Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Einstein'ın Hocasına Verdiği Cevap Üzerine/ Sevgili Einstein Hocam

Herşeyin zıttıyla yaratılmış/yaratılıyor olması temelde varlık ve yokluk a götürür ki yokluk varlığın zıttı, varlık da yokluğun zıttı olur. Bu hakikat, derin bir düşünüşle düşünen bir kimse için varlığın yokluğa ya da yokluğun varlığa muhtaç olduğunu değil bilakis ikisinin de tek bir varlığa ihtiyacı olduğunu gösterir ki O varlık bu ikisi cinsinden de olmamalıdır.. Yani varlığa ulaşan her ne ise o şeyin önceden ya da sonradan olmaması "yok"luk ise bu sadece o "var" şeyler için geçerli olur demekdir ki bu da "yok"luk ve "var"lık sonradan olmuş/oluyor demek olur... Ve bu iki şey o bağımsız ön neyse ondan sonra OLmakta/OLuşmaktadır!... Akıl ile ulaşılan bilgi bundan ibarettir... Bundan sonrası ya iplerin koptuğu Kadir-i Mutlak herşeyi hakkıyla yapan Allah'dan gelmiş vahiyden ya da birilerinin aklıyla fikriNe uydurmasından olacaktır.. Şimdi Einstein hocam soruma gelirsek...başta söylendiği gibi "yok" da "var"ın olmaması hali diye tanımlanıyorsa; yokluğun da dahil olduğu içinden çıkamadığı, bu ulaşılan en son akli bütünlemeden çıkan yaşadığımız varlığın zıttı ne olmalıdır ki bu varlık sadece ondan çıkmaktadır? Ki anlayacağınız gibi yaşadığımız bu gerçek sorunun cevabı olan "var" aslında bu varlığın zıttı da olmayacak sadece herşeyden münezzeh/bağımsız olacaktır...Evet bekliyorum efendim.. Yannız aklınız idrak edemeyeceği için lütfen uyduracağınız şey fikrinizle uydurup inandığınız bir tanrı olmasın efendim çünkü çok şükür peygamberlerimiz ve onun varisleri olan alimlerimiz bize Allah'ı bildirdi.. Sizin aklınızla uydurduğunuz fikri tanrınıza ya da uyduracağınız bir tanrınıza ihtiyacımız yok yormayın bizi bi zahmet...He bu arada herşey enerjiden ibaret ve hiç bi şey yoktan var olmaz vardan da yok olmazsa müridlerinize analarının karınlarından belli bir zamanda doğduklarını ve her gece ölümün kardeşi uykuda yok olduklarını hatırlatırım

Muhibbi

Yaa, yaa...

Muhibbi

El Kahhar

Bir gün olur da Kahhar'ı görürsen Aziz dostum..
O büyük peygamberini de görenlerden ol sen inşaallah..
Aşk olsun ha ya.. Şu fakiri de gör inşaallah.
Ki o kahroldu insanların ve karıncaların Rabbi adına..
Onu sevenler de kahredildi hiç şüphesiz..
Aşkın ve sevginin Rabbi adına..
Kahrolmayan ne bilsin ya Kahhar'ı ...
Görürsün..
Kahrolmamış bin pişmandır kahr olmamışlığına..
Gel gör ki ne fayda o pişmanlığından.. o Kahr edilmemişliğine...
Ya, canım dostum..
Gel gör ne fayda..
O hiç kahr olmayandan, o hiç Kahr olmamışa...

Hayret Makamından

BİR GÜN bir adam, Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Şu satranca hayret ederim. Satranç tahtasının uzunluk ve genişliği birkaç karıştan ibaretken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, her oyunu mutlaka öbüründen farklı olur. Hiçbiri diğerine benzemez.”

Hz. Ömer de ona şu cevabı verdi:

“Bundan daha çok hayrete ve dikkate şayan olanı vardır. O da şudur ki, insanın uzunluk ve genişlik itibarıyla bir karıştan ibaret olan şu yüzünde, kaşlar, gözler, burun, ağız gibi organların yerleri değişmediği halde, yine de, dünyanın dört bir yanında, yüzleri birbirinin tıpatıp aynı iki kişi bulamazsın. Şu ufacık, el ayası kadar bir yerde, böyle sonsuz farklılıklar yaratan Allah’ın kudret ve hikmeti ne kadar büyüktür.”

Razi, IV, 179-180, El-Bakara, 164. ayetinin tefsirinden.



1. inne : muhakkak ki
2. fî halkı : yaratılışta
3. es semâvâti : semalar, gökler
4. ve el ardı : ve arz, yeryüzü
5. ve ihtilâfi : ve ihtilâflı (karşılıklı) olması, birbiri ardınca gelmesi
6. el leyli : gece
7. ve en nehâri : ve gündüz
8. ve el fulki : ve gemiler
9. elletî : o ki, ki o
10. tecrî : akar, gider, yüzer
11. fî el bahri : denizde
12. bimâ : dolayısıyla, sebebiyle, yaparak
13. yenfeu : fayda verir
14. en nâse : insanlar
15. ve mâ : ve şeyi
16. enzele allâhu : Allah indirdi
17. min es semâi : semadan, gökten
18. min mâin : sudan, suyu
19. fe ahyâ bi-hi : böylece onunla hayat verdı, diriltti
20. el arda : arz, yeryüzü, toprak
21. ba'de : sonra
22. mevti-hâ : onun ölümü
23. ve besse : ve yaydı
24. fî-hâ : orada
25. min kulli : hepsinden
26. dâbbetin : (yürüyen) hayvanlar
27. ve tasrîfi : ve esmesi
28. er riyâhı : rüzgâr(lar)
29. ve es sehâbi : ve bulutlar
30. el musahhari : emre amade kılınmış olan
31. beyne : arasında
32. es semâi : sema, gökyüzü
33. ve el ardı : ve yeryüzü
34. le âyâtin : elbette âyetler, kanıtlar, deliller
35. li kavmin : bir kavim için
36. ya'kılûne : akıl ederler

El-Hallâk

Zatında Sıfatı :"El-Halik"...Yani Yaratan; Yaratıcı.
Tecelli edişi : "El-Hallâk"...Yani, yaratıyor oluşu..

Onun Durumunu Sana Göstermiştir

Bir kimsenin muhtaç ve muzdarip olduğunu görürsen ve sen de onun ihtiyacını ve sıkıntısını giderecek güce sahip isen, o zaman senin malında onun da hakkı olduğunu bilmen gerekir.

Çünkü, Allah onun hakkını veresin diye onun durumunu sana göstermiştir.Eğer o hakkı vermezsen, o zaman sorumlu olursun.

İbn Arabi (k.s)
Fütühat ül Mekkiyye, 560. Bab

Gözsüz Gören

İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde Allah’a dil uzatma. Her hâlde Allah’dan gelene râzı ve sükûn üzere ol.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Zikri En Güzelin

Peygamber efendimizin zikrinden duy istidatını!!
O'nun zikri gibi bir zikir gördün mü!
Bu O'nun zikrinin zahir olanı!
Bizim varlığımıza kadar taşıp yükselen!
Ya onun batınındaki zikir nasıldır?
Geliyor kapını çalıyor mu arada o zikir?
Zikri en güzelin, o en büyük zikri?!

Kumru Zikri

Kumrular gıdılarını şişirip o çıkardıkları sesle "heybetlenirlerken";
"kendi istidatlarınca" kimi zikrederler?...
Senin istidadın bu kadar mı ki; bunu görmeyipte, kumrunun nefsine dikeceksin "ruhunu"?..

Daimi Zikir

Herşey O'nu övgüyle tesbih ediyor, aralıksız devamlı zikrediyorken...
Sen bazen "tam bir halifeye yakışır şekilde" en yetkili halde
bu zikre biz"zat" varlığınla katılırsın.
Bazen de "Bismillahirrahmanirrahim" deyip kalkarsın yatağından
ve tüm varlığını halis olarak "bu niyetle" yüce Allah'a teslim eder,
öyle katılırsın bu zikre. Böylece.. Ne unutmuş olursun..
Ne de hatırlamış...

Ümitsizlik Hatası

Andolsun ki, biz, insana tarafımızdan bir rahmet tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak, muhakkak o, çok ümitsiz ve çok nankör bir kimse olur.

Hud Suresi 9

Hasedin Kötülüğü

Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin. Onun yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor.

Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni Allah’ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber efendimiz kudsi hadisi ile hasedi şöyle anlatmıştır:

- “ Hased eden nimetimin düşmanıdır.

Ayrıca; peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:

-“ Hased, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.

Zavallı!.. neye hased ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi... Allah’ın verdiği nimete nasıl hased edersin. Allah-ü Taâla:

- “ Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık.. “

Diye haber vermiştir.

İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti için de kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir, herkes nasibini bulur.

Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, bahil ve cahil görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez. “ HAŞA “ Allah’a mı kin tutuyorsun. Halbuki Allah-ü Taâla:

- “ Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulum etmem.”

Buyuruyor. Allah sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksini düşünme, cahillik etme.

Allah’ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulumdur. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünki, o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden. Ad, Semud, Kisra, Katser’lerin elinden geldi. Bir zamanlar bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun malı onların malının milyonda biri olur.

Senin bu hasedine bir misal vardır:

Bir insan koca bir sultanı askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini her an seyrediyor. Buna hased etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O yabancı köpeğin ölmesini yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.

Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle düşünen bir adam için, zühd, inanç diye bir şey olmadığı gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.

Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer, o adam Allah’ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah, nimetleri kendi yoluna sarf edilsin diye verir, aksi halde nimet felaket olur.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

- “ Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep, zavallı kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları sevabı görüp, imrenmeleridir. “

O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü, buraya nisbetle elli bin senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder. Sıkıntılara göğüs gerenler, orada mesud olur. Sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip, kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz dikmediğin için, orada tam afiyet buldun.

İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine,darlığını başkasını genişliğine, düşkünlüğünü başkasının iyiliğine tercih edenler öbür alemde arşın gölgesine sığınırlar..

Sana en büyük tavsiye: Belaya sabret, nimelere şükret ve her işini ulvi gök kubbesini yaradana ısmarla...

Abdülkadir- i Geylani (K.S)
(Neler dedi neler dedi..Nasıl dedi)

Sana da Aşk olsun!

Aşk diyor ki

Görmen yetmez!
Her an düşünmelisin Aşkını!

Yetmez!

Yanında olmalısın!

Yanında olmak da yetmez ki!
Ona sarılmalısın!

Yetmez ki!

Canını vermelisin!

Akıl da der ki

Onu düşünmediğin an seni bırakır ki Aşkın!

Yanında olsan da bir an yüzünü döndün!

İşte yine yok!

Terketti bak seni Aşkın!

Hem nereden biliyorsun ki?

O sana Aşık değil belki!

Ah akıl!

Rezil akıl!

Yalancısın yalancı!

Yalancının dik alası!

Vefasızsın!

Aşk!

Sana da Aşk olsun!

Sen de Aşkından bi habersin!

Es-Settâr (Örten)

Elif

Sıradan İnsanlar da Hayda Hayda Unutmuşlardır

Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır. Eğer bu kimse, hayrı bilseydi, babası onun yanında Adem menzilinde, kendisi de Adem'in oğlu konumunda olurdu. Yani babasını Adem gibi görürdü. Ama böyle kimselere bu akrabalık mutluluk vermez. Ama yanlış bir tutumdur bu. Bana göre bu, bir zevktir ve ben bunu Mekke'de babamız Adem adına yaptığım bir Umre’de tattım. Bu husus bana bir müjde olarak zahir oldu ki, bazı insanlar da hem bizim hem de o gece benimle beraber Adem adına Umre etmelerini emrettiğim cemaat ile ilgili olarak müşahede ettiler. Burada ilahi yakınlık, göklerin kapılarının açılması, bu cemaatin yükselişi, mele-i a'lada ağırlanıp konuk edilmeleri gibi haller yaşandı. Ki gördükleri karşısında dilleri tutuldu, akılları başlarından gitti. Çünkü Adem ile aramızdaki akrabalık, ehlullah olan bir çok insan tarafından unutulmuştur. Sıradan insanlar da hayda hayda unutmuşlardır. Allah'a hamdolsun, Adem'e karşı akrabalık görevimi yerine getirdim. Sebebimle bağımı kurdum ve bu geleneği ben başlattım. Kuşkusuz bu, ilahi bir tevfiktir. Daha önce kimsenin böyle bir yol izlediğini görmemiştim ki onun yolunu izleyeyim. Nimetlerinden dolayı hamdettim. Ancak ilahi neseb sayesinde bu gerçeği keşfedebildim…

Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.)

İbn-i Arabi Hazretleri ve Tanıdığı Evliya Hanımlar

Bu salih ve arif kadınlardan biri Nune Fatıma bint ibni el-Müsenna'dır.
Şeyh bu kadını şöyle vasfeder:

- "Babası Kurtuba'lıydı. Genç bir kız iken tarikata girdi. Cüzam hastalığına yakalanmış muttaki bir adamla evlendi. Bu adam ölünceye kadar 24 sene boyunca ona hizmet etti. Allah'tan başka her şeyle ilgisini keserek kendini ibadete verdi. Allah mülkünü ona sundu, ama o bu mülkten hiçbir şeye bağlanmadı. Allah için seven, Allah'ı bilen, Allah aşkıyla dolu biriydi. Onu gören biri "ahmak!"derdi. o ise "Ahmak, Rabbini bilmeyene denir" cevabını verirdi. Daima Allah'ı
zikreder, onunla tarifsiz bir coşku yaşardı. Cinlerin mümin olanları onun meclisine katılırlardı. Çok az yerdi. İşbiliye'de onun sohbetinde bulundum, ondan yararlandım. Bir çok kerametini
gördüm. Bu kerametlerden biri şudur: herhangi bir şey istediği zaman, Allah'a Fatiha suresini okuyarak dua ederdi, anında duası kabul olurdu. Alemler için bir rahmetti.
Onu tanıdığım zaman 95 yaşındaydı. Ama nazikliğinden, letafetinden dolayı onu on dört yaşında sanırdın. Yıllarca ona hizmet ettim. Boyu yüksekliğinde kamıştan bir ev yaptım
ona. Manevi derecelere yükselinceye kadar durmadan Allah'a kulluk ederdi. Bana şöyle derdi: "Ben senin ilahi annenim. Nur ise senin topraktan annendir." Annem onu ziyarete geldiğinde, ona şöyle derdi: "Ey Nur! Bu benim oğlumdur. Senin de babandır. Ona iyi davran, sakın serkeşlik
etme." Meclisine katılanlara hitaben şunları söylerdi:
"Hepiniz benim yanıma varlığınızın bir kısmıyla gelirsiniz, bir kısmını ise evinizde, ailenizde, başka gayeleriniz için bırakırsınız. Ama oğlum, gözümün aydınlığı Muhammed b. Arabi hariç. O, benim yanıma gelince, bütün varlığıyla gelir, kalkınca bütün varlığıyla kalkar, oturunca bütün varlığıyla oturur. Arkasında nefsi namına bir şey bırakmaz. Tarikte böyle olmak gerekir."

Şeyhin yirmili yaşlarda iken tanıştığı arif kadınlardan biri de Yasmine Şems Ümmül fukara'dır. Şeyh onun hakkında özetle şunları söylüyor

-"Onu tanıdığımda 80 yaşındaydı. Merşanetu'z Zeytun'da defalarca yanına gittim. Burası İşbiliye'ye uzak olmayan bir yerdi. Abdullah el-Mururi ile birlikte onu ziyarete giderdik. Salih bir kadındı. Çok içli ve yufka yürekliydi. Ağırlık hali rıza ile karışık korkuydu. Nefsine yüklenmek
hususunda sergilediği kararlılığı erkeklerde bile görmedim. Muamele ve keşiflerde büyük özellikler sergilerdi. Defalarca onu keşif hususunda denedim, sonunda onun bu makamda
temkin düzeyinde olduğunu gördüm. Hallerini özenle gizlerdi. Onun bir çok bereketini gördüm."

Şeyhin tanıştığı salih kadınlardan biri de, önce İşbiliye'de sonra Mekke'de karşılaştığı ve Mekke'den birlikte Kudüs'e yolculuk ettiği Zeynep el-Kaleiye'dir. Şeyh, onun hakkında özetle şunları söylüyor

- "Aslen Benu Hammad Kalesindendir. Kur'an ehliydi. Zamanının en zahidiydi. Göz kamaştırıcı güzelliğine ve büyük servetine rağmen dünyadan el etek çekerek Mekke'ye yerleşti. Büyük şeyhlerin sohbetinde bulundu. Bunlar arasında, İbni Kasum, eş-Şeberbuli, Meymun el-
Kırmızı, luhaddis, zahid Ebu'l Hüseyin es-Saiğ, Ebu's Sabr Eyyub el-Fihri gibi isimler yer alır. Namaz vakitlerine onun kadar özen gösteren birini görmedim. İnsanların en zekilerindendi.
Allah'ı zikrettiği zaman, yerinden yukarı yükselirdi ve zikir sona ermeden yere inmezdi."

Mekke'de yaşıyan ve şeyhin karşılaştığı salih kadınlardan biri de Emetu Emirülmüminin'dir. Şeyh onu özetle şöyle vasfeder:

-"Ahlak, erdem, yoksullara hizmet ve tarikatta doğruluk bakımında zamanının biricik kadınıydı. Nefsine karşı amansız bir cihad verir, rabbini çokça tazim ederdi. Kesintisiz oruç tutardı. Halleri çok güçlüydü. Tayy-i mekan makamına nail olmuştu. Uzak mesafeleri en kısa zamanda kat edebiliyordu."

Bunlardan biri de şeyhin, hakkında şu değerlendirmeyi yaptığı kadındır:

- "Mekke'de salih bir kadın gördüm. Fatıma bint et-Tac. Hiçbir kabahati olmadığı halde, babası onu incitici şekilde dövmüştü. Ama o hiçbir şey hissetmemişti. Sırtı ile kamçı izleri arasında giren şeyleri ise hissederdi. (…) Başlangıçta bizim de başımızda böyle şeyler geçti ve bu uzun bir
hikayedir."

Şeyhin annesi Nur vefat ettiğinde, ana oğul birbirleri için göz aydınlığı mesabesindeydi. Annesi, şeyhin babasından, yani eşinden birkaç ay sonra vefat etti. Vefat ettiğinde şeyh
30 yaşındaydı. Şeyh, anne ve babasına yönelik iyi tutumunu onların ölümünden sonra da sürdürdü. Bazı ibadetlerinin sevabını onlara ve atalarına ithaf ederdi. Böylece bir çok
insanın kulak ardı ettiği sıla-ı rahmi (Akrabalık bağı/ziyareti) unutmazdı. Nitekim Futuhat'ın 454. babında şunları söylemiştir:

- "Nesebin ispatı için iki yol vardır: En yücesi nisbi olanıdır. Yani, Allah nesebi olan takvadır. Biri de rahim yoludur. Rahim ise, Rahman'dan bir daldır. "Çocuk babasının sırrıdır." sözünün anlamı budur. Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır.

Rahman Suresi 6-13

Rahman Suresi 6-13


Ve çimen ve ağaç secde eder.

Bak şu güzel göğe, onu yükseltti, dengeyi koydu.

Ki asla ölçüsünden şaşmayasınız.

Ve doğru tartın, eksik tartmayın.

Yere gelince, onu da mahlukatı için serdi döşedi.

Orada türlü türlü meyvalar, salkımlı hurma ağaçları var.

Ve filizlenip dal veren tohumları ve hoş kokulu bitkiler.

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Allah'a Yakınlık

Manevi bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. İser daha altını, ister daha üstünü. Hiçbir makam arzu etme...

Padişahın kapısına geldiğinde hemen içeri girmeği isteme Zorla içeri alınıncaya kadar bekle. Kendi isteğinle değil zorla içeri alınmalısın. Tekrar, takrar istemelisin. Pek nazlı da olma...

İçeri girmek için mücerret izinle de yetinme. Seni tecrübe için olabilir, belki de padişah tarafından deneniyorsundur... Koşma; bekle. Ta ki seni zorla içeri alsınlar. Bu şekilde içeri alınman senin için bir fazilet olur. Saraya bu şekilde girdikten sonra, seni kimse tekdir etmez. Tekdir ancak yapacağın kusurdan sonra gelir. O, seni bizzat içeri aldıktan sonra, korku da olmaz. Padişahın yaptığından mes’ul olmazsın. Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda mes’ul duruma düşersin. Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki olur.

Bu makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket etmendir... Sabrın azlığı, edebe riayetsizliğin, bulunduğun hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan hareketlerdir...

Abdulkadir Geylani Hazretleri

Not: Himmetidir sözleri...Allah yakınlığımızın mertebelerini O'nun hürmetine her gün yükseltsin inşaallah..Amin...Bunları okuyabilmenin kıymetini anlıyorsan bil ki işte bu haberleri onlar aktardı ve son derece cömert ve son derece dikkatli davrandılar..Kolay zannetme..Haklarını takdir etmeyi,anmayı,dua etmeyi eksik etme..

Allah'a yakınlık üzerine

Rüya gördüm, bir ihtiyar bana sordu:

- “Kul için Allah’a (CC) yakınlık nasıl olur?” Cevap olarak:

- “Bunun ilki ve sonu var.” Dedim ve sonra devam ettim:

- “İlki var; fani, kötü işleri bırakmak; sonu ise Allah’tan (CC) razı olmak. O’na (CC) teslim olup candan bağlanmaktır.”

Abdulkadir Geylani

Ancak tevekkül ile Allah Onu Giderir

Uğursuzluk yorma, şirktir ve bizden hiçbir kimse yoktur ki bu şirkten ona bir şey yaklaşmış olmasın. Ancak tevekkül ile Allah onu giderir.

s.a.v.

Allah'ın iradesi dışında bir şey isteme!

>>Allah'ın iradesi dışında<< >>Ondan başka bir şey istemek, >>boş bir temennidir<<..

<((Parantez: Yani kişinin O'nun herşeyin yaratıcısı olduğuna iman ettiği ve bildiği halde Allah'tan, O'nun iradesi dışında başka [Gayrı veya Nefsi] bir irade beklemesi))>

Akılsızlıktır. >>Sakın böyle bir hevese düşme!<< >>Telef olursun<<..>>Helak olursun!<<.. Hakkın merhametinden uzak kalırsın..

Sonuna kadar Allah'ın emirlerini tut!..Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!..Sonuna kadar onun kaderine teslim ol!..Yarattığı şeylerden hiçbirini ona ortak yapma.. Şirk koşma!..

Abdulkadir Geylani Hazretlerinden

Kopyala yapıştır ->> http://jonasclean.blogspot.com/2009/05/sizden-herkes-ihtiyaclarnn-tamamn.html

İsa Aleyhisselam

Ben onlara (söylememi) emrettiğin şeyden başkasını söylemedim: 'Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz (olan) Allaha kulluk edin (dedim). Ve onların arasında yaşadığım sürece yaptıklarına şahitlik ettim: Ama Sen bana ölümü verdikten sonra onların koruyucusu yalnız Sen oldun ve Sen her şeyi hakkıyle görensin.

Maide 117

Durmuşlar da Seni O'ndan Başkalarıyla Korkutuyorlar

Allah, buyurmuştur ki: İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir ilâhdır. Onun için yalnız benden korkun.

Nahl-51

Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar da seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her kimi ki Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet edecek yoktur.

Zümer-36

Zatından Başka Herşey Yok Olucudur Helak Olucudur

Ve Zekeriya(yı da an ki o'nu da böyle kurtarmıştık;) hani, o da Rabbine seslenerek: "Ey Rabbim!" demişti, "Beni çocuksuz bırakma; fakat, (beni varissiz bıraksan bile, biliyorum ki) herkes göçüp gittikten sonra kalıcı olan biricik varlık Sensin!"

Enbiya-89

Yani, Allah'la beraber tutup başka bir tanrıya yalvarmaya kalkma! (Çünkü) O'ndan başka tanrı yok; (çünkü) O'nun (ebedi) Zatı'ndan başka her şey, herkes, yok olmaya mahkumdur; hüküm bütünüyle O'nun elindedir ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.

Kasas-88

Zatında Övgüye Layıktır

Musa dedi ki: «Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, şu bir gerçek ki, Allah hepinizden müstağni ve zatında övgüye layıktır.»

İbrahim - 8

Haberin var mı?

Sen kendinden nefret etsen Allah senden nefret etmez..
Sen O'na kızsan, şüphe, isyan etsen O sana kızmıştır..
Sevgi, Aşk derken kimin aşkından bahsediyorsun sen!..
Öldürenden Diriltenden haberin var mı?

Mumin Suresi, 2-3

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip ve (her şeyi) hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan, hem de lütuf sahibi olan Allah tarafındandır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş ancak O’nadır.

Sevgi Hiç Karşılık Beklemek Olur mu

Sevgi hiç karşılık beklemek olur mu

Ya Allah ne bekliyor bizden

Namaz nasıl sevgisiz olsun

Aşk'a dalıp kime Aşık olunuyor unutma sen

Bu işte O karşılıksız olan Aşk

Allah'ın İlminden

Gelişim derken ademin cennetten indirildiğini unutma
Teknoloji gelişimdir derken doğanın mahvedildiğini unutma!
Eski zamanlardakilerin doğayı teknolojiyle bozamadıkları için çok çok uzun yaşadıklarını unutma!
Ademin cennetten indirilişindeki sebebin sendeki iyi ya da kötü sırrını unutup
Allah'a benim ne suçum var deme!
Sırrın manasının söylenenden hariç aynı zamanda "anlaşılamayan" olduğunu unutma!
Allah'ın rızasının cennetten üstün olduğunu unutma!
Asıl cennetin ahirette olduğunu ve orda kulağına tek bir boş laf gelmeyeceğini aklından çıkarma!
Gelişimdi teknolojiydi derken O'ndan O'na döneceğimizi unutma!
Kardeşin hakkında hüsn-ü zan etmenin ibadet olduğunu unutup kendini boşu boşuna günaha atma!
Kötü zanda bulunmamak güzelliğine ve özgürlüğüne sahip olduğunu unutma!
Allahtan başkasından hür olduğunu bilirken bütün iyiliklerin de O'ndan olduğunu aklından çıkarma!
Her konuda kul hakkını gözetmeyi unutma!
Allahtan gelen "çok büyük iyiliklerin" kolaylıkla elde edildiğini zannetme!
Allah'ın bedeni yoksa da yaratması olduğunu aklından çıkarma!
Ruhumuzun Allahımızın ruhundan bir nefes ve bedenimizin O'nun yaratmasıyla "OL"duğunu unutma!
Kendini sadece beden zannedip de o ruhunu vücudun gibi toprak olacak sanma!
Öylece de yaratmanın sadece O'na ait olduğunu unutma!
Hikmetin sadece O'na ait olduğunu unutma!
Uyutulduğunda "YOK" olduğunu unutup da uyandığında yoktan yaratanın hiç uyumadığını unutma!
Allah'ın çok yumuşak olduğunu bilirken, çirkin ve doğru olmayan şeylere asla göz yummayacağını unutma!
Allah'ın çok affedici ve çok rahmet edici ve Settar ve Rahim bulunduğunu unutma!
Vedud olanın Allah olduğunu unutma!

AbdulKadir Geylani Cümle Canların Canı Alemlerin Sultanı

Sen olsam

Senin senden daha büyük olduğunu görsem

Yine seni överim

Yine de senin seni övmeni överim

Benim senden yardım istemem ne haddime !

Yardım eden sensin !

Ah cümle canların canı

Ah Yunusu Bî-Huş eyleyen Alemlerin sultanı !

Sen "Var" iken !

Hiç bulunmaz, Haktasın !

Ya ben kime yalvarayım !

Ah Alemlerin sultanı sen var iken !

Hayyül-Hak !

Allahın arslanı !

Ya ben kime yalvarayım !

hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar

Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin.

s.a.v

Ne İstiyorsan Mutlaka O Şeyi Allahımızın Lütfundan İste

Elbette sen Allah'ın yardımı olmadan kendi amelinle kurtulamazsın

Ne istiyorsan mutlaka o şeyi sadece Allah'ın lütfundan istemelisin!

Amelinin karşılığını amelinden değil Allah'ın lütfundan gör

Kulluğumuz elbette Allah'ı hoşnut eder ve rızasına kavuşuruz

Fakat örneğin sen namazda duaları okurken sadece Allah'ı hoşnut etmek için okursan

Yani hiç o duaların anlamlarını hissetmeden okursan

Ya da kuranı sadece harflerinden okuyup hiç o güzelim anlamları tefekkür etmezsen

Bu doğru olur mu ?

Elbette ne gelirse Allahımızın lütfundan gelir!

Ama hiç namaz kılmamak mesela ya da hiç bir şey okumamak, anlayarak hissetmeye gayret etmemek doğru olur mu ?

Sonrayı Bırak

Sonrayı bırak

Baban seni doğmadan annenin karnından aldırır !

Annen seni büyümeden caminin önüne koyuverir

Annenin babanın haklarını takdir et !

Ve düşün az !

Kim peygamberlerinden ve O'ndan başka bizi hakkıyla sevdi !

İnsan Sevdiğiyle Beraberdir (s.a.v)

"İnsan sevdiğiyle beraberdir"

s.a.v

Sen yarattıklarından çok Allah'ı seviyorsun değil mi ?

Her İşte Bi Hayır Var

Her işte bir hayır varsa; seni ne çıkartabilir O'nun huzurundan! Bir fitneye maruz kaldığında sen o fitneye gözünü dikip huzurundan olacağına, seni ondan haberdar etmiş, sakındırmışa baksana! Kuran okuyor musun?

Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir

Bu dünya evi Alim ve Aziz Allah ın takdir ettiği ölçüde ,tutarsız gerçeklerle ve perdelerle örtülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir.

Yalancı iddiaların,sahte davaların kabul edilmediği bir yurttur orası.

İlahi Aşk , s. 42
Ibn Arabi (k.s.)

Nefs Terbiyesi

Nefsinde gözüne batan her bir düşüş, her bir erememek, her bir yetersizlik; her bir düşüşünde O'nu hatırlayıp yükselmen, her bir erememek O'nu hatırlayıp ermen, her bir yetersizlik O'nu hatırlayıp yetişmen için! Hakim olamadığın her şey sana O'nu hatırlatmıyorsa O'nu nasıl bilipte yükseleceksin! Uyanık ol! Nefsi bu şekilde inişli çıkışlı yaratması Hakim olanı hatırlaman ve böylece O'nun hakimiyetini hissetmen için! Ve ötesinde de tam olarak O'nu daimi hakim bilebilmen için var! Yoksa başka neye yarar nefsin! Hakim olan kim! Benim dersen Allah'ı unuttun! Bil ki nefsine düştün! Hakim olan O'ndan başka kimdir? O düşüşü yarattı ki yüksek olanı bil! Yaratıcı kim! Güldüren, ağlatan kim! Sen düşürenin tamamen nefsin olduğunu sanar da nefsine bir hakimiyet verirsen daimi Hakim olanı nereden bileceksin! Herşeyi Yaratan kim? Hayyul Kayyum olan kim? Değiştiren dönüştüren kim? Nefsini her bir görüşün hemen tekrar O'na sıçramaktan başka ne için? Herşey O'nu bilmekten başka ne için!

Tasavvuf

Evliyasını Tebdil-i Mekan edip.. Padişah Tebdil-i kıyafet inince.. Kıyamet koptu say..

Şeytanın ayrıntıda gizlendiğini isteyerek istemeyerek bilmiş olanlar, Allahı kıldan ince kılıçtan keskin görürler...

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/sanat-yapan-saklad.html

Bilirim! Sen Üzülecek Şeyler Olmadan Hüzünlü Olmayı İstersin...

Bilirim
Sen dertler olmadan dertli olmak
Üzülecek şeyler olmadan hüzünlü olmayı istersin
Mutlaka düşünmen gereken bir şey söyledim sana
Anladıysan, sebeplere tapınmayı bırak.
İnan; biliyorum!
Gelen sebepsiz de geliyor; sebeple geldiği yerden!
İnan; biliyorum!
Sen üzülecek şeyler olmadan hüzünlü olmak dilersin
Dertleri istemeden dertli olmayı dilersin
O halde sebeplere tapınmayı bırak!
Mutlaka düşünmen gereken bir şey söyledim sana!
Derdimi anla!
Aşk olmak için ayrılıkları mübah saymış olma!
Dertli olmak için ölümleri istemiş olma!
Gelen sebepsiz de gelir; sebeple geldiği yerden
İnan; biliyorum!
Sebepleri mübah saymayı bırak!
Sebeplere tapınmayı bırak!

Tevekkül

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Siz Allah`a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırıdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."

s.a.v

Tevekkül: O'nu vekil edinmek, işini O'na bırakmak, işi yalnız O'na ısmarlamak, O'na güvenmek...

Ekberiyye

Ekberiye
Hz. Şeyh Muhyiddin Arabi ( K.S )


Bismihi Teala:


Muhyiddin İbnil Arabi (k.s) birçok şeyhle görüşmüş, onların telkini ve tavsiyelerinden faldalanmış, hatta kendilerinden hırka giymiş, bunları üstatları ve şeyhleri olarak saygıyla anmış olmakla beraber bir şeyhe intisap edip sülukünü tamamlamış bir mutasavvıf değildir. Bu husus, doğuştan sahip bulunduğu mânevi istidadın ve kendi ifadesiyle "hâtemü l-velâye" (velliğin mührü) oluşunun ona verdiği bir istisnâ hali olarak değerlendirilebilir. Nitekim İbnü'I-Arabi yirmi yaşında tasavvuf yoluna girdiğini ve bütün makamların kendisine çok kısa bir sürede açıldığını belirtir. (El-Fütuhat, II, 425)


Hz. Peygamber'in ve ayrıca birçok velinin ruhaniyetinden feyiz aldığını söyleyen İbnü I-Arabi,
ilim ve mârifet, ağırlıklı bir tasavvuf anlayışını savunduğu ve tasavvufa yeni yorumlar getirdiği gibi
el-Fütuhâtü'l-Mekkiyye, Kitâbü'I-Künh fîmâ labüdde li'l-mürîd minh, el-Emrü'I-muhkem,
el-Halvetü'I-mutlaka, Teıtîbü's-süluk gibi eserlerinde tasavvufi hayatın usulü ve uygulama şekli üzerinde de durmuştur. Sağlığında çevresinde toplanan Sadreddin Konevî ve Abdullah Bedr el-Habeşi gibi talebeleri onun sohbetlerine devam etmişler, eserlerinden faydalanmışlardır.
İbnü'I-Arabi'nin hırka giydirdiği mânevi oğlu Sadreddin Konevi şeyhin vefatından sonra bir anlamda onun irşad postuna oturmuş ve fikirlerini istidadı olan tâliplere şerhetmiştir. Onun irşad tarzı ilim ve irfan yolu olduğundan kitaplarındaki sırlar da takipçileri için çok büyük önem taşımıştır. Müridlerine, kendisinin ve İbnü'I-Arabi'nin eserlerindeki derin ve kapalı yerlerin üzerinde fazla durmamalarını, Kur'an ve Sünnet'e sarılıp "zikr-i dâimi"ye riayet etmelerini tavsiye eden Sadreddin Konevi(k.s) kitaplarının Afifüddin et-TilimSânî ye verilmesini vasiyet etmiştir. İbnü'I-Arabî nin bugüne ulaşan eserlerinin birçoğunda görülen sema' kayıtları, bunların birer mânevi emanet gibi elden ele geçerek günümüze geldiğini göstermektedir.
Önemli bir husus da ruhani irtibat yoluyla kendisinden feyiz alınması, onun da eserlerinde yer alan kapalı hususları şerhetmesidir. Sadreddin Konevi başta olmak üzere bugüne gelinceye kadar pek çok kişi İbnü'l-Arabi ile böyle bir irtibatta olduğunu ifade etmiştir. (Lâmii s. 633) Nitekim kendisi de birçok defa Hz. Peygamber (SAV)'in ruhaniyetiyle görüştüğünü ve tarikatı doğrudan doğruya ondan aldığını söylemiştir (Haririzâde, Tibyan, I, vr.101a). Bu husus onun yolunun bir bakıma Üveysi bir karakter taşıdığını göstermektedir.


Muhyiddin İbnü'l-Arabi ye "Şeyh-i Ekber" unvanı dolayısıyla Ekberiyye, soy nisbetinden ötürü Hâtemiyye ve Arabiyye, mahlası Muhyiddin'e nisbetle de Muhyiyye adlarıyla anılan bir tarikat nisbet edilmiştir. Ancak böyle bir tarikatın mevcudiyeti ve mahiyeti konusunda gerek tasavvuf ehli gerekse tasavvuf tarihçileri degişik görüşler ileri sürmüşlerdir. İbnü l-Arabi'nin talebeleriyle ilişkilerine ve bu talebelerin ifadelerine bakılarak ortada adı konulmamış bir irşad faaliyetinin mevcut
olduğu düşünülebilirse de bu faaliyetin diğer tarikatlardaki gibi müteselsil olarak nereye kadar devam ettiği bilinmemektedir. Sadreddin Konevi'nin vasiyetinde, "Benimle bu yol seddedildi" derken kendisinden sonra gelen bazı meşhur sufiler arasında "hırka-i Hâtemiyye"yi giydikleri iddiasında bulunanlar olmuştur. Suyuti, Şâ râni, İbn Hacer el-Heytemi, Zekeriyyâ el-Ensâri, Kuşâşi, Gümüşhanevi, Emir Abdülkâdir elCeziri ve Murtazâ ez-Zebid bunlar arasında zikredilebilir.
(Chodkiewicz, s. I5). Ayrıca "müşabâke' tarzı bir yolla ondan kendilerine ulaşan bir silsile olduğunu ileri sürenler de vardır. (Osman Yahya, s. 544).
Bunun yanında bazı tarikatların kolları (özellikle Şâzeliyye, Senüsiyye, Nakşibendiyye, Ni'metullâhiyye, Yâfiiye ve bazı Kâdiriyye kolları) kendi silsilelerinde İbnü I-Arabi'nin de
adını zikrederler. Bazılanna göre Ekberiyye adıyla müstakil bir tarikat yoktur. Bu adla meşhur olan tarikat aslında Kâdiriyye'nin bir şubesidir. İbni'l-Arabi de bu tarikatın ikinci piridir (Teftâzâni. s. 308).
Rivayete göre Abdülkadir-i GeyIani, "Hırkamı vefatımdan sonra Mağrib'den zuhur edecek olan Muhyiddin'e giydirin" diyerek müridlerine vasiyette bulunmuş ve bu hırka Şeyh Cemâleddin Yünus b. Yahyâ el-Hâşimi vasıtasıyla İbnü'I-Arabi ye giydirilmiştir. Çok istemesine rağmen göremediği ve kendisinden "şeyhü'l-meşâyih" diye bahsettiği Ebü Medyen el-Mağribi'nin de İbnü l-Arabi üzerinde büyük tesiri vardır. Bu durum, bazılarının onun tarikatının Medyeniyye'nin bir kolu olduğu kanaatine varmasına sebep olmuştur.
Ayrıca Ekberiyye'yi Enesiyye'nin ve Mehdeviyye'nin bir şubesi olarak görenler bulunduğu gibi (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 102b) İbn Meserre'nin takipçisi olarak görenler de vardır (Palacios, s. 128). Ancak bütün bunlar birer yakıştırmadan öteye geçmemektedir.


Diğer bir görüş, Ekberiyye adı verilen tarikatın Abdülgani en-Nablusi (ö. 1143/ 1731 ) tarafından kurulduğu şeklindedir. Birçok tarikattan icâzet alan ve aynı zamanda İbnü'l-Arabi'nin fikirlerine bağlı bir sufi olan Abdülgani en-Nablusi, tarikatının esaslarını anlattığı bir mektubunda bunlardan birincisinin "esmâ yolu", ikincisinin de "ilim yolu" olduğunu ve bu ikinci esasta üstadının İbnü l-Arabi olduğunu söyler (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 95b-98b). Nablusi, tarikatını Kâdiriyye'nin bir şubesi olarak görür. Kaynaklarda Ekberiyye-i Ganiyye-i Kadiriyye diye geçen bu tarikat zamanla Ekberiyye şeklinde anılmaya başlanmış ve bu şekilde meşhur olmuştur (Tomar-i Kâdiriy ye, s. 44-47). Bu tarikatın yedi şubesi olduğu da rivayet edilir (Haririzâde, Tibyan, I. vr. 976-1016).
Nakşi şeyhlerinden Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevi'nin şeyhi Ahmed b. Süleyman el-Ervadi de rüyasında İbnü l-Arabi'yi gördüğünü ve kendisinden tarikat aldığını söyler. Bunun üzerine isim zincirinin sonuna "el-Ekberi nisbesini ilâve eden ve bu tarikatın esaslarını anlatan en-Nûrü'1-mazhar tî tarîkati Seyyidi'ş-Şeyhi'1-Ekber (Kahire 1948) adlı bir eser yazan Ervadi, tarikatlarda esas olan nefsin yedi tabakasını katetme keyfiyetini anlatırken bunun Ekberilik'te şeyhin müride teveccühüyle gerçekleştiğini söyler (bk. M. Zâhid Kevseri. s. 86). Gümüşhânevi de tarikatların usul ve esaslarına dair kaleme aldığı Câmi`u'1-ıışul adlı eserinde (s. 4 vd.) Ekberiyye tarikatının özelliklerini anlatırken büyük ölçüde üstadının eserinden istifade etmiştir. Ervâdi nin diğer bir halifesi Şeyh Cevdet İbrâhim de Mısır'da bu tarikatı yaymaya çalışmıştır.
Bazı Osmanlı sûfîleri kendilerinin Ekberi silsilesi içinde yer aldıklarını söylemişlerdir. Meselâ üçüncü devre Melâmiliğinin piri Muhammed Nûr el-Arabî'nin (Gölpınarlı, s. 241 ) ve Uşşâki şeyhi Abdurrahman Sâmi nin (Hüseyin Vassâf, IV, 86) böyle birer nisbetleri vardır. Ekberiyye adı altında İbnü'1-Arabî'ye nisbet edilen kurumlaşmış bir tarikatın bulunmadığı kanaatinde olanlara göre onun yolu tarikatlar üstü bir irfan yoludur. Hatta İbnü'1-Arabi "berzahî yol" dediği bazı tarikatları eksik bulur (el-Fütühât, Ill, 323). Kalbinde İbnü'1-Arabi'nin fikirlerine bir meyil ve muhabbet duyan herkes onun yolundan sayılır. Onların bu adla anılan bir zâviye veya dergâhları da yoktur. Nitekim İsmâil Hakkı Bursevî, İbnü'I-Arabî'nin yolunun bütün tarikatları ihtiva ettiğini, zevki eksik, yolculukta sebatsız olanlar dışında onun yolundan gitmeyen, ilminden istifade etmeyen hiçbir Allah yolcusunun bulunmadığını ve istidat sahiplerinden himmetini esirgemediğini söyler. Hangi tarikata mensup ve hangi neşveye sahip olursa olsun herkesin ondan feyiz alması mümkündür.


Öte yandan İbnü'I-Arabi tarikinin gizli bir yol olduğu da söylenir. Atpazarî Osman Fazlı, kendisinin dostlarıyla Şeyh-i Ekber'in Fusûsü'l-hikem'ini müzakere ettiği duyulunca, "Şeyh-i Ekber'in yolunda imiş" diye kınandığını, bir gece gâibden, "Ceddinin sır yolunu tut" hitabıyla uyandığını, bunun üzerine hakikat kapısını kapatıp fıkıh, kelâm, hadis okutmaya başladığını söyler. lbnü'l Arabî'nin vahdet-i vücûd, merâtibü'1-vücûd, hakikat-i Muhammediyye, velâyet, tecellî-i zât, tecelli-i sıfât ve tecelli-i ef'âl, müşâhede, dâiretü' l- vücûd, seyr gibi konulardaki fikirlerini kabul eden kişiler onun yolundan sayılır. Bu durumda Ekberiyye'yi entellektüel veya felsefî tasavvuf olarak görenler ve tarikat adı yerine "mektep" adıyla tanımlayanlar da olmuştur ki doğrusu budur (Chodkiewicz, s. 15).


Melâmet ve fütüvvet gibi Ekberilik de bir neşve ve zevk hali, bir irfan yoludur. Sadreddin Konevi, Müeyyidüddin Cendi, Afifüddin et-Tilimsânî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Saîdüddin el-Fergânî, Fahreddîn-i Irâki, Dâvûd-i Kayserî gibi isimlerle başlayan bu mektep Osmanlı muhitinde Molla Fenârî, Niyâzî-i Mısrî, Ömer Gürâni, Bedreddin Simâvî, Selâhaddin Uşşaki, İsmail Hakkı Bursevi, Muhammed Nur el-Arabi gibi büyük şeyhler devam etmitir. (K.Esrarahum Ecmain)


(İslam Ansiklopedisi, c 10 s.544)

Batın İsmi

Tümünü seç>> Siyah üzerine bu siyah harfler gibi

Bir Önceki Bloğumla İlgili Gelen Bir Yoruma Cevap

Yorum/soru - aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden ve daima...
ve fakat şunu unutuyorsunuz ki idrak edemeyen bir beyin algılayamaz ve algılayamadığı bir varlığa inanması mümkün olamaz. yaratanın bireyde tam olarak algınamaması mümkün olabilir fakat onun varlıgını sorgulamadan inandığını öne süren her beyin aslında bağnazlık dışında birşey kazanmış değildir.
toplum olarak doğuşumuzla birlikte cenneti garantilediğimizi düşündüğümüz için başka birşey düşünme gereği duymuyoruz yazık oluyor....

Cevap - Bağnazlık olarak genellemen hakkında sana bir söz söyleyeceğim inşaallah idrak edersin

Cahil bir şeyleri bilememe konusunda muaf olabilir
fakat zulmetmesi konusunda muaf değildir
ki
Bir şeyleri bildiğini iddia edip idrak etmemişler kesinlikle onlardan daha zalim olurlar
Bu açıdan bağnazlık kavramına biraz merhamet gözüyle bak ve kıyasla mutlaka idrak edersin asıl problem olan zulmü

Çünkü inanan idrak etmese de birşeyleri bildiği, ona bildirileni tevazuyla kabul ettiği için mutlaka had bilir
Hiç inanmayan ise hem bildiğini inkar eder hem de had bilmezlikte sınır tanımasına neden bulamaz

Yani inanç idrak olsa da olmasa da her zaman için idrak etse de inanmayandan daha merhamete anlayışa layıktır

Bir de had bilip erdemlere sahip çıkıp varoluşundan gelen iyilik özünü tutmuş ama inanmayanlar vardır ki mutlaka onlar bir gün gelir inanırlar..Çünkü hayatı idrak edebilen birisinin öz olarak inanmamasına hiçbir makul sebep yoktur...Eğer bağnazlık yüzünden bu kinle inat edip inanmıyorsa zaten o herşeyden bağımsız olan özü idrak edememiş demektir..

Umarım bildirebildim

Da hani nerede o imanını idrakın?

Yok luğun Zatını, yokluğun/noksanlığın çokluğundan ayırır mutlaka hakkıyla birlersin, bilirsin de
O Yok luğun Zatını ne mümkün; varlığını akıl almaz, idrak edemezsin!
Hakkı bilirsen tam söyledimdi sana zahmet sözü
Çünkü bilirim nurun güzelce tasdik edicidir nurunu
O Zatın sıfatlarını ise ne hakkıyla bilebilirsin!
Ne de hakkıyla idrak etmen mümkün zaten
Çünkü sonsuzdur O biliyordun!?!
Da hani neredeydi idrakın?
Bilirim imanının yüceliğini ki O'ndandır!
Hakkıyla bilirsin!?!
Da hani nerede o imanını idrakın?!
Bilirim imanının güzelliğini ki O'ndandır.
Da hani nerede bak amelinden idrakın!
Yunus sen cahile kısa kes özü!
Bilen bilir O'nu, İdrak edemeyenlere selam olsun.

O'ndan Sakınsa, Saygı Duyarak Sevse de; Hiç Huzur Kesilmese ya...

Kendini ve başkalarını düşünmediğin kadar O'nu yaratıcı olarak bulursun. Araya giren düşüncelerini, şuyu buyu da aynı şekilde yaratılıyor olarak görebilirsen (!) bu daha da güzel... Keşke diğerleri de O'ndan sakınsa, saygı duyarak sevse de; hiç huzur kesilmese ya... Allah kusurları örten ve affedici olarak bulunuyor...

Noksanlıklar Seni Devamlı Sıçratarak Yükseltmek İçin

Noksanlıklar seni devamlı sıçratarak yükseltmek için!
Hep kusur görüp, devamlı egonu şişirmen için değil!
Kaldığın yere bak!
İşin gücün aşağı görmek olmuşsa, bu nice yükseklik?
Meşgul etme sana göre aşağılık vereni!
Sen nereyesin; O'na bak!

Devamlı Olarak Tenzih Sıfatıyla Zahirdir

Allah, senin O'na bakıp değerlendiren nefsine, yine senin için, devamlı olarak Tenzih sıfatıyla zahirdir. Her yaratışında kendisini bilip, devamlı olarak sana yüce Zatıyla olma güvenini, sonsuz güzelliğini ve şerefini vermek için O böyle yapar.
Bunu bize nefsimizin her algıladığında bir noksanlık göstererek yaptığı gibi, her yaratışından daha güzel bir yaratışı olduğunu göstererek veya hatırlatarak da yapar.

Ki; her mevcut yaratışına nankörlük etmeden, o an yaratılandan tatmin olalım ya da sabredelim...fakat daha güzeli olduğunu da bilip, farkedip, orda sahiplenip daralıp kalmadan, (sıçramak)devamlı yükselme halinde, hep O'ndan ve O'na doğru O'nda olduğumuzu bilebilelim...

Efendimiz s.a.v. in “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” dediğini hatırla ve nefsinde olanlara bir bak. Tenzih sıfatına nasıl bir karşılık veriyorsun?

Devamlı kazanç mı?

Yoksa yaratışında devamlı noksan görüp, O Tam olanı, Subhan olanı hatırlamadan gayrısıyla meşgul olan nankörlükle mi?

Allah seni iki cihanda muzaffer kılsın.

Dönüp Bakmaksızın Kaçmaya Başladı :)

"Asanı bırak." (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı. "Ey Musa, dön ve korkuya kapılma. Şüphesiz güvendesin."

Kasas 31

Allah İse Biliyordu Ne Yapacaklar

Bir de gömleğinin üzerinde yalan bir kan getirdiler, yok, dedi: nefisleriniz sizi aldatmış bir işe sevketmiş, artık bir sabrı cemîl ve Allahdır ancak yardımına sığınılacak, söylediklerinize karşı

Öteden bir kafile gelmiş, sucularını göndermişlerdi, vardı koğasını saldı,
â... müjde bu bir gulâm dedi ve tuttular onu ticaret için gizlediler, Allah ise biliyordu ne yapacaklar

değersiz bir baha ile onu bir kaç dirheme sattılar, hakkında rağbetsiz bulunuyorlardı

Mısırdan onu satın alan ise haremine dedi ki: buna güzel bak, umulur ki bize faidesi olacaktır, yâhud evlâd ediniriz, bu suretle Yusüfü orada yerleştirdik; hem de ona hâdisatın mealini istihraca dair ılimler öğretelim diye, öyleya Allah, emrine galibdir velâkin insanların ekserisi bilmezler

Vaktâ ki kıvamına irdi biz ana bir huküm ve bir ılim bahşettik ve işte muhsinlere böyle karşılık veririz


Derken hânesinde bulunduğu hanım bunun nefsinden kam almak istedi ve kapıları kilidledi, haydi seninim dedi, o, Allaha sığınırım, dedi: doğrusu o benim Efendim, bana güzel baktı, hakıkat bu ki, zalimler felâh bulmaz

Hanım cidden ona niyyeti kurmuştu, o da ona kurmuş gitmişti amma rabbının bürhanını görmese idi, ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim için öyle oldu, hakıkat o bizim ıhlâsa mazhar edilmiş has kullarımızdandır

Yusuf Suresi 19-24

Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik.

Nur Suresi 34

An...Asırlarca An...Asırlardır An



An...Saniye...An...Saniyeler...An...

Dakikalar oldu...An...Saatler..An...

Yıllar...An..

Asırlar oldu...

Asırlardır An...

An!..

An.

Dön bak; yıllar oldu!...Aylar oldu...

Dakikalar oldu...

O'na gelirler hepsi isteyerek...

Daha da münezzeh An..

Sözü bırak..

Şiiri bırak...

Müziği bırak.

O'nda hepsi yok oldu.Nokta!

Lafı bırak.

Asırlarca An...

Asırlardır An...

Dakikalar oldu, saatler oldu, asırlar oldu;

O; An...

Zamanla bilndi ya; O...

An!

S.a.v...

Dakikalar oldu...An...Saatler..An...

Yıllar...An..

Asırlardır An...

Asırlarca An....

O An..

Sözü bırak..

Ses bile sükut eder...

Mutlak Rahim sadece O...Bak cenin bile sükut eder...

Bir ismi de An-ı Daim..

Bir ismi Rahman...

An.

An!

An

Asırlarca An...

Asırlardır An...

Asırlardır an...

Asırlarca an...

Allah'ı İdrak Onun idrak Edilemeyeceğini İdraktir

Hz. Ebu Bekir efendimizin (selam olsun) 'Allah'ı idrak Onun idrak edilemeyeceğini idraktir' sözü, dikkatli okuduğun gibi, Allah'ın "idrak edilememesini" haber verir..

Yoksa, "bilinemeyeceğini" değil!

Efendimiz (s.a.v.) in 'Seni Hakkıyla bilemedik' sözündeki "Hakkıyla" kısmı da bize bir tenbih olması yanında yine o "idrak edilemezliğine" işarettir. Yoksa o (s.a.v.) bildiğimiz gibi O'nun hakkını bilmiştir ve en güzel şekilde bildirmiştir! İşte işaret yine "idrak edilemezliğine" işaret, bunu çok iyi bil! O'nu hakkıyla bilmek veyahut işte idrak edebilmek mümkün değildir. O yine hakkıyla olmasa da ancak O'nunla bilinir veya yine hakkıyla olmasa da ancak O'nunla idrak edilir!

Eğer Hakkıyla idrak veya biliş diye bir şey Allah hakkında bizim için mümkün olsa "insan" çerçeveli bir yaratma olmazdı! Hiçbir an olmazdı!

İşte O, "insan"ı yaratmaya razı olduysa, Allah'ı hakkıyla bilmek veya hakkıyla idrak etmek konusunda haddini bilmelisin!

Ne 'ben hakkıyla ulaştım' de!, ne de! "haddini bilemeden!" 'O'na ulaşmak ne mümkün ki' deyip O'nun yolunda uyuşukluk göster,O'nun yolundan vazgeçiver!

Bu ikisini de yapma ki, kulluğunu hakkıyla yerine getirebilmiş ol ey canım kardeşim...

O Göründüğü Şeye de Can Gelir Muhakkak

O asıl Can neyden görünürse o göründüğü şeye de can gelir muhakkak...

Böcekten Korkup Bana Arslan Kesiliyorsun

Böcekten korkup bana aslan kesiliyorsun
Sivrisineği hal lenerek öldürüyorsun
Bok sineğini çişinle boğuyorsun umurunda olmuyor
Arı desen kıpraşmadan duramıyorsun
Sonra ettiğim lafı din lemiyorsun
Ya bu nice had bilmektir ki yol yordam gösteriyor
Bi de üstüne akıl veriyorsun
Aklıma mukayyet sen ol!
Ey alemlerin Rabbi Allahım

Öyle Bir İnme ki

Öyle bir yükselmek ki; imansız yükselemezsin

Öyle bir inme; imansız çıkamazsın

Boşuna peak yapıyorsun diyorum bak

Öyle bir normal ki; kıvırarak başka olamazsın

Allah Celle Celâlûhu

Allah, başka tanrı yok ancak O, daima yaşıyan, daima duran, bütün varlıkları ayakta tutan , ne gaflet basar onu ne uyku, göklerdeki ve yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni olmaksızın huzurunda şafaat edecek? Onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir, onlar ise onun dilediği kadarından başka ilm-i ilahîsinden hiç bir şey kavrıyamazlar, onun kürsîsi bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da vermez. O öyle ulu, öyle büyük azametlidir.

Sonsuzluk ve Edeb

Daha sonra şeytan edep yerlerini kendilerine göstermek için onların kafasına girdi ve “Rabbiniz sırf melek olup da sonsuz kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan men etti.Başka sebepten değil” dedi .

Araf.20

Kandırılışa bak, kanışa bak! Edebin asıl Allah'a olduğunu gör. Hiç Allah, cimrilik eder mi ki? Ya da varolan rahmeti yetmiyormuydu da sahiplenmeye kandılar? Hayır! Kanma gayrıya düşenin dediğine; o sadece bizim zannettiği iktidarımızı kıskandı! O'nun sonsuz iktidarı hiç gayrından gördüğün iktidara benzer mi ki? Sonsuz iktidarından rahatsız olunsun? Allah Aziz ve Celil bulunuyor. O sonsuz cömertlik sahibi. Hem sonsuzluğu O'nun rızasından başka ne doyurabilir ki o tercih edilsin rızasına? Edeb farz hakikaten. Neyi neden istediğine, niçin istediğine bak.Edebten önce hiçbir şey isteme O'ndan. Edepsizlik farkında olunmadan bir çirkinliktir. Şahdamarından yakın olana edep et! Edebsiz olarak bir ayıp yapacağına Edebli olarak yap ondan daha faydalıdır...

İlim Kerametlerin En Yücesidir

"...Bunda sadece yakınlaştırılmış meleklerin ve Allah'ın seçkin kullarının katkısı vardır. Bunlar kendilerinde genel-maddi bir keramet zahir olduğunu fark ettikleri anda, ondan kaçınıp Allah'a sığınırlar. Allah'tan bu kerameti normal adetlerle örtmesini dilerler. Ki halkın genelinden, kendilerini ayrıcalıklı kılan bir farklılıkla belirginleşmesinler.
İlim hariç.
Çünkü ilimle temayüz etmek istenen bir şeydir. İlimle temayüz etmek insanlık için yararlıdır. İlim kerametlerin en yücesidir."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Hz.Ali (K.v)

*Affetmekten utanmayın. Cezalandırmakta acele etmeyin.

*Akıl, gurbette yakın bulmaktır; ahmaklık vatanda gurbete düşmektir.

*Akıl gibi zenginlik, cehalet gibi yoksulluk yoktur.

*Edebe uymak bir kazanç, danışmak bir güçtür.

*Akıllı bir insan fakir olabilir, fakat o hiç kimsenin sadakasına muhtaç değildir.

*Akıllı kişi, tecrübelerden ibret alan kimsedir.

*Akil kişi, kemal talep eder.

*Aşağılık insanlarla yakınlaşmaktan kaçın, onlar ki yapmacık sevgilerini gösterip içlerinde kötülüğü saklarlar. Onları hoşnut tuttuğun sürece sana sevgi duyarlar, verili olmaktan geri kalırsan sana zehirlerini akıtırlar.

*Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken, başkasını ayıplamandır.

*Azgınlığın sonu ya rezil veyahut yok olmaktır.

*Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.

Anlayana En güzel Öğretmen (Köle,Cariye Ne Demektir)

Hadis No : 4141
Ravi: İbnu Ömer
Tanım: Bir adam Resulullah (sav)'a gelerek: "Hizmetçiyi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam susup cevap vermedi. Adam tekrar: "Ey Allah'ın Resulü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Bu sefer: "Her gün yetmiş kere affet." cevabını verdi.

Kaynak: Ebu Davud, Edeb 133, (5164); Tirmizi, Birr 31, (1950)

***

Hadis No : 4146
Ravi: Ebu Mes'ud el-Bedri
Tanım: Ben köleme kamçıyla vuruyordum. Arkamdan bir ses işittim. "Ebu Mes'ud, bil!" diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım. Bana yaklaşınca onun Resulullah (sav) olduğunu gördüm. "Ebu Mes'ud bil! Ebu Mes'ud bil!" diyordu. Kamçıyı elimden attım. "Ebu Mes'ud bil! Allah senin üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben: "Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedim.

***

Hadis No : 4148
Ravi: Ebu Hüreyre
Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden kimse "kölem", "cariyem" demesin. Köle de Rabbi (sahibim), rabbeti (sahibem) demesin. Malik (efendi) "Oğlum" "kızım" desin, Memluk (köle) de Seyyidi (efendim), seyyideti desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve celil olan Allah'tır."

Kaynak: Buhari, Itk 17; Müslim, Elfaz 14, (2249); Ebu Davud, Edeb 83, (4975, 4976)

***

Hadis No : 4149
Ravi:
Tanım: Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç kimse "Rabbini (efendini) doyur; "Rabbine abdest suyu dok"; "Rabbine su ver" demesin. Bilakis "Seyidim"; "efendim" desin. Sizden kimse abdi (kulum), emeti (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım", "yavrum" desin."

Kaynak: Müslim, Elfaz 15, (2249)

***

Hadis No : 4151
Ravi: Cerir
Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez."

Kaynak: Müslim, İman 122-124, (68, 69, 70); Ebu Davud, Hudud 1, (4360); Nesai, Tahrimu'd-Dem 12, (7, 102)

Bir Sivrisineği Bile, Sevgisiz, Saygısız Anmadı...

1. inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz
2. allâhe : Allah
3. lâ yestahyî : çekinmez
4. en yadribe meselen : darbı mesel, misal, örnek vermek
5. mâ : şey
6. beûdaten : sivrisinek
7. fe : fakat, hatta
8. mâ : şey
9. fevka-hâ : onun üstünde
10. fe emmâ : fakat, ama, ise
11. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
12. fe : artık, bundan sonra, böylece
13. ya'lemûne : bilirler
14. enne-hû : onun olduğu
15. el hakk : hak
16. min rabbi-him : Rab'lerinden
17. ve emmâ : ve fakat, ama
18. ellezîne : onlar
19. keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
20. fe : o zaman, böylece
21. yekûlûne : derler
22. mâzâ : ne
23. erâde : diledi
24. allâhu : Allah
25. bi hâzâ : bununla
26. meselen : misal, örnek
27. yudıllu : dalâlette bırakır
28. bi-hi kesîran : onunla çoğunu
29. ve yehdî : ve hidayete erdirir
30. bi-hi kesîran : onunla çoğunu
31. ve mâ yudıllu : ve dalâlette bırakmaz
32. bi-hi : onunla
33. illâ : ancak, sadece, den başka
34. el fâsıkîne : fasıklar, fıska düşenler

BAKARA - 26

Bilmeli ki Allah bir sivrisineği hattâ daha üstününü bir mesel yapmaktan sıkılmaz, iman edenler bilirler ki o şüphesiz hakdır, rablarındandır, amma küfre saplananlar Allah böyle bir mesel ile ne murad etmiş? derler, evet Allah onunla bir çoklarını şaşırtır, yine onunla bir çoklarını yola getirir, hem onunla ancak o fasıkları şaşırtır

***

Bir sivrisineği bile, sevgisiz, saygısız anmadı...

Sevgililer Bildi mi?

Sevgiden çekilince, insan nereden sevilir bildi mi acaba sevgililer?...

Onun Sayesinde Fikirlerin Ürettiği Şüphe Ve Kararsızlık Karanlıklarından Kurtulursun

Akıllı kimse, nefsini kendisi için gerekli olan şeylerle uğraştırır, ötesine geçmez. Çünkü insanın ömür süresi kısa ve nefesleri de sayılıdır. Geçen zaman bir daha geri gelmez. Bil ki, Allah, Tek İlâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra da O'nun mahiyetine, kemiyetine ve keyfiyetine dalmaya kalkma. İman yolundan ayrılma. Allah'ın sana farz kıldığı şeylerle amel et. Sabah akşam Rabbini, O'nun senin için belirlediği zikirlerle an. Allah'tan korkup sakın. Eğer Hak teala, kendisini bilmeyi sana bahşederse, bu, yararlı nurdur ki, kalbin onunla hayat bulur, onun sayesinde fikirlerin ürettiği şüphe ve kararsızlık karanlıklarından kurtulursun. Bütün Resuller ve Nebiler, Resullerin takipçileri muttaki keşif ehli zatlar Allah ile ilgili ilimleri hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü aynı kaynaktan gelen nurlardır.
"Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisa, 82)

İbn Arabi Hazretleri
"Kuran Mührü"nden

http://jonasclean.blogspot.com/2009/01/uraya-buraya-ynelerek-telaa-kaplmaz.html

O Kadir-i Mutlak mıdır Ve Başka Bir O Yaratabilir mi?

İnsanlar sizlere ilimden sormaya devam ederken şunu demeye kadar gelirler: "Anladık, Allah her şeyin yaratıcısıdır, pekiyi Allah'ın yaratıcısı kimdir?" Bunu söyledikleri zaman siz: "Allah birdir, Allah sameddir (ne bir yaratıcıya ne de bir başka şeye muhtaç değildir), doğurmadı, doğurulmadı da. O'nun bir dengi de yoktur" deyin, sonra solunuza 3 kez tükürüp istiâze ile şeytandan Allah'a sığının.

(Ebu Davud, Sünnet 19)

sav