Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

DERVÎŞ-İ HAKKÂNÎ'nin duası

Ey Yucelerden Yuce Rabbim! Butun mal ve mansip sahipleri kapilarini surmelediler. Senin yuce dergahinin kapisi ise asla kapanmaz ve dilekte bulunanlara her zaman aciktir.
Ya Rabbi, Ya ilahi! Yildizlar gaybubet alemine, gozler de uykuya daldilar. Sen ise, ey Rabbim, Hayysin, Kayyum;sun; uykudan, uyuklamadan sonsuz defa munezzeh ve muberrasin.
Ya Rab! Gece, karanligiyla mevcudatin uzerini ortunce dosekler de seriliverdi ve sevenler sevdikleriyle basbasa kaldilar. Sen, Sen;in yolunda, Sana ulasma istikametinde cehd u gayret icinde bulunanlarin biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnizlik gurbetine maruz kalanlarin da yegane enisisin!
Ya ilahi! Ulu dergahina siginan bu kimsesiz kulunu kapindan kovacak olursan ben gidip hangi kapiya iltica edebilirim ki! ilahi! Yakinligindan mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakinligini umabilirim ki! ilahi! Sayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandirilmaya fazlasiyla mustehakim! Fakat affinla sarip sarmalarsan, o da Sen in lutfun ve keremindir.
Ya Seyyidi, ya ilahi! Marifet erbabi kullarin Sen;i bulduklarinda Sen;den baska ne varsa hepsinden yuz cevirmislerdir. Salih kullarin Sen;in fazlinla necata ermislerdir. Taksirati pek cok gunahkarlar da ;Tevbe, ya Rabbi!; deyip yine Senin kapina yonelmislerdir.
Ey affi guzel Rabbim! Ne olur, affinin serinligini ve marifetinin halavetini benim ruhuma da duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara layik olmasam bile, hasyetle onunde iki buklum olup ikabindan sakinilmaya layik olan da, mucrimlerin gunahlarini bagislama sanina yarasan da yalniz Sen;sin!

DERVÎŞ-İ HAKKÂNÎ Abdulkadir Geylani Hazretleri

Tasavvuf/Yok Olma/Fena

Onun varlığına baktım, bana benim yokluğumu gösterdi. Kendi yokluğuma baktım, bana kendini gösterdi. Bu halde üzüntü içinde kaldım. Derken hala var olan kalbe Haktan ,"Varlığımı ikrar et",diye nida geldi. O zaman dedim ki: "Senden başka senin varlığını kim ikrar edebilir? 'Allah ikrar etti ,kendisinden başka ilah olmadığını'[AL-İ İMRAN 3:19]dememiş misin?"

Şeyh Ebu Hasan Harakani Hazretleri

Feridüttin Attar "evliya tezkireleri" eserinden

Şirk

Bu ayet müslüman kardeşlerime ve islam büyüklerine Şirk iddiasında bulunan kardeşlerimize armağan olsun

Yoksa siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? ----Allah'ın, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan, Resulü'nden, müminlerden başka----- kimseye sığınmayan ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)? Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

(TEVBE suresi 16. ayet)

Eğer müminler öldü deniyorsa efendim,insan ölünce bedeni yok olur, maneviyatı "yine Allah'ın katındadır"..Bi insanın annesi ölmüştür ama, o kişi annesinin sevgisini şefkatini daima hissedebilir; yeter ki Allah'ın rahmetinin genişliğini takdir etmiş olsun.Bu, rahmete ermiş bir kulun güzel amelleri neticesinde Allahın ona vereceği bir tasarruftur..O tasarufu da Allah gerçekleştirir; rahmeti isteyen kişiye ulaştırma işini.İster hayatta ister rahmete ermiş olsun..Dünyada da Rahmete erilir..

Yardım edenden tavsiyeler,

Her nefes alışından sonra verişlerinde, Allah de kalbinden..Sonu gelmez böylece zikrinin ve yorulmazsında.

Alırken HU verirken ALLAH de... Duygularını zorlamadan.. Sadece o düşünce sesini okuyarak..

***

Bak hristiyan olduklarını söyleyen toplum peygamberlerinin doğum gününde neler yaparlar...Sana kendi kıymetini bilme demiyorum.. Ama farkı gör. Yaşadığın halkın haklarını teslim et, şefkatle muamele et.. Sonuçta elbette, evet; "Bilenle bilmeyen bir olmaz"...

Hu

"Hu" dayken "var'lar" olmadığı gibi "yok'lar" da yok evet.. Fakat unutulmaması gereken Hu'da "Hiç" de yok.. Kelimeler, anlamlar, düşünceler.. fikirler yok.. Belki rahmet var, ama "benzer" değil.. Rahmet de yok O makamda... Hiç de yok.. Bıdıbıdı da yok!... Başkaları olmadığı gibi.. O'nun Makamında elbette "Sen" de yok; "Sen"de de yalnız "Hu" Var..

Dünyada da ve Ahirette de O'(n)rda konuşabilecek pek az..

O gün hiçbir kimse kalmaz ki Allah'a davet edene (!) uymasın ve Rahmanın heybetinden sesler kesilir, ancak ayak sesleri, tıpırtılar halinde duyulabilir.

[Ta-ha/108]

Orada, herşeyin olduğu gibi, o tıpırtıların (korkunun tezahürünün) da sebebi, herşeyden Münezzeh olan yaratıcısı tarafından, kaçış OLmadan, apaçık, kesin olarak, bildirilir..

http://jonasclean.blogspot.com/2010/02/ahmed-er-rufai-ra.html

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içinidir."

Kim bir iyilik ile gelirse, ona on katı verilir. Kim de bir kötülük ile gelirse, yalnızca onun karşılığı ile cezalandırılır ve hiçbirine haksızlık edilmez.

EN'ÂM suresi 160. ayet

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir."

EN'ÂM suresi 162. ayet

***

Eğer sözünün eriysen yaptığın en ufak bir amelin değerini bilmemezlik etme
Bil ki, imanının hakkını vermiş olasın

Sözünün eri olasın

Aşk içinde yanıp yıkıldılar şaşırdılar yolları

Ah bir bilseydim, bir bilebilseydim. Hangi kalbe sahipler acaba biliyorlar mı? Ah gönlüm bir bilseydi, bir bilebilseydi. Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları. Sen sağ salim mi görüyorsun onları? Ya da helak olmuş yok olmuş gibi mi onları? Hayrete düştüler o aşıklar geçtiler kendilerinden. Aşk içinde yanıp yıkıldılar, şaşırdılar yolları.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Peki o büyük aşk nerede o unutulmaz dert

Allah'ın bana verdiği rahmete şaştım kaldım,
Umarım siz de şaşar kalırsınız.

Sevme zamanı varolma zamanıdır
Kavuşma zamanıdır, yiyiniz içiniz
Peki o büyük aşk nerede, o unutulmaz dert ?
O büyük tutku? Kafanız karışmadı mı, aklınız nerede ?

Giysisi tertemiz sevgili öylesine örtülü ki
Hiç kimseye hiçbir şeye benzetilemez ki O.


Muhyiddin ibn arabi (k.s.)

Sadece "Sanat" ile mi sanatı görüyorsun?

Sadece "Sanat" ile mi Sanatı görüyorsun?
Her bakışının sadece "Sanat" görmesini istemez misin?
Hem de hiç kesilmeyen bir ilhamla her gördüğünün, her duyduğunun sanat olmasını istemez misin?
Yoksa sanatı sadece "sanat" ile görüp gerisini boş bir madde yığını ve tesadüf mü sayacaksın? Bu ne kadar büyük bi cahillik, ne büyük kayıp olur..

O öyle bir sanatçıdır ki ah bir bilsen...O'nun performansını farkedip, an be an seyre dalsan..işte artık kendini bir daha bulamazsın..yok oldun..Bu ne güzel bir kendinden geçmek, bu ne güzel bir kaybolmak..İşte "yok" olmak "fena bulmak" nedir anlasana!...


***

Abdulkadir Geylani Hazretleri Futuhul Gayb eserinde bi bölüm ekliyorum aşağıya...

------

...Allah zatını sıfatlarla gizlemiştir. Sıfatlarını da işlerle örtmüştür. İlim, irade ile olur. İradeyse hareketlerle ortaya çıkar.

Sanat yapanı sakladı.

sanat irade ile belirdi. O gizliliği içinde saklıdır. Nimetleri yer yüzünde zahirdir. Kudreti açıktır. Hiç bir şey ona benzemez. O görür ve işitir.>>

İbn-i Abbas Hazretleri burada marifet sırlarını açıklıyor.Bunları hiçbir yerde görmek mümkün değildir; Bu gibi sözlere kolay rastlanmaz. Bu büyük insana Peyamber S.A. şöyle dua etmiştir:

"-Yarabbi,sen onu dinde fakih yap, tevil yollarını ona öğret.."

Allah bizi onların hayrına erdirsin; onlar arasında toplasın.

Yardım edenden tavsiyeler (devam..)

Yolda gözüne çarpan her kul için dua et içinde, ALlah'ım güzelikler nasib et bu insanlara,Allah'ım afet hayırlar ver de.

***

Bir topluluktayken, insanların arasındayken kendi nefsini ve onlarınkini de Allah'a teslim et.Lüzumsuz düşüncelere dalacağına "Allah'ım bütün nefsleri sana teslim ediyorum" demen daha hayırlıdır..

Çıktım erik dalına

ÇIKTIM ERİK DALINA

Çıktım erik dalına
Anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp
Der ne yersin kozumu

Uğruluk yaptı bana
Bühtan eyledim ona
Çerçi de geldi aydır
Hani aldın gözgünü

Kerpiç koydum kazana
Poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana
Bandım verdim özünü

İplik verdim cullaha
Sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar
Gelsin alsın bezini

Bir serçenin kanadın
Kırk katıra yüklettim
Çift dahi çekemedi
Şöyle kaldı kazını

Bir sinek bir kartalı
Salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir
Ben de gördüm tozunu

Bir küt ile güreştim
Elsiz ayağım aldı
Güreşip basamadım
Gövündürdü özümü

Kafdağı'ndan bir taşı
Şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü
Bozayazdı yüzümü

Balık kavağa çıkmış
Zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş
Baka şunun sözünü

Gözsüze fısıldadım
Sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler
Dilimdeki sözümü

Bir öküz boğazladım
Kakladım sere kodum
Öküz ıssı geldi der
Boğazladım kazımı

Bundan da kurtulmadım
Nideyim bilemedim
Bir çerçi de geldi der
Kanı aldın gözgümü

Tosbağaya sataştım
Gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer nereye
Kayseri'ye âzimi

Yunus bir söz söylemiş
Hiçbir söze benzemez
Münafıklar elinden
Örter mâ'na yüzünü

bir hatıra

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi asan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'in da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan
Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.

Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''

-- ''Niçin?" diye sordum.

--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladi. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.

Vefatına bir hafta kala:
--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya
çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

Dönüşümde annesi telefon ederek:
--"Serap, bir haftadir morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasinin sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
--"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.


Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den gerçek bir hatıra..

..Sessiz zikir ol..

..Lafsız amel ol. Riyasız ihlas ol. Lafını edeceğine amel işle. İnsanlara gösteriş yapacağına Allah için yap. Şirksiz tevhid ol. Sessiz zikir ol.

Tasavvuf kelimesi, safa’dan türemedir. Yani bu kelimenin aslı, safadır ki bu, halis, safî, temiz demektir...

Mahbub-i Subhani Abdulkadir Geylani (k.s.)

Hep O söz konusudur eğer anlarsan

Şimşekler çaktı, gök gürültüleri duyuldu, esti sabâ rüzgarı/ Ya da kuzey rüzgarları güney rüzgarları, koptu şimal fırtınaları/Yollardan, akik taşlarında söz ettiysem tertemiz/Ya da dağlardan, hayallerden, yankılardan, kumlardan/Ya da samimi dostlardan, göçlerden,sazlıklardan,geçitlerden/Ya da verimli topraklardan, verimsiz topraklardan, yüklerden/Ökçeleri üzerinde kıvrak kıvrak yürüyen zarif kadınlardan/Al gibi doğan, güneş gibi parlayan al yanaklı kızlardan/Her ne zaman onun adının geçtiği yerleri andıysam, ya da ona benzer şeyleri/ Hep O söz konusudur eğer anlarsan.

Ibn Arabi Hz

Kalbinde arpa tanesi ağırlığında iman bulunan

Enes bin Malik’ten (Radiyallahu Anh.):

– Allah Resûlü (Aleyhissalâtü Vesselâm) buyurdu ki:

Allah Teala (âhirette) şöyle buyurur:

"Kalbinde arpa tanesi ağırlığında iman bulunan kimseyi cehennemden çıkarın."

Ardından da şöyle buyurur:

"İzzet ve celâlime yemin ederim ki, bana gecenin veya gündüzün bir anında olsun iman edenleri, Bana hiç iman etmeyenlerle bir tutmayacağım."

(Mu’cemussagîr)

Hayır ve şer iki meyvedir

Abdulkadir Geylani hazretleri
futuhu'l gayb
27. Makale
"HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR"
HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE


Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

- < Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.>

Buna karşılık sahabe:

-

Diye sorunca, cevaben:

-

Buyurdu ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe R.A rivayet etmiştir.

Sen, ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma, en doğrulukla Hakka teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir muhafaza içinde olursun.

Dünyadaki kâlin şu ilâhi sözle anlatılır:

- “Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandı.

Dini bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:

- “Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah şükredenleri, iman edenleri bilir.”

Aşksız!

Tek bir nefesinin dahi karşılığını hesaplayamazken sen amellerinin karşılığını nasıl hesaba vurabilrsin ?! Dua ettim vermedi, namaz kıldım olmadı, iyilik yaptım kötülük gördüm.. Depresyondayım, unutuldum, aldatıldım... Sen nasıl karşılıklar bekliyor da Aşksız durabiliyorsun? Sadece Allah'ın rızasını umup, bütün amellerinin ötesine geçirdiğin zaman bir şey bekle Allahtan! Çünkü O'nun sevgisi karşılıksızdır! O'nun senin amellerine vereceği karşılık ne olabilir? Aşk duy Aşk! İmanından ancak o zaman emin olabilirsin! Ancak o zaman hesapsız olan Allah'ın Aşkına ulaşırsın! Başını dünyaya ettiğin secdeden kaldır da bi cevap ver Allah aşkına! Sevginin karşılığı sevgiden başka ne olabilir ? Hala imanının amelinin karşılığını düşüneceksen ameline değil imanına baksana! Soruyorum sana! Aşkın karşılığı Aşktan başka ne olabilir ?!

De ki: Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar

84- De ki: "Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir."

Tefsir

84- De ki hepsi, iman edenler de etmeyenler de kendi hal ve niyetine göre iş yapar.

"ŞÂKİLE" kelimesi tabiat, âdet, din, ahlâk, niyet, mizaç ve yaratılış, birbirine benzeyen yollar gibi değişik ve fakat birbirine yakın mânâlarla tefsir edilmiş ise de en kapsamlı mânâsı sonuncusudur. Yani herkes kendi durum ve mizacına uygun olan yolda hareket eder. Başka bir ifade ile özel hislerine göre iş yapar. Bu durumda en doğru yola gideni Rabbiniz en iyi bilendir.

Yani herkes kendi mizacına göre hareket ederek hoşuna giden yolu tutmakla doğru yol tutmuş olmaz.

--Araya girerek bir örnek vereceğim--

Bir kimsenin mizacı serttir bir kimsenin mizacı yumuşaktır
amelleri de elbette yaratılışındaki bu kalıplara göre çıkar
fakat bu sert kimsenin de yumuşak kimsenin de imanlarının sahih olduğunu göstermez, çünkü doğru yolda olanı ancak Allah bilebilir..

Rab isminin Allah'a ait olduğunu ve O'nun, hakedeni terbiye edeceğini belirtmem gerekmez...

Burda bir önemli diğer nokta da yaratılışın önceki bir zamanda olup bitmiş bir iş olmadığıdır..Yaratılış halen kişilerin amellerine göre devam eder..Şu ayet buna en iyi örnektir

"bir toplum özünde olanı-kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez"

Elbette ki merhamet etmesi, lütfetmesi, başka

--Devam--

Bir din veya mezheb herhangi bir kişinin veya toplumun mizaç ve duygularına uygun gelmekle hemen doğru olamaz. Hak din, Allah'ın kitap ve Resulü ile bildirdiğidir.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın (Allah'ın Selamı Üzerine olsun) Tefsirinden

***

Diyanet

De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.”

Elmalılı Orj.

De ki: her biri kendi uyarına göre hareket ediyor, o halde yolca en doğru olan kim olduğunu daha ziyade rabbınız bilir

Ö.N. Bilmen

De ki: «Herkes kendi kabiliyetine göre amelde bulunur. Rabbin ise doğru yolu takib edenleri daha ziyâde bilendir.»

C. Yıldırım

De ki: Herkes mizacına ve inancına göre amel eder. O halde kimin daha doğru yolda bulunduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.

A.F. Yavuz

De ki: “- Herkes bulunduğu hal ve niyyetine göre iş yapar. O halde, kimin yolca daha doğru olduğunu, Rabbin daha iyi bilir.

H.B. Çantay

De ki: «Her biri kendi aslî tabıy'atına göre hareket eder. O halde kimin daha doğru yolda bulunduğunu Rabbin daha iyi bilicidir.

M. Esed

De ki: "Herkes kendi yapısına göre davranmaktadır; ve bunun içindir ki Rabbiniz kimin en iyi yolu seçtiğini çok iyi bilmektedir".

A. Bulaç

De ki: "Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir."

Y.N. Öztürk

De ki: "Herkes, kendi varlık yapısına uygun iş görür. Yolca daha doğru gidenin kim olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir."

Diyanet Vakfı

De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.

Elmalılı S1

De ki: «Herkes kendi uyarına (temayülüne) göre hareket ediyor. O halde kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.»

Elmalılı S2

De ki: «Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.»

TefhimulKuran

De ki: «Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir.»

F. Kuran

De ki; «Herkes kendi kişiliği ve inancı uyarınca hareket eder. Rabbiniz kimin daha doğru yolda olduğunu herkesten daha iyi bilir.»

A. Gölpınarlı

De ki: Herkes huylandığı huya göre hareket eder. Gerçekten de Rabbiniz, en doğru yolu kim bulmuştur, pek iyi bilir onu.

S. Ateş

De ki: "Herkes kendi karakterine göre hareket eder. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir."

S. yıldırım

De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir.

A. Uğur

De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.

G. Onan

De ki: "Herkes kendi yaratılışına (fitrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu rabbin daha iyi bilir."

Ş. Piriş

De ki: -Herkes aldığı şekle göre hareket eder. Hanginizin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.

A.Y. Ali

Say: everyone acts according to his own disposition: but your Lord knows best who it is that is best guided on the way.

M.M. Pickthall

Say: Each one doth according to his rule of conduct, and thy Lord is Best Aware of him whose way is right.

M.H. Şakir

Say: Every one acts according to his manner; but yourLord best knows who is best guided in the path.

Sarhoşluk (şuursuzluk) hali ve ayıklık/ Sekr-Sahv

"...Bunların hepsi de, Peygamberliğin ne olduğunu anlıyamamışlardır. Anlamadan konuşmuşlardır. Sekr, [ya'nî şü'ûrsuz, dalgınlık hâlini] sahv, ya'nî uyanıklıkdan üstün görenleri de böyledir. Sahvın ne olduğunu bilmiş olsalardı, sahvın yanında sekri dillerine bile almazlardı. Fârisî mısra' tercemesi:

Toprak nerede, temiz âlem nerede?

Bunlar yüksek insanların sahvını, câhillerin sahvları gibi sanmış olacaklar ki, sekri sahvdan üstün tutmuşlar. Keşki, câhillerin sekrini de, yükseklerin sekri gibi bilselerdi de, öyle söylemeselerdi. Çünki aklı olan herkes bilir ki, sahv, sekrden, ya'nî ayıklık serhoşlukdan elbette iyidir. Câhillerin sahvları da böyledir. Büyüklerin sahvları da böyledir. Evliyâlığı Peygamberlikden ve sekri sahvdan üstün tutmak, kâfirliği, müslimânlıkdan üstün tutmağa ve bilgisizliği ilmden dahâ üstün tutmağa benzer. Çünki küfr ve cehl, evliyâlığa benzer. İslâm ve ma'rifet ise, Peygamberlikde olur. Hallâc-ı Mensûr "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" diyor ki, Arabî beyt tercemesi:

Allahın dînine inanmıyorum, küfr lâzımdır,
müslimânlar beğenmeseler de, bence böyledir!

Muhammed "aleyhisselâm" küfrden sakınmış, Allahü teâlâya sığınmışdır. İsrâ sûresinin seksendördüncü âyetinde meâlen, (Onlara de ki, herkes, yaradılışında bulunanı yapar!) buyuruldu. İslâmiyyetde, islâm küfrden iyi olduğu gibi, hakîkatde de, islâmın küfrden iyi olduğunu bilmek lâzımdır. Çünki islâmiyyet, hakîkatin sûretidir..."

İmam-ı Rabbani hazretleri
mektubat

Rızık Endişesi

Büyük alimlerden Şakik Belhi (VIII. yy) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin kıtlığı önemsemeyerek eğlendiğine şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:

- Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle eğlenebiliyorsun? Köle cevap verdi:

- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

- Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah'a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin…

Yardım edenden tavsiyeler (devam.)

Gerçeklerle yüzleştiğin zaman sana
"ne diyorsun?" denir.
"Ne diyorsun bu konu hakkında" der gibi..

Korkma endişe etme..
yumuşakça de ki
Allahtan başka ilah yoktur
Allahtan başka beni yargılayacak yoktur
ve peygamberleri insanları korumak için göndermiştir

***

Allah'ımızı hiç olmadığın, düşünmediğin kadar yakın hissedersen
korkman ve geri adım atman normaldir
çünkü gerçekten çok yakın ve çok yücedir
O'nun yüceliğinden gerçekten sakınılır
ve başta nefsin geri adım atması sıhhatlidir
Bu bahsettiğim Zat ve Sıfat yakınlığı içinde geçerlidir
Allah, zat ve sıfat olarak dünya şartlarında
farkedilir olduğunda
O'nun bilişi
O'nun duyuşu
elbette ağır gelir ve karışıklığa da sebep olabilir.
Unutma ki devamlı yüksek yakınlık
korkudan dolayı mümkün olmaz
...ve olur.
ve ayeti aklından çıkarma

"O'nun katında en değerliniz, O'ndan en çok korkanınızdır"

Eğer benim niyetimi anlarsanız Yüce Allah a hamd ediniz

Sen ve ben biriz, tekiz..Aramızda hiç fark yoktur, içimde olanı acil olarak açıklamamdan başka. Sen ise içindekini bir sır olarak saklarsın.Fakat gizlerinde bir çeşit erdem vardır..

***

Sen sen değilsin...
Sen O'sun; ama sen olaraktan değil!..

***

Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz
Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız
Eğer benim niyetimi anlarsanız
Yüce Allah'a hamd ediniz
Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler
Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Depresyon/Halvet

Halvet bildiğin gibi sadece tarikatlarda uygulanan bir tasarlanmış sistem değil.
Unutma ki İslam hayatın ta kendisidir.Zamanı sana hangi biçim maskelerse maskelesin aslında yaşam yine Allah'ın sağ elindedir.Sen vesilelere sebeplere aldanıp, dünyadan elinin ayağının çekilişini, başkalarının koyduğu isimlerle "hayattan kopmak" belki de "depresyon" olarak biliyorsun.Hele ki "depresyon" olarak bilmek, şeytanın insanın kalbine soktuğu ne büyük bir fitne.Halbu ki işte o süreler senin halvetindir.Azcık kalbinle düşünürsen Allah'ın her insanı düzenli olarak halvete
aldığını görürsün.Kendi nefsin de buna şahittir.Düşün kaybı ki Allah'ın insanıyla başbaşa kalmak istemesi depresyon oluyor!Düşün sefilliği ki insanın Allah ile başbaşa kalmak istemesi depresyon oldu..Hayattan koptuğun zamanları fırsat olarak bil.. Ki depresyona girmiş olmayasın..Allah her insanı işte bildiğin gibi mutlaka o süreler içinde kendisine alır. Ona insani değerlerini hatırlatmak, bildirmek, muhabbet etmek ister, sonra tekrar başka güzellikleri için dünyaya bırakır.
Allahtan bu herkeze açık sunulmuş lütfun tarikatlara alınması ve sistemleştirilmiş
olarak uygulanması, özele alınması!! da bir çok dünya düşkününün, cahillikleri sebebiyle o doğal halvet sürelerini oyuncak şeyler icad ederek zamandan çıkarmaya çalışmaları sebebiyledir.Normalde tanrılarıyla eğlendikleri için, o sürelerde Allah ile olduklarını akıllarına getiremediler.O halvet zamanlarını böylece boş eğlence icatlarıyla geçiştirmeye doldurmaya çalışmaları elbette yine kendi zararlarına olarak o zamanları sadece ve sadece "depresyon" ismiyle adlandırmalarına sebeb oldu...Kendi kazdıkları şu kısır döngüye bir bak..Zamanını ne kadar doldurmaya çalışırsan çalış mutlaka o halvet süresi gelir..Eğlence icat etmek o süreyi asılsız bişilere kasarak doldurmaya çalışmak faydasızdır,ve farkedemeden de hayatını anlamsızlaştırmış!! olursun..Bu da söz meclisten dışarı,şeytan efendinin "depresyon"dan bir önceki hilesiydi..Nefs ne kadar zaman alıcı şeylerle oyalanmaya çalışırsa çalışsın, Allah insana o boşluğu, yani aslında o değerli halvet sürelerini mutlaka ama mutaka sunar..Bunu bilene ne mutlu.Ki insanı o sürede nefsine tekrar bir baksın..aslında kiminle beraber olduğunu farketsin,bilsin...
onarsın..

o unutkan nefs O'nun Aziz Ruhuna bir şahit olsun...


***

Bu gece, gönlüme uygun bir
arkadaşla çayırda bir bezm kurduk.
Şarap,meze,ışık,sazlar ve okuyanlar...
Hepsi tamamdı.

Ah!.. Keşke ey sevgili bütün bunların hiçbiri olmayaydı da
yalnız sen olsaydın!..


Mevlana Hazretleri
Rubailerinden

Unutma ki...

Unutma ki Hakkı bulacağın tecelliyatın bir kısmı ((bir kısmı)) senin amellerine ve etrafındaki kulların amellerine göre gelecektir.

"Ve hiç kimsede Allah'tan bir şey yoktur.Ve her bir kimsede,suretler ne kadar çeşitli olursa olsun, >>kendi nefsinden gelenden<< başka bir şey yoktur." Muhyiddîn ibn Arabî (k.s.) “Han­gi­ni­zin da­ha iyi amel iş­le­ye­ce­ği­ni­zi de­ne­mek için ölü­mü ve ha­ya­tı ya­ra­tan O’dur.” İyice düşünürsen öyle evliyalar vardır ki o amelleri yüzünden onların tek bir bakışı Hakkı bulmana vesile olabilir. Çünkü onlar nefs gözüyle bakmazlar... Fakat unutma ki ahir zamandayız ve o evliyalar aramakla bulunmuyor. Evliya olmayan bir kişiden gelen tecelli de o kişinin ameli doğrultusunda olacağı için tecelliyat yolunda çok zorlanabilirsin. O yüzden sen, Allah'ın Zat ve Sıfat tecelliyatını Allah'da ararsın. Sadece başka kullardan değil kendinden gelecek tecelliyatlara da güvenme; çünkü aynı zaman içinde bulunmaktasın.. Şunu da Unutma "İnsan sevdiğiyle beraberdir" s.a.v. O artık pek bulunmayan bakışlar uzaklardan da gelebilir; inkar etme!.. «O 'nu ancak "O" görür. O'nu ancak "O" idrâk eder. O'nu ancak "O" bilir. Kendi zâtını, kendi zâtı ile görür ve bilir. O'nu kendinden gayrı kimse göremez. Bir kimse idrâk edemez. Zâtını bilmek ancak esmâ ve tecellîyatı iledir. Hüner, Allah'ı... ALLAH ile bilebilmektir.» Gavs'ül-Âzâm Abdülkâdîr Gaylânî (k.s.) — «Öyle zaman gelecektir ki, hasbel icâb ve zaman zahir olamayan mü'minler, bu gibi tasavvuf! eserleri okuyarak, ALLAH'ın sevdiklerinden olabileceklerdir.» Muhyiddîn ibn Arabî (r.a.) Onlar Allah adına konuşabilen kişilerdir; buna inan! Çünkü amelleri niyetlerine tam olarak uyum sağlamış ve yolları efendimizden s.a.v. başkasına uğramamıştır.. Ben sana bu bloğumda, o özel bakışlardan en önemli nurları özel olarak seçtim, kolaylaştırdım, duanı eksik etme. Kendi yazdıklarımdan bazılarını((bazılarını)) sapkın yollara karşılık olarak yazdığım için karışıktır; ve dolayısıyla senin yolunslayık olmayabilirler. Onun için kendi yazdıklarımı bunu hatırlatmamın hakkını vererek, bilerek oku fakat büyüklerden seçtiklerimi bil ki çok özel olarak seçtim.Ben onlardan en temzileyici ve ulaştırıcı ne gördüysem onları aktardım. Beni ikaz etme ve onlar gibisini etrafında arama; bulamayacaksın! Elbette istisnalar vardır. O halde sana ne mutlu. Fakat onlar gibisi mümkün değildir!.. Sen beni ikaz ediyorsan emin ol dünyadan habersiz köyünde yaşıyorsun! Allah'ın merhametini de daraltmışsın! Tekrar söylüyorum bu zaman ahir zamandır ve ameller müslümanlar razı olmasa da bulanıktır! "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözünü hiç karıştırma..Düşün ki eğer bu söz bütünüyle doğru olsaydı Allah yolunun büyükleri arkalarında neden eserler bıraktılar? Etraftakiler çok az düşünüyorlar!...Gördükleri rahmet onların şımarmalarına sebep olmuştur. "...Hoşnût oldu mu korunmayı unutur gider. Korkuya kapılınca korunmaya başlar. Esenleştiğini sanınca gaflete düşer..." Hz Ali (r.a.) Ve zannediyorlar ki bu formalitede biatlı kardeşlerimin bazıları..Sahte şeyhlik yalnızca kadınlaradır...Öyle duydum ki kardeşlerim..biatlı ve icazetli oldukları halde marifetleri >>İnkar üzere<< olanlar vardır...Bu paragrafta sadece >>formalitede<< olan biatlı biatsız tartışmasından dem vurdum ki..kalın kafalı kardeşlerim hadlerini bilsinler de köylerinde küçük prenslik heybetiyle racon kesip >>ümmetin genişliğini<< unutmasınlar!...

Şunu da unutma ki zaten efendimizin peygamberliği gibi bir "şeyhlik" olmaz!..

Şimdi geçelim bu magazin Alemlerini...

Ey Aşklı kardeşim..Veysel Karani hazretleri (selam olsun) gibi, efendimizi göremediğine ağla!

En yüksek ameli sergilemiş olursun...

O büyüklerden çok üstün Himmet sahibi bazıları şunlardır

Abdulkadir Geylani hazretleri
İmam-ı Rabbani hazretleri
Muhyiddîn ibn'ül Arabî hazretleri
Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri

***

Tekrar söylüyorum bu blogda onlardan, zorluklarını kolaylaştırıcı, en önemli ve en ulaştırıcı noktaları seçtim.. Ve gerektiğine inandığımda zamana göre kendim yazdım..
Oku ve kendine katmış ol, içinde dursunlar lazım olacaklar,kıymetli olacak..Tekrar tekrar oku..Yorumda bulunma, zaten zamanı geldikçe Allah'ın izniyle bazı şeylere karşılık gelecektir..

***

Herşey Allahtan olması sebebiyle aslında herşey tecelliyattır biliyorsun.. Fakat onların bulundukları menzil bil ki bildiğin gibi değildir..Çünkü onlar gerçekten ilerdedir! Dosdoğru olanlardır ve en önemlisi gerçekten Allah'ın dostlarıdırlar. Asaleten değil...Eğer gözlerin açıksa..onların gözlerini göz edinmekte gecikme!

Eğer uyuşturucu kullanıyorsan((çünkü mümkündür))sakın sanma ki tecelliyat öyle bir şeydir! Onu kulanmadan oldu; he evet belki biraz öyledir! Bu benzetme hiç uygun olmasa, bir çok Ağa'ya garip gelse de, neler olmaktadır Alemde neler!

Alemlerin Rabbinin iki parmağında!

Hu

s.a.v.

Sufilere zulmetmek

Sûfiler âhirete nisbetle akıllı, dünyâya nisbetle delidirler. Kalp açısından akıllı, nefis açısından delidirler. Onları hakir görmeyin. Onlara eziyet etmeyin. Onlara zulmetmeyin.

Onlara yardım eden onlardandır.

Mü'minin zaferi geç gelir. Mü'min kendisine zulmedeni yere sermedikçe, ona karşı zafer kazanmadıkça, onun cenâzesini, malının talan edildiğini, mevkîsinin düşmanlarının eline geçtigini, yasaklarının câiz olduğunu görmedikçe ölmez.

Hz. Peygamber'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Allâhü Teâlâ 'dan başka yardımcısı olmayan kişiye zulmedildiğinde Allâhü Teâlâ şöyle buyurur İzzetim ve celâlim hakkı için, daha sonra da olsa, sana mutlakâ yardım edeceğim."

Hakk'ı bulursan eşyâyı ondan görürsün. Ne düşmanın kalır, ne üzerinde hakkın olan biri. Hakkını aramada Allâhü Teâlâ'ya sığınırsan, kalbin cevher olur, sırrın da safa bulur. Allâhü Teâlâ için amel, O'na itâat ve O'nu hakîkî tevhîd eden kimseyi O, amelde sebeplere sanlmaktan ve sebeplerle ilgilenmekten kurtarır, Bütün ahvâlinde hayırdan başka bir şeyle karşılaşmaz.

Allâh'ım! işlerimizi üstlen! Bizi ne nefsimize, ne de yarattıklarından her hangi birisine dayandır. "Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru."


Cilau'l Hatır

Abdülkâdir Geylanî (r.a.)

Ruh (Devam)

inen,çıkan,bişilerin farkında olmak zorunda olan,korkan,sevinen,bakan,görmeyen,göremeyen,kaçan,diklenen,
heyecanlı,gösteriş yapan,haberi olmayan,haberlerin geldiği,isteyen,iddia eden,tümüyle dünyaya bağlı nefstir nefs...

"Allah vardı ve beraberinde hiç bir şey yoktu" s.a.v. efendimizin haber verdiği Allah'ımızın bu yüceliği halen ancak bize de üflemiş olduğu "ruh"da mevcuttur..Nefsin içinde hala haklı olan sadece "ruh"tur..Rahat etmek istiyorsan nefsinden,nefslerden beri olan dimdik duran ve sadece Allah ile olan mekanı Allah olan o güzelim ruhuna uy nefsine değil..Ruhtur insanların rahat ettiği ve aslı Allah ile yalnız bağımsız olan varlık, nefs değil!..Daimi namazda olan ruhtur ruh. Herşeyden hakkıyla bağımsız olan sadece ruhtur ruh. Nefsine uyma ruhunun farkına var..Allah'ın yarattığı bütün yaratmayı bağımsız seyredebilen O'nun en farkında olan ruhtur sadece..Allah seni nefs kılmadı ruh kıldı ruh.. ruh olarak nefsine kattı seni ama nerde nefsden başını kaldırabilecek bir "kendin".. Ümitsiz olan nefstir nefs..Devamlı dimdik duran ruhundur,dalan çıkan bilmeyen asla bilemeyecek olan nefsindir nefsin!..

Sad 72- "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın."

Bu saygınlık kutsallık eğer nefsinden başını kaldırır da bir bakarsan ruhun kendisinde vardır kendisinde! Kutsallık kendisinde çünkü halis olarak hereşeyden beri olan kendi kendine yeterli Alemlerin rabbindendir, sahibi "O" dur O!
Ruh rabbiyle birlikte olmakdan memnundur kendi iradesi yoktur nefsi yoktur yapacağı bir şey yoktur bir şey yapmaya ihtiyacı yoktur çünkü rabbinin emridir O!

Tahrim 12-Irzını korumuş olan, İmrân kızı Meryem'i de Allah örnek gösterdi. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.

Hiç sesini duydun mu o meryem'in!O öyle asildir öyle temizdir öyle beridir çünkü Ruhundadır ruhunda!

Neden insanların en mükemmeli efendimiz neden?!
Çünkü nefse en hakim dolayısıyla ruhunun en farkında o dur o!
Öyle bir nefsini biliş Ruhunu biliş ki okyanuslardan geniş olan nefsi ruhunda ancak denizde yayılan halka kadar etkili..

Uyma nefsine uyma Allah'ın o has ruhundan üflediği (sadece üflediği) ruhun farkına var nefstir inen,çıkan,bişilerin farkında olmak zorunda olan,korkan,sevinen,bakan,görmeyen,göremeyen,kaçan,diklenen,
heyecanlı,gösteriş yapan,haberi olmayan,haberlerin geldiği,isteyen,iddia eden,tümüyle dünyaya bağlı olan nefstir nefs...Rahat etmek istiyorsan! Ruhun ile Allah'ın huzuruna var! Ancak ruh O'nun yanında tam rahat edebilir!Bir rahatlığın varsa bu yine ruhun sayesindedir! Kötü insanlar, tüm insanlar ruhlarının kıymetini bilirler ümidiyle melekler hala secde ederler!Öyle ya Alahtan ümid kesilir mi? Ruhunun nerden ve nerede olduğunun farkında olmayan neyin değerini bilebilir de nefsine batmaz? Bak ahirette mahşer günü rabbimiz ne diyecek o nefsin zalimliği ve nankörlüğü hakkında

mealen
Bugün sana nefsin hesap görücü olarak yeter

Ruh ol ruh! Nefs olma..Neyle meşgul olursa o oluyor insan unutma.

Rahat etmek istiyorsan bırak düşünceler geçsin kendinden,nefsin konuşsun dursun, dalma! Ruhun asildir ruhun!Ruhunda kal.
Nerden olduğunun farkına var Ruhunun! Ruhunun kimin yanında olduğunun farkında ol!
O zaman ancak dünyadan ve içindekilerden bağımsız olursun! O zaman dünya ehli seni bilemez,nefs ise zaten bilinir ne mal olduğu! Ama bilinmez ruhunun farkında olanın kendi nasıl temizdir nasıl! Nefsinden nasıl beridir nasıl hem de!

O kişi nefsini hayır için kullanır,affedici olur nefsi.Ruhu yorulmaz bilir yıpranmaz bilir onun için nefsini hırpalamaktan çekinmez.Nefsine sarılmaz bilir çünkü ruhunu kime ait, kiminledir?..Nefsinin derdinde değildir ki dünyaya dalsın oynasın. Kendisi ruhuyla kibirlenmez ki bilir çünkü nefsdir kibirlenen! Halbu ki değerli olan ruhtur..Başkasının nefsine bulaşmaz ki bilir kendisindeki ve başkasındaki nefs ne zalimdir ne nankördür..Acır nefse affeder rahat bırakır..Yeter ki o kişi ruhunun farkında olsun! Nefsinin farkında olsun, nefsinin haddini yerini değerinin ne kadar olduğunu bilsin ki Allah kendisine ruhunu unutturmasın Allah korusun!

melaen
O'nun katında en değerliniz O'ndan en çok korkanınızdır.

Çünkü nefs zalimdir nankördür üç beş dakka eğlence için ruhunu satar..Aslında nefsini! fakat o kendisi bunu nereden bilsin! Ki nefsine uymasın! Nerden bilecek nefsini ki ruhunu bilsin! Nerden bilecek bütün iyilikler Alahtandır nefsinden değil,nefs de Allahtandır, şeytan da, asıl irade Allahtandır Allahtan fakat nerden bilecek nefsi olmuşken sadece!kendini kaybetmişken nerden bilecek?
Allah cümlemizi nefsimizden korusun..Allah nefsimizin haddini bildirsin...

Allah'ım sen affedicisin affetmeyi seversin bizleri de affeyle

Bize bizim için hayırlı olanı ver, bilip bilmeden işlediğimiz günahlarımızı ,yaptığımız yapacağımız günahlarımızı affet, her göz kırpışımızı sana bin rekat namaz kılıyormuşuz gibi her kalp atışımızı senden bin defa af diliyormuşuz gibi kabul et, annemi babamı beni ve bütün müminleri kıyamet gününde azaptan kurtar, iman etmeyenlere iman nasib et, hidayet nasib etmediklerine hidayet nasib et. Bizleri koru, bizleri affet, efendimize selam olsun, a'line o değerli ashabına selam olsun büyüklerimize selam olsun. Bizleri onlarla komşu eyle Allah'ım, bizleri güzelleştir, Allah'ım cümlemize güzellikler nasib et

Ahmed hulusi hoca ile ilgili(devam)

Bi önceki yazdığımda belirttiğim mananın örneğini genişleterek ilgili kişilere yöneltmek istiyorum (ilgili olmayan ilgilenmesin) onlar da Allah rızası için değerlendirirlerse kendi amellerinin sonucunu görecekler ve değerlendirebileceklerdir.

Kuranda Hz meryem annemizle ilgili ayetlerde haber verildiği üzere Allahımız hz meryem annemize durumunu açıklamamasını ve iftiracılara karşı susmasını tembihliyor, çünkü anlatacağı kimseler hem zaten "amellerinin sonucu olarak kaba"lar hem de anlattığı şeyi doğrusuyla anlayacak durumda ilim sahibi değiller..

Şimdi kendimizi o kaba insanların yerine koyalım, ama ilmimiz dursun..

Ne düşüneceğiz acaba bize bildirdiğiniz ilim sonucunda takip etmeye çalışalım

- Gökte bir tanrı yok! melek de bizim anladığımız gibi olmadığına göre gökten yere inip böle bi iş yapmış olamaz çünkü böyle bir şey söz konusu değil..ilmimize ve hocamızın bize anlattığına göre Allahdan gayrısı da olmadığına göre Allah bize ne demek istiyor "Biz" böyle bir iş yapmayız, yapmadık..

Anlatmak istediğim anlaşılmıştır sanıyorum

Siz kişilere yanlış ameller yaptığı ve sonuçlarını hayatlarında gördüklerini ısrarla söylediğinizde gökte tanrı yok ve melekler de bizim anladığımız gibi Allahtan gayrı varlıklar değil dediğinizde Allah'ın kesin olarak temiz bildirdiği Hz meryem annemiz hakkında nasıl düşünmelidir ilim yolunda olan bir kişiye bunu nasıl açıklayabiliyorsunuz ilminizle gerçekten merak ediyorum?

Ayrıca Hz meryem annemizin çektiği bu sıkıntının uğradığı bu iftiranın Kehf suresinde ilim verilmiş kişiyle de bağlantısı olabileceği fikri akla geldiğinde gerçekten sizden gördüğüm ilmin, anlayışınızın ne olduğunu daha anlaşılır bir şekilde anlatabilmenizi yüce Allahtan diliyorum..Çünkü bir kişiyi açık olarak öldürmekle o kişiyi iftiraya uğratmak aynı şeyler değildir! Aynı yere koyabilmenin hem kurandan kanıt olarak hem efendimizden s.a.v. kanıt olarak hem tasavvuf büyüklerimizden kanıt olarak tek bir olay dahi örnek gösterilemez! O halde nasıl anlamalıyız? Bundan başka ilminizden çıkardığımız sonuçları nasıl tefekkür etmeliyiz çünkü ayrıntıda kişi bu gösterdiğiniz yoldan tefekkür ettiğinde kesinlikle zulme uğramış oluyor..Bunu sizin istediğinizi de düşünmüyorum...Yani eğer kişi sizin ilminizden bu örneğe göre bir temiz yola çıkmakta zorlanırsa sonuca varamaz ise ve size kaba bir şekilde dönerse o kişiye açık şirktedir ya da gizli şirktedir demek nasıl mümkün olabilir? Yani ben mi bu örneğe göre sizin ilminize baktığımda bir şeyleri anlayamıyor ve Allahın ilmine elverişli olamıyorum anlayamıyorum..Buna göre eğer bir bahis ilminize göre yanlış sonuçlar doğuruyorsa (bu derece yanlış!)tasavvuf büyüklerimizin gösterdiği yoldan dışarı çıkmak (bazı yerlerde zaman öne sürülebilir olsa dahi) hem şekil olarak hem içerik olarak bu şekilde değiştirmek haklı bir iş olamıyor..yani Allah katında mübah görülmesi imkansız hale geliyor bunu kalben bildirmek istiyorum..Kesinlikle zulüm oluyor yani anlatabiliyor muyum bilmiyorum..

ilgili diğer blogum

http://jonasclean.blogspot.com/2008/11/ahmed-hulusi-hoca-ile-ilgili.html

Allah'ın düşmanı olabilir mi?

Hiç Allah'ın düşmanı olabilir mi?
O'na bir şey nasıl engel olabilir ki düşmanı olsun?
Allah münezzehken;
Bi Sinek nasıl düşman olabilir?
Allah elbette ufacık sineği ile koca ruhu alır.
Sineğin ve öküzün
Bu ince işlerden ne kadar haberleri olabilir?

Bekle gözetle sabret Zamanlı zamansız ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık o eşsiz varlık gözümüze gelir

Ben ölmüş olsam da, beni mezara koysalar, bu haldeyken sevgilimizden bir haber gelse, hemen Diri de, ölü de ondan bir şey elde edince neler yapmaz? Dağ bile onu görse yerinden sıçrar kalkar, daha ileri, daha yakına gelir. Seni sevdiğim için beni çekiştirirlerse, kınarlarsa, ben bu kınanmaktan kaçmam, kaçınmam. Senden gelen acılık cana şekerden daha tatlı gelir.
Akıp giden bir ırmaktan su içtikçe arkası gelir.
Hakk'ın yaratma gücüne, güzel sanatına bak, gönüllere gelen vahyi seyret! Baştan başa görüş nüru ol! Çünkü bütün zevkler, bakış ve görüşten gelir.
Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma, o vakitli, vakitsiz, ansızın gelebilir, her şey seher vaktinde gelmez.
Bekle, gözetle, sabret! Zamanlı zamansız, ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık, o eşsiz varlık gözümüze gelir.

Mevlana hazretlerim

Senin kapında kul köle olmak, bütün Dünya'ya sultan olmaktan daha büyük bir mutluluktur

Dünya'nın şânını, şerefini, mevkiini ben şöyle anlayıp kavradım ki;
senin kapında kul köle olmak, bütün Dünya'ya sultan olmaktan daha büyük bir mutluluktur.

Süleyman Tevfik

O büyük peygamberlerine selam olsun

hiç kimseyi anlamak zorunda değilsin
hiç kimseyi dinlemek zorunda değilsin
hiç kimseye bir şey anlatmak zorunda değilsin
hiç kimseler seni zorlamak hakkına sahip değildir
hiç kimselerin eğlendiği gibi eğlenmek zorunda değilsin
hiç kimselerin iyi olduğu gibi iyi olmak zorunda değilsin
hiç kimsenin bildiklerini bilmek zorunda değilsin
hiç kimseden daha üstün ya da daha aşağıda olmak durumunda değilsin
hiç kimseler onun adına bildiklerini sana zorlamak hakkına sahip değildir
herkes ona muhtaçtır
herkes ondan aşağıdadır
herkes ancak tek tek ona hesap verir
her bilenden daha çok bilen birisi vardır
her anlayışlıdan daha anlayışlı birisi vardır
herkes adem ve havvadan birer adem ve havvadır
herkes biraz haklı herkes biraz noksandır
O hiçbi yerde bulunmaz
O herşeyde bulunur
O heryerdedir tek bi yerde değil
Mekanın mekanı O dur
O her türlü mekandan bağımsızdır
herşey onun kuludur
Ona saygılı olmak zorundayız
Ona sevgili olmak zorundayız
O duaları kabul edendir
Herkeze hakkı olanı verir
O dur hiçbir şeye ihtiyacı olmayan
O dur bir görünen bir görünmeyen
O dur görülemez olan
Ruhuna uyan!
sevendir sevilendir
Çok affedici çok merhametlidir
tek gerçek sığınaktır
mekansızların mekanıdır
terbiyesizlerin tek terbiyecisi
zalimlerin tek kahredicisidir
intikamını alır
dilerse affeder
her şey ona yükselir her şey ondan iner
hiç bir işi tam anlamıyla idrak edilemez
kendisi hiç bir zaman tam olarak kavranılamayacak kadar yüce olandır
tekdir
birdir
güzeldir güzeli sever
güzelleri o yaratır
tüm insanların rabbidir
herşeyin rabbidir
herşeyin aslıdır
herşeyin arkasında ve önündedir
her işini bir hikmetle yapar
tek ümid kesilmeyendir
herşey yokolucudur
herşeyi varedicidir
Akıllar onu idrak edemez
vardır
tek gerçek olandır

Ondan başka ilah yoktur

Kendisinden bizi haberdar etmek için gönderdiği peygamberleri(s.a.v)hiç kimsenin kaldıramayacağı çileleri çekmiş hiç kimsenin göremediği şeyleri görmüş ve görevlerini tam olarak eksiksiz yerine getirmiş o büyük peygamberlerine selam olsun Onu bizden daha çok sevmiş hayatlarını sadece ona vermiş bizden çok çok ince şeylere ulaşabilmiş evliyalarına selam olsun onu seven onu anlayan anlatmaya çalışan onun için sabreden onun için düşünen onun için kahrolan kullarına selam olsun Sebep O'dur! Allah ona inanmayanlara inanç, anlayış versin onları bilgilendirsin kalplerine görünmeyenleri göstersin onları da nasiplendirsin inşaallah Sonsuz şükürler sonsuz övgüler içinde ol

Kaderler Keder olur...

Başa gelen kazaya "Ucuz atlattık!" derken...

Ay Güneşe nasıl çarpmaz da tutulur...

Ve buna nasıl hayret edilmez ?

Kazâlar tesadüf..

Kaderler Keder olur.

O'ndan ve birbirimizden uzak olduğumuzu zannetmememiz için...

Ayaklarına bak.Gözlerin altında uzanan yeryüzünü seyderek başını mutlaka kaldıracaktır..Gözlerin denize açılacak ferahlayacaksın.Ordan da daha geniş olan gökyüzüne geleceksin. Bak! açık! Yüzümüz sonsuza açık! Gözlerinin bu seyrinin sana gösterdiği görülmez gerçeği unutmamak zorundasın, aşağılardan başını kaldırıp sonsuz geniş olana bak! Aslında bizden ayrı olmayan evrene verdiği bu karmaşıklık, sonsuzluk hissi ve herşeye rağmen açık bırakılan ümit kapısı ve kudret; O'nun herhangi bir şekilde bir bedeni olmadığı halde ne kadar kudretli ve sonsuz yücelik sahibi olduğunu bilmemiz, farketmemiz ve devamlı hissetmemiz içindir.Ve bizim sürekli olarak bu Alemi görüyor olduğumuz halde, kendimizi göremiyor oluşumuz da yine bil! kendisini göremiyor oluşumuzdan dolayı Ondan ve birbirimizden uzak olduğumuzu zannetmememiz içindir...

Ahmed Hulusi hoca ile ilgili

Allahü teâlâ, bizi ve sizi te'assubdan, ya'nî başkasını çekememekden ve doğru yoldan ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz Peygamberi hürmetine (aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ)pişmân olacak, üzülecek şeyleri yapmakdan kurtarsın

Bir sitede yaptığım sohbetten direk aktarıyorum

***

--Oysa, “ALLAH”ın “AHAD” oluşunun manâsını anlayabilsek, gökte bir TANRI olmadığını kavrayabilsek, herkesin kendi amellerinin karşılığına ulaşacağını idrâk etsek, bütün yaşamımız değişecektir!..---

Sevgili kardeşim, yazından aldığım şu yukardaki bölüm hakkında bişiler söylemek istiyorum.

Eğer "yukarda bir tanrı yoktur" diye ısrar edilirse bunun üzerine çok gidilirse "yukarı" manasının içinde kopmayacak şekilde varolan
"yücelik" manasıda zedelenmiş olur
Allah asla "aşağı" tabiriyle ifade olunamayacağı için yukarıda oluşuna bu kadar saplantılı şekilde şiddetle düşman olmak bazı ilim sahibi olmayan kişilere Allah'ın yüce olmadığı fikrinide getirecektir ki bu tamamen saf bir imana sahib olan kişiye zulümdür..
ve arkasından bunu yapan alim kişiye de "zorlayıcı","oyuncu" gibi iftiraları getirir..
Zira peygamber efendimizin duyurduğu ve açıkladığı Allah'ımızın kelamında şöyle denmektedir

mealen
O yerde de ve gökte de tek ilahtır
mealen
Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.

Yani Allah yerde de gökte de Allahtır sadece gökte ya da sadece yerde değil
Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki insanların kafalarındaki tanrıya tapınıyor olmaları Allah'ın ilah olmadığını göstermez
Allah'ın evet! kafalardaki tanrı anlayışı gibi sadece gökte olmadığı ifade edilirken "İLAH" olmadığı fikri uyanıyorsa bu İlimde noksanlıktır..
Aynı şekilde ısrarla ve ısrarla "yukarda tapınılan bi tanrı yok herkez kendi amelinin karşılığını görür"demek de herşey insanın ameliyle oluyor demek olur bu da insana aşırı yükleme olur tevekkülü imandan men etmek gibi olur ve yine amele dayalı olarak bütün herşey kişinin elinde demek gibi olur bu da anlatımda bir noksanlıktır

Çünkü nasıl Meryem annemiz yaptığı bir amel neticesinde iftiraya uğramadıysa bazı saf iman sahiblerinede kötülükler kendi amelleri sonucunda gelmez
Allah'ın takdiri sonucunda gelir çünkü Allah dilediğini takdir edendir çünkü ilah Allahtır
ve iman sahipleri bazı ilmi konuları idrak edemeseler de amellerini ve niyetlerini o herşeyden yukarıda herşeyin üstünde olan yüce Allah'a emanet ederler ve yalnızca "O"na tevekkül ederler ne başka bir tanrıya ne de kendi nefislerine..
Çünkü Ondan başka hiç bir ilahı kabul etmezler..
O kabul ettikleri tanrı ise sadece yerde ya da sadece gökte değildir hem gökte hem yerde tek ilah olan yüce Allahımızdır

Bunları sakın size ya da Ahmed hulusi hocaya söylediğimi zannetmeyin çok üzülürüm
bu söylediklerim sadece alınması gereken önlemlerdir çünkü bizim düşmanımız şeytandan ondan bundan çok kendi nefsimizdir

"Senin düşmanlarının en düşmanı iki taraf arasında bulunan nefsindir"

Hz Muhammed s.a.v.

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/yani-btn-mevcdat-bir-araya-gelince-tanr.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/11/ahmed-hulusi-hoca-ile-ilgilidevam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/02/onu-gonlunde-bulmaya-cals.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/01/noktandaki-kudretahmed-hulusi.html

Bu ağlama neden

Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak reva mı?
Neye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi?
Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?
Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi?

İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helâk eyledi!
Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri...
Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından bu akıl pîrinin başına ayak bastılar.
Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular.
Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi...”

mesnevi şerif

Yani, bütün mevcûdat bir araya gelince "tanrı" denen varlık ortaya çıkar görüşü...

"ONLAR ALLAH`I AYAKTA İKEN, OTURURLARKEN ve YANLARI ÜZERE UZANIP YATARLARKEN ZİKREDERLER...." (3-191)



Âyeti insanların dahi, her an ve her pozisyonda zikir halinde olduğunu; zikir halinde olması gerektiğini vurgular...

Ancak, "O"nun varlığından meydana gelmiş bilinçli şeylerin toplamı olan tümel akıl Tanrıdır, görüşü de tümüyle yanlıştır!...

Evet... "Kâinat, ALLAH`tır" görüşü bütünü ile bâtıldır ve yanlıştır!. Bu Panteist görüştür!.

Yani, bütün mevcûdat bir araya gelince "tanrı" denen varlık ortaya çıkar görüşü... Bu yanlıştır!. Çünkü, gerçekte mevcûdat "yok"tur "ALLAH" vardır!.

"ALLAH" her an (bize göre) kendi mânâlarını seyreder ve her şey bundan ibarettir... Bu yüzdendir ki, mevcûdatın varlığı yoktur; "ALLAH"ın varlığı vardır.

Bu sebepledir ki, mevcûdat "ALLAH"tır, görüşü bâtıldır, ilkeldir!. Beş duyu kaydından kendini kurtaramayan dar görüşlü beyinlerin, 30 derecelik perspektifi olan kişilerin görüşüdür, mevcudat "ALLAH"tır görüşü!...

İşte yaşamda, bütün olup ve bitenler ve bunlarda mevcut bilinçler hep bu melekî güçlerle, melekî şuurla meydana gelmektedir.

Dışarıdan bakılan bu insan bedeninde, atomların yeri neyse; bir türü itibariyle, algılanan ve algılanacak olan tüm varlıkların temelinde "meleklerin" yeri de odur!..

Bunun için eğer sen, işin özüne gerçeğine ve hakikatına inmek ve "görenler"den olmak istiyorsan, çıkış noktası olarak önce meleklere iman etmek zorundasın.

Eğer "melekleri" inkâr edersen, işin özüne gitme yolları sana kapanmış olur!. Hakikate ermekten mahrum kalırsın!.

Madde boyutunda beş duyu ile yaşarsın ve öylece de geçip gidersin bu dünya yaşamından!.. Ancak bundan dolayı da biz seni kınamayız, seni küçük görmeyiz!... Çünkü sen de o kapasiteyle yaşamak için varolmuşsun; ve de var oluş gayeni yerine getirmektesin!.

Ama senin bu varoluş gayeni yerine getirirken, geçireceğin aşamalar, sende belli üzüntü, sıkıntı ve azapları da meydana getirir... Bunu da hiç aklından çıkarma!.

Evet "meleklere iman" denen olayı da bu kadarıyla anlayabildiysek, bilelim ki; vahiyden, yediğin yemeğin vücutta yararlı hale gelmesine; bunların beyinde değerlendirilip, madde beden ötesi ruh bedeninin yani, halogramik dalga(wave) bedeninin oluşturulması dahi hep meleki güçlerledir.

Varlığında, özünde meleki güçler vardır!.

Eğer ki sen meleklerin ne olduğunu anlayıp, -ki bunun için de imanla yola çıkacaksın- daha sonra da idrak edersen; şayet cehennemden de kendini kurtarabilmiş isen; kademe kademe arınmalar neticesinde, bu meleki boyutta yerini alıp; insan kemaline sahip melek olarak yaşamına sonsuza dek devam edersin, cennet diye târif olunan ortamda!.

Yok eğer kendindeki bu meleki özelliklere ve güçlere rağmen, gerekli arınmayı sağlayamamışsan; o zaman dalga(wave) beden boyutunda kalırsın; ki bu boyutta cinlerin boyutudur!... Bu cehennem diye bahsedilen âlemde sonsuza dek yaşarsın...

Sonuç olarak ölümden ve kıyâmetten sonraki yaşamda insanın mutlak akıbeti ikiden biridir...

Ya "cin" denen, "şeytan" denilen; bugünün insanını "uzaylıyız diye kandıran" varlıkların boyutunda yer almak; ya da belli arınmalardan geçmek suretiyle "melek" denilen varlıkların boyutunda insani şuur ve kemâlâta sahip olarak yaşamını devam ettirmek.

İşte bunun için de meleklere iman çok önemlidir...


ahmedbaki
ahmedhulusi

Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım

Ben ölü idim, dirildim; ağlardım, güldüm. Aşkın devleti geldi, ben ebedî devlet oldum.

Benim tok gözüm vardır, cesaretli canım vardır, arslan yüreği gibi bir yüreğim var. Ben parlak Zühre yıldızı oldum.

Dedi ki: "Sen divane değilsin. Bu eve layık değilsin." Ben de gittim divane olup zinciriyle bağlandım.

Dedi ki: "Sen sermest değilsin, git!" Ben de gittim sermest olup neşe ile doldum.

Dedi ki: "Sen öldürülmemişsin, neşe ve müzik ilgin yok!" Can bağışlayan yüzüne karşı şehid oldum.

Dedi ki: "Sen zeki bir kişisin, hayal ve şüphenin sarhoşusun." Ben hemen abdallaştım, hayal ve şüpheden sıyrıldım.

Dedi ki: "Sen mum oldun, meclisin kıblesi oldun." Ben mum değilim!" dedim, yandım, yakıldım, duman oldum.

Dedi ki: "Sen şeyhsin, önde gidenlerdensin, yol gösterensin." "Hayır! Ben şeyh değilim!" dedim. "Önde gidenlerden de değilim. Kimseye de yol gösterdiğim yok. Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım."

Sen güneşin kaynağısın, ben söğüt ağacının gölgesi düşen yerim. Sen benim başucuma gelince, alçalır, erir, yok olur giderim.

Gönlüm canın parıltısını buldu. Dünyanın nuruna nail oldu. Gönlüm yeni bir atlas buldu da bu hırkaya düşman kesildi.

HZ.MEVLÂNÂ (K.S) - DİVAN-I KEBİR (c. III, 1393)

Buna şahit olarak da Allah yeter

(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allahtandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.(Nisa Suresi,Ayet 79)

Böylece anlaşılıyor ki sen ben iyiysek (yani ayetteki manada Allahdansak) Allahdanız kendiliğimizden değiliz

Benlik gösteren, yalnız "ben!ben!ben!" diyen Allahtan değildir
çünkü Evvel Allahtır
çünkü seni yaratan O'dur
senin yapamadığın iyilikleri de inşa eden Allahtır
varı var eden Allahtır
sen bunu unuttunsa sen iyi değilsin
dolayısyla Allahtan değilsin
o halde bu benlik ne için?
"Ben Allah'ım! biz Allah'ız!" desen ne fayda; bunu "O" söylemedikten sonra?


Ne zaman yaptığın iyiliği kendinden bilmedin Allahtan olduğunu bildin, işte sen de Allahtan oldun, "ben" olmadın...
Zira insanı insan eden Allahtır..
Gayrı insanı insana ve şeytana kul eder..

İnsanın var kılınması saf iyiliktir..

yardım edenden tavsiyeler(devam..)

Allahtan başkasını sevmemek Ondan başkasından buğzetmek nefret etmek demek değildir.
Bilakis aşk ve sevgi bütünüyle Ondandır senden benden değil.
Eğer birileri seni bir sevip bir kötülüyorsa
bu onların Allah'ı yeterince tanımadıklarındandır. Cahilliklerindendir.
Onun için sen sevginin aşkın asıl kaynağına ve sahibine bağlan.
Seven ve sevilen ol.
Kendini sevginin aşkın hakimi sananlara bağlanma.
İyiliklerini başa kakanlara bağlanma.
Eğer bütün sevginin aşkın kendilerinden değil Allahtan olduğunu bilselerdi o sevgilerini sanki kendilerininmiş gibi senden esirgemezlerdi.
Sen onlara merhamet et.
Olur ki onlar da anlarlar ve ellerindekinden dolayı kibirlenmezler.
Aşkta yok olup giderler...

***

Allah'ımızın DEYYAN ismiyle tecelli etmesi dünya yoluyla olur.
Yani nefsine uyduğunda cezalandırır salih bi amel işlediğinde mükafatlandırır.
HÂFID (Alçaltan, zillete düşüren) RÂFİ' (Yücelten, izzet ve şeref veren) isimleriyle tecelli ettiğinde ise bunu ruhundan yapar.
Aradaki farkı ve dereceyi iyi gör.
Dünyevi , nefsi alçalma ve yükselmeyle ruhani yükselme ve alçalma bir değildir.
Ruhani olan tecelliyi hissetmek herkeze nasib olmaz..
Ruhani olarak bariz yükselir ve alçalırsan bu ikisi de senin Allah'a yakınlığının sonucudur.
Kötü amellerinin sonucu değil.
Çünkü gerçekten yükselten ve alçaltanın kim olduğunu ayırd edersin..Şirkin aslında olamayacağını anlarsın.. ki bu kurtuluştur.
DEYYAN tecellisi ise dünyada herkeze olur.
Dünya yoluyla olur.

***

İnsan bilmez ; bilgiyle beraberdir
Allah ise bildiklerinin üzerindedir
İnsan sevemez ; sevgiyle beraberdir
Allahımız ise sevgisinden üstündür; benzersiz Aşktır..

bağlanıyorsun

...-"Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum."

Ey Allah'ın sevgili kulu, Allah gayyurdur.Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez; sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz.Allah, bulunan sevgisini ister.Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun..

Abdulkadir Geylani Hazretleri

Kim, Allah'a kavuşmak isterse

Allah'ın Resulü (s.a.s), "Kim, Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim de Allah ile karşılaşmak istemezse, Allah da onunla karşılaşmak istemez'' buyurmuştur

Zebur'dan

121. MezmurHac ilahisi

BÖLÜM 121

Mez.121: 1 Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, Nereden yardım gelecek?

Mez.121: 2 Yeri göğü yaratan RAB'den gelecek yardım.

Mez.121: 3 O ayaklarının kaymasına izin vermez, Seni koruyan uyuklamaz.

Mez.121: 4 İsrail'in koruyucusu ne uyur ne uyuklar.

Mez.121: 5 Senin koruyucun RAB'dir, O sağ yanında sana gölgedir.

Mez.121: 6 Gündüz güneş, Gece ay sana zarar vermez.

Mez.121: 7 RAB her kötülükten seni korur, Esirger canını.

Mez.121: 8 Şimdiden sonsuza dek RAB koruyacak gidişini, gelişini.

Allahı imdada çağırmak

Naklederler ki ,vaktiyle sefere çıkmış olan bir cemaat ona "Ey şeyh! Yol korkulu, karşılaştığımız bir belayı savuşturmak için bize bir dua öğret," demişlerdi. Şeyhde, "Bela yüz gösterdiğinde Ebu Hasan'ı (Beni) anınız (ve ondan medet umunuz!)" dedi. Ama bu söz o cemaatin hoşuna gitmedi, yola düşüp giderken vurguncular yollarını kesip kendilerine kastetti.
Onlardan birisi derhal şeyhi hatırlayıp onların gözlerinde kayboldu, ayyarlar ve haramiler,"Burada birisi vardı, nereye gitti? Ne onu ne de eşeğini ve yükünü göremiyoruz!" diye bağırıp çağırmaya başladılar. Bu yüzden ona da kumaşlarına da hiçbir zarar gelmemişti. Diğerleriyse çıplak ve malları soyulmuş bir halde ortada kaldılar. Öbür adamı selamette ermiş bir halde görünce şaşkınlık içinde kaldılar.O da bunun nedenini anlattı.

Şeyhin yanına döndüklerinde,"Allah hakkı için bunun nedeninin ne olduğunu açıkla! Biz hep Allah'ı andık (ve Onu imdada çağırdık), ama işimiz yoluna girmedi, o tek başına seni andı (ve imdada çağırdı) onların gözünden kayboldu,"dediler.

Şeyh dedi ki: "Siz Allah'ı mecazi olarak (imdada) çağırdınız, Ebu'l Hasan ise hakikat olarak çağırdı. Siz Ebu'l-Hasan'ı zikrediniz Ebu'l Hasan da sizin için Allah'ı zikreder, böylece işiniz görülür. Şayet mecazi olarak ve adet yerini bulsun diye Allah'ı zikrederseniz, bunun faydası olmaz!"

Feridüddin Attar
Evliya Tezkireleri kitabı
Şeyh Ebu Hasan Harakani hazretlerine ayrılmış bölümden

Ömerül Faruk (r.a.)

...Resul Ekrem de onu (Faruk)(Fark eden) diye isimlendirdi.

"Ey Peygamber, sana Allah ve sana uyan mü'minler yeter" ayeti o vakit nazil oldu.

Hicret zamanında bütün eshap gizlice Mekkeden çıkarak Medineye geldiler.

Yalnız Ömerül Faruk serbest hicret etti.

Şöyle ki: Kılıcını kuşanarak yayını omuzuna astı, oklarını eline aldı.

Kureyşin reisleri, Kabenin avlusunda halka halka oturmaktayken haremi şerife gitti.

Beyti şerifi yedi defa tavaf etti ve iki rekat namaz kıldı. Sonra: "Yüzleriniz kara olsun" diye Kureyş reislerine beddua ederek yanlarından geçerken "Anasını ağlatmak ve evladını öksüz, karısını dul bırakmak isteyen kimse şu vadinin öte tarafında bana kavuşsun" deyip Mekkeden çıktı ve Medineye hicret etti. Arkasına kimse düşmedi...

Kısas-ı Enbiya
Ahmet Cevdet Paşa

Aziz dostum sen yüzünü hakka çevir halkı bırak ne derlerse desinler

-Aziz dostum! Sen yüzünü Hakk'a çevir halkı bırak, ne derlerse desinler. Allah, kulundan hoşnud olduktan sonra halk senden ister memnun kalsın ister kalmasın. Bunun ne ehemmiyeti var?-

...Bir kmse halvete çekilip kendi aleminde insan arasına karışmadan yaşasa onun için:

"Bu iki yüzlünün birisidir.Numara yapıyor...İnsandan sanki şeytandan kaçarmış gibi kaçıyor!"derler.

Güzel yüzlü ve sıcak kanlı ise, o zaman da onu namus ve takva sahiblerinden saymayıp "iffetsizdir" derler.

Zengini çekiştirerek derisini yüzerler : "Eğer bu alemde bir firavun varsa işte budur", derler
Şayet biri de fakir ise ve zaruretten sızlanıp kıvranıyorsa onun içinde: "Uğursuz sefil", derler.Ve ilave ederler:
"Bu hal onun beceriksizliğindendir.Kabahat kendisinindir..."

Varlıklı bir adam, insanlık hali düşecek olsa sevinerek ve bunu fırsat bilerek derler ki",
"Oh olsun! Allah ne güzel yaptı...Kibirinden yanına varılmıyordu. Malına, mevkiine güveniyor, her yükselişin bir düşüşü olacağını aklına getirmiyordu”.
Bir fakirin işi yoluna girer, hali vakti iyileşirse, zehirli dişlerini gıcırdatarak:
“Alçak felek böyle alçakların elinden tutar” derler.
İşinle meşgul görürler:
“Aman ne kadar haris adam. Gözü bir türlü doymuyor.Para delisi...”derler.
Biraz tembelliık etsen:
“Dilenci huylu, lüpçü, bedavacı..”adlarını takarlar.
Güzel konuşsan: “Hezeyanla dolu davul”,güzel konuşmayı beceremiyorsan: “Cahil”,derler.
Tahammülü olanlara:”Korkusundan sesini çıkaramıyor”.derler.Yiğit ve şecaatli olandan ”Herif keçileri kaçırmış!”,diye kaçarlar.

Az yiyen için:”Mirasçılarına saklıyor”, helalinden yeyip içene:”Pisboğaz,mideci”,derler.

Biri zengin olduğu halde basit ve sade mi giyiniyor?:”Akılsız,kendi parasını kendisinden esirgiyor”, diye kılıç gibi dil uzatırlar. Fakat adam,mesela bir köşk yaptırıp kemerini nakışlatsa veya güzel süslü giyinse, bu sefer de:
“Şeddad gibi binalar yaptırıyor;kadın gibi süsleniyor”,diye onu canından bezdirirler.

Seyahate çıkmamış olanları, seyahat edenler adam yerine koymayıp:
“Karının koynundan çıkmayan adamda hiç ilim, hüner ve marifet olur mu?”,derler. Bir seyyah görseler,bu sefer de:” Avare serseri! İyi bir şey olsa zaten şehirden şehire sürünüp durmazdı...”diye adamın derisini yüzerler.

“Bunlardan yatıp kalktıkları yer bile incinir”,diye bekarları kınarlar. Evlenirse de: ”Gönlü yüzünden eşek gibi boynuna kadar çamura battı”,derler.

Öfkeli ve asabi olan için: ”Daha nefsine hakim olamıyor!”.derler. Sabırlı, halim, selim olanlardan ise, ”Haysiyetsiz,izzeti nefissiz”, diye bahsederler.
Bir adam cömert ise:
“Ayol! Ne diye saçıp savuruyorsun? Yarın namahrem yerini öretecek bez parçası bile bulamayacaksın. Bir elinle önünü, öbür elinle arkanı kapatmak zorunda kalacaksın!”,diye onu ayıplarlar.
Birisi kanaatkar ise tutumluluğuna laf ederek:
“Bu alçak da babası gibi olacak. O da bunun gibi yemedi, içmedi, yığdı, biriktirdi ve sonunda hasret gitti”.derler.

Çirkine çirkindir, güzele güzeldir diye dil uzatırlar, cefa ederler.

Selamet köşesinde kim rahat oturabilir ve başı dinç kalabilir?

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bile kötülerin dillerinden kurtulamadı.

Eşi ; ortağı, zevcesi ve oğlu olmayan Allahu Teala için bile Hıristiyanların neler söylediklerin işitmedin mi?

Hulasa insanların elinden kurtulmaya imkan yoktur. Dile düşen için bir tek çare vardır ; o da sabretmek...

-Halkın kötülüğünü düşünenler,Hakk Teala'dan habersizdirler. Çünkü onlar halkla uğraşmaktan Hakk'ı düşünmeye vakit bulamazlar.-

Şeyh Sadi-i Şirazi
Bostan ve Gülistan eserinden

İmam-ı Rabbani hazretlerinin Abdulkadir Geylani hazretleriyle ilgili mektubu

İmam-ı rabbani (k.s.)
Mektubat

"...Şunun da bilinmesi yerinde olur ki..

Bir şahsın, kurb-ü velayet yolundan kurb-ü nübüvvete ulaşması sahih olur.. Bu durumda, her iki muameleye de ortaklığı olur.. Enbiyaya uyduluğu ile kendisine, orada bir mahal ihsan edilir.. Onlara salât ve selâm olsun.. Bu durumda, her iki yolun muamelesi dahi, ona bağlı olur..

Bir şiir:

Allah'a ne zorluğu olur; Alemi bîr şahsa oldurur..

Bir âyet-i kerime meali:

«Bu, Allah'in fazlıdır; onu dilediğine verir.. Ve.. Allah büyük fazlın sahibidir..» (62/4)..."

cennetten bir hikaye (inşaallah)

gel aşkım gel
gel canım kardeşim bir tanem
gel dinlenelim şu uçsuz bucaksız ağacın gölgesinde
güneşte ısınan yaprakların hışırtısını dinleyelim serinleyelim
bak yapraklarda serinliyorlar
istersen susalım kepçe kulaklarımızı dinleyelim
istersen konuşalım uçsuz bucaksız yaşayacağımız güzelliklerden
denize de gideriz
sıcacık kayalara yatarız
yüzmeyi severim biliyorsun
çok eskide kaldı cahil dünyanın uğultusu bir daha hiç duymayacağız oh hamdolsun
sen ben varız bi de bizim gibi aynı sen ve benler
yabancı yok hiç oh
Allahımız ne güzel yaratmış bak seni beni
az çekmedik o cahil dünyanın zırıltısını sen de ben de pek yorulduk
Allah rahmet etti de şükür bak güzelliklere kavuşturdu
hatırlıyor musun nasıl sınadı bizi türlü türlü belalarla
nerdeyse Onu unutuyorduk
ne komik şeyler vardı yahu öle nerdeyse birbirimize düşüyorduk ahmaklık işte
yok materyalizm yok anarşizm yok kafirler yok maymunlar filan haha ulan ne acayip dünyaydı yahu
düşünsene hiçbirimiz kendini göremiyordu aynalar olmadan
ama adamlar göremedikleri için Onu inkar ediyorlardı
ah Allah korusun yahu çok şükür cehenneme gideceklerinden korktuğumuz safları kurtardı
bak şükür bize ne kadar vefalı olduğumuzu gösterdi de Ona ihanet etmedik
devamlı olanı gösterdi bize
Allahım sana şükürler olsun
efendimizi gördün di mi üf tahmin ettiğimizden daha büyükmüş o neydi öyle yahu of Allahım şimdi çektiği çileleri daha iyi anlıyorum of Allahım ne büyük bir adam
onu da görmeye gidicez inşaallah gel ama önce başka bir şey takdir edilmiş bize onu bi yaşayalım cennet cennet dedikleri evet huri gılman ama o huriler gılmanlar hiç de dünyadaki hurilere benzemiyor yahu haha
rahibe teresanın gılmanını gördün mü uy ne biçim bi erkek o ya haha kendisi hele ne olmuş öyle
karısı olanların kadınları hurilerden daha güzel
evlenememekle hata mı yaptık ne haha
demek kadın hristiyandı filan ama efendimize de inanıyormuş
zaten belliydi hristiyanlarında suskunları vardı ben biliyordum gördüm hakkaten düzgün imanlıları vardı yani
neyse dünyayı aklına getirmeyeyim bırakalım şimdi bunları da gel takdir edileni yaşayalım
ben de efendimiz gibi namazı sadece emir olarak yapmadım onun için burda da namaz kılacağım istersen sen de gel kıl farklı oluyor biliyorsun namaz gibisi yok benim gibi düşünenler çokmuş cemaati bi görsen bak şu büyük bulut var ya orada toplanıyoruz imamımız kim tahmin et
neyse çok konuştum özür dilerim vaktini aldım şimdi sen kendi başına gez burda
dünyayı çok hatırlama cehennemin duvarlarından uzak dur ordakilerin seslerini arada duyacaksın dalga geçmemeni tavsiye ederim kızıyor Allah bi yerden sonra
hem biliyorsun orada bizden olanlarda var hepsi gelicek inşaallah
zaten bi süre sonra cehennem aklına bile gelmeyecek
Allah bizi dünyada bırakmadı cehennemde bırakır mı hiç
inşaallah
inşaallah
inşaallah
oh Allahım sana şükürler olsun
hadi selametle

Allah(c.c)ve adem

AMCA- O vardı ve onunla beraber başka hiç bir şey yoktu şimdi olduğu gibi görülemeyendi.Tekdi. Sıfatlarının olması nasıl seni parçalara bölmüyorsa bir benliğin iraden varsa öylece sıfatlarıyla birdi tekdi. yaratıcı sıfatından maddeyi oluşturdu ama şimdi gördüğün gibi birbirine dönüşen iç dış farklı formlarıyla değil. o yaratılan ilk madde bir ressamın yapacağı resmi önceden çok güçlü bir biçimde hayal etmesindeki gibidir öyle ki yapacağı resim sanki yoksa da vardır. insanı o ilk halinde de yaşatabilirdi fakat maddeyi insanın ilk yaratılacağı aleme dönüştürdü ve ademin vücuduna şekil verdi. Sonra ona ruhundan üfledi hayat sahibi kıldı. Bunları ihtiyacı olduğu için yapmadı Ademin onu bilebilmesi için kainata ele ayağa uzuvlara kendisine ihtiyacı vardı; maddeyi ademin ihtiyacı için verdi. Bilinmeyi murad etti. Neden tümüyle insana açılmadı bilinmek için aşamalar yarattı denirse onun kudreti anlaşılamamış demektir zira sonsuz olan sıfatlar ancak sınırlı bir biçimde idrak edilebilir. Eğer bir şekilde aşamalı değil de direk temas olsa idi güneş görülemeden bilinemeden göreni yakıp yok ederdi.

Allah'ı görmek

Imam-i Rabbani 456. mektub

MEVZUU: Uhrevi rüyeti inkâr edenlerin süphelerini atmak hakkindadir.

NOT: Imam-i Rabbani Hz. bu mektubu, Mir Abdürrahman b. Mir Muhammed Nu'man'a yazmistir.

***

Rahman Rahim Allah'in adi ile...

Rüyet meselesi, (yani ahirette yüce Allah'i görmek) hakkinda irad ettikleri itiraz, hatta rüyetin nefyi için ikame ettikleri delil sudur: Gözle görmek iktiza eder ki; görülen ayni hizada buluna ve görenin mukabilinde dura... Böyle bir sey ise, Vacib Teala hakkinda yoktur. Zira böyle bir seyin olmasi ciheti gerektirir. Bu cihet ise; ihata, tahdid, nihayeti getirir. Böyle bir durum da, üluhiyete münafi olan noksani gerektirir.

Halbuki yüce Allah, anlatilan manadan yana, tam bir yücelige sahiptir.

Üstte ileri sürülen itiraza cevap sudur:

Kemal üzere kudret sahibi olan yüce Sultan, iki parça içi bos, histen ve hareketten uzak damara; bu zayif fani dünya hayatinda, hiza ve mukabil durma sarti ile esyayi görüp hissetme kuvvetini verdikten sonra, ahiretin kuvvetli ve baki hayatinda o iki parça damara neden bir kuvvet vermesi mümkün olmasin ki; hizasiz ve mukabelesiz olarak görülecek olani o kuvvetle göre... Bu durumda o görülecek olani ister bütün cihetlerde bulunsun; isterse hiçbir cihette bulunmasin. Bu isin uzak görülmesine sebep nedir ve muhal olusu nereden gelir?

Zira, Fail-i Muhtar olan yüce Zat, iktitarin en yüce mertebesindedir. Bir istidadli için kabul eder ki, görme ve hissetme manalari ona taalluk etsin.

Bu manada asil söz su ki:

Yüce Allah bazi yerlerde, yararli olacaklari dolayisi ile, hiza sartini ve cihet tayinini gözlerin görmesi için koyar. Ondan baska, bazi yerlerde ve zamanlarda ise, bu sarti itibardan düser. Anlatilan sart olmadan da, gözlerin görmesi takarrür eder. Aralarinda tam ziddiyetin, degisikligin bulunmasina ragmen; o yeri bu yerle kiyas etmek insaftan uzaktir. Böyle bir iddia, mülk ve sehadet alemi kesiflerinde kisa görüse sahip olmaktir. Melekût aleminin acaiplerini dahi inkârdir.

Burada söyle bir soru sorulabilir:

-Sübhan Hak, görülecegine göre; gerekir ki, gözle idrak edilip kavrana... Böyle bir sey ise, haddi ve nihayeti gerektirir.

Halbuki, Allahu Teala, böyle bir manadan yana çok çok üstünlüge sahiptir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Mümkündür ki; görüle... Fakat gözle idrak edilip kavranmaya... Bu manada, Allahu Teala söyle buyurdu:

"Gözler onu idrak edemez; ama o, gözleri idrak eder. Lâtif Habir odur."(6/103)

Müminler, Sübhan Hakki ahirette göreceklerdir. Vicdani bir yakinle de, o sani yüce Zat'i gördüklerini anlayacaklardir. Bu görmeye terettüb eden lezzeti dahi kemal üzere kendilerinde bulacaklardir. Lâkin, görülen onlarca asla idrak edilmis olmayacak, o manadan yana kendilerine kesin olarak bir sey hasil olmayacak. Yalniz görmeyi bulmak ve onunla lezzet almak baska.

Bir siir:

Rahat ol, hiç anka avlanir sanma;

Yoksa tuzaklar tasirsin daima...

Görülenin kavranip idrak edilmesi manasinda tevehhüm edilen rüyetteki noksan o yerde yoktur.

Cihetsiz olarak görmenin sübutu oldugu gibi, görene dahi bu rüyetten hasil olan lezzet için ne noksan vardir; ne de kusur.

Hatta görülen yüce Zat'in tam in'amindan ve ihsanindandir ki, mahabbet atesi ile yananlara kâmil cemalini açar ve rüyetinin zülâlinden kana kana onlara içirir.

Onlari visali ile sereflendirmesi, yüce mukaddes Zat'ina hiçbir kusur ve noksan gelmeden olur. O Sübhan Zat'in üns makaminda dahi cihet ve ihata sübutu olmaz.

Bir siir:

Gelmez noksan saniniza bu yandan;

Olsa bende bir keramet sanindan...

Bu manada söyle de diyebiliriz:

Rüyetin husulünde, hiza ve mukabele sart olunca, gören tarafinda dahi, ayni sekilde sart olmasi gerekir. Çünkü, görülen tarafinda sarttir. Sonra, mukabele bir nisbet olup iki mütakabil tarafta da vardir. Yani gören ve görülende...

Üstte anlatilan manadan lâzim gelir ki, Sübhan Hak esyayi göremeye... Görme sifati dahi, o yüce mukaddes Zat için sabit olmaya... Halbuki, böyle bir mana, Kur'an'in kafi hükümlerine aykiridir. Bu manalarda su ayet-i kerimeler sarihtir:

"Allah, yaptiklarinizi görür..."(54/4)

"Gören ve duyan odur..."(42/11)

"Allah amellerinizi görecektir..."(9/94)

Sonra öyle bir manayi almak, o yüce Zat'tan kâmil bir sifati için noksan ve olmamaktir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Vacib Teala hakkinda görmek, esyayi bilmekten ibarettir. Ilmin disinda görmek, ciheti icab ettiren manadan baska bir sey degildir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Hiç süphe yok ki, rüyet (görmek) kâmil sifatlardan olup, Vacib Sübhan için sabittir. Hem de istiklâl ile... Bu mana, Kur'an'in kesin hükmü ile anlatilmistir. Bu durumda rüyeti ilme döndürmek, zahir olan mananin hilâfina irtikap etmektir.

Öyle bir mana kabul edilse dahi, yani rüyetin ilim kisimlarindan oldugu, yine de bundan, hizanin sart olmamasi lâzim gelmez. Yani ilimde. Zira, ilim iki kisimdir:

a) Bir kisim ilim var ki, bunda bilinen seylerin hizada olmasi sart degildir.

b) Bir kisim ilim de vardir ki, bunda hiza sarttir. Bu, ikinci kisma:

-Rüyet... (Görmek) ismi verilmistir. Bu kisim ise, mümkinatta ilim kisimlarinin en alâsidir; kalbin itminan mertebesinde hasil olur.

Makulatta, yani akilla idrak edilen seylerde, vehmin ariz olmasindan kurtulus yoktur. Bu muarazadan kurtulan, ancak hissedilen (yani görülüp tutulan) seydir.

Üstte anlatilan mana icabi olarak, Ibrahim Halil (as) Peygamber ölülerin dirilisini görmeyi taleb etti. Buna imani ve yakini oldugu halde, görmekle kalbinin tatmin olmasini istedi.

Sunun da bilinmesi gerekir ki, sifat-i kâmilden olan rüyet, sayet Vacib Teala'dan olmayaydi; mümkine nereden gelecekti? Zira, mümküne hasil olan her kemal, yüce mukaddes Vacib mertebesindeki kemalin bir aksidir. Hasa ki, Vacib Taala'da olmayan bir sey mümkinde buluna... Zira mümkin, haddizatinda aynen noksandir; eger onda bir kemal var ise, yüce mukaddes Hazret-i Vücub mertebesinden gelen bir emanettir. O makam, her hayrin ve kemalin kaynagidir.

Bir siir:

Getirmedim ki, evimden hiçbir sey, ancak;

Verdin bendekini, nefsim ondan olacak...

Sualin aslina bir baska cevap da sudur:

-Bu itiraz, yüce mukaddes Vacib Zat'in varligina da yürümektedir. Rüyeti nefyettigi gibi, yüce mukaddes Zat'tan varligi dahi nefyetmektedir. Dolayisi ile, böyle bir itiraz varid degildir. Sunun için ki, aklen muhal olan bir seyi getirir. O itirazin daha açik beyani sudur:

-Sübhan Vacib Zat madem mevcuttur; alem cihetlerinden bir cihette olmasi gerekir. Meselâ altta, üstte, önde, arkada, sagda ve solda.

Halbuki, öyle bir sey ihatayi, tahdidi gerektirir ki, bunlarin hepsi de, üluhiyeti nefyeden noksandir. Allahu Teala, böyle bir manadan yana pek temizdir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Mümkündür ki, bütün cihetlerde buluna; ama bundan ihata ve tahdid lâzim gelmeye.

Bunun için su cevabi veririm:

-Onun bütün cihetlerde olmasi ve ihata ve tahdidi nefyetmez. Bu takdire göre o, elbette alemin ötesindedir. Bu durumda ikilik olur ki, baska baska olmayi gerektirir. Zira:

-Iki sey, birbirinden baskadir. Kaziyesi, akil erbabi katinda mukarrerdir. Bu da, tahdidi gerektirir,

***

Su mana gizli kalmamalidir:

Bu gibi, süslü gösterilen haksiz süphelerden kurtulma yolu odur ki, gaybe ait hükümlerle, sehadete ait hükümlerin arasi fark edile... Gayb dahi, sahide kiyas edilmeye. Zira mümkündür ki, sahidde bazi hükümler dogru olurken, gaibde yalan çikar. Sahidde kemal olan dahi, gaibde noksan bulunur. Zira hükümlerin ayriligi sabittir. Bilhassa iki yer arasinda, uzun bir ayrilik olursa...

Toprak nerede Rabbü'l-erbab nerede!..

Allahu Teala, onlara insaf versin ki, Kur'an'in saglam hükümlerini inkâr etmeyenler... Hem bu karisik tevehhüm ve hayalât ile sahih hadis-i nebevileri dahi yalana çikarmayalar...

Inzal olunan bu gibi hükümlere iman etmek gerek. Hem de, keyfiyetini, keyfiyeti belli olmayan ilme havale ederek. Onu anlamaktan yana da kusuru itiraf etmek gerek, idrak edilemedigi için, o hükümleri nefyetmek yerinde bir hareket olmaz. Zira, böyle bir sey, selâmetten ve dogruluktan uzaktir.

Su da mümkündür ki, pek çok seyler aslinda dogru olduklari halde, bizim kisa akillarimiza göre uzak bulunurlar.

Eger akil yeterli olsaydi; Ebu Sina gibi birine olurdu. Ki o, isi akilla bulmaya çalisan akil erbabina mukteda idi. Bütün akla dayali hükümlerde hakli idi; onlarda yanilmadi. Halbuki o, bir meselede hata etti; o da su hükme varmasiydi:

-Birden ancak bir sudur eder.

Bunun böyle olmadigi da, en küçük bir teemmülle insafla bakana açiktir. Bu makamda, Imam Fahr-i Razi ona taan edip su ibareyi kullanmistir.

-Asil sasirtici mana, o kimseden gelmektedir ki; bütün ömrünü hatadan koruyan bir âleti ögrenmek ve ögretmekle tüketmistir. Sonra, en büyük matluba gelince; çocuklari dahi güldürecek seyler kendisinden sadir olmustur.

Allah çalismalarini sükrana lâyik eylesin; ehl-i sünnet ulemasi, bütün ser'i hükümleri isbat etmislerdir. Amma, bunlarin manasi ister aklen bilinsin; isterse bilinmesin. Onlarin keyfiyetinin idrak edilemeyisi sebebi ile nef-yi cihetine de gitmezler.

Misal olarak, burada kabir azabini, Münkir Nekir sualini, sirati mizani ve benzerlerini alabiliriz. Ki bunlar, noksan akillarimizin, idrakten yana kusurlu oldugu seylerdendir.

Bu büyüklerin iktida ettikleri Kur'an ve hadistir; akillarini da onlara tabi kilmislardir. Sayet onlari idrak zaferine ererlerse ne âlâ... Aksi halde, ser'i hükümleri kabul ederler. Idrak edemeyisi dahi, anlayislarindaki kusura yorarlar. Bunlar baskalari gibi, akillarinin idrak edip kabul ettigini kabul ve akillarinin idrakten aciz kaldigini da reddedenler degildir. Hiç bilmezler mi ki, peygamberlerin gönderilmesi, ancak Sübhan Mevlâ'nin razi oldugu bazi matluplari idrak etmekten yana akillar kusurlu oldugu içindir. Akil da, her ne kadar hüccet ise, lâkin kâmil manada hüccet degildir. Asil kâmil hüccet, peygamberlerin biseti ile tamam olmustur. Onlara salât ve selâm olsun. Bu manada, Allahu Teala, söyle buyurdu:

"Biz, bir resul gönderinceye kadar azab ediciler degiliz..."(13/15)

***

Biz, yine esas sözümüze dönelim. Deriz ki:

-Hiza ve mukabele, her ne kadar sahidin (hazirin) görülmesinde sart olsa da, lâkin mümkündür ki, gaibin görülmesinde bunlar sart olmaya...

Galib mevcuttur; ancak mevcudat cihetlerinden herhangi bir cihette asla degildir.

Görenin görmesi olmasa dahi, o bütün cihetlerden münezzeh oldugu gibi; gördükten sonra da, ona bir cihet sabit olmaz.

Orada mukabele ve hiza yoktur; burada anlatilan mananin uzak görülmesi ve muhal sayilmasi neden? Sekli belli olmayan görüsün sekli belli degildir. Sekli belli olmayan, sekli belli olanin yolu yoktur.

Sultanin ihsanini ancak onun tasiyicilari alabilir.

Keyfiyetten münezzeh görüsü; keyfiyeti belli görüse göre, görülen seylere taalluk eden keyfiyetle kiyaslamak münasip düsmez. Böyle bir sey, insaftan da uzaktir.

Dogruda basan ihsan eden Sübhan Allah'tir.

***

Zira, her ne.sey ki, icmal ciheti ile daha siki, cem'iyet itibari ile daha çok olur; yüce Allah'in zatina daha yakindir.

Insanda bulunan, ya halk alemindendir, yahut emir aleminden. Kalbe gelince, bu iki alem arasinda berzahtir.

Yükselis, mertebelerinde ise, o mertebelerin tazammun ettigi seylerden insan letaifi, asillarina kadar yükselir. Meselâ, önce suya yükselir; sonra havaya, sonra atese, sonra letaifin asillarina, sonra kendisinin terbiyesine gelen cüz'i isme. Daha sonra da, onun küllisine. Daha sonra da Allah'in diledigi yere kadar yükselir. Amma kalb, böyle degildir. Zira, onun yükselecegi bir asli yoktur. Elbet kalbden yükselisi, evvelâ yüce Zat'adir.

Sonra kalb, gayb hüviyetinin kapisidir. Ne var ki, anlatilan tafsil olmadan yalniz kalb yolundan vuslat, zordur. Ancak o tafsili itmam ettikten sonra, vuslat meyesser olur.

Görmez misin ki, onda bulunan bu cemiiyet ve vüs'at, anlatilan tafsilli mertebeleri astiktan sonra olmaktadir.

Burada:

-Kalb... demekten murad, genis manasi ile (basit) cami olan kalbdir. Bilinen bu et parçasi degildir.

***

Hadisler

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurdular: "Kim Allah'tan baska ilah olmadigina Allah'in bir ve seriksiz olduguna ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü (elçisi) olduguna, keza Hz. Isa'nin da Allah'in kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehadet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktir."

*

Hz. Peygamber (sav) "Ey Allah'in Resulü, kiyamet günü senin sefaatinle en ziyade saadete erecek olan kimdir?" diye sormustum. Bana: "Hadis'e karsi sende olan aski görünce, bu hususta senden önce bana bir baskasinin sualde bulunmayacagini tahmin etmistim" açiklamasini yaptiktan sonra su cevabi verdi: "Kiyamet günü benim sefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek "La ilahe illallah" diyen kimsedir"

*

"Ey Allah'in Resulü", dedim, "annem bana, kendisi adina mü'mine bir cariye azad etmenü vasiyet etti. Benim yanimda, Sudanli (nübi) siyah bir cariye var, onu azad edeyim mi?" Hz. Peygamber (sav): "Çagir, onu (göreyim)" dedi. Çagirdim ve geldi. Cariyeye sordu: "Rabbin kim?" Cariye: "Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye: "Allah'in elçisisin!" cevabini verince Hz. Peygamber (sav): "Bunu azad et, zira mü'minedir" buyurdu.

*

Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: "Iman, yetmis küsur - bir rivayette de altmis küsur - subedir. Haya imandan bir subedir." Bir rivayette su ziyade vardir: "Bu subelerden en üstünü "La ilfihe illallah" sözüdür, en asagi mertebede olani da yolda bulunan rahatsiz edici bir seyi kenara çikarmaktir."

*

Resulullah (sav) dedi ki: "Üç sey vardir ki imanin aslindandir: 1. Lailahe illallah diyene saldirmamak: Isledigi herhangi bir günahi sebebiyle bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir ameli sebebiyle de Islam'dan disari atma. 2. Cihad, bu Allah'in beni peygamber olarak gönderdigi günden, bu ümmetin Deccal'e karsi savasacak en son ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamin zalim olmasi, ne de adil olmasi ortadan kaldiramayacaktir. 3. "Kadere iman".

*

Hz. Peygamber (sav)'in ashabindan bir kismi ona sordular: "Bazilarimizin aklindan bir kisim vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacagina kaniyiz." Hz. Peygamber (sav): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet! deyince: "Iste bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi." Diger bir rivayette: "(Seytanin) hilesini vesveseye dönüstüren Allah'a hamdolsun" demistir. (Müslim'in Ibnu Mes'ud (ra)'dan kaydettigi bir rivayet söyledir: "Dediler ki: "Ey Allah'in Resulü, bazilarimiz içinden öyle sesler isitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayi veya gökten yere atilmayi tercih eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)". Hz. Peygamber (sav): "Hayir bu (korkunuz) gerçek imanin ifadesidir" cevabini verdi.")

*

Biz Hz. Peygamber (sav)'e kulak vermek ve itaat etmek sartiyla biat ederken "Gücünüzün yettigi seylerde" diyordu.

*

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurmustu: "Mü'min, yapragini hiç dökmeyen yesil bir agaca benzer." Halk falanca agaç, fismekanca agaç diye taliminde bulundular, (fakat isabet ettiremediler). Ben, "Bu, hurma agacidir" demek istedim, ancak (yasim küçük oldugu için) utandim. Sonra Hz. Peygamber (sav): Bu hurma agacidir" diye açikladi.

*

Bir adam Resulullah (sav)'a bir adam getirip: "Bu adam kardesimi öldürdü!" diye sikayette bulundu. Resulullah da: "Git sen de onu öldür, tipki kardesini öldürdügü gibi" buyurdular. Adamcagiz sikayetçiye: "Allah'tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete sebeptir. Senin için de, kardesin için de kiyamet günü daha hayirlidir!" dedi. Adam da onu saliverdi. Durum Resulullah (sav)'a haber verildi. Resulullah (onu çagirtip) sordu. Adam (caninin) kendisine söylediklerini haber verdi. (Ravi devamla) der ki: "[Resulullah (sav)]: "Onu azat et! Aslinda onu azat etmen, onun için, kiyamet günü onun sana yapacagindan daha hayirliydi. O gün: "Ey Rabbim diyecek, suna sor bakalim, beni niye öldürmüstü?"

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Maktulün kisas talep eden velilerine, (katillerden) birini affederek kisastan kaçinmalari gerekir. Kadin dahi olsa, en yakin olan baslasin."

*

Resulullah (sav) buyurdular: "Peygamberlerden birini digerine üstün kilmayin."

*

Resulullah (sav) cenabetten gusledince önce ellerini yikamaktan baslardi, sonra namaz abdesti gibi abdest alirdi. Sonra parmaklarini suya batirir, onlarla saç diplerim hilallerdi. Deriyi islattigi kanaati hasil olunca tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan kisimlarini yikardi. En sonra da ayaklarini yikardi.

*

Resulullah (sav) Medine sokaklarindan birinde kendisine rastlamistir. Ebu Hüreyre bu sirada cünüb oldugu için, Aleyhissalatu vesselam'in nazarindan sivisarak gidip yikanir gelir. Gelince Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ebu Hüreyre neredeydin ?" diye sorar. "Ben cunübtüm, pis pis sizinle oturmak istemedim" cevabinda bulunur. Aleyhissalatu vesselam: "Sübhanallah! (bilmez misin ki) müslüman pis olmaz!" ferman eder.

*

Nesai'nin rivayetinde hadis söyledir: "Resulullah (sav) Ashabindan bir erkekle karsilasinca onu mesheder ve ona dua ediverirdi. Bir gün erken vakitte Aleyhisalatu vesselam'i (sokakta) gördüm. Hemen yolumu ondan çevirdim. (Eve gidip yikandiktan sonra) günes yükselince yanina geldim. Bana: "(Sabahleyin) seni görmüstüm, hemen yolunu benden çevirdin" buyurdular. Ben de açikladim: "Çünkü ben cünübtüm (bu halde) bana dokunmanizdan korktum." "Surasi muhakkak ki" dedi Aleyhissalatu vesselam, "mü'min necis olmaz."

*

Resulullah (sav), sabah namazini kildirmak üzere (mescide) girmisti. Eliyle "Yerinizde durun!" diye isaret buyurdu (ve çikti). Sonra basindan su damladigi halde geri geldi ve cemaate namazlarini kildirdi.

*

Bir rivayette: "...Namazi tamamlayinca: "Ben de bir insanim. (Ilk geldigimde) cünübtüm" buyurdu" denmistir.

*

"Ey Allah'in Rasulü", dedim, "cahiliye devrinde yaptigim hayirlar var: Dua, köle azad etme, sadaka vermek gibi, bana bunlardan bir sevab gelecek mi?" "Sen" dedi, "zaten,daha önce yaptigin bu iyiliklerin hayrina Müslüman olmussun."

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Yapilan hayirdan (ma'ruf) hiçbir seyi küçük bulup hakir görme, kardesini güler yüzle karsilaman bile olsa (bunu ehemmiyetsiz görüp ihmal etme)"

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden herkese Rabbi, aralarinda bir tercüman olmaksizin, dogrudan dogruya hitab edecektir. Kisi o zaman (atese karsi bir kurtulus yolu bulmak üzere sagina bakar, hayatta iken gönderdigi (hayir) amellerden baska birsey göremez. Soluna bakar, orada da hayatta iken isledigi (kötü) amellerden baska birsey göremez. Ön cihetine bakar, Karsisinda (kendini beklemekte olan) atesi görür, (Ey bu dehsetli güne inanan mü'minler!) yarim hurma ile de olsa kendinizi atesten koruyun. Bunu da bulamazsaniz güzel bir sözle koruyun"

*

Bilin ki, bir ev halkina, sütünden ve yününden istifade etmeleri için, aksam ve sabah bol süt veren devesini geçici olarak bagislayan kimsenin ecri cidden büyüktür."

*

Resulullah (sav) bir dolunay gecesi, aya bakti ve: "Siz su ayi gördügünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sikisikliga düsmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artik, günesin dogma ve batmasindan önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalinmamasina gücünüz yeterse bunu yapin (namazlari vaktinde kilin, vaktini geçirmeyin)." Cerir der ki: "Resulullah, sonra su ayeti okudu: "Rabbini günesin dogmasindan ve batmasindan önce hamd ile tesbih et!"(Ta-ha 130).

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cennetlikler cennete girince Allah Teala hazretleri: "Bir sey daha istiyorsaniz söyleyin, onu da ilaveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler: "Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadin mi? Sen bizi cehennemden kurtarmadin mi (daha ne isteyecegiz?)" derler. Derken perde açilir. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir sey verilmemistir." Süheyb der ki: "Resulullah bu sözlerinden sonra su ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "Iyi is, güzel amel yapanlara, daha güzel iyilik bir de ziyade vardir" (Yunus 26).

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ben, uzun tutmak arzusuyla namaza baslarim. (Namazi kildirirken) bir çocuk aglamasi kulagina gelir. Çocugun aglamasindan annesinin duyacagi elemi bildigim için namazi uzatmaktan vazgeçerim."

*

Resulullah (sav) bana, avucum avuçlarinin içinde oldugu halde, Kur'an'dan sure ögretir gibi tesehhüd'ü ögretti. "Tahiyyat, tayyibat ve salavat Allah içindir. Ey Nebi, selam, Allah'in rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'in salih kullari üzerine de olsun. Sehadet ederim ki Allah'tan baska ilah yoktur, yine sehadet ederim ki Muhammed Allah'in Resulüdür." (Bir rivayette "Allah'in salih kullari" ibaresinden sonra söyle denmistir: "Siz bu tesehhüdü yaptiniz mi sema ve arzdaki bütün salih kullara selam vermis olursunuz.")

*

Resulullah (sav), kizi Zeyneb'in kerimesi olan torunu Ümame'yi omuzunda tasidigi halde halka namaz kildirirdi. Secdeye varinca çocugu (yana) birakir, kiyam için dogrulunca tekrar omuzuna alirdi.

*

Resulullah (sav)'in hastaligi agirlasip, agrilari artinca, benim odamda tedavi edilmesi için diger zevcelerinden müsaade istedi. Onlar kendisine izin verdiler, iki kisinin arasinda çikti. Bunlardan biri amcasi Abbas Ibnu Abdilmuttalib idi, bir baskasi daha vardi. Ayaklari yerde sürünüyordu. Odama girince izdirabi daha da artti. "Agizlarindaki baglari açilmamis yedi kirbadan üzerime su dökün, belki (iyilesir), insanlara bir vasiyette bulunurum!" buyurdular. Hz. Hafsa'ya ait bir legene oturttuk. Sonra bu kirbalardan üzerine su dökmeye basladik. (Bir müddet sonra) "yeterince döktünüz" diye isaret edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra (iyileserek) halka çikip namaz kildirdi ve bir hitabede bulundu."

*

Resulullah (sav)'a bir içecek getirilmisti. Ondan, önce kendisi içti. Saginda bir oglan, solunda da yaslilar vardi. Oglana: "Bardagi su yaslilara vermem için bana izin verir misin?" dedi. Oglan da: "Ey Allah'in Resulü, Allah'a yemin olsun bana sizden gelecek nasibime baskasini asla tercih edemem!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav) bardagi onun eline koyduk. (Rezin sunu ilave etti: "Zikri geçen oglan el-Fadl Ibnu Abbas idi.")

*

Resulullah (sav) hastalandigi zaman kadinlarini çagirdi, yaninda toplandik. "Ben sizleri teker teker dolasacak durumda degilim. Uygun görürseniz Aise'nin yaninda kalmama müsaade edin, orada kalayim" buyurdular. Kadinlar da kendisine izin verdiler.

*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hiçbir Arabi at yoktur ki, her seher vaktinde su kelimelerle dua etmesine izin verilmesin: "Ya Rabbi, Beni insanoglundan diledigine temlik ettin, beni onun mali kildin. Öyleyse beni, ona onun en sevgili mali, en sevgili ehli kil" veya "Beni ona, onun en sevgili malindan ve ehlinden biri kil."

*

Resulullah (sav) bizi, evimizde ziyaret etti. Ve: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah!" dedi. Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu. Babama: "Resulullah'a izin vermiyor musun?" dedim. O: "Birak, bize çokça selam okusun!" dedi. Resulullah (sav) tekrar: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah" dedi. Sa'd yine hafif bir sesle mukabele etti. Sonra Resulullah (sav) tekrar: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah" dediler ve döndüler. Sa'd pesine düstü ve: "Ey Allah'in Resulü, ben senin selamini isitiyordum. Ancak, bize daha fazla selam vermen için alçak sesle mukabele ediyorum" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam onunla birlikte geri döndü. Ondan su isteyip gusletti. Sonra Sa'd, zaferan veya versle boyanmis bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam onu sarindi. Sonra ellerini kaldirip: "Allah'im, Sa'd Ibnu Ubade ailesine magfiret ve rahmet buyur!"diye dua etti. Sonra yemek yedi. Geri dönmek isteyince Sa'd, bir merkeb yaklastirdi. Üzerine kadife bir örtü yaymisti. Resulullah (sav) merkebe bindi. Sa'd, bana: "Ey Kays, Resulullah'a refakat et!" dedi. Ben de refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu vesselam bana: "Benimle sen de bin!" dedi, ben imtina edince: "Ya binersin, ya dönersin!" buyurdular. Ben de geri döndüm.

*

Resulullah (sav) bana: "Allah'in meleklerinden olan Ars'in tasiyicilarindan bir melek hakkinda rivayette bulunmam için bana izin verildi" dedi ve ilave etti: "Onun kulak yumusagi ile ensesi arasindaki uzaklik yedi yüz senelik mesafedir"

*

Hz.Ebu Bekr (ra), Resulullah (sav)'in yanina girmek üzere izin istedi. Bu sirada Aleyhissalatu vesselam yatagi üzerinde yatmakta idi. Üzerinde benim bürgüm vardi. Resulullah halini bozmadan izin verdi. (Konustular), meselelerini hallettiler. Hz. Ebu Bekr gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer girmek için izin istedi. Resulullah (sav) ayni halini hiç degistirmeden ona da izin verdi. Ömer'in ihtiyacini da gördü. Sonra da gitti. Bir müddet sonra Osman izin istedi. Bu sefer (sav) yataginda dogrulup oturdu. Üstünü basini düzeltti. Bana da: "Elbiseni üzerine toplar emretti. Ve ona da girmesi için izin verdi. Onun da ihtiyacini gördü. Osman da gitti. O gidince ben dayanamayip: "Ey Allah'in Resulü! Ebu Bekir ve Ömer gelince istifini bozmadigin halde Osman gelince kendine çekidüzen verdin. Sebebi nedir?" diye sordum. Dedi ki: "Osman çok utangaç birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan eski halimde iken içeri aldigim takdirde arzusunu açmadan gideceginden korktum." [Bir rivayette: "Kendisinden meleklerin haya duyduklari bir kimseden ben haya duymayayim mi?" demistir.]

*

Hz. Peygamber (sav)'la birlikte gazveye katildim. Ben su tasimada kullandigimiz devemizin üzerinde giderken Resulullah (sav) bana kavustu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (sav) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye basladi. Bana: "Deveni nasil görüyorsun?" diye sordu. "Çok iyi görüyorum, bereketiniz degdi" dedim. "Onu bana satar misin?" buyurdu. Ben utandim, bundan baska su tasiyan devemiz yoktu. Yine de "evet" dedim ve Medine'ye varincaya kadar sirti benim olmak sartiyla deveyi kendilerine sattim. Ona: "Ey Allah'in Rasülü yeni evliyim" diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine, Medine'ye gelince beni dayim karsiladi. Deveden sordu. Deve ile ilgili yaptiklarimi anlatinca beni ayipladi. Izin istedigim sirada Hz. Peygamber (sav): "Bakire ile mi, dulla mi evlendin?" diye sormustu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye bakire ile degil, o seninle sen de onunla sakalasirdiniz" buyurdu. Ben: "Ey Allah'in Resulü, babam vefat etti. Bir çok kiz kardesim var, hepsi de küçük. Onlarla ayni yasta, onlarin terbiyeleriyle mesgul olamayacak, onlara bakamiyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadim. Bu sebeple onlara bakip terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim. Resulullah (sav) Medine'ye gelince deveyi vermek üzere yanlarina gittim. Bana parasini verdi ve deveyi de iade etti.

*

Hz. Ebu Bekr (ra) gelip (Hz. Peygamber'in huzuruna girmek için) izin istedi. Kapida oturmus bekleyen insanlar vardi. Onlara izin verilmemisti. Hz. Ebu Bekr'e izin verildi, o da girdi. Girince, Aleyhissalatu vesselami etrafinda zevceleri toplamis oldugu halde sessiz oturuyor buldu. Derken Hz. Ömer de izin istedi, ona da ayni halde iken izin verdi. Hz. Ebu Bekr "Ben Resulullah (sav)'i güldürecek bir sey söyleyecegim!"dedi ve sordu: "Ey Allah'in Resulü! Harice'nin kizi benden nafaka istese ben de kalkip bogazini kessem ne dersiniz?" dedi. Resulullah (sav) güldü ve: "Su etrafinda gördüklerinin hepsi benden nafaka istiyorlar!" dedi. Ömer, hemen kalkip bogazini kesmek üzere Hafsa'ya yöneldi. Hz. Ebu Bekr de kalkip bogazini kesmek üzere Aise'ye yöneldi. Her ikisi de: "Demek siz Resulullah'tan onda olmayan seyi istiyorsunuz ha!" diyordu. Onlar: "Allah'a yemin olsun! Biz ondan asla olmayan seyi istemiyoruz!" dediler. Sonra Resulullah (sav) onlardan bir ay ayri durdu. Arkadan su ayet nazil oldu. (Mealen); "Ey Peygamber! Hanimlarina de ki: "Eger dünya hayatini ve zevkini istiyorsaniz, gelin bosanma bedelini verip sizi güzellikle serbest birakayim. Eger Allah'i, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsaniz, süphesiz ki, sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükafaat hazirlamistir" (Ahzab 28-29). Hz. Cabir devamla der ki: "Bunun üzerine Resulullah (sav) Hz. Aise (ra)'den baslayarak söyle dedi: "Ben sana bir husus arzedecegim. Cevap vermede acele etmemeni dilerim, ebeveyninle de istisare ettikten sonra cevap ver." "O husus nedir ey Allah'in Resulü?" diye Aise sorunca, Aleyhissalatu vesselam ayeti tilavet buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aise hemen: "Yani sizi tercih meselesinde mi ailemle istisare edecegim? Asla! Ben Allah'i ve Resulü'nü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Senden ricam, kadinlarindan hiçbirine benim su söyledigimi haber vermemendir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan biri sormaya görsün, ben hemen cevap veririm. Zira Allah; beni zorlastirici ve sasirtici olarak degil, ögretici ve kolaylastirici olarak gönderdi!" buyurdular.

*

Günes battigi sirada Mescid'e girmistim. Resulullah (sav) bana: "Ey Ebu Zerr!" buyurdular. "Su (günes batinca) nereye gidiyor, biliyor musun?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedim. "O, Rabbinden secde etmek için izin istemeye gider. Ona izin verilir ve sanki kendisine söyle denir: "Git geldigin yerden tekrar dog." O da battigi yerden dogar." Sonra (Ebu Zerr dedi ki: Aleyhissalatu vesselam söyle kiraat etti:... (Yasin 38). (Ebu Zerr ilaveten dedi ki: "Bu Ibnu Mes'ud kiraatidir."

...