yani : Marifet sahibi oldun ; demektir..
Bu mananın dışında bir şey ummak boşunadır..
***
Şimdi.. Marifeti , yani : Allah-u Taala'ya karşı irfan
sahibi olmayı vücudun yokluğa gitmesinde
beklemek üzerine bir sözümüz var..
Keza , fenanın da fena bulması üzerine..
Kısaca diyelim : Bu , şirkin ; yani ; Hak varlığa
ortaklığın bir isbatıdır..
Yani : Arada bir yabancı varlığı kabul etmektir..
Halbuki : Resulüllah S.A. efendimiz :
"Bir kimse ki , nefsini bildi ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Buyurdu.. Ki , bu manadaki inceliği anlamak
gerek..
***
Bu arada hiç bir yabancı görmemek gerek.. Zira ,
bir yabancının isbatı neticede onun yok edilmesini
güçleştirir..
Sebebine gelince :
"Bir şeyin sübutu gerekmeyince onun fenası da
gerekmez."
Kaidesi esastır..
Bu durumda sana düşen odur ki : Ne bir şeyi yok
göresin ; ne de var..
***
Senin bu mevhum varlığın bir şey olma , vasfına
dahi haiz değildir..
Madem ki , o varlığın böyledir ; yani : Bir şey
değildir ; o halde o : hiç bir şeye izafe edilemez..
Yani : Bağlanamaz.. Ne bir faniye ; ne de bir
faninin gayrına.. Ne mevcuda ; ne de maduma..
Yani : Ne varlığa .. ne de yokluğa .
İşte.. Resulüllah S.A. efendimiz gerçekten de bu
manaya işaret etmektedir .
3. Bölüm
Şöyle ki : Sen şu anda madumsun . Yani : Yoksun..
Nasıl ki daha önce de yoktun.. Yani :
"Ol.."
Emri gelmeden evvel..
***
Şu manaları da unutma : Ezel şu andır.. Ebed , şu
andır.. Kıdem , şu andır..
Yani : Ezel , ebed , kıdem şu içinde bulunduğumuz
ve göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde
elden çıkardığımız vakte sığdırılmıştır .
İşbu vaktin içinde , kendini ara .
Unutma ki : Bütün bu gelip geçen anlarda Hakkın
gayrısı yoktur..
***
Şimdi anlatacaklarımızı da iyi anlamaya çalış..
Allah : Ezelin vücudu odur ; yani , varlığı..
Allah : Ebedin vücudu odur ; yani , varlığı..
Allah : Kıdemin vücudu odur ; yani , varlığı..
Bütün bunları anlamaya çalışırken , sakın ; ezele ,
ebede ve kıdeme kendiliğinden bir varlık
vermeyesin..
Anlatmaya çalıştığımız bu mana doğrudur .
Eğer doğru olmasaydı ; Allah-ü Taala tek ve
saltanatında ortaksız olamazdı .
Halbuki , onun şanına yakışan tek olması ve
varlığında ortağı olmamasıdır..
***
Muhal olarak ona bir ortak düşünülürse.. şöyle
olması gerekirdi : Onun ortağı o olurdu ki ; kendine
has bir varlığı var.. Ama Allah'ın varlığı ile var
değil..
Bir kimsenin veya her hangi bir şeyin böyle
olduğunu düşünün : Bu takdirde o , Allah'a muhtaç
olmaz ; ikinci bir Rabb olur.. Yani : Allah :
İşbu oluş , muhaldir .
Allah-ü Taala'nın , mülkünde ve saltanatında ortağı
yoktur . Benzeri yoktur. Dengi yoktur .
***
Bu manalar açısından bakılınca..
Her kim ; Allah ile beraber , Allah'tan bir parça
veya Allah'ta herhangi bir şeyi görürse.. halbuki o
şey , bir Rabb olması yüzünden Allah'a muhtaçdır..
Şüp hesiz anlatıldığı gibi görülen bir şey , Allah'a
ortak edilmiş olur . Halbuki o şey , her hali ile
Allla'a muhtaçtır..
Bu arada ; herhangi bir şey için , aslında iyi
olmayan şöyle bir cevaz yolu akla gelebilir..
Mesela : Herhangi bir şey , Allah ile beraberdir
.Kıyamı ; yani , durumu kendisiyledir ; yahut Hak
iledir..
Bu şekilde değil de Kendi varlığından geçmiştir ;
yani , fena bulmuştur . Yahut Allah ile olduğuna
göre onun varlığında fena bulmuştur ; yani ,
yokluğa ermiştir .
İşbu düşüncelerin tümü , çok çok uzaktır . Bilhassa
, marifet ; yani : kendini bilme kokusu alanlar için
...
Sebebine gelince : Her kim Hakkın gayrı bir şeyin
mevcut olduğuna yol verir ; somra da onunla kaim
olduğuna kail olursa... Sonra fena bulacağına ,
sonra fenasından da fena bularak kendinden
geçeceğine inanırsa...
İşbu durum çok tehlikelidir...
Çünkü , bu fena halini zincirleme devam etmiş
olur...
O şekilde devam ettirmiş olur ki : Haşa Hakkın
yokluğuna kadar gider .
Bu düşüncenin sonucunu kısaca diyelim : Peşpeşe
şirk içinde şirktir .
Hele nefsini bilmek yönünden hiç faydası yoktur .
Bu düşüncenin sahibi Müşriktir . Ne Allah'a karşı
bir irfan duygusuna sahip olabilir ; ne de nefsini
anlayabilir .
***
Şimdi ... Anlatılan bu manalar karşısında , bazı
sorular sorulabilir...
Mesela , biri çıkar ; şöyle sorar :
"Bu , birbirine giren mana yolları arasında ; nefsi
bilmenin ve Allah'a arif olmanın tam yolu nasıl
bulunur!.."
Bu sorunun cevabı şu olur :
"Yol birdir ...Nefsi ve yüce Allah'ı anlamaya
götüren yol ise... Bilesin ki : Allah var idi ; onunla
ikili bir şey yok idi..."
Burada :
"-idi..."
Şeklinde kullanılan edat mefhumundan bir zaman
manası çıkarmamalı...
Yüce Allah şu anda dahi öyledir...
Yani : Yüce Allah var ve onunla ikili bir şey yok...
***
Bu arada ; bir başkası da şöyle diyebilir :
"Görüşüm odor ki : Nefsim , Allah'ın gayrıdır..
Yine görüşüm odur ki : Allah nefsim değildir..."
Bu sorunun cevabını ; yukarıda geçen Hadis-i
Şerifteki NEFS kelimesinin kısa bir tarifini yaparak
vermek mümkündür...
Orada sözü geçen nefsi ; başka manada almak
gerek... Ki o : Senin öz varlığındır ; hakikatındır...
Yoksa : O ; levvame , emmare ve mutmainne
isimleri ile anılan nefis değildir..
Belki de ; orada NEFS kelimesi ile işaret edilen
mana , zat-ı ilahi'nin tüm olarak yabancısı
olanlardır..
İşbu manayı Resulallah S.A. efendimizin şu
münacaatından da anlayabiliriz :
"Allah'ım , eşyayı bana olduğu gibi göster ."
Burada eşyadan , yani , şeylerden murad : Zat-ı
ilahi'den gayrı olan şeylerdir..
Bu manayı açıklamak gerekirse ; şöyle diyebiliriz :
"Allahım , masivanı ; yani , zatına yabancı olan
şeyleri bana anlat ki : Bileyim.. Eşya , nasıl şeydir ?
.. tanıyayım.. O sen misin Yoksa gayrın mı ?..
Ve o şeyler kadim midir ?. Baki midir. Yoksa.. fani
mi ?..."
Şüphesiz , Allah-ü Teala , ona nefsini gösterdi..
yani : öz varlığını .. Ama , masivaya, yani , zatına
yabancı herhangi bir şeyin varlığı olmadan..
İşte bundan sonradır ki : Resulüllah S.A. efendimiz
eşyayı olduğu gibi gördü..
Yani : Eşyanın hakikatını.. özünü..
Gördü ki : Onların özü , zat-ı ilahi'nin ta
kendisidir.. Ama , bu manada ne bir şekil var ; ne
de , bir zaman ve mekan mefhumu.
4. Bölüm
Eşya, yani şeyler; adı nefse de verilebilir ; nefsin
gayrı olan herhangi birşeye de..
Çünkü : Nefsin varlığı ve eşyanın varlığı ; bir şey
olma yönünden iki şeyden ibarettir.. Ama , aslında
ikisi birbirine bağlıdır..
Her ne zaman ki eşya bilinir ; dolayısiyle yüce
Rabb , bilinmiş olur .
Bu manayı şu cümle ile bağlayabiliriz : Bir kimse
vardır ; kendisini Allah'ın gayrı sanır.. Halbuki o ,
Allah'ın gayrı değildir..
Sana gelince :
Öyle bir haldesin ki ; ona , yani Allah'a karşı bir
irfanın yok.. Bilemiyor ve anlayamıyorsun..
Halbuki , onu görmektesin..
Sonra .. Onu gördüğünü de bilemiyorsun..
***
Önce bir keşif lazım..
Ve sen : Bu keşfe sahib olmalısın..
İşbu keşiften sonradır ki , bileceksin : Sen Allah'ın
zatına yabancı değilsin..
Yine bileceksin ki : Maksudun sensin..
Ve sen : Fena bulmaya muhtaç değilsin..
Ve sen : ne gelensin , ne de giden .. Bulunduğu
yerde kalansın.. Ama , zamansız ve mekansız ..
Hatta , an mefhumu bile siinmiş..
İşbu mana daha önce de anlatıldı..
Sonra..
Yine o keşiften sonradır ki anlayacaksın : Onun
bütün sıfatları sana sıfat olmuş..
Böylece..
Dışına baktığın zaman onun dışını göreceksin..
İçine baktığın zaman da ; içini göreceksin..
Yani senin zahirin ,onun zahiri ; senin batının ,
onun batını olacak..
Keza ..
Evvelini , onun evveli olmuş bulacaksın.. Ahirini ,
onun ahiri olmuş bulacaksın..
Bütün bu manalarda en ufak bir şek ve şüphe
yoktur..
Sıfatınla , onun sıfatını göreceksin ; zatınla da onun
zatını göreceksin..
Ama , bütün bu manalarda senin o olmaya en ufak
bir yakınlığın yoktur . Keza , onun da sen olmaya
bir yakınlığı yoktur.. Ne az , ne çok..
Hasıl-ı kelam : Her şey , bir şey olmama
yönündedir ; ancak , onun pak yüzünden gayrı..
Zahirde de böyle ; batında da böyle ..
Yani mevcud varlık yoktur ; ancak : O vardır..
Hatta , onun gayrı için bir varlık düşünülemez ki ;
yok olabilsin..
O halde , helak de yok ; çünkü , yabancı yok..
Bu durumda ortada sadece onun yüzü kalmaktadır .
Yani : Eşya.. Eşya ise , ancak onun yüzüdür ; pak
vechidir..
***
Burada bir misalle işe tekrar girmek gerek..
Şimdi.. Bir kimseyi düşünün ; bir şeyi bilmiyor ;
sonra , o şeyi biliyor..
Şüphesiz ; böyle bir kimse , o , sonradan bildiği şey
yolunda varlığını yokluğa gömüyor.. Ancak ,
cehlini eritiyor . Yani : Bilgisizliğini..
Varlığına gelince ; o bakidir.. Hem de değişiksiz..
İşbu bilgi sonunda ; varlığı bir başka varlığa
dönüyor.. Bir başka varlıkla var oluyor..
Ama bu oluş ne bir terkipdir ; ne de bu çeşitten bir
başka şey..
Buraya kadar anlatılan manayı , bir inkarcının
varlığı da değiştiremez.. Bir inkarcı bulun ; bir de
irfan sahibi getirin : Aynı varlıkla vücud sahibi
bulacaksınız..
Bu durumda ; ne inkarcıdan bir çıkış vardır ; ne de
irfan sahibine bir giriş..
İkisi arasındaki fark : Sadece bir cehlin ortadan
kalkması veya kalmasıdır..
Başka yolu yok..
***
Hiç sanmayasın ki ; bir fena bulmaya , yani yok
olmaya ihtiyacın var..
Fena haline , yani , yok olmaya muhtaç olduğunu
düşün.. Bu , olmaz ya ; neyse ..
Bu durumda sen , Hakka bir hicab ve bir perde
olursun ..
İşbu perde ise ; Allah'ın gayrı olmuş olur.. Bu
durumda ; o perde haline , galip gelecek ve onu
atacak bir şey lazım gelir..
Böyle olacak ki ; Hakkı görmek mümkün ola..
Bu mana , yani : perdeye ihtiyaç hali ve onun
giderilmesi için aranacak çareler boşunadır..
Sebebine gelince : bu tayin edilen yön ; yalandır ve
yalnıştır .
Çünkü biz hicap durumuna işaret ettik ve dedik:
"Onun varlığı , vahdaniyeti ile gizlenir . Ama ,
şekilsiz.. keyfiyetsiz..
Bu yönde başka bir mana düşünülemez ; yoktur
da..
***
Anlatılan halin bir icabıdır ki; hakikate eren bir
kimsenin :
"Ben Hakk'ım.."
Demesi , caiz olur..
Keza , o hakikate eren kimsenin :
"Özümü takdis ederim ; şanım ne kadar yüce.."
Demesi de caiz olur.
5. Bölüm
Anlatılan hakiki hale vasıl olan birini düşünün..
Vasıl olduğu anda görecektir ki ; Kendi sıfatları ,
ancak Allah'ın sıfatlarıdır.. Zatı da , Allah'ın zatı..
Ama , hiç bir yeni oluş yok.. Ne zatta ; ne de
sıfatta.. Yani : Allah'a duhul yönünden.. Yani :
Ondan huruç yönünden..
Kısacası : Ne giriş var ; ne de çıkış..
Ama , hiç mi hiç..
Sonra.. O vasıl olan kimse Allah'ta fena bulmuş da
değildir ; keza beka bulmuş da değildir .
O , kendisini görecektir ki ; hiç olucu bir şey değil..
Keza , olmadı da.. Sonra , fena hali de böyle.. Yani
: fenası da yok..
Sebebine gelince : Nefs , diye bir şey yok ; anca
onun nefsi vardır .
Yani : Onun nefsi.. Varlığın özü..
Aynı şekilde vücud diye bir şey de yok ; ancak
onun vücud varlığı vardır .
Anlatılan bu manaya işaret olarak Resulüllah S.A.
efendimiz şöyle buyurdu :
" Dehre -zaman'a- sövmeyiniz ; çünkü Allah-ü
Taala ,o dehr'dir.. "
Burada işaret edilen mana şudur : Dehrin vücudu
Allah'ın vücududur..
Allah-ü Taala ; kendisine bir ortak , dengi ve
benzeri bulunmasından yana yücedir , paktır..
***
Mana hedefimizi tayin yolunda ,bize çok yarayacak
bir rivayet vardır..
Şöyle ki ; Allah-ü Taala kuluna buyurdu :
" Ey kulum , hasta oldum ; ziyaretime gelmedin..
Sana dilendim ; vermedin.. "
İşte.. Bu manada işaret ediliyor ki : Hakkın vücudu
dilencinin vücududur . Hastanın vücudu da ; yine
Hakkın vücududur .
Kısa keselim : Hepsi aynı varlık..
Şimdi.. Bu mana kapısından içeri girebiliriz..
Hakkın vücudu , hastanın vücudu nasıl oluyorsa..
Dilencinin vücudu Hakkın vücudu nasıl oluyorsa..
Evet.. Bu mana , nasıl caiz ise.. Yine caizdir ki :
Senin vücudun da , onun vücudu ola.. Ve.. bütün
eşyanın vücudu da , yine Hakkın vücudu ola..
***
Araz.. cevher.. ne varsa ;yani : Öz çekirdek ve bu
çekirdeklerin sonradan meydana getirdikleri.. Ki
bunlara :
" Mükevvenat.. "
Tabir edilir.. Bütün bunlar Hakkın vücududur;
varlığıdır..
Bütün bunların sırrı , bir zerrenin sırrında saklıdır..
Zerrelerden , herhangi birinin sırrı çözülsün : İşte o
zaman görülecektir ki ; bütün mükevvenatın sırrı
meydanda..
Zahiri yönden de böyle , batıni yönden de böyle ..
Yani : içeride de böyle ; dışarıda da böyle ..
Hulasa : Değişen hiç bir şey yok ..
***
Ne bu alemde ; ne de bu alemin bitişiyle
başlayacak olan ebedi alemde , Allah-ü Taalanın
gayrını göremzsin..
İsmi ve müsemması ile ; her iki alemin vücududur ;
varlığıdır ..
Bu , bir gerçektir.. Elbette öyle olması lazım gelir..
Anlatılmak istenen mana odur ki : Her iki alemin
ismi , müsemması , görünen çehreleri ile hep
Allah-ü Taala'dır..
Bu manada , şek ve şüphe izi aranmamalı..
***
Bu açıdan bakılınca : Allah-ü Taala'nın hiç bir şeyi
yaratmış olduğunu göremezsin..
Bu , kesin bir hükümdür..
Ancak , onun için şöyle bir görüşe sahip olabilirsin
: O , an mefhumu ile anılan zamanların her birinde
; biri diğerine benzemeyen , başka şan ve bir başka
şekil almaktadır .
Şöyle ki : Varlığını izhar eder , sonra gizler ..
Ama ne izharında , yani , açığa çıkmasında ; ne de
gizlemesinde bir şekil ve keyfiyet vardır..
İşbu hal , onun şanına layıktır..
Çünkü : Evvel , ahir , zahir , batın hep odur.
6. Bölüm
O , birliği ile zahir oldu.. Açığa çıktı..
O , tekliği ile batın oldu.. Gizlendi..
O , zatı ve kayyumiyet sıfatı ile , evveldir .
O , deyumiyet sıfatı ile de ahirdir..
***
Evvel , harflerinin varlığı odur..
Ahir , harflerinin varlığı odur..
Zahir , harflerinin varlığı odur..
Batın , harflerinin varlığı odur..
Hasıl-ı : İsmi ve müsemması ile , anlatılanların
tümü odur..
***
Anlatılanların hiç biri garipsenmemeli ..
Alışılmalı.. Bu arada şu kıyas bir yardımcı olabilir..
Mesela :
Mademki , onun varlığı mutlaka gereklidir ; arada ,
ona yabancı bulunmaması da gerekli olur ..
***
Bir kimse vardır ; sanır ki Kendisi Hakkın gayrıdır
; ama bu olamaz ..
Sebebine gelince : Allah-ü Teala bir gayrı olmaktan
yana tenzih edilir .
Gayrı ne demek ?. Elbet gayrı da odur.. Ama , bir
gayrı şeyin varlığı onunla olmadan..
" Gayrı.. "
Olarak anılan şeyin de varlığı şüphesiz odur.. Hem
içte , hem dışta.. Yani : Hem zahirde , hem de
batında..
***
İrfan yoluna giren herkesin anlatılan aleme ayak
uydurması gerekir ; sonrası kolay.. Ki orada ;
çeşitli sıfatlar alacaktır..
***
Her kim , anlatılan sıfatlarla kendisini bezerse..
Onun için sıfatlar olur.. Ki onların , ne haddi vardır
; ne de nihayeti..
***
Şu manayı da iyi düşünmek gerek.. Bir kimse ,
kendisini tanımadan , bilmeden belli şekliyle
ölünce ; iyi ve kötü vasıfları da onunla beraber ölür
gider..
Bu misal , zahirdeki belli ölümün bir sonucudur..
Bir de , manevi ölümle öleni düşünelim.. Yani:
Ölmeden evvel öleni..
Tıpkı yukarıdaki gibi , bundan da iyi ve kötü
sıfatlar kalkar..
Fakat.. Öyle bir hal alır ki ; yukarıda anlatılana hiç
benzemez..
Allah-ü Taala , onu kendi makamına oturtur.. Ama
bütün hallerde..
Zatı makamına oturtur ; Allah'ın zatı olur..
Sıfatları makamına oturtur ; Allah'ın sıfatları olur..
İşbu manaya cidden ermek gerek..
Çook önemlidir..
İşte bu mana icabıdır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz şöyle buyurdu :
" Ölmeden evvel ölünüz.. "
Bu hadis-i Şerifin şerhi şöyle olabilir :
" Belli ölümle ölmeden evvel kendinizi anlayınız..
İrfan sahibi olunuz.. "
Aşağıda anlatacağımız kudsi hadis de aynı manayı
teyid eder..
Rasulüllah S.A. efendimiz şöyle anlatıyor :
" Allah-ü Taala şöyle buyurdu :
- Kul nafile ibadetlerle bana yaklaşır..
Öyle bir hal alır ki ; ben onu severim..
Onu sevdiğim işbu vakitte : Onun kulağı olurum ,
gözü olurum ve eli olurum.... "
***
Yukarıda anlatılan kudsi hadiste irfan sahibine bir
işaret vardır.. İrfan sahibi , anlatılan manaya
erdikten sonra , özünde görecektir ki ; tüm varlığı ,
Hakkın varlığıdır..
Fakat.. Onun zatında ve sıfatında hiç bir değişiklik
görmeden..
Kaldı ki ; aslında böyle bir değişikliğe ihtiyaç da
yoktur..
Çünkü kendisine ait bir varlığı yoktur..
Yok olan bir şeyin nasıl değişir ki ?. Bu arada
kendisi , sadece cehlini giderdi.. Yani : marifet yolu
ile..
Bir varlık sahibi idi , bilmiyordu ;şimdi bildi..
Şimdi sıra sende..
Dinle ve anlamaya çalış.. Her ne zaman ki ; nefsini
anlayıp , özünü bildin ; işte o zaman kendi mevhum
varlığın ortadan kalkar.. Ve.. anlarsın ki ; sen ,
Allah'ın gayrı değilsin..
Bu mana da bir hakikattır .
Bir an için olsun ; anlatılan mananın tersini ele
alalım.. Ki onda Kendine has bir varlığın vardır ; o
varlığın fenaya da ihtiyacı yoktur . Hatta marifete
de ..
Böyle olduğunu düşün : Sen Allah'tan başka bir
Rabb olursun..
Ama , asıl hakikat şudur ki : Allah-ü Taala
kendisinden başka bir Rabb yaratmaz..
Bu , olmaz ve olamaz..
Allah-ü Taala bu gibi bir manaya karşı , yücedir ;
tenzih edilir .
***
Bu arada , biraz da malumat vermek iyi olacak..
Vereceğimiz bu malumat ; bir yönüyle yoldur..
Yani : Nefsi bilme yolu ..
Bu durumu ki , bildin ; dinle ve anlamaya çalış..
Bilmelisin.. sadece bilmek de , yeterli değil.. tahkik
makamına çıkmalısın..
Hulasa : Bildiğin şeyin hakikatını bulmalısın..
Bilmen gereken ve hakikatına varman icab eden
husus şudur : Vücudun.. Varlığın..
Aslında , senin kendine mal ettiğin vücudun , var
olmuş bir şey hiç olmadı..
Onun yokluğu da böyle.. Ama ,zamanların
hiçbirinde..
Olucu şey de değilsin..
Ama , hiç mi ? hiç..
Bu manayı ; hem gelecek için , hem de geçmiş için
kullanabilirsin..
***
Yukarıda anlatılan manadaki hakikatı ki , bilip
buldun.. İşte o zaman sana :
" LA İLAHE İLLALLAH IİLAH YOKTUR
SADECE ALLAH "
Cümlesindeki mana zahir olur..
Hakikaten ilah yoktur O vardır.. Gayrı Vücud bile
yoktur O vardır..
Hasıl-ı : Aşağıdaki cümleleri tekrar oku , özünü
onlara alıştır..
Ondan başka hiç bir şey yoktur .
İlah yoktur ; ancak o vardır..
***
Bu arada şöyle bir şey denebilir :
" Arada yabancı kalmadı . Bu durumda , Rububiyet
sıfatı yok oldu.. Onu hiçe saydın ?.
Bu , yanlış bir anlayıştır..
Ben , öyle bir şeyi söyleyemem.. Hem ne
haddime?.. Sonra nasıl yapabilirim ki ?..
Bir defa düşün ki o :
Henüz ortada Rabba ihtiyaç duyan bir mahluk
yokken , yine bir Rabb idi..
Yaratılmaya ihityaç duyan bir mahluk yokken , o
yine bir Halik idi..
Yani , ezeldeki durum bu idi..
Şimdi de , eslisinden bir farkı yoktur.. O : yine bir
Rabb'dır ; yine bir Halik..
Mahluk , mefhumunu sil ; ortada o kalır..
Hasıl-ı , değişen hiç bir şey yoktur..
O : Ezelde ne idiyse .. şimdi , şu anda yine öyledir..
Onun halikıyeti , bir mahlukun bulunmasına ihtiyaç
duymaz..
Onun rububiyeti , keza bir merbub aramaz.. buna
ihtiyacı yoktur..
***
Hele bir düşün..
O : Vardı.. Yani : Mükevvenat yaratılmadan..
Ve o.. işbu varlığı içinde , eksiksiz bütün sıfatlarını
zatında toplamıştı..
Şimdiye kadar , hiç bir değişiklik olmadı.. Olamaz
da..
Şu anda , ilk andaki gibidir.
7. Bölüm
Yüce Hakkın tekliğinde ;varlıkla yokluk arasında ,
hiç bir değişiklik yoktur..
Yani : Bize göre varlık ve bize göre yokluk.. Zira
ona göre, ne var , bir meseledir ; ne de yok..
Her şey yerindedir.. Değişiklik , sadece onun
zatından zatınadır..
Mesela : Bir varlık mı var ?. Bir mevcud mu var ?..
O halde onun hükmü şudur : Zahiriyet , sıfatının
iktizası..
Yani : Onun , zahir sıfatının bir gereği..
Yani : Açığa çıkma arzusunun bir sonucu..
Mesela : Bir yokluk mu var ?.. Bir adem mi var ?.
Bunun için verilmesi gereken hüküm de şudur :
Batıniyet sıfatının iktizası..
Yani : Onun , batın sıfatının bir gereği..
Yani : Gizlenme arzusunun bir sonucu..
***
Yukarıdaki mana anlatılırken : Zahirin ayrı ,
batının ayrı bir şey olduğu düşünülmesin..
Çünkü ayrılık , diye bir şey yoktur..
Sebebine gelince : Onun zahiri , batınıdır..
Sebebine gelince : Onun batını zahiridir..
Sebebine gelince : Onun evveli , ahiridir..
Sebebine gelince : Onun ahiri , evvelidir..
Hasıl-ı kelam : Hepsi o birde toplanır.. Yani : Ne
varsa ..
Ve.. toptan her şey , birdir..
Ve.. bir , herşeydir..
İşbu manadaki inceliğe dikkat gerek..
***
Yüce Allah'ın zatına bağlı sıfatları her an bir
değişik şekil almaktadır..
Bunun aksi iddia edilemez.. İddia edilse dahi isbat
edilemez..
Ondan başka bir şey yoktur..
Bunun da aksi iddia edilemez.. Bu da iddia edilse
dahi isbat edilemez..
O , şu anda ve her anda öyledir..
Onun varlığından gayrı bir varlık yoktur..
Gerçekten söylenecek söz budur..
Başka yok..
Nasıl ki , ezelde ve kıdem halinde böyle idi..
Yani : Her anda ; zatı ve sıfatı ile bir başka şan
alırdı.. Tecelli değiştirirdi.. Ki o zaman , yine bir
yabancı mevcud yoktu..
Geçmişi andıran terimlerin de yeri yok..
Çünkü , şu anda ; ezelin ve kıdemin hiç bir farkı
yoktur..
Yine öyledir.. Yine öyle olacaktır .
Sebebine gelince.. Ne bir şey var.. Ne de an..
Nasıl ki , kıdem , yani ezel halinde ; öyle , bir şey
ve öyle bir an , hatta gün yoktur..
Şunu anlatmak icab eder ki..
Bu varlığın vücudu ile yokluğu , Hak için hiç bir
mana ifade etmez..
Aksi halde , onun vahdaniyetine arız olan bir şey
gerekir ki... bu onun için bir noksanlık olur..
Halbuki , onun varlığı böyle bir şeye ihtiyaç
duymaktan çok uzaktır..
O yücedir.. Zatına arız olan bir noksan ona yakın
olamaz..
***
Yukarıda , pek çok şeyler anlatıldı..
O anlatılanların hemen hepsi , nefsini , özünü
anlamaya dairdi..
Seni bu yola çekmek üzerine idi..
Orada ; sana özetle şu manalar anlatılmak istendi :
" Yok olsan da varsın ; var olsan da.. Her iki hal de
eşittir.. Esasa taalluk eden bir değişiklik yoktur..
İşte.. yukarıda sayılan vasıflardan çıkan özet mana
budur..
Sıfatın , vasfın , aslın ve özün odur.. Kendini böyle
bilmen gerek..
Nefsini anlatıldığı şekilde anlaman icab eder..
Hasıl-ı kelam : Her ne zaman ki ; anlatılan vasıflar
çemberi içinde nefsini bildin...
Yani : Eşsiz , benzersiz.. Dengi olmayan bir
şekilde..
Yani : Allah-ü Taala'ya karşı olan bir varlığa sahib
olmadan..
İşte.. o zamandır ki : Nefsini , özünü , gerçek
manada bildin..
Aksi halde asla bir anlayışa sahib olman kabil
değildir..
İşbu mana açısındandır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz :
"Bir kimse ki ; nefsini bildi , gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Buyurdu..
İşbu mana , sözümüzün delilidir.. Bu durum
kesindir..
Aksi halde Rasulüllah S.A. efendimiz , başka türlü
anlatırdı..
Mesela şöyle buyururdu :
"Bir kimse ki , nefsini yok etti ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Halbuki böyle buyurmadı..
Çünkü böyle bir manayı anlatmak , manasızlık
olurdu..
Çünkü o bilip gördü ki : Ondan , yani : Zatından ve
sıfatından gayrı hiç bir şey yok ..
Bunu böyle bilip gören , aksine bir ifade nasıl
kullanabilir?..
Rasulüllah S.A. efendimizin işareti şuydu : Nefsi
bilip anlamak, doğruca Hakkı bilip anlamaktır..
Burada sana yapacağımız kısa bir tavsiyemiz
olacak :
"Önce nefsini bil.."
Yani : Varlığını.. özünü..
Bil ki : Sen , iddia ettiğin gibi sen değilsin..
Bir başka sensin.. Aklına hayaline gelmeyecek
şekilde sensin..
Ne var ki , sen bunu anlayamıyorsun.. Anlamaya
çalış..
Özet mana bundan gayrı olamaz.
8. Bölüm
Yukarıda , pek çok şeyler anlatıldı..
O anlatılanların hemen hepsi , nefsini , özünü
anlamaya dairdi..
Seni bu yola çekmek üzerine idi..
Orada ; sana özetle şu manalar anlatılmak istendi :
" Yok olsan da varsın ; var olsan da.. Her iki hal de
eşittir.. Esasa taalluk eden bir değişiklik yoktur..
İşte.. yukarıda sayılan vasıflardan çıkan özet mana
budur..
Sıfatın , vasfın , aslın ve özün odur.. Kendini böyle
bilmen gerek..
Nefsini anlatıldığı şekilde anlaman icab eder..
Hasıl-ı kelam : Her ne zaman ki ; anlatılan vasıflar
çemberi içinde nefsini bildin...
Yani : Eşsiz , benzersiz.. Dengi olmayan bir
şekilde..
Yani : Allah-ü Taala'ya karşı olan bir varlığa sahib
olmadan..
İşte.. o zamandır ki : Nefsini , özünü , gerçek
manada bildin..
Aksi halde asla bir anlayışa sahib olman kabil
değildir..
İşbu mana açısındandır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz :
"Bir kimse ki ; nefsini bildi , gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Buyurdu..
İşbu mana , sözümüzün delilidir.. Bu durum
kesindir..
Aksi halde Rasulüllah S.A. efendimiz , başka türlü
anlatırdı..
Mesela şöyle buyururdu :
"Bir kimse ki , nefsini yok etti ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Halbuki böyle buyurmadı..
Çünkü böyle bir manayı anlatmak , manasızlık
olurdu..
Çünkü o bilip gördü ki : Ondan , yani : Zatından ve
sıfatından gayrı hiç bir şey yok ..
Bunu böyle bilip gören , aksine bir ifade nasıl
kullanabilir?..
Rasulüllah S.A. efendimizin işareti şuydu : Nefsi
bilip anlamak , doğruca Hakkı bilip anlamaktır..
Burada sana yapacağımız kısa bir tavsiyemiz
olacak :
"Önce nefsini bil.."
Yani : Varlığını.. özünü..
Bil ki : Sen , iddia ettiğin gibi sen değilsin..
Bir başka sensin.. Aklına hayaline gelmeyecek
şekilde sensin..
Ne var ki , sen bunu anlayamıyorsun.. Anlamaya
çalış..
Özet mana bundan gayrı olamaz..
***
Yine anla ki : Varlığın senin sandığın gibi ,varlığın
değildir..
Ama başka bir varlığın da değildir..
Sen mevcud değilsin.. Madum da değilsin.. Yani :
Ne var olmuşsun.. Ne de yok..
Kısacası : Ne varsın ; ne de yok..
Varlığın da , yokluğun da , bu varlığındır.. Hepsi
odur.. Ama bir varlık iddiası olmadan.. Bir yokluk
düşünülmeden..
Sakın ha.. Bu arada , onun varlığının aynını , senin
bu varlığın sanmayasın.. Yokluğun da saymayasın..
Arada daha nice perdeler var ki.. Onları , safiyet
yolu ile açmak gerek..
***
Şu anda , sana gereken ; Allah ile birlikte , diğer bir
varlık vücudu tanımamaktır..
Hatta , yüce Alah'ın zatı ve sıfatı içinde dahi bir
şeyin varlığını düşünmeyesin..
Bu durumu ki , iyi kavradın ; nefsini bilip anladın
sayılır..
Zira , anlatılan mana çerçevesi içinde nefsi bilmek
ve anlamak , Allah'ı bilmenin taa , kendisidir .
İşbu manada şüphe izi yoktur.. Şek yoktur ..
Sonra.. Nefsin öyle bir hal alışı , bir terkip ve bir
yapma sonucu değildir ..
Haşa ki , kadim ve ezeli , ebedi bir zatta sonradan
olma ve sonradan yapılma bir şeyin sözü edile.
9. Bölüm
Anlattığımız bu yüce manalar karşısında ; şüphesi
kısmen zail olan, fakat gayeyi tam anlamayan biri ,
bize şöyle bir soru tevcih edebilir :
"Anlatılan manalarla sabit olan odur ki : Hakka
yabancı bir şey yok ..
Ortada tek bir şey var.. Yani : Bir varlık.. Bir şey
de , kendi kendine bağlanamaz ; birleşemez..
O halde ; ona vüsul yolu nasıldır ?. Ve nasıl olmalı
?. "
Bu soruya cevap vermek kolaydır.. Ancak
anlatabilmek biraz güç olsa gerek ..
Zira karşıdaki şahıs anlama kabiliyetinden
yoksunsa , ona anlatmak nasıl mümkün olur ?.
Ama çaresiz ; anlatacağız.. Biri anlamazsa ; bir
başkası anlar ..
Şimdi dinle ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne birleşme var ; ne de
ayrılmak ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne bir yakınlık vardır ; ne
de uzaklık ..
Sebebine gelince.. Sorucunun da işaret ettiği gibi :
Birleşmek veya ayrılmak , yakınlık ya da uzaklık
ancak iki şey arasında olur ..
Ortada , ancak bir varlık olduğuna göre : Ne
birleşmek var; ne de ayrılmak ..
Bunun aksi , imkan dışıdır .
Vüsulün ; yani : Birleşmenin manasının tahakkuku
,ancak iki eşit şey arasında olur .. Ya da eşit
olmayan iki şey ..
Sonra.. cins olaraktan da , birbirine benzemesi icab
eder ..
İki şey , birbirine benzemediği takdirde ; arada bir
zıdlık meydana gelir ..
Halbuki , Allah-ü Taala , her iki halden de
münezzehtir ..
Kendisinin bir zıddı veya benzeri olamaz ..
***
İyi bilmeli ki : Visal , bir başka visaldir.. Yakınlık ,
bir başka yakınlıktır .. Uzaklık , bir başka uzaklıktır
..
Hulasa : Visal , yakınlık , uzaklık.. bütün bunlar
zahirde bilinen hallerin dışında düşünülecek ..
Haşa ki , Hakka vasıl olmak , uzak durmak ve
yakınlaşmak dıştan görünen iki şeyin birbirine
yaklaşması , uzaklaşması veya birleşmesine
benzemeye ..
Şüphesiz , vuslat yok değildir .. Fakat vuslat dışı
bir vuslat vardır ..
Yani : Zahirdeki manası dışında ..
Şüphesiz , yakınlık yok değildir .. Ancak yakınlık
dışı bir yakınlıktır ..
Yani : Dıştan anlaşılan ve anlatılan şekil dışında ..
Şüphesiz , bir uzaklık da vardır . Ama , uzaklık
mefhumu anılmayan bir manada uzaklık vardır ..
Yani : Dıştan bilinen uzaklığın , hiç benzeri olamaz
..
***
Şimdi ..
Yukarıdaki sorunun cevabını verip bazı çeşitli
halleri , manaları anlattıktan sonra.. bir başka soru
ile karşılaşmamız mümkündür ..
Mesela , o soru şöyle olabilir :
"Vaslın manası oldu.. Durum anlattığınız gibi
vuslatsız bir vüsuldan ibaret kalıyor.. Yani Buud ile
kurb .."
Ayrıca :
Yakınlık olmadan bir yakınlık , uzaklık olmadan
bir uzaklık ..
Mefhumunu andıran bir cümle geçti ..
Şimdi.. Bunların manası ne ola ?."
Bu sorunun cevabı da verilebilir ..
Bu soruyu sorduğuna göre , muhatap sen oldun.. O
halde dinle ..
O manadan ; yani : Yakınlıksız yakınlıktan ,
uzaklıksız uzaklıktan kasdım odur ki : Sen ; an ,
mefhumu ile anılan zamanların hepsinde , yakınlık
ve uzaklık içindesin ..
Ama , Allah'tan başka bir şey olmadan ..
Ne var ki ; sen bu manayı ,anlamak irfanına sahip
değilsin ..
İşbu irfan mahrumiyetin , nefsinedir ; özünedir ..
Ve sen : Kendini bilmiyorsun ki ; osun..
Ama sensiz.. senliksiz ..
Dikkat et şu cümleye : Vuslat marifettir ..
Her ne zaman ki ; vasıl oldun ; yani , özünün arifi..
Hakka vasıl oldun ; sayılır ..
Ne var ki ; bu irfan duygusunda ; İRFAN
harflerinin varlığı da olmayacak.
10. Bölüm
Yüce Hakkın tekliğinde ;varlıkla yokluk arasında ,
hiç bir değişiklik yoktur..
Yani : Bize göre varlık ve bize göre yokluk.. Zira
ona göre, ne var , bir meseledir ; ne de yok..
Her şey yerindedir.. Değişiklik , sadece onun
zatından zatınadır..
Mesela : Bir varlık mı var ?. Bir mevcud mu var ?..
O halde onun hükmü şudur : Zahiriyet , sıfatının
iktizası..
Yani : Onun , zahir sıfatının bir gereği..
Yani : Açığa çıkma arzusunun bir sonucu..
Mesela : Bir yokluk mu var ?.. Bir adem mi var ?.
Bunun için verilmesi gereken hüküm de şudur :
Batıniyet sıfatının iktizası..
Yani : Onun , batın sıfatının bir gereği..
Yani : Gizlenme arzusunun bir sonucu..
***
Yukarıdaki mana anlatılırken : Zahirin ayrı ,
batının ayrı bir şey olduğu düşünülmesin..
Çünkü ayrılık , diye bir şey yoktur..
Sebebine gelince : Onun zahiri , batınıdır..
Sebebine gelince : Onun batını zahiridir..
Sebebine gelince : Onun evveli , ahiridir..
Sebebine gelince : Onun ahiri , evvelidir..
Hasıl-ı kelam : Hepsi o birde toplanır.. Yani : Ne
varsa ..
Ve.. toptan her şey , birdir..
Ve.. bir , herşeydir..
İşbu manadaki inceliğe dikkat gerek..
***
Yüce Allah'ın zatına bağlı sıfatları her an bir
değişik şekil almaktadır..
Bunun aksi iddia edilemez.. İddia edilse dahi isbat
edilemez..
Ondan başka bir şey yoktur..
Bunun da aksi iddia edilemez.. Bu da iddia edilse
dahi isbat edilemez..
O , şu anda ve her anda öyledir..
Onun varlığından gayrı bir varlık yoktur..
Gerçekten söylenecek söz budur..
Başka yok..
Nasıl ki , ezelde ve kıdem halinde böyle idi..
Yani : Her anda ; zatı ve sıfatı ile bir başka şan
alırdı.. Tecelli değiştirirdi.. Ki o zaman , yine bir
yabancı mevcud yoktu..
Geçmişi andıran terimlerin de yeri yok..
Çünkü , şu anda ; ezelin ve kıdemin hiç bir farkı
yoktur..
Yine öyledir.. Yine öyle olacaktır .
Sebebine gelince.. Ne bir şey var.. Ne de an..
Nasıl ki , kıdem , yani ezel halinde ; öyle , bir şey
ve öyle bir an , hatta gün yoktur..
Şunu anlatmak icab eder ki..
Bu varlığın vücudu ile yokluğu , Hak için hiç bir
mana ifade etmez..
Aksi halde , onun vahdaniyetine arız olan bir şey
gerekir ki... bu onun için bir noksanlık olur..
Halbuki , onun varlığı böyle bir şeye ihtiyaç
duymaktan çok uzaktır..
O yücedir.. Zatına arız olan bir noksan ona yakın
olamaz..
***
Yukarıda , pek çok şeyler anlatıldı..
O anlatılanların hemen hepsi , nefsini , özünü
anlamaya dairdi..
Seni bu yola çekmek üzerine idi..
Orada ; sana özetle şu manalar anlatılmak istendi :
" Yok olsan da varsın ; var olsan da.. Her iki hal de
eşittir.. Esasa taalluk eden bir değişiklik yoktur..
İşte.. yukarıda sayılan vasıflardan çıkan özet mana
budur..
Sıfatın , vasfın , aslın ve özün odur.. Kendini böyle
bilmen gerek..
Nefsini anlatıldığı şekilde anlaman icab eder..
Hasıl-ı kelam : Her ne zaman ki ; anlatılan vasıflar
çemberi içinde nefsini bildin...
Yani : Eşsiz , benzersiz.. Dengi olmayan bir
şekilde..
Yani : Allah-ü Taala'ya karşı olan bir varlığa sahib
olmadan..
İşte.. o zamandır ki : Nefsini , özünü , gerçek
manada bildin..
Aksi halde asla bir anlayışa sahib olman kabil
değildir..
İşbu mana açısındandır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz :
"Bir kimse ki ; nefsini bildi , gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Buyurdu..
İşbu mana , sözümüzün delilidir.. Bu durum
kesindir..
Aksi halde Rasulüllah S.A. efendimiz , başka türlü
anlatırdı..
Mesela şöyle buyururdu :
"Bir kimse ki , nefsini yok etti ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Halbuki böyle buyurmadı..
Çünkü böyle bir manayı anlatmak , manasızlık
olurdu..
Çünkü o bilip gördü ki : Ondan , yani : Zatından ve
sıfatından gayrı hiç bir şey yok ..
Bunu böyle bilip gören , aksine bir ifade nasıl
kullanabilir?..
Rasulüllah S.A. efendimizin işareti şuydu : Nefsi
bilip anlamak , doğruca Hakkı bilip anlamaktır..
Burada sana yapacağımız kısa bir tavsiyemiz
olacak :
"Önce nefsini bil.."
Yani : Varlığını.. özünü..
Bil ki : Sen , iddia ettiğin gibi sen değilsin..
Bir başka sensin.. Aklına hayaline gelmeyecek
şekilde sensin..
Ne var ki , sen bunu anlayamıyorsun.. Anlamaya
çalış..
Özet mana bundan gayrı olamaz.
11. Bölüm
Yine anla ki : Varlığın senin sandığın gibi ,varlığın
değildir..
Ama başka bir varlığın da değildir..
Sen mevcud değilsin.. Madum da değilsin.. Yani :
Ne var olmuşsun.. Ne de yok..
Kısacası : Ne varsın ; ne de yok..
Varlığın da , yokluğun da , bu varlığındır.. Hepsi
odur.. Ama bir varlık iddiası olmadan.. Bir yokluk
düşünülmeden..
Sakın ha.. Bu arada , onun varlığının aynını , senin
bu varlığın sanmayasın.. Yokluğun da saymayasın..
Arada daha nice perdeler var ki.. Onları , safiyet
yolu ile açmak gerek..
***
Şu anda , sana gereken ; Allah ile birlikte , diğer bir
varlık vücudu tanımamaktır..
Hatta , yüce Alah'ın zatı ve sıfatı içinde dahi bir
şeyin varlığını düşünmeyesin..
Bu durumu ki , iyi kavradın ; nefsini bilip anladın
sayılır..
Zira , anlatılan mana çerçevesi içinde nefsi bilmek
ve anlamak , Allah'ı bilmenin taa , kendisidir .
İşbu manada şüphe izi yoktur.. Şek yoktur ..
Sonra.. Nefsin öyle bir hal alışı , bir terkip ve bir
yapma sonucu değildir ..
Haşa ki , kadim ve ezeli , ebedi bir zatta sonradan
olma ve sonradan yapılma bir şeyin sözü edile ..
***
Anlattığımız bu yüce manalar karşısında ; şüphesi
kısmen zail olan , fakat gayeyi tam anlamayan biri ,
bize şöyle bir soru tevcih edebilir :
"Anlatılan manalarla sabit olan odur ki : Hakka
yabancı bir şey yok ..
Ortada tek bir şey var.. Yani : Bir varlık.. Bir şey
de , kendi kendine bağlanamaz ; birleşemez..
O halde ; ona vüsul yolu nasıldır ?. Ve nasıl olmalı
?. "
Bu soruya cevap vermek kolaydır.. Ancak
anlatabilmek biraz güç olsa gerek ..
Zira karşıdaki şahıs anlama kabiliyetinden
yoksunsa , ona anlatmak nasıl mümkün olur ?.
Ama çaresiz ; anlatacağız.. Biri anlamazsa ; bir
başkası anlar ..
Şimdi dinle ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne birleşme var ; ne de
ayrılmak ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne bir yakınlık vardır ; ne
de uzaklık ..
Sebebine gelince.. Sorucunun da işaret ettiği gibi :
Birleşmek veya ayrılmak , yakınlık ya da uzaklık
ancak iki şey arasında olur ..
Ortada , ancak bir varlık olduğuna göre : Ne
birleşmek var; ne de ayrılmak ..
Bunun aksi , imkan dışıdır .
Vüsulün ; yani : Birleşmenin manasının tahakkuku
,ancak iki eşit şey arasında olur .. Ya da eşit
olmayan iki şey ..
Sonra.. cins olaraktan da , birbirine benzemesi icab
eder ..
İki şey , birbirine benzemediği takdirde ; arada bir
zıdlık meydana gelir ..
Halbuki , Allah-ü Taala , her iki halden de
münezzehtir ..
Kendisinin bir zıddı veya benzeri olamaz ..
***
İyi bilmeli ki : Visal , bir başka visaldir.. Yakınlık ,
bir başka yakınlıktır .. Uzaklık , bir başka uzaklıktır
..
Hulasa : Visal , yakınlık , uzaklık.. bütün bunlar
zahirde bilinen hallerin dışında düşünülecek ..
Haşa ki , Hakka vasıl olmak , uzak durmak ve
yakınlaşmak dıştan görünen iki şeyin birbirine
yaklaşması , uzaklaşması veya birleşmesine
benzemeye ..
Şüphesiz , vuslat yok değildir .. Fakat vuslat dışı
bir vuslat vardır ..
Yani : Zahirdeki manası dışında ..
Şüphesiz , yakınlık yok değildir .. Ancak yakınlık
dışı bir yakınlıktır ..
Yani : Dıştan anlaşılan ve anlatılan şekil dışında ..
Şüphesiz , bir uzaklık da vardır . Ama , uzaklık
mefhumu anılmayan bir manada uzaklık vardır ..
Yani : Dıştan bilinen uzaklığın , hiç benzeri olamaz
..
***
Şimdi ..
Yukarıdaki sorunun cevabını verip bazı çeşitli
halleri , manaları anlattıktan sonra.. bir başka soru
ile karşılaşmamız mümkündür ..
Mesela , o soru şöyle olabilir :
"Vaslın manası oldu.. Durum anlattığınız gibi
vuslatsız bir vüsuldan ibaret kalıyor.. Yani Buud ile
kurb .."
Ayrıca :
Yakınlık olmadan bir yakınlık , uzaklık olmadan
bir uzaklık ..
Mefhumunu andıran bir cümle geçti ..
Şimdi.. Bunların manası ne ola ?."
Bu sorunun cevabı da verilebilir ..
Bu soruyu sorduğuna göre , muhatap sen oldun.. O
halde dinle ..
O manadan ; yani : Yakınlıksız yakınlıktan ,
uzaklıksız uzaklıktan kasdım odur ki : Sen ; an ,
mefhumu ile anılan zamanların hepsinde , yakınlık
ve uzaklık içindesin ..
Ama , Allah'tan başka bir şey olmadan ..
Ne var ki ; sen bu manayı ,anlamak irfanına sahip
değilsin ..
İşbu irfan mahrumiyetin , nefsinedir ; özünedir ..
Ve sen : Kendini bilmiyorsun ki ; osun..
Ama sensiz.. senliksiz ..
Dikkat et şu cümleye : Vuslat marifettir ..
Her ne zaman ki ; vasıl oldun ; yani , özünün arifi..
Hakka vasıl oldun ; sayılır ..
Ne var ki ; bu irfan duygusunda ; İRFAN
harflerinin varlığı da olmayacak.
12. Bölüm
İşte.. böyle bir irfana ki sahib oldun ; bileceksin ki ,
sen o olmuşsun.. olmuşu da geç.. osun..
Ne var ki ; sen daha önce , bunu bilmiyordun..
O olduğunu anlayacak bir marifete sahip değildin..
Hatta , düşünmüyordun bile : O musun ?. Yoksa ,
gayrı mı?.
İşbu anlatılan marifet hali ki , sana nasib oldu ; bu
defa başka bir hale geleceksin..
Bileceksin ki: Allah'ı , Allah ile bildin.. Nefsinle
değil..
Şüphesiz , böyle bir merhale kat ettikten sonra..
Yakınlığı da , uzaklığı da bırakırsın..
Ne yakınlığı ?.. Ne uzaklığı ?..
Bütün bunları bir kalem geç..
Geç.. geç de.. aşağıda vereceğimiz misali dinle..
Dinlemek yetmez ; anlamaya çalış..
***
Şimdi..
Kendini ele al.. Çünkü bu misalde sade sen varsın..
İsmin ve müsemman.. Aslında , bunların ikisi de
aynı manaya gelir..
Ya , sana bir isim verilmiş ; ya da , sen bir isim
almışsın..
Mahmud, adını almışsın ; ya da sana Mahmud adı
konmuş..
Halbuki sen , kendi adını Muhammed biliyorsun..
Aradan bir zaman geçiyor..
İşbu zaman , uzundur , veya kısadır.. İkisi de
farksız..
İşbu aradan geçen zamandan sonra anlıyorsun ve
biliyorsun ki : İsmin Muhammed değil de ,
Mahmud imiş..
Şimdi n'oldu ?.. Vücudunda bir değişiklik oldu mu
?.
Hayır , hiçbir değişiklik olmadı..
Araya, sadece bir marifet oyunu girdi..
Ve sen, kendin elde ettiğin marifetinle, Muhammed
ismi kalktı..
Ve sen : Mahmud oldun..
" Nasıl oldu bu iş ?. "
Diyerek düşünmeye ne hacet ?.. Şöyle oldu : Sen
ancak Muhammed sandığın ismini özünden
sildikten sonra oldu..
İşbu manadan , fena halinin de nasıl olduğunu
anladın..
***
Şüphesiz fena hali , bir şeyin vücudunu ispattan
sonra olur..
Yani : Zahirde kullanıldığı manadaki fena hali .
Ama , yukarıda anlatılan misalde fena hali öyle mi
?.. Hiç de değil..
Zahirde alışılan manada bir fena halinin olması için
, bir başkasının varlığı olmalı..
Bu , hiç yakışık alır mı ?. Hem , hiç caiz mi ?.
Şüphesiz ; her kim yüce Allah'ın zatından gayri
birine , bir varlık isbatlarsa.. müşrik olur..
Yani : Allah'a bir ortak bulmuş olur .
Halbuki , Allah-ü Taala , yücedir ; sübhandır..
Çook çok büyüktür..
***
Yine , yukarıdaki misale dönelim..
Arada bir isim değişti.. Muhammed Mahmud oldu..
Ama , ne Mahmud'dan bir şey eksildi ; ne de
Muhammed'den..
Mahmud'dan bir kısılma , bir eksilme olmadı..
Sonra.. Muhammed de , Mahmud içinde bir yok
değildi.. Fena bulmadı..
Sonra.. Onun içine de girmiş değildi.. Bir çıkış da
olmadı..
Bir anlama sonunda , Muhammed eridi.. Silindi .
Mahmud'un içine de girmedi..
Hulasa : Ortada , sadece bir mana değişmesi oldu..
Sonra.. Önce , Mahmud olan kimse.. kendisinin ,
Muhammed değil de ; Mahmud olduğunu nasıl
anladı dersiniz?..
Kendi kendine anladı.. Muhammed ismi ile değil..
Çünkü , Muhammed yoktu..
Olmayan bir şeyle , olmakta olan bir şey nasıl
anlaşılır?..
***
Dikkatli olursan ; yukarıdaki misalle pek çok şey
elde edebilirsin..
Sonra.. Aşağıda anlatacaklarımızı da aynı misali
nazara alarak oku..
Özet olarak , tekrar edelim : Tek varlık düşün.. Her
şeyi , ama her şeyi o tek varlık içinde gör..
Durum bu olunca.. Bak : Arif kim ? Maruf kim?..
Her ikisi de aynı şeydir..
Sonra.. Vasıl kim?. Mevsul kim?..
Her ikisi de aynı varlıktır..
Evet.. aynı manada bak : Gören kim?. Görülen
kim?..
Hiç bir zaman , bunları birbirinden ayırmak , kabil
olamaz.
13. Bölüm
Üstteki mana biraz daha açılmalıdır.. Ki , öyle
olacak..
Arif , Hakkın sıfatıdır ; Maruf ise.. zatı..
Vasıl , Hakkın sıfatıdır ; mevsul ise.. zatı..
Diğerleri de aynı kıyasa tabidir..
Sonra.. sıfatı , mevsufdan ayırmak da olmaz..
Zira , sıfat ve mevsuf aynı şeydir.. İkisi de aynı
köke bağlıdır..
***
Yetmez mi?. Bu kadar anlatılanlar , sana henüz bir
şey anlatmadıysa.. yazık..
Dikkatli ol ve bak ; dönüp dolaşıp aynı yere
geliyoruz..
Mana duvarlarını yıka yıka , önüne bir hazine
açıyoruz..
Dikkatli ol ; oradan içeri atlamak bir an
meselesidir..
O anı yakala ve içeri atıl..
Orada bir tılsım çözeceksin..
İşbu tılsımın anahtarı :
" Bir kimse ki , nefsini bildi ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Mealine gelen Hadis-i Şeriftir..
Bu eser de o tılsımı çözmek yolunda.. Bütün bu
beyanlar , onun için..
Misaller , teşbihler , hep onun için..
***
Anlatmak istediğimiz mana yolunda , yukarıdaki
misal çok önemlidir .
Vaziyet , anlatıldığı gibi olunca.. daha önce sorulan
ve ve bilinmek istenen ayrılmanın ve birleşmenin
manası kalmaz..
Sebebine gelince.. Herkim , anlatılan misalle
yolunu bulur ve bir fehme sahib olursa.. Bilir ki :
Ne ayrılmak vardır ; ne de birleşmek..
Yine bilir ki : Ârif de maruf da odur..
Yine bilir ki : Gören de , görülen de odur..
Yine bilir ki : Vâsıl da , mevsul da odur.. Yani :
Birleşen de , birleşilen de odur..
Ona ondan başkası , vasıl olamaz..
Ve.. bir ayrılma mevzuu varsa.. Bu da , onun gayrı
olamaz..
İşte.. Şirkten kurtulmanın çaresi..
Herkim , anlatılan mana çemberi içine girerse..
Şirkten halâs bulur.. Yani : Kurtulur..
Aksi halde.. yani : Anlatılan mana yolunun dışına
çıkılınca.. Bu , kimden olursa olsun.. Nereye olursa
olsun. Hatta , çıkan kim olursa olsun.. şirken
kurtulma kokusunu alamaz..
***
İrfan sahibi geçinen pek çoğu kimseler , anlatılan
manadan yana yanlış zanna kapılmışlardır..
Onlar , kendi buldukları zannî yoldan ; kendi
nefislerini anladıklarını ; Rablarını bildiklerini ,
varlık bağından kurtulduklarını sandılar..
Ve.. dediler ki :
"Böyle bir hal için yegâne yol : Ancak fena , yani :
Yokluk ile elde edilir.. Hatta , fenadan da , fena
bulmak yolu ile..
Bütün deyişleri , bu yoldaki indî kanaatleri;
Resulüllah S.A. efendimizin Hadis-i Şerifindeki
ince manayı , anlamadıklarından ileri geliyor..
Onlarınki , bir yanlış zandan ibarettir .
Onların , şirki imhaları , varlığın yokluğa
atılmasına bağlıdır..
Özet olarak , işaret ettikleri mana budur..
Varlığı yok görmelerini , bir çok şekillere
bağlarlar..
Bir bakarsın ki : Fenanın da fena bulması yoluna
giderler..
Bir bakarsın ki : Tam manası ile Hakka teslim
yolunu anlatırlar..
İşbu anlatılanlar , onların anlattığımız manaya
varmak için, tarif ettikleri yoldur..
Mana canibine , onların işaretleri bunlardır..
Ne var ki ; gerçek onların sandığından çok daha
başkadır..
Onların bütün tarif ve işaretleri halis (!) şirktir..
Bir defa onlar , bu sözleri ile ; ikinci bir varlığa
işaret etmektedirler ..
.. ve .. böyle bir yolun varlığına cevaz
vermektedirler ..
Ama , aslında her kim , Haktan gayrı bir şeyin
varlığına hak tanırsa..
Sonra da , o tanıdığı varlığın ifnası cihetine girmiş
olur..
Böyle bir durum sonunda , Haktan gayrı bir şeyin
varlığını şüphesiz isbat etmiş olur .
Ondan gayrı bir varlığın isbatı yoluna giden ise..
gerçekten Allah'a bir ortak bulmuş olur..
Dileğimiz odur ki : Allah-ü Taâlâ ; onları da , bizi
de doğru yola irşad eyleye.
14. Bölüm
Bir zanna sahip oldun, seni sen sandın;
Halbuki sen olamazsın.. hiç olmadın..
Sen, sen olunca.. şüphesiz bir rab kaldın;
Geç bu zannı: İki şeyin biri kaldın..
Varlıkta hiç fark yok, ikiniz de aydın;
Ne senden ayrılan, ne ondan ayrıldın..
Sen ki cehlen yabancılık sözü attın;
Serteldin, cehlin gidince narin kaldın..
Ayrılığın vuslat, vuslatın ayrılık;
Böyle hoş oldun: Yakınlığın uzaklık..
Aklı at, keşfin nur anlayışla bak..
Sakın ha.. Allah'a ortak kılmayasın;
Ki, düşmeyesin.. şirkle düşük kalırsın..
***
Şimdi..
Bir soru daha karşımıza çıkar..
Ve .. Biri, şöyle diyebilir:
-Yaptığınız işarete göre:
-İrfanın kendinsin.. Yani: Nefsin.. Ki o, Allah'a
karşı irfan sahibi olmanın taa, kendisidir.
Diyorsunuz.. Halbuki irfan sahibi, nefsi ile kalınca
Allah'ın gayrıdır.
O, Allah'ın gayrı olduğuna göre, Allah'a karşı nasıl
bir irfan sahibi olabilir?
İşbu soruya verilecek cevap, kısmen yukarıda
geçen cümlelerdeki cevabın aynıdır.
Ama yine de bir cevap verilmesi yerinde olur..
Şöyle ki: Bir kimse nefsine; yani: Özüne karşı tam
ârif olursa.. bilir ki: Varlığı, kendi varlığı değildir.
Ama, başka bir varlığa da sahip değildir..
Yani: Kendisinden başka varlık yoktur..
İşbu mananın bir icabı olarak: Elbette kendi
vücudu; yani varlığı Allah'ın vücududur. Yani:
Varlığı..
Ama, kendi varlığı, bir olma sonucu, Allah'ın
varlığı olmadan..
Kendi vücudunun Allah'ın varlığına dahil olması,
gibi bir durum da yok..
Hatta, kendi varlığının, ondan çıkışı diye bir
mesele de yok..
Hatta; kendi varlığı onunla, yani: Hak'la da
olamaz..
Hatta; Hakkın varlığında da olamaz..
***
Şüphesiz, bu arada değişen hiç birşey yoktur. Yani:
Bütün bu olup biten işler arasında: Her şey haliyle
olmaktadır. Yani: Olduğu gibi..
İşte.. O irfan sahibi, kendisini, bu halet içinde
görür.. Yani: Varlığını böyle sezer..
Kısacası: Onun görüşü ve bilişi;hiçbir olan şeyin
yeniden olacağı, sonradan birşey olduğu fikrine
sahip olmadan, kendisini olduğu halde görür ve
bilir..
İşbu manada, fena hali yoktur..
Yokluğa gitmek, diye bir mesele mevzu bahis
değildir.
Mahiv, diye birşey yoktur.
Sonra.. Fena halinin de fena bulması ile de bu
durum hasıl olmaz..Yani: Yokluğu da yokluğa
gömmek, diye birşey yoktur..
Birşeyin yok olduğunu düşünelim.. Yani : fena
halini..
Onun böyle olması.. Yani: Birşeyin fenaya varması
demek, o şeyin daha önceden var olması demektir..
Durum, böyle iktiza eder.. Önce, durum budur..
Fena bulmak kabul edildiğine göre, bunu da kabul
gerekir..
Bu ki kabul edildi: onun, yani: o fena bulan şeyin
kendi başına bir varlık olması da kabul edilir..
Böyle olması gerekir..
Yani: Allah'ın kudreti ile değil de, kendi kendine
var olması..
Bu ise, muhaldir.. Olamaz..
Nedenini izaha lüzum bile yok.. Açık..
***
Buraya kadar hayli şeyler anlatıldı.. ve birçok
muamma olan manalar da çözüldü..
Bütün bu anlatılanlardan anlaşılan odur ki: Bir ârif
kişinin nefsine karşı olan irfan duygusu; şüphesiz,
Allah-ü Taâlâ'nın nefsini bilmesi sayılır..
Öyle değil mi?..
Arada bir yabancı düşünülmediğine göre, başka
nasıl olabilir ki?..
Olamaz..
Çünkü, irfan sahibinin nefsi, özü, varlığı: Allah-ü
Taâlâ'nın nefsidir... Özüdür..Varlığıdır..
Kısacası: Allah-ü Taâlâ'dır..
NEFS'ten murad: Varlıktır.. Vücuddur..
***
Şimdi.. bütün mesele.. anlatılan mana derinliğine
erebilmektedir.
Her kim bu anlatılan makama vâsıl olursa onun
kendisine mal edeceği bir varlığı olmaz..
Ne zâhirde kendine mal edeceği bir varlığı olur: ne
de batında..
Yani: Ne içte, ne de dışta.. Hiçbir halde kendisine
has bir vücud tanımaz..
Şüphesiz, bir vücudu varsa.. Allah'ın vücududur;
varlığıdır.
Şüphesiz, onun kelâmı, Allah'ın kelâmıdır.
Fiili, yani işi, Allah'ın işidir..
O esas varlığa kavuşan kimsenin de bir davası
vardır: Marifetullah.. Yani: Yüce Allah'ı anlamak..
İşbu davası da: Doğrudan doğruya nefsini
bilmesidir.
Bu arada ey cahil kimse.. Sen: O eren kişiden bir
iddia işitirsin.. Haliyle ne olduğunu da
anlayamazsın..
Yani: Anlatılan mana yolunda..
. Ve onun varlığına bakınca.. Allah-ü Taâlâ'dan
başkası sanırsın..
Tıpkı sen, özünü; Allah-ü Taâlâ'nın gayrı sandığın
gibi..
Şüphesiz; bu halin, hakiki halle bir çelişme
meydana getirir..
İşbu çelişme ise.. sen, kendi nefsini bilmediğindir..
Onun ne olduğunu anlayabilseydin; hiç böyle bir
yanlış duruma girer miydin?..
***
Düşün ki: Mümin, müminin aynasıdır.
Her iki halde de mümin Allah'ın sıfatıdır.. Her iki
halde de, mümin zatın gayrı değildir..
Aynıyla, o odur. Yani: Allah..
O müminin baktığını gör: Allah'ın gözü ile bakar.
Çünkü onun gözü Allah'ın gözüdür.
Yani: Onun nazarı Allah'ın nazarıdır..
Yani: İnanan müminin nazarı..
Yani: Anlatılan manaya vasıl olan müminin nazarı..
Ne var ki: Bu mana, zahire çekilmez.. dile
düşürülemez..
Senin bu kısa bakışınla; o, olamaz..
Senin, bu kısır ilminle de olamaz..
Senin, bu eksik anlayışınla da olamaz..
Hele vehminle.. hele zannınla hiç olamaz..
zahirdeki görüşünle de olamaz..
O, daima odur.. Ama nasıl?. Geç ötelere.. nasıl
olduğunu anla..
O, aynıyla ve görüşüyle odur..
***
İşin sonuna geldik sayılır.
Böyle olunca, biraz daha açık konuşacağız.
Şimdi diyeceklerimizi, buraya kadar anlattıklarımız
açısından dinlemelisin..
Bu hali ki, kendinde buldun; biri sana:
- Ben Allah'ım..
Derse. Onu duy.. ama candan duy.. çünkü Allah:
- Ben Allah'ım..
Diyor.. O sözü diyen kimse değil..
Yani: O kimse söylemiyor.. Hak söylüyor..
Belki burada bir şaşırma olabilir.. Yani: Sende..
Çünkü sen: O sözü edenin vâsıl olduğu makama
vâsıl olmadın..
Şayet, onun vâsıl olduğu makama vâsıl olsaydın;
onun dediğini anlardın..
Sonra.. Onun gördüğünü, sen de görürdün..
***
Biraz öz konuşalım..
Hulâsa: Cümle eşyanın varlığı, Hakkın varlığıdır..
Ama, onların bir varlığı olmadan..
Sakın ha.. bu anlatılan manalarda bir şüpheye
kapılmayasın..
Sonra.. Yanlış bir vehim yoluna da sapmayasın..
Meselâ demiyesin ki:
- Allah-ü Taâlâ, mahluktur..
Yani: Bu gördüğün yaratılmışlar.
15. Bölüm
Bazı irfan sahipleri dedi ki:
- Tam bir sofi vasfını alan kimse, mahluk olamaz..
Yani: Yaratılmış birşey değildir..
Şüphesiz bu tabir doğrudur. Bizim anlatmak
istediğimiz de bundan başkası değildir..
Ancak, dikkat gerek.. Bu vasıf, rastgele herkese
verilemez..
Bir sofi'nin öyle bir vasfa lâyık olması için; tam bir
keşif gerek..
Sonra.. cümle şeklerin(şüphe) eriyip gitmesi gerek..
Sonra.. bütün vehim kırıntıları da silinmelidir..
İşte.. bundan sonradır ki; yukarıdaki vasfı almaya,
o sofi lâyık olur..
Bu vasfı ki; aldı.. Onda, daha başka şeyler
aranmaya başlanır.
Öyle seciyeye sahip olmalıdır ki; gerek bu âlem,
gerekse, bu âlemin bitişi ile başlayan ebedi âlem,
onun gönül evinde çok ufak kalsın..
Hatta, bir yer bile tutmuş olmamalı..
Sadece, dünya ve âhiret kadar; yani, o ende bir
gönül genişliğine sahip olan için; yukarıdaki:
- Mahluk değildir..
Tabiri yaraşmaz..
Sebebine gelince: Hakiki hulk yani seciye, cümle
âlemlerden çook çok daha geniştir..
Bu bapta söylenecek söz, özet olarak bundan
ibarettir..
Şimdi..
Anlatılmadık, bir şey kalmadı..
Ne var ki; biraz daha ilerlemek icap eder..
Buraya kadar anlatılanları, daha iyi anlamaya çalış..
Ve bil ki:
Gören ve görülen..
Var olmuş olan ve var eden..
Anlayan, anlaşılan.. bilinen ve bilen.. Yani: Ârif ve
maruf..
Vücud ve mevcud..
İdrâk edilen ve idrâk eden..
Bütün bu anlatılanlar, bir şeydir. Aynıdır.. tek
şeydir.
Başka yol arama.
***
Şüphesiz o.. Yani, Allah-ü Taâlâ: Vücudu ile,
vücudunu görür..
Açıkçası: Varlığı ile, varlığına bakar; görür..
Vücudu ile, vücudunu anlar.. Ârif olur..
Vücudu ile vücudunu idrâk eder..
Ama.. sakın ha.. çok sakın; bu olanların hiçbirine
bir şekil çizmeye kalkma:
- Şöyle görür; veya böyle görür..
Deme..
Onun; ne marifetinde bir şekil vardır; ne
görüşünde, bakışında bir şekil vardır; ne de idrak
edişinde..
Hatta.. Öyle ki: İdrâk, rüyet(görme), marifet
kelimelerinin harfleri bile yoktur..
Yüce Allah'ın, nasıl varlığı için bir şekil ve bir
biçim yoksa.. Tıpkı bunun gibi:
Onun, kendi nefsini görmesi için de bir biçilmiş
şekil yoktur..
Onun, nefsini idrâki için de, bir belli biçim yoktur..
Onun, nefsini marifet babında, yapılan bir tarif de
yoktur.
***
Şimdi..
Önemli bir soru ile karşılaşabiliriz..
Meselâ biri şöyle diyebilir:
Kainattaki iyilik ve kötülüklere hangi nazarla
bakacağız?.. Anlatılan manalar açısından bir
tezeğe, ya da bir cifeye baktığımız zaman ona:
Allah diyoruz.. Bu mananın da açılması gerekmez
mi?..
Şüphesiz bu soru önemlidir.. Ama bizim
sözümüzde böyle bir mana yok ki..
Dıştan bakılınca belki olabilir.. Ama derinlemesine
açılınca sözümüzün aslı kolay anlaşılır.
Ortada bir cife mi vardır?.. Bir tezek ve pislik mi
vardır?..
Şüphesiz yoktur.. Onlar zahire göredir.. Hakikatte
onlar bir başkadır..
Bu sözümüz onadır ki:
Cifeyi bir cife olarak görmez.. göremez..
Pisliği pislik olarak görmez.. göremez..
Çünkü onunbir basireti vardır. Bir mana gözü
vardır..
Elbette ki, sözümüz, böyle bir basiret sahibi, yani:
Mana gözü sahibi içindir..
Elbette ki, anadan doğma gözsüzler, işaret ettiğimiz
hedefi göremez; sözümüzü anlayamaz..
Anadan doğma kör tabirimiz, o kimseler içindir ki:
Nefsine karşı bir irfan duygusuna karşı bir irfan
duygusuna sahip değildir.
Gerçek manada asıl kör, bu zümredir.
Bir kimsenin ki, temelli körlüğü ve gözsüzlüğü
gitmemiştir.. O bizim kelâmımızı nasıl anlayabilir?
Sonra.. Anlattığımızmana derinliğine vâsıl olmak,
onun için değildir..
Kısaca diyelim: Bütün bu konuşmalarımız Allah
iledir..
Onun gayrı ile.. onun gayrı ile.. Ve mana gözünden
yana yoksun olanlara değildir..
Bütün bu incelikler, çok dikkat ister..
***
Kısa bir cümle:
Her kim anlatılan bu makama vâsıl olursa ..
Kendisini bilir: Allah'ın gayrı değildir..
***
Hülâsa..
Bütün hitabımız onadır ki: Bu yolda bir azmi,
gayreti, aldığı bir himmeti vardır..
Yani: Allah-ü Taâlâ'yı bilmek için, nefsini bilmek
yolunda bir talebin sahibidir..
Şüphesiz, vasfını anlattığımız kimsenin kalbinde,
bir tuluat.. Bir doğuş vardır..
Yukarıda anlatılan talep, onun kalbinde parlar..
İş bu talep, sonunda: yanan tutuşan bir iştiyak olur..
İş bu iştiyak, doğruca, Allah'a vüsul yolundadır.. ki,
bu vüsulün şekli, daha önce anlatıldı..
Kalbinde, yanan bir nuru olmayan, maksatsız,
iştiyaksız.. Hatta, aşksız, sevgisiz biri ile bizim
sözleşmemiz yoktur..
***
Bu arada, yine bir soru ile karşılaşabiliriz...
Biri çıkar ve şöyle sorar:
-Allah-ü Taâlâ buyurdu ki:
- Gözler ona erişemez.. İdrâk edemez.. Ama o,
bütün gözleri ihata eder.. (6/103)
Halbuki, bunun aksini iddia ediyorsun?. Sözündeki
hakikî mana ne ola ki?.
İş bu soru da, diğer soruların bazıları gibi,
anlattığımız manalar anlaşılmadan soruldu..
Eğer hakikaten söylediklerimiz anlaşılmış olsaydı;
bu soruya yer kalmazdı..
Kısaca diyelim: İş bu Âyet-i Kerime, tam bizim
anlattığımız manaya işaret etmektedir..
O Âyet-i Kerimede işaret edilen asıl mana şudur:
- Onu görecek, onu ihata edip bakabilecek; ne bir
göz vardır.. Ne de böyle bir şeye sahip olan kimse..
Çünkü varlıkta ondan gayrısı yoktur.. Ondan gayrı
bir varlık olsaydı; kendi gayrını görebilirdi..
İş bu manada, yalnız Allah-ü Taâlâ vardır; başkası
yoktur..
Şüphesiz Allah-ü Taâlâ:
- onu gözler göremez..
Buyurmakla, öyle bir yabancının olmadığını
anlattı..
Yani: Zatından başkası yoktur; dolayısıyla idrak
edecek kimse de yoktur.. Yani: Arada bir yabancı
bir varlık yoktur..
Yani: Bir idrak eden varsa.. O da, Allah'tır..
Başka yoktur; ancak o vardır..
Zatını idrak eden odur: başkası değil..
Elbette gözleri, o idrak eder.. Çünkü: gözler ancak
onun varlığıdır..
***
Şayet biri çıkar derse ki:
Elbette onu gözler göremez.. Çünkü gözler
sonradan yaratılmıştır.. Böyle yaratılmış bir şey de,
ezeli ve ebedi varlığı göremez.. Sizin iddianız
değil; bu doğru olsa gerek..
Bu soru da bizi esas manadan uzaklaştırır..
Sonradan olma ve sonra yaratılma ne demektir?.
Biz bütün bunları daha önce anlattık..
Yukarıdaki söz, kendini bilmeyenin bir sözüdür..
Daha önce de anlattığımız gibi:
Arada yabancı hiçbir şey yoktur.. Gözler de yoktur.
O vardır..
Varlığını; o, zatı ile idrak eder.
Fakat.. Bir idrak varlığı da düşünülmeden.. Keza
onun idrakı için bir şekil de olmadan..
Hasılı: O vardır; başkası yoktur..
***
Rabbı, daima Rab'la anladım;
Sonra da şeksiz, şüphesiz kaldım..
Dahası, zatı, zatım oldu hak;
Ne noksan, ne ayıp hele bir bak..
Arada, ne terazi ne mizan;
Nefsim oldu gayba mazhar olan..
Ne zamn ki özümü anladım,
Hem de katıksız, içkisiz kaldım..
Mahbubun vaslına dahi erdim;
Ne yakınlık, ne uzaklık bildim...
Feyz sahibinden ihsana erdim;
Ne minnet, ne de alınma gördüm..
Nefsimden de olmadım uğruna;
Hiçbir libas da kalmadı ona..
***
Sözün sonuna geldik sayılır. Ama daha bitmedi.
Bu arada yine bir soru ile karşılaşabiliriz..
Mesela, biri şöyle sorabilir:
-Şimdi, sen bütün bu anlattıklarınla, sabir bir varlık
olarak, Allah-ü Taâlâ'yı bıraktın.. Ve herşeyi de
yok ettin..
Durum böyle olunca.. Bu dış gözle gördüğümüz
şeyler nedir?..
Bu sorunun cevabını gayet kolay verebiliriz..
Deriz ki:
-Söylediklerimiz, yazdıklarımız, varlık olarak,
Allah-ü Taâlâ'nın gayrını görmeyen içindir..
Biz sözümüzü, sohpetimizi böylesi ile yaparız..
Ama, o kimse ki, Allah-ü Taâlâ'dan gayrı bir varlık
görür; onunla hiçbir işimiz yoktur..
Hatta, böylesine verecek bir cevap bile yoktur.
Hatta, öyle bir kimseye; bir soru da sormayız..
Sorusunu da nazara almayız..
Bu şekilde, yanlış bir anlayışa sahip olan kimse.. O,
sadece, zahirde gördüğünü görür.. Başka bir şey
göremez..
Hali anlatıldığı gibi olana ne gösterebiliriz?.
Hasıl-ı kelâm: Her kim, anlattığımız şekilde, özünü
anlarsa.. Allah'ın gayrını göremez..
Nefsini bilmeyen, anlamayan kimse.. O da, Allah'ı
göremez..
Kısa bir cümle:
-Her kap, içinde ne varsa, onu dışa sızdırır.
Analtılan mana, hepten bir cümleye sığabilir.. Ama
biz, anlatabilmek için; mevzuu, açtıkça açtık..
Anlayan anladı..
Anlamayan için bunun birkaç mislini yazsak; yine
faydası olmaz..
O kimse ki; özünden bir şey göremiyor; ona ne bir
şey anlatılabilir.. Ne de o, bir şeyi anlar ve idrâk
eder..
Ama, bunun aksine; bir kimse ki, içten özlü bir
görgü sahibidir..
İşte.. anlatılanları o anlar ve idrâk eder..
***
O kimse ki, anlatılan manada bir vuslat haline
ermiştir.. Ona: Bir işaret yeter..
Vuslat ne şeydir; bilmeyen vâsıl olamaz..
Öğretilmek, anlatılmakla, bir şeye erdirelemez..
***
Sonra..
Bu işler, ikrar ve takrirle de olmaz.. Hatta, akılla da
olmaz..
Ancak fazileti tam, ermişliği sabit bir zata teslimle
olur..
İş bu zat, kendisine gelen gönül hastalarına karşı
bir hazakat sahibi olmalıdır.
İşte.. hali böyle olan bir zat; saliki, nuru ile
hidayete erdirebilir..
Ancak bunun himmeti ile salik yetişir..
Allah-ü Taâlâ, teslim olan salikin vaslını dilerse..
Vasfını kısaca anlattığımız zat, iyi bir delil olabilir..
Allah-ü Taâlâ'dan başarı dileriz..
Ta ki, sevip hoşlandığını bize iletsin..
Sözde.. işte.. ilimde.. nurda.. hidayette.. Bütün bu
işlerde, ondan başarı dileriz..
Çünkü o, her şeye kadirdir.. Dualara icabet onun
hakkıdır..
***
Allah-ü Taâlâ; efendimiz, Muhammed'e salât
eylesin.. ki o, bize bir müjdecidir.. Yanlıştan
sakındırandır..
Keza onun âline de, ashabına da ; Allah-ü
Taâlâ'dan salât dileriz.
Çünkü bunlar, değerli ilimlerin sahibidir.

(kız)

Nubeyt bin Şenyt (r.a.) rivayet ediyor:
Bir adamın kızı doğduğunda, Allah o eve melekler gönderir. Onlar, "Ey ev halkı, Allah´ın selâmı üzerinize olsun"derler

s.a.v

(gözünden akan yaşlara ab-ı hayat gıpta eder)

Ben o sevgilinin bendesiyim ki (kuluyum,kölesiyim) akıl onun mecnunudur

Ondan pürhun (kanrevan) olan bir gönül yüz can kıymetindedir

Yemin ederim ki aşıkların gözünden akan yaşlara ab-ı hayat gıpta eder

Mevlana Celaleddin-i Rumi
Rubailer

(Yabancı bellemeyin)

Yabancı bellemeyin
ben de bu eldenim
sizin diyarınızda kendi ocağımı aramaktayım

Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim
Hintçe söylüyorum ama aslım türktür

mevlana hazretleri
rubailerden

kaynak: hasan ali yücel - klasikler dizisi - farsça aslından çeviren: hasan ali yücel
(can yücelin babası)

(yalnız ve asıl maksut hep odur)

Başımı koyduğum her yerde secde edilen odur
Dört köşe altı bucakta tapılan hep odur

Bağ,gül,bülbül,sema,sevgili...
bütün bunlar hep bahanedir
yalnız ve asıl maksut (amaç,sebep) hep odur

mevlana celaleddin rumi
rubailerden

Kul Hakkı/ (ebu zamzam)

Abdurrahman İbn Aclan (Radiyallahü Anh) rivayet ediyor:

"Allah Resûlü (Aleyhisselâtü Vesselâm) bir gün, sahabilerine şöyle buyurdu:

– Sizden biriniz Ebu Zamzam gibi olmaya güç yetiremez mi?

Sahabiler sordular:– Ebu Zamzam kimdir, ya Resûlallah? Peygamberimiz (Aleyhisselâtü Vesselâm) şöyle cevap verdiler:

– Ebu Zamzam, sizden önce yaşamış kişilerden biridir (Her sabah şöyle dua ederdi:) "Allah’ım! Bana söven (gıybetimi yapan, aleyhimde bulunan) kullara hakkımı bağışladım..."

(onda biri)

Siz, öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlânin emrlerinin ve yasaklarinin onda birini yapmaz iseniz, helâk olur, Cehenneme gidersiniz. Sizden sonra öyle müslimânlar gelecek ki, Allahü teâlânin emrlerinin ve yasaklarinin onda birini yapabilseler, Cehennemden kurtulurlar

hz muhammed s.a.v


Furkân 21
Bizimle karşılaşmayı (bir gün huzurumuza geleceklerini) ummayanlar: Bize ya melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik, dediler. Andolsun ki onlar kendileri hakkında kibire kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.


A’râf 206
Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler.


A’râf 88
Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz" (Şuayb): İstemesek de mi? dedi.


Nisâ 18
Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.


Nisâ 17
Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.


İnşirâh

İnşirâh 1 Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

İnşirâh 2 Yükünü senden alıp atmadık mı?

İnşirâh 3 O senin belini büken yükü .

İnşirâh 4 Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?

İnşirâh 5 Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.

İnşirâh 6 Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.

İnşirâh 7 Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,

İnşirâh 8 Yalnız Rabbine yönel.


Nahl 14 İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün bunlar) onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.