Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Zatını yarattıklarıyla düşünmek

Bir önce ki konuyla bağlantılı olarak bir uyarıyı unutmamak gerekir.
Peygamber efendimiz(s.a.v)in bir uyarısı var Zatı zat olarak direk düşünmeyiniz diyor.Yarattıkları ve sıfatlar ve isimler olarak bütünüyle düşünün diyor.Yani bunlardan ayrı olarak zata yoğunlaşmayın.Çünkü gerçekten tümüyle bir ayrılık vardır.O ayrılıkta çok durulunca hayattan yani Allahın hay sıfatından ayrılık hissedilebilir bu da iyi olmaz.Çünkü Allahımızın hay sıfatını bize verdiği bize lütfettiği hayatı ile düşünmeden sadece Allahın hayatını düşünürsek bu bize ölüm gibidir Allah ile bağlantıyı kuramayız. Çünkü Allahın zat olarak hayatı bizim hayatımız gibi değildir.Mesela Allah hayat için nefes almaya muhtaç değildir nefese bağlı değildir ama biz Ona muhtaç olduğumuz için nefessiz yaşamayı düşünemeyiz aklın ötesindedir.Mesela biz bir şeyle meşgulken o şeyler bizi o an meşgul edebilir ama Allah herşeyle meşgulken o şeyler Allahı meşgul etmez.Onun için efendimizin dediği gibi Ondan zuhur edenlerin Ondan olduğunu bilerek Onu yaşamalıyız.

örnek biz perspektifle görürüz uzağa baktığımızda bütün çizgiler bi yerde son bulur.Halbu ki aslında öyle bir şey gerçekte yoktur.Allahın görme sıfatını zat olarak düşündüğümüzde gerçeğin öyle olmadıını biliriz fakat Zattan o şekilde bakamayız..O çizgiler orda bitmez hayat ordada devam eder gibi.

la ilahe illallah:)

hadisin orjinali mealen şöyledir

Allahü teâlânın yarattıklarını düşününüz, Onun zatını düşünmeyiniz Çünkü siz Onun kadrini takdir edemez, Onu anlamaya güç yetiremezsiniz
s.a.v

yine bir başka hadiste Allah'ı sıfatlarıyla değilde sırf Zatıyla düşünürken dikkat etmemiz gerekeni efendimiz şöyle bildiriyor

Allahü teâlâ, hatıra gelen her şeyden uzaktır
s.a.v

ve ebu bekr efendimiz(selam olsun)

Allah'ı idrak O'nun idrak edilemeyeceğini idraktir..

Zat-ül Baht ve Yad-ı Daşt

İnsan dünyada Allah'a yürüdükçe Allah'ı herşeyden bütün gördüklerinden (bildiklerinden)tenzih etmeye başlar.
Bilgilerine ilahi bilgileri ekler ve görür ki O yüce Allah'ın zatı hayalinde bütün gördüklerinden ayrı ve ötededir.Onun zatını hayal ettiğinde aklında sadece uçsuz bucaksız bir siyahlık olur çünkü O hiçbir şeye benzemez. Aslında O siyahta değildir fakat tahayyül görüş olarak bundan ötesine geçemez ve Allah'I herşeyden ayrı olarak ancak böyle yok gibi bir siyahlık olarak bulur.
Bu mertebede işte "siyah renk" doğal olarak yoldaki kişiye bir peygamber gibi olur ve O'nu ona hatırlatır. Siyah tasavvufta peygamberlik rengidir...Bu mertebe işte ZAT-ÜL BAHTtır.Yani herşey yoklandıkça tahayyül edilebilen siyahlık (zat).
Allah hiç bir şeyi yaratmamışken ve hali hazırda zat olarak tahayyül edilmek istenirse ancak işte böyle bir tahayyülle görülebilir...
Fakat bu geçilince yani Allah siyahlıktanda tenzih edilince artık gözsüz şekilde görülür hale gelir ve varlıkta seyredilmeye başlar ama hiç bir yaratılan Onun görülmesine engel olmaz.
Kul devamlı Onun yakın olduğunu anlar herşeyin Ondan olduğunu bunun içinde Ondan hiç bir şekilde ayrı olamayacağını idrak eder.Yani önce sonra ve devamlı olarak hem "O"nun huzurunda olur hem de huzurda olur. Bu da YAD-I DAŞTtır..

şems i tebrizi hazretleri ve felsefeciler

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî; "Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî; "Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O; "Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; "Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi.Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin açıklamasını istedi.Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, banaAllahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak; "Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu. Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.

yardım edenden tavsiyeler(devam)

İnsana teşekkür etmeyen Allah'a şükretmez
Çünkü Allah'ı ancak tüm hakimiyetiyle insan anlayabilir
İşte o insanı Allah halife kılmıştır
insan varlıkta bir mertebedir
ne zaman insan kavramını idrak edebilirse o zaman insan olur yani halife
yoksa insan nedir bilemez ki Allah'ı nasıl anlasın
yoksa tamamen yok hükmündedir
varlıkta mertebelerin sonu kulluk sonsuzu ise Allahtır

***

Allah alemlerin rabbidir. O halde karıncalarla bizim göklerimiz aynıdır.

***

Ruh yürümez, hareket etmez. Beden yani kainat hareket eder yürür.

***

Seni kendinden geçirenin de, kendine getirenin de yakınlar yakını yüce Allah olduğunu unutma..Herkez Onunla Onda kendinden geçer ve yine Onunla Onda kendine gelir..Onun her an bizimle olduğunu idrak eder unutmazsan "haller" sana tesir etmez, ruhuna varırsın.. Böylece kendine geldiğinde yabancılık hissin de ortadan kalkar.. Her zaman asıl kiminle olunduğunun farkına varırsın. Allah aklın ötesinde öyle yüksek bir dirilik sahibidir ki halden hale geçerek Onunla olamazsın.

Allah kelamı (alıntı)

Dedim ki: 'Çok yalnızım.'
Dedi ki: ... فَإِنِّي قَرِيبٌ 'Ben ki sana çok yakınım.' Bakara-186

Dedim ki: 'Evet biliyorum, sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.
Dedi ki:
وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَ
الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ
'Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret.' Araf-205

Dedim ki: 'Bu da senin yardımını ister.'
Dedi ki: أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ 'ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?' Nur-22

Dedim ki: 'Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.'
Dedi ki: وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ '(Öyleyse) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir.' Hud-90

Dedim ki: 'Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?'
Dedi ki:
'ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?' Tevbe-104.

Dedim ki: 'Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.'
Dedi ki: اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِالتَّوْبِِ
'ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve
kullarının tövbesini kabul edendir.' Ğafir-2/3.

Dedim ki: 'Bunca günahım var, hangisinin tövbesini yapayım?!'
Dedi ki: إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا 'ALLAH bütün günahları bağışlayandır.' Zümer-53.

Dedim ki: 'Yani, yine gelsem, yine beni bağışlar mısın?'
Dedi ki: وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ
'ALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur.' Ali İmran-135.

Dedim ki: 'Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.'
Dedi ki: إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّالْمُتَطَهِّرِينَ
'Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.' Bir de 'İlahım ve Rabbim, benim senden başka kimim var' dedim.
Rabbim de: أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ
'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer-36) dedi
Dedim ki: 'Sen ki, beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedi ki: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًاكَثِيرًا
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا هُوَ الَّذِي يُصَلِّيعَلَيْكُمْ
وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ
وَكَانَبِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا
'Ey iman edenler!
ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah - akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur.
Melekleri de, size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir.' Ahzap-41/43.

ibn-i arabi hazretleri için verilmiş fetva

en meşhur Osmanlı şeyhü’l İslâm'larından ibni Kemal'in fetvası:

Bismillahirrahmanirrahim..
Kullarından bir kısmını ilim ve ihsana mümtaz ve enbiya ve murselîne vâris eden Cenab-ı Hakka hamd ve sena ve ehl-i dalâl-ı ıslâha meb'ûs olan (gönderilen) Nebiy-yi zîşân ile şer'i metini (sağlam şeriatı) icraya ced ve gayret eden âl ve ashabına edayı selât ve selam bî intiha (sonsuz selât ve selam) olunduktan sonra; ma'lum olsun ki hakikât ehlinin uyduğu; Hazret-i Şeyh Âzam Kutb-ul Arifin Muhyiddîn Âlî al-Arabî at-Tâi al-Hatemî
al-Endülüs-i hazretleri muctehid-i kâmil ve mürşid-i fâzıldır. Hayret veren menâkıbında mevcud olan harikulade kerametleri müridler, alimler ve fâzıl kişiler tarafından kabul ve tasdik edilmiştir. İnkâr edenlerin, çok büyük hata edecekleri ve inkârda ısrar edenlerin ise çok dalâlete duçar olacakları aşikârdır. Emr-i bil ma'ruf ve nehyi anil münker'le me'mur
hakimlerin, işbu batıl inanç sahihlerinin hallerini düzeltmelerine ve itikâdlarmı değiştirmelerine teşvik ve te'dîb (uslandırma) eylemeleri boyunlarına borçdur. İbn-i Arabi hazretleri birçok kitab ve resâil te'lif buyurmuşlardır. Fusus'ul Hikem, Fütuhatı Mekiyye diğer te'lif ettiklerinin yanında meşhurdur. Hazreti Şeyh'in kitablarında ve risalelerinde bulunan bazı ibârelerinn lafzları ve manâları ilâh-i emre ve şer'i nebeviye yakın yani anlaşılır olması yönüyle itiraz edilmemektedir. Ancak bazı ibarelerin derecâtının yüksek olması yani keşf ve tevhîd ehlinden olmayanların idrâklarının fevkinde olması, amaçlanan manâyı idrâk edemeyenlerin ve tasavvuf ehli olmayanların "Sakın bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp bunların hepsi o şeyden sorumlu olur"
(İsra/36) âyetine uyarak sükût etmeleri ve itirazdan kaçınmaları vaciptir. Büyüklerden birisi şöyle buyurmuştur: Kim tasauvujı hakikatlerin ehli ile beraber oturursa ve onların ortaya koydukları hakikatlerin bazısını inkâr ederse, Allah iman nurunu onun kalbinden söküp alır."
İbn-i Arabi (k.s) hâlen, ilmen, tarikat şeyhi ve hakikat ehlinin büyüğü olduğu gibi; ilim müessesesi teşkilatının kurucusudur. Cenab-ı Şeyh, öyle ucu bucağı olmayan bir denizdir ki sahilini görmeğe beşer gözü, dalgalarının çalkalanırken çıkardığı sesi işitmeğe; beşer kulağı acizdir. İnci taneleri olan sözleri ise yâr'dan uzak olanların ellerine ulaşıp ziyan
olmaktan korunmuş ve gönül ehline neş'e bahş olacak feyizler ile dopdoludur. İbn-i Arabîye mensub olan tâife-i nâciye doğru yola girmiş mümtaz bir kavimdir. Sözleri ve diğer tasavvuf! ıstılahları diğer tasavvuf ehli gibidir. Hatırdan çıkarılmamalıdır ki, hilali görmeye, kusurlu gözler nasıl müsaid değilse hazreti herkesin idrâk etmesi mümkün olmayabilir.
Allah'a yeminle beraber beyân olunur ki şübhesiz Şeyh'ul Azam b. Arabi ilminin ihata etmediği şeyi yazmamıştır ve ilmi ise; malumatın şekillerini hakikati vechle, ru'yetle hasıl olmuş ilm-i şuhûddur. Hak Subhanehû tealâ hazretleri bazı kullarını nübüvvetle bazısını da velayetle seçmiştir. Durum şudur ki, bir şeyi bilmemek, görmemek o şeyin yok olduğunu gerektirmez. Bulup görmemekle de o şeyin varlığını inkâr lâzım gelmez. Örneğin; yarasanın güneşi görmeyerek inkâr etmesi, güneşin olmadığı anlamına gelmez. Taassubun zarardan başkaca faydası yoktur. Hususiyle Ricâl-ul Gayb hakkında hadis-i şerif vârid olmuştur. Onların çaresiz kalanlara Allah'ın emriyle yardımları meşhurdur. Şu satırları yazan ben dahi bu ruhanî yardımlarına mazhar olmuşumdur. Muna-sib olan budur ki her zaman mukaddes mevcudiyed-lerini ikrar edib özellikle Şeyh'ul Ekber Muhyiddin ibni Arabî ve Şeyh Abdulkadir Geylânî hazretlerini uygun tabirlerle yâd etmek lüzumludur. Setr ettikleri ve gizledikleri ibareleri idrâk edememek sebebiyle inkâr uygun değildir. Cifir, Nucûm ve İksir ilmi gibi konuları avamdan gizlemişlerdir. Ekseriya sözleri vicdanidir, tatmayan bilmez kabilindendir. Onların yolu sırat-ı müstakimdir,muhabbetullahtır. Onlar "Muhammedî"dirler. Bilinmelidir ki, Allah'ın dostları ile Allah'tan bize haber getiren herkes, TEK görüş üzeredirler. Allah'dan getirdikleri bilgiye ne bir şey eklerler, ne noksan söylerler, ne de birbirlerine muhalefet ederler. Aksine onlar; birbirlerini doğrularlar. Tıbkı buluttaki yağmur suyunun yere inmesi halinde özünde değişiklik olmaması gibi onların kelâmlarının özleri BİR'dir manâsı BİR'dir. Bizlere düşen "Bilmiyorsanız bir bilene sorunuz" ilâhi hükmüne riayet etmektir ki bu hüküm İslamın şartlarındandır. "Hak teâla cümlemize tevfîk ve basiret ihsan eyleye"
Inanırız.. Hazreti Şeyhin buyurduğu gibi...
O, Allah Hakkı söyler ve O, doğru yola iletir.

Muftîyu's sekaleyn ibn-i Kemâl

******************************************************************

Bir de manen sorumlu hissederek naçizane şu ayeti de çok bağlantılı görüyorum.
Zira kuran okurken ya da namaz kılarken dahi türlü türlü vesveseler gelebildiğini düşünürsek büyükler ikisinden de ayrılmadıkları için tedbir onların söyledikleri için de yine aynı olmalıdır

isra suresi 53. ayet - Eğer şeytandan kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen ALLAH,a sığın. çünkü o işitendir, bilendir.

Bak önemli bu

Allah'ın yakınlığı kişi henüz tam ilimle yakın değilse o kişiye biraz ağır veya anlayışsızsa sapıklık gibi gelebilir

ama öğrendikçe yakınlık ilerledikçe yakınlıkta hiç bi sorun olmadıını görür

ama bazıları vardır ki o yakınlığı yanlış şekilde aktarırlar
eksik ya da abartılı göz alıcı anlatırlar
işte bu yanlıştır

bi örnek gördüm de onu paylaşmak istedim

bi site de mevlana hazretlerinin bir şiirini şöyle yazmışlar

"Ne dilersen kendinden dile, kendinde bul"

Şimdi bunu bu şekilde gören ve ilmi yetmeyen birisi aa bu ne demek diyebilir belki görüşünde haklı olabilir
halbu ki bu söz aslında böyle değildir

mevlana hazretlerinin şiiri şu şekildedir

“Sen ki o kutsal kitabın nüshasısın.
Yaradılıştaki sanatın aynasısın.
Ne dilersen kendinden dile, kendinde bul.
Ne ararsan işte o sensin sen. ”

bakın anlam tamamen değişti
önceki eksik olarak alınmış ama tam sanki öyleymiş öyle söylemiş gibiydi

Buna dikkat etmek lazımdır
mutlaka eserlerin kendilerine müracaat etmek lazımdır

eğer gerçekten yazılanlar kaldırılacak gibi değilse henüz o mutlaka yine başka bir ilmi eksiklikten kaynaklanır
yani araştıran kişi hem bu yazıları okumakta hem de yeterince okumamaktadır
yani bir suç kabahat bulmak için okumaktadır

Onun için mesela tasavvufla ilgili olarak en dikkat edilmesi gereken şey şudur

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse Ondan da bizarım, o sözden de bizarım,şikayetçiyim...

Hz.Mevlana Muhammed Celaleddin Rumi

O böyle derken okuyan kişi bir paranoyak gibi aklında olanları o söze yoruyorsa hele kişinin kendisi öyle olmadıını söylerken bunu yapıyorsa
O çok açık olarak kendi kabahatidir
kendi ilminin ya da eksikliğinin işaretidir

ve dikkat edilmesi gerekir ki "mistisizm" ayrıdır tasavvuf ayrıdır
aynı olduğu ne kadar söylenirse söylensin çok farklıdır
çünkü temeli farklıdır
biri ilhama biri vahye dayanır

Bu ikisi mistisizm adı altında okunamaz
mesela bu manada sufizm de aslında mistisizm değildir

Çünkü tekrar edeyim biri sadece vahye biri ilhama dayanır

Bunu böyle ayırmayan ise mutlaka bi şekilde vahyin mistisizm adı altına giremeyecek derecede ayrı bir husus olduunu idrak edememiştir

Mesela örnek

"ben hakkım"

Bu tasavvuftur ve "ayet" olmasa da temeli vahye dayanır

bu mistik olarak söylendiğinde mesela panteizm temelli söylenirse şöyle olur

"hak değil ben varım"

Yani çok çok farklıdır
mesela hz ibrahim efendimizle ilgili olarak kuranı kerimimize bakalım

74- Hani İbrahim, babası Azer'e dedi ki; "Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.

75- Biz İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun.

76- Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve "Rabbim budur" dedi. Fakat yıldız batınca "Batanları sevmem " dedi.

77- Arkasından ayı doğarken görünce "Rabbim budur dedi. Fakat o da batınca "Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum " dedi.

78- Daha sonra güneşi doğarken görünce "Rabbim budur, bu daha büyüktür" dedi. Fakat o da batınca "Ey kavmim, ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım. "

79- Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na ortak koşanlardan değilim.

----

Gördüğün gibi burda hz ibrahim batan çıkan giden gelen yok olan var olan şeyleri değil hepsinin varedicisini hak olarak görüyor
yani panteizmdeki gibi ayı güneşi doğayı kendisini yani görünürde ki gerçeği değil hepsinin ötesinde ki HAKkı görüyor yani Allah'ı

İşte hz ibrahim efendimizin buraya kadar ki olan yolu ne kadar mistik olarak adlandırılırsa adlandırılsın aslında tasavvuftur çünkü kendisi hak olarak bütün görünenleri değil görünmeyen değişmeyen kaybolmayan batmayan çıkmayan gerçeği yani HAKKı müşahede ediyor

Bak tasavvuf hem bu yönüyle gördüğün gibi tamamen diğer yollardan ayrılır hem de alınan bilginin kaynağı olarak ayrılır

mesela budizm vahye çok yaklaşmış olsa da yine bilgisini görünenler üzerinden almıştır yani düşünce ve var olanlar yoluyla kaynağa ulaşmıştır

halbu ki tasavvuf peygamberlere direk olarak kaynaktan bildirilmiş olan bilgilerden oluşmaktadır

peygamberlerimiz tasavvuf yoluyla eğitilmiş bi yere getirilmişler ordan ötesine geçirilip bilgileri direk olarak zattan almışlardır
diğerleri hiç bir şekilde bunu yapamazlar
çünkü "kaynak" peygamberleri kendilerinden önce kendisine ulaştırır kendileri kaynağa ulaşmak için bir yola başvurmazlar

Yani bilge değil gerçekten peygamberlerdir

hem önceki yolları hem sonraki yolları HAKtandır
evet direkt olarak Hakktan yani
puslu gerçeklerden değil

farkı sanıyorum anlatabildim

Onun için de zaten "DİN" öğreti olmaktan çok bildiridir

Aşk

mealen
"Allah'ı çokça zikrediniz"

mealen
"Allah'ı istediğiniz ismiyle çağırınız.Bütün güzel isimler O'na aittir"

Bu iki ayetten yola çıkarak mesela "el vedud" ismiyle Allahımızı çağırırsak ve o ismi çokça zikretmiş olursak
Sevginin çokça olması "AŞK"tır

Arif olanın anlayacağı gibi

Allah "zan" eder fakat bildiği halde "zan" eder

sen bilmediği için "zan" edersin!

çünkü bilmezse bilemezsin


***

Yani Allah bilme eylemini kulda gerçekleştirmezse kul ilim sıfatına yükselemez

***

mealen
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz

ayetinde bildirildiği gibi kul dilek edileni Allahın dilemesiyle bilir fakat bütün eylemler Allah'a aittir
buna la faile illallah denir
yani Allahtan başka fail yoktur
Fakat Allah hem diler hem dilemez
Kulun bu iki eylem arasında yaptığı bir eylem değil sadece sessiz sözsüz ve eylemsiz yani fiilsiz ruhen yine Onda olarak Ona yönelmedir
Kul eğer dileğe yönelirse Allah kendisine gelen yolu dizi dizi eylemler fiillerle gösterir ve kendisine yöneltir
Bütün fiiller Allah'a ait olur

Mesela mealen

Allah göğe yöneldi

ayetindeki eylemi de bu tür fiilsiz yönelmedir
yani Allah bir yerden bir yere fiilen fiziken yönelmez çünkü şekilden münezzehtir
yarattıklarına bağlı değildir bütün yönlerde Faildir
fakat yöneldiği alanda mesela göklerde değişiklik görülür
Aynı şekilde aslında her yönde de fiilleri devam
eder
atomlar titreşirler
fakat biz sınırlı olduğumuzdan dolayı Onu sadece o işaret ettiği yöneldiği alanda yarattığı şekillerde failken görürüz
fiillerini o alanda görürüz

Fakat Onu iman ile ruhen seyrederiz

Yani biz Onunla belli alanlarda birlikteyken O bize bütün herşeyden sabit olarak yakındır