Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Allah neden cehenneme gidecek varlıklari yarattı (Bir Deist'in hesabı)

Deist bir arkadaş bi tartışmada böyle bir soru sordu da cevabıyla birlikte blog yapayım dedim

Soru ve verdiğim cevap şeklinde direk kopyalıyorum
Üslubumu hoş karşılayın kibirle söylenmiş şeyler değil
karşımdakinin çocukçalığından dolayı aynı şekilde bir sevimlilikle esprili bir biçimde konuştum

Allah kusurlarımızı affetsin

***

Sorusu

tum yazdiklariniz okudum, bir de hosgoru diye ortaligi ayaga kaldirirsiniz, neymis tasavvuf mevlena, . saygi cercevesinde yazmis oldugum bir yazi icn saygisizca yanitlar vermissiniz. sizin gibi tahammulu bilmeyen fikir tartismayi bilmeyen biriyle yazisacak bir seyim yok.
cikartin veya silin beni bu gruptan sayin hosgorulu tasavvuf ehhli beser. fakat size sorumu sorayim o halde: her seyi bilen Allah ve sonsuz merhameti olan Allah neden cehenneme gidecek varliklari yaratti. mdem her seyi biliyor ve merhameti sonsuz, cehenneme gidecek varliklari yaratmadan once onlarin cehenneme gideceklerini de biliyordu. sonsuz merhamet ve ilim sahibi bu yaratici bile bile nasil olurda cehennemlik varliklari yoktan vareder. Allah yaratirken merhametli miydi, degilmiydi? Mesela Seytan(varsa eger) soyle sorsa Ey Allahim beni neden yoktan var ettin. sen herseyin bilgisine sahipsin. Benim itaat etmiyecegimi ve yarattigin cehenneme gidecegimi biliyordun. madem merhametlisin o halde beni neden yarattin. oyleyse sen sonsuz merhamet sahibi degilsin. ya da sonsuz ilim sahibi degilsin.? Hadi bunu cevapla. cuzzi irade diyeceksin bunu bilemeyiz diyeceksin yada biz onun mallariyiz ne isterse onu yapar diyeceksin peki ama Kurani Kerim de ki bu sonsuz merhamet ve ilim sifatlari birbiriyle cakismiyor mu? madem merhameti ustelik sonsuz madem alim ustelik sonsuz o hallde bile bile cehennemlik varliklari yaratirken merhametli miydi degilmiydi.? cevaplayamazssan ki cevap veremessiniz, o halde tanrinin bize din yollayip yollamadigini bilemeyiz, neden yarattigini da bilemeyiz. oyleyse islam yada herhangi bir dine gore inanmam mumkun degil.

***

Ve cevabım

he şöle açıl ya nedir öyle o tripler bana özelden yazın açıklıycam filan çok da bilmediğimiz şeyler değilmiş yani öyle değil mi?

Şimdi bak iyi dinle çok bilmiş beşer seni:)
Sana bir soru sorucam direk
Bir çok soru soracağım ama tek bir soru var altında görürsen
bunun cevabını düşünerek hayatını geçir akıllı ol:)

Sen! Allahın seni cehenneme göndereceğini biliyor musun?

Ya da aynı sen olan başkası!
Allahın kendisini cehenneme göndereceğini biiliyor mu?

Madem bilmiyorsun!
bu kötü niyet nerden kaynaklanıyor daha ortada hiç bişi yokken !?

Yoksa var mı bi kötü fikirlerin ki!
onun için mi bu kötü niyetin?

Dinin yani Allah'ın hesabının ne olduğunu iyi gör! yoksa yaptığın o kötü hesap aynen sana iade edilecektir ne az ne fazla hiç bir haksızlık yapılmadan!

:)
Hadi bakım şimdi tıpış tıpış islam dairesine
fazla uzaklarda dolaşma tepemi attırma benim
Fazla uzaklarda dolaşma ki niyetlerin bozulmasın

Hele din gününün hesap gününün kötü niyetlerin tek tek sorgulanacağı günün sahibi Allaha karşı kötü niyet insanı meleği cini şeytan yapar
Sen kim olasın ki o hesaptan böyle kaçarak kurtulabileceğini düşünüyorsun?

daha da açayım

Yani sen o sonsuz rahmet ve mermamet sahibi Allah hakkında O Allah hakkında KÖTÜ ZAN sahibisin! Beni cehenneme attı diyorsun! Bana kötülük edecek diyorsun! Ediyor diyorsun!

düşün bakalım bir insan hakkında bile kötü zan sahibi olmak nelere yol açar ya da sen merhametsizsen insafsızsan sana merhamet neden edilsin? Daha çok merhametsiz ve daha çok insafsız olasın diye mi? Cennette dahi kötüler bize rahat vermesinler diye mi o gibi zalim kişiler oraya alınsın?

bi de bu kötü zannınla o sonsuz ilim sahibi Allaha diyorsun ki

ben halimi değiştirmeyeyim ama sen benim bu kötü zannımı zorla değiştir

sonrada Allah zorba olur
bitmiyor ki kardeşim nefsin kaprisleri


İbn-i Arabi Özel Duası “HİZB-ÜL DEVR-İ A’L” (Büyük Dua)

“ALLAH” C.C. için, Hazreti Fahri Kâinât Efendimizin, âl’i’nin, Ashabının, Ehli beytinin,
Annelerimizin, Cümle Resûllerin, Enbiyâların pâk rûhlarına, Hz. Abdulkadir Geylâni’nin, Hz.
Şeyh-ı Ekber’in ve Onların Şahsında tüm Evliyâullahın ve Onların Muhibbi Olanların, ve bu
duâ’nın şâmil olduğu bütün Ümmeti Muhammedin, yakınlarımızın ruhları ve kendi ruhumuz
için 3 El-Fatihâ-ı Şerif, 12 İhlas-ı Şerif.
ALLAH kabul eyleye… AMİN

BÜYÜK DUA “HİZB-ÜL DEVR-İ A’L”
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM

1) Ey sonsuz dirilik, canlılık sahibi Hayy olan, Ey kendi varlığı ile kâim olup, mevcûtadı varlığı
ile var kılan Kayyum olan Allah’ım, Seninle korundum lütfen beni koru. Bismillâh, zırhıyla
hakikâtiyle, korunmasıyla, kifâyesiyle de bunu ikrâm eyle Yâ Rabbi.

2) Ey başlangıcı olmayan Evvel olan, Ey sonu olmayan Ahir olan Allah’ım, Mâşâallah lâ
kuvvete illâ billâh; hazinesinin dairesinin içindeki gaybî sırlarla, o kıymetli dâirenin içerisine lütfen
beni de sok Yâ Rabbi.

3) Ey hoşgörülü Haliym olan, Ey her türlü şeyi örten, kapayan gizleyen Settâr olan Rabbim,
Ve’tesimû bihablîllâhi âyetinin sırrıyla, tesettürü, hicâbi korunma ve kurtulma vesilesiyle lütfen
bana da korunmayı, örtünmeyi nasip eyle.

4) Ey her şey’i ihâta eden, kuşatan Muhît olan, ey kudreti her şey’e yeten Kâdir olan
Allah’ım, Zâlike hayrûn zâlike min âyâtîllâh âyetinin bereketiyle, emniyet sûrûruyla, giysilerin en
hayırlısı olan takvâ libasından giyinenlerden olmayı, âziz ve güçlü kuvvetinle lütfen nasip elye Yâ
Rabbi.

5) Ey Kârib, Ey Mucîb, Ve mahüm bi darrine bihî min ehadin illâ biiznîllâhi âyetinin
mânâsıyla, korunmasıyla, hürmetiyle lütfen beni, nefsimi, ailemi, dinimi, malımı, evlatlarımı, evimi
icâbet eyle, koru ve kurtar Yâ Rabbelâlemiyn.

6) Ey belâları reddeden Mâni olan, Ey faydaları veren Nafi olan Allah’ım, Ehâzetuhû
ğâşiyetün min a’zâbîllah âyetlerinle, Esmâlarınla, kelimelerinle, şeytanın şerrinden, sultanın
şerrinden ve herhangi bir zalimin veyâ haklarımı gasb etmek isteyen zorbanın şerrinden lütfen
beni koru Yâ Rabbi.

7) Ey zillete düşüren, değersiz kılan Muzill olan, Ey zarar vereni yaptığının karşılığıyla
ödeştiren Muntakim olan Allah’ım, zulmedici kulların ve onların yardımcıları eğer bana kötü tuzak
hazırlamışlarsa onların işitmelerine kalplerine, basiretlerine Femen yehdîyhî min ba’dillâh
âyetindeki gibi bir perde koyarak, kurtarıcım ol lütfen Yâ Rabbi.

8) Ey izhâr ettiklerini geri alan ve her şey’i kudreti altında tutan Kâbız olan, Ey dilediği her şeyi
ortadan kaldıran Kahhâr olan Allah’ım bana tuzak kuranların mekirlerine, hilelerine, azaplarına
karşı Fe mâ kâne lehû min fi’etin yensurûnehû min dûn’îllâhi âyetinin sırrıyla, mânâsıyla,
yardımcı olduğun kullarının arasına beni de lütfen dahil eyle, tuzakçıları da rezil, mağlup ve
perişan olarak reddet, kifâyet eyle onları Sana havâle ediyorum Yâ Rabbi.

9) Ey Zâtına ve Sıfâtlarına fenâlık, noksanlık, sınırlılık ve hiçbir şekilde kusur bulunmayan
Subbûh olan, Ey, mukaddes ve arı Kuddûs olan Allah’ım, Akbil velâ tehaf inneke min’el
âminîne” bi fadzlîllâhi âyetinde ki münacâtın lezzetini lütfen bana tattır ve bu âyetin fazlıyla,
sırrıyla emniyet içersinde bulunanlardan olmayı da lütfen nasip eyle Yâ Rabbi.

10) Ey zarara uğratan, her şer kabul edilenin mutlak var edicisi Dârr olan, Ey ölümü tattıran ve
dilediğine dönüştüren Mumit olan Rabbim, Fe kuti’a dâbir’ul kavm’illezîne zalemû,
velhamdülillâhi rabb’il â’lemîyn âyetinin sırrıyla, zulme saplanan kavimlerin kökü kesilmiştir çok
şükürler olsun Sana. Lütfen yine zalimlere (âyette bahs olunanlar misâli) vebâlini, nikâlini, zevâlini
tattır Yâ Rabbi.

11) Ey yakîn hâlini yaratan Selâm olan, Ey gaybın sonsuz sırlarına açık idrâkı oluşturan
Mü’min olan Allah’ım, düşmanların devletine karşı Lehüm’ül büşrâ fi’l hayâtiddünyâ ve fi’l
âhiretî lâ tebdîle likelimâtillâh âyetinle dünya hayatı için müjdeler verdiğin, dünya ve âhiret
hayatı için ise sözlerinde, vaadlerinde bir değişiklik bulunmayan Rabbim.. Bu âyetin sırrıyla lütfen
beni de huzurlu eyle Yâ Rabbi.

12) Ey sonsuzluğuyla azamet sahibi A’zîm olan, ey izzet bahşeden ve dileğince değerli kılan
Muizz olan Allah’ım, Ve lâ yahzünke kavlühüm inn’el İ’zzete lillâhi âyetinde ki sırrınla, celâllik
sultanlığının, saltanatının ve gururunun verdiği azametli, korkutucu tacınla beni taçlandır lütfen Yâ
Rabbi.

13) Ey Zâtıyla tüm kemâl sıfatlarına sahip ve tek hükümran Celîl olan, ey sonsuz mânâlara
sahip, yeğane üstünlük sahibi ve üstünlüğünü de ancak kendi kendiyle değerlendiren Kebîr olan
Allah’ım, Felemmâ ra’eynehû ekbernehûnne ve kataâ’ne eydiyehünne ve kulne hâşalillâhî
âyetinin sırrıyla verdiğin celâllik, mükemmellik, ikbâllik, yüce azâmet ihtivâ eden cübbeyi bana da
giydir Yâ Rabbi.

14) Ey eşi benzeri olmayan A’zîz olan, Ey Aşk kaynağı, sevilen gerçek ve Tek mutlak varlık
Vedûd olan Allah’ım, Yühibbûnehüm kehubbîllâh, vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh
âyetinin sırrıyla, lütfuyla, ülfetiyle, yakînlığıyla bana karşı kullarının kalplerine sevgi, sadakat,
meveddet eyle.. ki böylece bu kullarının gönülleri itaat etsinler ve boyun eğsinler Yâ Rabbi.

15) Ey apaçık ortada, algılanabilen Zâhir olan, Ey gizli, ortada olmayan, algılanamayan, Bâtın
olan Rabb’im lütfen Yühibbuhum ve yühibbunehû ezilleten a’lâ’l mü’minîne ei’zzeten a’lâ’l
kâfirîne yücâhidûne fî sebilillâhi âyetinin sırlarının ve nûr’unun verdiği gücü benim üstüme de
gönder, bana da ikrâm ve ihsân eyle, o kulların gibi sevilmeyi, sevmeyi, mü’minlere karşı yufka
yürekli olmayı, gerçeği örtenlere karşı da senin yolunda cihâd ehlî olmayı lütfen nasip eyle Ya
Rabbi.

16) Ey varlığına bir şeyin girmesi, çıkması imkânsız, ihtiyaçtan, beri Samed olan, ey açığa
çıkaran idrâk ettiren, kendisiyle irşâd olunan Nûr olan, sermedî olan Allah’ım, Fein hâccûke
fekul eslemtü vechiye’lillâh âyetinin sırrıyla vechimi (Yüzümü) işrâk, ünsiyet ve cemâlinin
nûruyla lütfen aydınlat Yâ Rabbi.
fekul eslemtü vechiye’lillâh âyetinin sırrıyla vechimi (Yüzümü) işrâk, ünsiyet ve cemâlinin
nûruyla lütfen aydınlat Yâ Rabbi.

17) Yâ Bedîa’s semâvative’l arz Yâ Zelcelâli ve’l ikrâm, Ey Tek, varlığında benzeri
olmayan, şey’leri icâd eden, göklerin ve yerin Nûr’u Cemâli, Ey Celâl ve mutlak hüküm ve ikrâm
sahibi Allah, vehlul u’kdeten min lisânî yefkahû kavlî (Hz. Musa’nın duası) âyetinin sırrıyla,
mânâsıyla (Musâ Aleyhisselâm’ın dilini çözdüğün gibi) lütfen bana da üstünlüğümü, belâgatimi ve
fasihliğimi ikrâm eyle Yâ Rabbi.

18) Allah’ım «Sümme telînü cülûduühüm ve kulûbühüm lî zikrîllâhi» âyetinin sırrıyla, yüzü
suyu hürmetine lütfen Senden korkan, derileri ürperen ve sonra, derileri ve yürekleri Allah’ın zikri
için yumuşayanlara nasip ettiğin gibi bana da Rahmetinle inceliğinle lütfen acı Yâ Rabbi.

19) Ey hükmünü zorunlu olarak, ister istemez kabul ettiren Cebbar olan, Ey dilediği her şey’i
ortadan kaldıran Kahhar olan Allah’ım, Ve me’nnasru illâ min i’ndi’llâhi âyetinin sırrıyla, lütfen
beni heybetinin kılıcıyla, gücüyle, şiddetiyle, dayanıklığıyla, düşmanlarının zorbalığına ve güçüne
karşı bana heybetini ve yüceliğini zırh gibi giydir Yâ Rabbi.

20) Ey açan, yayan, genişlik veren Bâsit olan, Ey sürekli aşama (feth) kapıları açan, tüm
kapanıklıkları geçiren, Fettâh olan Allah’ım, lütfen Rabbişrah lî sadrîy ve yessirlîy emrî âyetinin
sırrıyla bana da bu âyetin verdiği meserresi (bilinç aydınlığını) kolaylaştırır ve sevinci lütfen dâim
ikram eyle Yâ Rabbi.

21) Kolaylık verici, hoş tutucu Rabb’im, lütfen Elem neşrahleke sadrak âyetinin sırrıyla,
bereketiyle, benim de lütfen kalbime, (bilincime) genişlik, açıklık, aydınlık (nûr) ikrâm eyle Yâ
Rabbi.

22) Yâ Rabbî, Yevmeizin yefrahul mü’minûne bi nasrîllâh âyetinin sırrıyla, müjdeleriyle,
sevindirdiğin, yardım ettiğin ve galip getirerek, feraha kavuşturduğun mü’min kulların gibi lütfen
bizi de müjdele, sevindir, galip eyle, feraha çıkar.

23) Ey lutûf sâhibi, birimin özünde ve yapısında yer alır biçimde mevcût Lâtîf olan, Ey son
derece merhametli Raûf olan Rabb’im, Ve tatmainnu kulûbühüm bizikr’îllah âyitinin sırrıyla,
kalpleri seni zikretmekle huzurlu olan, imân nasip ettiğin kulların gibi benim kalbime de lütfen
imân, huzur ve sukûnet ikram eyle…

24) Ey sabırla, rızâsı olmayan şeylerin neticesini bekleyen Sabûr olan, Ey ikrâm ettiklerinin
değerini bilene, şükredene fazlasıyla karşılık veren Şekûr olan Allah’ım, Kem min fietin kalîletin
ğalebet fieten kesîreten biiznîllâhi âyetinin sırrıyla ve izninle, sabırlı olan sabitliğinin,
sadâkatinin güçleri gibi bize de aynı gücü lutf eyle, ikram eyle Yâ Rabbi.

25) Ey koruyan, muhâfaza eden, ayakta tutan, hıfz eyleyen Hâfiz olan, ey vekîl tutanların işini
en mükemmel biçimde sonuçlandıran Vekîl olan Allah’ım, Lehû mua’kibâtun min beyn’î
yedeyhî ve min halfiîhi yahfizûnehû min emrîllâh âyetinin sırrıyla, şâhidleriyle, tanıklarıyla,
askerleriyle, lütfen beni de önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden ve altımdan,
(her yönden) koru, koruyucum ve vekilîm olan Allah’ım.

26) Ey kendi varlığı ile mevcûdatı varlığıyla var kılan Kaim olan ve Ey Dâim olan Allah’ım, Ve
keyfe ehâfu mâ eşrektüm ve lâ tehâfûne ennekûm eşrektüm billâh, âyetinde sözü geçen,
burhân sâhibi kimselerin, (şirk ehlî olmayan) dayandığı gibi benim de ayaklarımı yolunda sâbit
eyle lütfen Yâ Rabbi.

27) Ey güzel Mevlâm, Ey güzel Kurtarıcı, E’tet’ethizünâ hüzûven kâle eûzu billâh âyetinin
sahibi olan kimseyi gâlib kıldığın gibi beni de düşmanlarıma karşı gâlip eyle lütfen Yâ Rabbi.

28) Ey talep ettiren Tâlib olan, Ey talep ettirdiğine de talebini ikrâm eden yeğane Gâlib olan
Allah’ım, İnnâ erseinâke şâhiden mubeşşiren ve nezîren litu’minû billâh âyetinin sırrıyla,
imânıyla, bereketiyle, tanıklıkla, uyarıcı ve müjdeci olarak Rasûlün Muhammed Sallallahû
Aleyhi ve Sellem Efendimizi âzizlikle, heybetlikle, desteklediğin gibi beni de lütfen destekle Yâ
Rabbi.

29) Ey kifâyet eden, yeten, yetişen, el veren Kâfi olan, ey şefaat eden, şifâ veren Şâfî olan
Allah’ım, lütfen beni «Lev enzelnâ hâz’el Kur’âne a’lâ cebelin lareeytehû hâşia’an
mutesaddian min haşyet’illâh» âyetinin sırrıyla, verdiğin faydaların ve birikintilerin yüzüsuyu
hürmetine düşmanlara, kötülere karşı destekle, kifâyet eyle, yardımcım ol lütfen Yâ Rabbi.

30) Ey karşılıksız olarak ihsânda bulunan Vahhab olan bağışlayıcı, Ey sonsuz mânâlarıyla
sürekli rızık verici Rezzâk olan Allah’ım, Kulû veşrebû min rizkîllahî âyetinin sırrıyla rızıklarda
sağladığın kolaylığı, musahhar kılmasını kabul edilmesini bana indinden lûtfet Yâ Rabbi.

31) Ey Tek, yardımcı, hâmi, dost, dilediğine arka çıkıp onları kemâle ulaştıran Velî olan, Ey
yüce fevkalâde yüksek A’lîy olan Allah’ım, Zalike min fadzlîlâh âyetinin sırrıyla inâyetiyle,
medediyle, mutluluğuyla ve fazla fazla devamıyla, selâmetle korumakla, sahip çıkmakla bana
Velîlik yap (sahîp çık), imdâd eyle lütfen Yâ Rabbî.

32) Ey sınırsız cömertlik Kerim sahibi, Ey yeğane zenginlik sahibi Gâniy olan Allah’ım İzâ
fea’lû fâhişeten ev zalemû enfüsehüm zeker’ûllâhe festağferû lizünûbîhim ve men
yağfir’uzzunûbe illâllah âyetinde zikrolan Rasûlünün yanında seslerini alçaltmış olan kimseleri,
affederek ikrâm ittiğin gibi lütfen bu vesileyle bana da affınla, saadetle ikrâm eyle..
Ey Tek, hüküm sahibi, hükmü kayıtsız şartsız yerine gelen Hakîm olan, Ey Tek, tövbeleri
kabul edici Tevvâb olan ve Ey Tek, va’adinde sadık, sözünde duran, nimetleri herkese ihsân
eden, muhsin Berr olan Allah’ım, onların bilinçlerine nasûh tevbeleri ikrâm ederek nasûh
tevbesinin oluşmasını sağladığın, ikrâm ettiğin gibi bana da lütfen nasûh tövbesi ikrâm eyle Yâ
Rabbi.

33) Cüzlerden, parçalardan meydana gelmemiş “TEK” Vâhid, Ahad, olan ALLAH, Fea’lem
ennehû lâilâheilâllâh, Senin sözün ve takvâ olan bu âyetinle sevgilin Rasulûn Muhammed
Sallallahû Aleyhi Vessellem Efendimizi bağladığın gibi lütfen bizleri de bu âyetin sırrıyla,
mânâsıyla bağla Yâ Rabbi.

34) Ey Rahman ve Rahiym olan Allah’ım, Kul Yâ i’bâdiyellezîne esrefû a’lâ enfusihîm lâ
taknetû min rahmet’îllâh âyetinin verdiği ni’metle ümit edenler ve kurtulmuş olan ve sonları
güzel olan kimselere bağışladığın gibi lütfen benim de sonumu iyi ve hoş eyle Yâ Rabbi.

35) Ey yaratıklarının hitâplarını her hâliyle algılayan Semî olan, ey yarattıklarına mekânca
yâkin Kârib olan, Allah’ım, Da’vâhum fihâ subhâneke allahumme ve tahiyyatehum fihâ
selam ve âhiru da’vâhum enil’hamdu lillâhi rabbilâlemiyn yüce âyetinin hürmetiyle, takvâ
sahibi, selâmlanan, barış ve şükür sahibi olan mü’minlere hazırlanmış olan A’dn Cennetleri’ne
onları yerleştirdiğin gibi beni de lütfen oralarda yerleştir ve barındır Yâ Rabbel’âlemiyn.

---

Yâ Allah, Yâ Allah, Yâ Allah, Yâ Rabbim,
Ey Fayda verici, Ey kötülükleri geri çevirici, Ey Rahman ve Rahiym olan Allah, bu
Âyetlerin sözlerin ve Esmâlarının yüzüsuyu hürmetine kazandırıcı bir güç ikrâm eyle..
bizlere bereketli, bol rızıklar, huzurlu yürekler, aydınlanmış kabirler kolay verilen hesap ve
büyük ecirler ikrâm eyle Yâ Rabbi.
Allah’ım Efendimiz Muhammed Sallallahû Aleyhi ve Sellem’ Â’lîsine, Sahabesine çok
selâm ver. Öyle selâmlar ve duâlar ver ki, Senin halkının sayısı kadar, Senin kelimelerin ve
sözlerin tükettiği mürekkepler kadar ve rahmetin en son zirvesine kadar.
Allah’ım Sana sığındım ki, bu sığınmam aynen güçlü ve çetin köşelere sığınanların hâli
gibidir.
Allah Rasûllerine selâmlar olsun, âlemlerin Rabbîne şükürler olsun.
İnşirâh Sûresinin Mânâsı: Senin göğsünü geniş kılmadık mı? Biz, belini büken ağırlığı
üzerinden kaldırdık. Namını yükselttik. Her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Bir işi
bitirince başka bir işle meşgûl ol. Her işinde ancak Rabbine niyâz eyle.
Salavât-ı Şerife’nin Mânâsı: Allah’ım salâtın ve duâların Efendimiz olan Muhammed
Sallâllahû Aleyhi ve Sellem’e öyle selâmlar olsun ki bu selâmlarla ve duâlarla ukdelerimiz
beşeri zafiyetlerimiz, zulmetlerimiz çözülsün, dertlerimiz yok olsun, gönüllerimiz ferah
olsun, ayrıca dünya da ve ahırette olan meselelerimiz kolaylıkla çözülsün Yâ Rabbi.
Allahümme Salli âlâ seyyidînâ Muhammed ve â’lâ âlîhi ve sahbîhî ve sellîm. AMİN.
Hazreti Fahri Kâinât Efendimizin, Âl’i’nin, Ashabının, Ehli Beytinin, Annelerimizin Cümle
Resullerin, Enbiyâların, Hz. Şeyh-i Ekber’in, onun muhibbi olanların, cümle evliyâaların,
Rical Ehlinin ve bu duâ’nın şâmil olduğu bütün Ümmeti Muhammedin ruhları ve ALLAH
için El Fatihâ-ı Şerif.
NOT: Çok kıymetli adeta hazine diyebileceğimiz bu dua Abdürkadir Geylâni
Hazretliri’nin manevi evladı olan Hz. Şeyh’ül Ekber’in Şam’da bulunan türbelerinde sabah
ve akşam okunmaktadır.
Büyük dua Hiz’b’ul devril alâ’da anılan âyetlerin bilgi verilmesi için hangi surede
bulundukları parantez içersinde verilmiştir. Ayrıca rahatlıkla manasına bakılabilmesi için
duaların paragraf başlarına da numara konulmuştur aslında numara bulunmamaktadır.
Dolayısıyla dua okunurken numaraların okunmasına da gerek yoktur. Allah C.C. daim
faydalanmayı nasip eyleye. Amin.

Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki

İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur. Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar. Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur. Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var… Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler.

Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar…
Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… güneş,ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı. Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte. O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin? Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.

Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur. Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak! Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz. İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdâl, onlara öbür âlemden bahsetti mi, “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.

Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez.
Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz. Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan. Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir. *Sende bu âlemin güzelliğine tamah etmektesin de bu tamah, o ebedî âlemin güzelliğine perde oluyor. *Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki seni doğruluk hayatından uzaklaştırmakta. *İyi bil ki tamah seni kör eder… şüphe yok. Senden yakînı örter. *Tamah yüzünden Hak, sana bâtıl görünür…tamah yüzünden sende yüzlerce körlükler artar durur. *Doğrular gibi tamahtan çekinde ayağını o eşiğin üstüne bas. *O kapıdan girdin mi kurtulursun. Gamdan da dışarıya ayak atmış olursun neşeden de. *Can gözün aydınlanır Hakk’ı görür; küfür karanlığından kurtulur, din nuru kesilir. *Erlerin öğüdünü canla, başla dinle de korkudan kurtulup emniyete eriş.

mevlana hazretleri
mesneviden

Tasavvuf İslama Uygun mudur

Bir vakıt da İbrahim: "Yarabbi göster bana ölüleri nasıl diriltirsin?" demişti, "İnanmadın mı ki?" buyurdu, "İnandım velâkin kalbim iyice yatışmak için" dedi, "Öyle ise", buyurdu: "Kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt sonra da çağır onları sana koşa koşa gelsinler; ve bil ki Allah hakikaten azîzdir, hakîmdir."

Bakara/260

Kalbin yatışmasını istemek, açıkça görülüyor ki küfür değildir!

Tasavvuf büyüklerinden

Ey nefsim niye korkuyorsun? Aç kalacağım diye mi? Hiç korkma, senin Allah katında o kadar değerin yok. Allah ancak Muhammed'i (s.a.v.) ve ashabını aç bırakır.

...

Vaiz isteyen gece ile gündüzün değişmesine baksın.


...


İzzetine ant olsun ki, beni cehenneme soksan, orada kül olsam yine Sen'den ümit kesmem.

...


Allah'tan korkunda nasıl isterseniz öyle olun, bilin ki , insan herkese iyilik yapsa da yalnızca tavuğuna kötülük yapsa yine iyilerden olamaz.


...

Allah'a aşık olan mutlaka O na kavuşacağından emindir,şuraya buraya yönelerek telaşa kapılmaz.

Çünkü bilir ki Allah zamanla ve mekanla kayıtlı değildir ki bu yüzden oraya buraya yönelsin.

Tasavvuf büyükleri neden büyüktür niye büyüktür nasıl büyüktür

Şeyh Sadi-i Şirazi hazretleri (selam olsun) bostan ve gülistan adlı eserinde şöyle anlatıyor...

"...Abdülkadir Geylani hazretlerini Kabe'nin hareminde gördüm. Yüzünü çakıl taşları üzerine koymuş, muttasıl böyle diyordu:

"İlahi! Beni affet. Eğer azaba düçar olacaksam, kıyamet günü beni kör olarak dirilt, mezardan beni gözüm görmez olarak çıkar da, iyilerin karşısında mahcup olmayayım."..."

***

"...iyilerin karşısında..."

imam ı rabbani hazretleri mektubat 46.mektub

Bu mektûb, mevlânâ Hamîd-i Bengâlîye gönderilmiş olup, Kelime-i tevhîdin üstünlüklerini ve islâmiyyetsiz Evliyâlık olamıyacağını bildirmekdedir:

Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Bu güzel kelime, zılleri, hakîkati ve islâmiyyeti içinde taşımakdadır. Sâlik, nefy [ya’nî (Lâ)] makâmında bulundukca, tâlib [yolcu] mertebesindedir. (Lâ)yı temâmlayıp, Allahü teâlâdan başka hiçbirşey görmeyince, yolu temâmlamış ve (Fenâ) makâmına yetişmiş olur. Nefyden sonra, isbât makâmına [Ya’nî (İllallah) diyerek sülûkden cezbeye geçince, hakîkat mertebesine gelir ve (Bekâ) hâsıl olur. Bu nefy ve isbât ile [(Lâ ilâhe) ve (İllallah) demekle] ve yolculuk ve hakîkat ile ve bu Fenâ ve Bekâ ile ve bu sülûk ve cezbe ile, (Vilâyet) [Evliyâlık] ismine kavuşur. Nefs, emmârelikden kurtulup, itmînâna kavuşur. Müzekkâ ve mutahhar olur [temizlenir]. Demek ki, Evliyâlık, bu güzel kelimenin ilk yarısı olan (Nefy ve isbât) sâyesinde ele geçmekdedir. Bu kelimenin ikinci kısmı, Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalevât” sonuncusunun, Peygamber olduğunu göstermekdedir. Bu ikinci kısm, islâmiyyeti hâsıl etmekde ve kemâle getirmekdedir. Seyrin başlangıcında ve ortasında hâsıl olan islâmiyyet, islâmiyyetin sûretidir. İsm ve şeklden başka birşey değildir. İslâmiyyetin aslı, özü, vilâyet hâsıl oldukdan sonra ele geçer. Bu zemân, Peygamberlerin “aleyhimüssalevât” tam izinde gidenlere, onlara mahsûs olan (Kemâlât-i nübüvvet) hâsıl olur. Vilâyetin iki parçası olan, yolculuk ve hakîkat, islâmiyyetin hakîkatini ele geçirebilmek için ve Kemâlat-i nübüvvete kavuşabilmek için, sanki iki şart gibidir. Vilâyet, sanki, nemâzın abdesti ve islâmiyyet, nemâz gibidir. İbtidâda, sanki hakîkî [görünen, maddî] necâsetler temizlenmekde, hakîkatde ise, hükmî [maddeli değil, görünmez] necâsetler temizlenmekdedir. Böyle tam tahâret sâyesinde, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa elverişli olur. İnsanı Allahü teâlâya yaklaşdıran mertebelerin en sonu olan nemâzı kılabilecek bir hâl alır. Nemâz dînin direğidir ve mü’minin mi’râcıdır. Nemâz kılabilecek şekle girer.

Bu güzel kelimenin, bu ikinci kısmını, sonsuz bir deniz gibi gördüm. Bunun yanında, birinci kısmı, bir damla gibi görünüyor. Elbet, Peygamberlik kemâlâtı yanında, Evliyâlık kemâlâtı hiçbirşey değildir. Sübhânallah! Ba’zıları, şaşı gibi iğri görerek, Evliyâlığı, Peygamberlikden üstün sanmış ve özün özü olan islâmiyyeti, kabuk gibi görmüş. Ne yapsınlar, islâmiyyetin yalnız sûretini, dışardan görebilmişler. Özü, kabuk sanmışlar. Peygamberlerin halk ile meşgûl olmalarını, noksânlık bilmişler. Bu meşgûllüğü, insanların birbiri ile görüşmeleri gibi sanmışlar. Evliyâlığı, Allahü teâlâya doğru ilerlemek olduğundan, dahâ üstün görmüşler. Vilâyet, nübüvvetden dahâ üstündür demişler. Bunlar bilmiyor ki, kemâlât-i nübüvvetde de yükselirken, vilâyetde olduğu gibi, Allahü teâlâya doğru ilerlemek vardır. Hattâ, vilâyetdeki ilerleme, nübüvvetdeki ilerlemenin bir sûreti, görünüşüdür. Nüzûl ederken [ya’nî geri inerken], vilâyetde de, nübüvvetde de, halk ile [mahlûklar ile] meşgûl olmak vardır. Fekat, bu meşgûl olmaklar birbirine benzemez. Vilâyetde, (Zâhir), [ya’nî beden ve his uzvları] halk ile olup, (Bâtın) [kalb, rûh ve diğer latîfeler] Allahü teâlâ iledir. Hâlbuki, Peygamberlikde, nüzûl ederken, zâhir de, bâtın da, hep halk ile meşgûl olur. Bütün varlığı ile, kulları Allahü teâlâya çağırmakdadır. Bu nüzûl, vilâyetdeki nüzûlden, dahâ tam ve kâmildir.

Bu büyüklerin halka teveccühleri, ya’nî halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi değildir. Halk, birbiri ile görüşürken, birbirlerine, ya’nî Allahü teâlâdan başkasına, düşkün, bağlı bir hâldedir. Bu büyükler ise, halk ile görüşürken, bunlara bağlı değildir. Çünki, bu büyükler, dahâ ilk adımda, Allahü teâlâdan başka şeylere bağlı olmakdan kurtulmuş, halkın Hâlıkına bağlanmışlardır. Bunların halk ile görüşmesi, halkı, Hakka doğru çekmek içindir. Allahü teâlânın beğendiği yola getirmek içindir. İnsanları, Allahü teâlâdan başka şeylere kul, köle olmakdan kurtarmak için, onlarla görüşmek, kendini Hak ile bulundurmak için olan görüşmekden elbet dahâ üstün, dahâ kıymetlidir. Meselâ, bir kimse, Allahü teâlânın ismini söylerken, bir kör geçse ve önünde kuyu olsa ve bir adım atınca kuyuya düşecek olsa, bu kimsenin, Allahü teâlânın ismini söylemeğe devâm etmesi mi efdaldir, yoksa söylemeği bırakıp, körü kuyudan kurtarması mı kıymetlidir? Şübhesiz körü kurtarması, zikr-i ilâhîden dahâ iyidir. Çünki, Allahü teâlânın, ona ve onun zikrine ihtiyâcı yokdur. Kör ise muhtâc bir kuldur. Bunu zarardan kurtarmak lâzımdır. Hele, kurtarmağı islâmiyyet de emr etdiği için, onu kurtarmak, zikrden dahâ mühimdir. Çünki, emre de uyulmuş olur. Zikr etmekde, yalnız Hak teâlânın hakkı vardır. Onun emri ile körü kurtarmakda, iki hak yerine getirilmiş olmakdadır. Biri kul hakkı, biri de Yaratanın hakkı. Hattâ bu hâlde zikre devâm etmek, belki günâh olur. Çünki zikr, her vakt iyi olmaz. Ba’zan, zikr etmemek güzel olur. Yasak edilen günlerde ve harâm olan vaktlerde oruc tutmamak ve nemâz kılmamak, oruc tutmakdan ve nemâz kılmakdan dahâ iyidir.

[Din düşmanları, müslimânlar egoist, hodbîn olur sanıyor. Cennet ni’metlerine kavuşmağı düşünür. Başkalarına iyilik etmeği düşünmez, diye iftirâ ediyor. Yukarıdaki yazı, bu sözlerinin, yalan ve iftirâ olduğunu açıkca göstermekdedir].

(Zikr) demek, kendini gafletden kurtarmak demekdir. [(Gaflet), Allahü teâlâyı unutmak demekdir.] Zikr, yalnız (Kelime-i tevhîdi) söylemek ve tekrâr tekrâr (Allah) demek değildir. Her ne şeklde olursa olsun, kendini gafletden kurtarmak, zikr olur. O hâlde, islâmiyyetin emrlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak, hep zikrdir. İslâmiyyetin emrlerini gözeterek yapılan alışveriş zikrdir. İslâmiyyete uygun olarak yapılan nikâh, talâk [boşanma] zikr olur. Çünki, bunları yaparken, emrlerin, yasakların sâhibi hep hâtırlanmakdadır. Ya’nî gaflet gitmekdedir. Şu kadar var ki, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları ile yapılan zikr, çabuk te’sîr eder ve sevgisini hâsıl eder ve çabuk kavuşdurur. Emrlere, yasaklara yapışmakla hâsıl olan zikr, böyle değildir. Bununla berâber, böyle zikrlerden ba’zısının da, çabuk netîce verdiği, pek az olarak görülmüşdür. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî buyurdu ki, (Mevlânâ Zeyn-üd-dîn-i Taybâdî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ilm ile Allahü teâlâya vâsıl olmuşdur). Bundan başka, ism ve sıfat ile yapılan zikr, islâmiyyete uymakla olan zikre sebeb olur. Çünki, dînin sâhibini tam sevmedikce, her işde islâmiyyeti gözetmek çok güc olur. Tam muhabbeti elde etmek için de, ism ve sıfatla olan zikr lâzımdır. O hâlde, islâmiyyete uyarak zikr ile şereflenmek için, önce ism ve sıfatla olan zikr lâzımdır. Evet, cenâb-ı Hakkın lutfü ve ihsânı ayrıdır. Hiç sebeb olmadan, dilediğini, dilediğine ihsân eder. Nitekim Şûrâ sûresinde, onüçüncü âyet-i kerîmede meâlen, (Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşdurur) buyruldu.

[Mazher-i Cân-ı Cânân “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, (Makâmât-i Mazheriyye)deki onbirinci mektûbunda buyuruyor ki, (Üç dürlü zikr vardır:

1— Kalb karışmadan, yalnız dil ile söylemekdir. Bunun fâidesi yokdur.

2— Ağızla söylemeyip, yalnız kalb ile yapılan zikrdir. Zikrin nasıl yapılacağı (Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) c.2, sh.113 de yazılıdır. Buna, tesavvufda (Zikr-i hafî) denir. Bu da, yalnız Zât-ı ilâhiyeyi zikrdir. Yâhud, sıfatlarını düşünerek yapılır. Ni’metleri de düşünülürse, buna (Tefekkür) denir.

3— Kalb ile ve dil ile birlikde zikrdir. Dil ile kendi işitecek kadar söylenirse, islâmiyyetde (Zikr-i hafî) denir. Âyet-i kerîmede emr olunan, bu zikr-i hafîdir. Başkası da işitirse (Zikr-i cehrî) denir. Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, zikr-i hafînin zikr-i cehrîden efdâl olduğunu gösteriyor. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alîye öğretdiği zikr-i cehrî, kendi işitecek kadar olan zikrdir ki, hakîkatde, zikr-i hafî demekdir. Zikrden önce kapıyı kapatdırması da, böyle olduğunu gösteriyor). (Tefsîr-i azîzî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Dehr sûresini açıklarken diyor ki, (Zikr etmek, Allahdan başka şeylerin sevgisini, onlara düşkün olmağı kalbden çıkarmak içindir. Kalbin mahlûklara bağlılığını yok etmek için en iyi ilâcın zikr olduğu tecribelerle anlaşılmışdır. Hadîs-i şerîfde, (Zikr ederek, kalblerinin yükünü hafîfletenlerin yolunda olunuz!) buyuruldu. Bunun için, (Allaha, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, kalbin mahlûklara olan bağlantılarını kesmek, onu dünyâ zevklerine düşkün olmakdan kurtarmak lâzımdır. Kalbi kurtarmak için de, zikrden dahâ fâideli bir ilâc yokdur) demişlerdir). [Tesavvuf ehlinde meşhûr olan simâ’ ve raks iki nev’dir: Birincisi, kalbin ve nefsin fânî olmasından sonra, cemâl veyâ celâl sıfatlarının tecellîsinde hâsıl olur ki, bunda aklın ve nefsin müdâhalesi yokdur. Celâleddîn-i rûmînin ve Sünbül Sinân efendinin zikr, simâ’ ve raksları böyle idi. Şâh-ı Nakşibend “rahmetullahi aleyh” (Biz, bunu inkâr etmeyiz) buyurdu. İkincisi, ba’zı câhil ve gâfil tarîkatcıların, noksan akllarına ve azgın nefslerine uyarak, bağırmaları ve zıplamalarıdır. (Biz, bunları yapmayız) buyurdu.]

Ra’d sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Biliniz ki kalbler, ancak Allahı zikr etmekle itmînâna kavuşur) buyuruldu. İtmînân, sükûn, râhat demekdir. Harf-i cerli olan zikr kelimesinin fi’lden evvel söylenmesi, hasrı ifâde eder. Ya’nî, itmînâna ancak, yalnız zikr ile kavuşulur denildi. Zikr, hâtırlamak demekdir. Allahü teâlâyı hâtırlamak, Onun ismini söylemekle veyâ çok sevdiği bir Velîsini görmekle olur. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Onlar görüldüğü vakt, Allah hâtırlanır) buyuruldu. İsmini işitirken, söylerken, başka şey düşünülebilir. Onu hâtırlamak şübheli olur. Onu devâmlı hâtırlamak için, hergün binlerce söylemek lâzım olur. Evliyâyı severek, inanarak görünce, muhakkak hâtırlanacağı müjdelendi. Görmek göz ile olduğu gibi, Velînin şeklini, sûretini, kalbine, hayâline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hâtırlamağa sebeb olur. Böyle, kalb ile görmeğe (Râbıta) denir ki, kalbi, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekden, onları düşünmekden kurtaran vâsıtadır. Yukarıdaki âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîfde bildirilen temiz kalbe, ihlâsa kavuşduran yoldur. Evet, islâmiyyete yapışmak, ya’nî emrleri yapmak ve harâmlardan sakınmak, insanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşdurur ise de, bunları ihlâs ile yapmak şartdır. Hem islâmiyyete uymalı, hem de, ihlâs elde etmelidir.]

Yine sözümüze dönelim! Bu üçünün, ya’nî tarîkat, hakîkat ve islâmiyyetin dışında başka şey de vardır ve bunun yanında, o üçünün hiç kıymeti yokdur. Hakîkat mertebesinde, (İllallah) deyince hâsıl olan şey, bunun bir görünüşü, [hayâlidir] ve bu, o görünenlerin, hakîkati, aslıdır. Nitekim, önce herkesde, islâmiyyetin sûreti vardır. Tarîkat ve hakîkat hâsıl oldukdan sonra bu sûretin hakîkati hâsıl olur. İyi düşünmeli, öyle bir hakîkat ki, onun sûreti [görünüşü] hakîkat oluyor ve başlangıcı vilâyet oluyor. Bu hakîkat, kelime ile anlatılabilir mi? Eğer anlatılabilmiş olsa, kim ve ne anlıyabilir? Bu hakîkat, ancak ülül’azm [din sâhibi Peygamberler içinden, altı dâne, en büyükleri] Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vettehıyyât velberekât” pek az, hem de pek çok az bulunan vârislerine ihsân olunan bir hakîkatdir. Ülül’azm Peygamberler az olunca, bunların vârisleri dahâ az olur.

Süâl: Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, bu hakîkate kavuşan ârif, islâmiyyetden dışarı çıkmakdadır. Çünki, islâmiyyetin üstüne yükselmişdir.

Cevâb: Ahkâm-ı islâmiyye, zâhirin [görünen uzvların] yapacağı ibâdetlerdir. Bu hakîkat ise, bu dünyâda bâtına [kalbe ve rûha] nasîb olmakdadır. Zâhir, her zemân, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa mecbûrdur. Bâtın da, o hakîkatin işleri ile meşgûl olur. Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Ya’nî, bâtının ilerlemesi, zâhirin ahkâm-ı islâmiyyeye uymasına bağlıdır. O hâlde, bu dünyâda, her zemân, zâhir de, bâtın da ahkâm-ı islâmiyyeye muhtâcdır. Zâhirin işi, islâmiyyeye uymak, bâtının işi de, islâmiyyetin meyvelerini, fâidelerini toplamakdır. İslâmiyyet, bütün kemâlâtın kaynağı, bütün makâmların temelidir. İslâmiyyetin, fâide, meyve vermesi, bu dünyâya mahsûs değildir. Âhıretin kemâlâtı ve sonsuz ni’metleri de, islâmiyyetin netîceleri, meyveleridir. Görülüyor ki, islâmiyyet öyle bir (Şecere-i tayyibe) [mubârek ağac]dir ki, onun meyveleri ile, bütün âlem, dünyâda da, âhıretde de fâidelenmekdedir.

Süâl: Demek ki, kemâlât-i nübüvvetde de, bâtın Hak ile, zâhir halk iledir. Başka mektûblarda, Peygamberlik makâmında, zâhir de, bâtın da halk iledir ve insanları bu sûretle da’vet etmekdedir deniyor. Bu iki sözü birleşdirmek nasıl olur?

Cevâb: Kemâlât-i nübüvvet dediğimiz, urûcda, yükselirken erişilen kemâlâtdır. Peygamberlik makâmı ise, inişdedir. Yükselirken, bâtın Hak iledir. Zâhir halk ile olup, halkın hakları, islâmiyyete uygun olarak ödenir. Nüzûlde ise, zâhir de, bâtın da halk ile olup, zâhiri ve bâtını ile, onları Allahü teâlâya çağırmakdadır. O hâlde, iki sözün arasında uygunsuzluk yokdur. Halkla olmak, Hak ile olmak demekdir. Bekara sûresi, yüzonbeşinci âyetinde meâlen, (Nereye dönerseniz, orada Allahü teâlâyı bulursunuz!) buyuruldu. Fekat bu, mahlûklar Allah olur veyâ Allahü teâlânın aynalarıdır demek değildir. Mümkin, hiç Vâcib olur mu? Mahlûk, hiç Hâlık olur mu, Ona ayna olabilir mi? Belki, Vâcib, Mümkine ayna olur denebilir. Evet, nüzûl ederken [geri inerken] eşyâ, sıfât-ı ilâhiyyenin sûretlerine ayna olabilir. Çünki, mahlûkların aynasında görülen, meselâ sem’, basar, ilm ve kudret, bu mahlûkların aynası olan sem’, basar, ilm ve kudret sıfatlarının sûretleridir. Bunlar, aynanın sıfatlarıdır ki, görünen mahlûklarda zuhûr etmekdedir. Aynada görülen hayâller de aynanın sıfatlarının, eserlerinin aynalarıdır. Meselâ, ayna uzun ise, hayâller uzun görünür ve aynanın uzunluğunu gösteren ayna olurlar. Ayna küçük ise, hayâller, aynanın küçüklüğünü gösteren birer ayna gibidir.

Urûc ederken, yükselirken, Allahü teâlânın aynasında, eşyâ görünüyor sanılır. Eşyâ aynada bulunuyor sanıldığı gibi olur. Hâlbuki, eşyânın hayâlleri, aynanın içinde değildir. Bunun gibi, mahlûklar, Allahü teâlânın aynasında değildir. Aynada birşey yokdur. Hayâller, aynada değil, hayâlimizdedir. Aynada hayâl yokdur. Hayâllerin bulunduğu yerde de ayna olamaz. Hayâller, vehm ve hayâlimizdedir. Yerleri varsa, vehm mertebesindedir. Zemânları varsa, hayâl mertebesindedir. Fekat, mahlûkların vücûdsüz olan bu görünüşü, Allahü teâlânın kudreti ile olduğundan, devâmlıdır. Âhıretin sonsuz azâb ve ni’metleri bunlara olacakdır.

Dünyâ aynalarında, önce hayâller görünür. Aynayı görmek için, ayrıca dikkat etmek lâzımdır. Allahü teâlânın aynasında ise, görülen önce aynadır. Mahlûkları görmek için, ayrıca dikkat etmek lâzımdır. Velî, rücû’ etmeğe başlayınca, mahlûkların sıfât-ı ilâhî aynalarındaki hayâlleri görünmeğe başlar. Rücû’ ve nüzûl temâm olup, (Seyr der eşyâ) eşyâda seyr, hareket edince, şühûd-i ilâhî kalmaz, gayb hâlini alır. Îmân-ı şühûdî, îmân-ı gaybî hâlini alır. Da’vet vazîfesi temâm olup, vefât edince, gayb kalmaz. Yine şühûd hâsıl olur. Fekat, bu şühûd, rücû’dan önceki şühûdden kuvvetli, kâmildir. Âhıretdeki şühûd, dünyâdakinden kuvvetlidir.

Demek ki, bir aynada görülen hayâller, aynada değildir. Varlıkları yalnız hayâldir. Ayna, bu hayâlleri ihâta etmiş, kaplamış denilebilir. Bu hayâllerle berâberdir deriz. Fekat, bu kurb [yakınlık], bu ihâta ve ma’ıyyet [berâberlik] cismin cisme olan veyâ cismin, kendi sıfatına [meselâ rengine] olan kurbu, ihâtası ve ma’ıyyeti gibi değildir. İnsan aklı, hayâllerin aynaya olan kurb, ihâta ve ma’ıyyetini düşünemiyor, kavrıyamıyor. Hayâllerin aynaya karîb, berâber ve ihâta edilmiş oldukları muhakkakdır. Fekat, nasıl olduğu anlatılamıyor. İşte Allahü teâlânın mahlûklara olan kurbu, ihâtası ve ma’ıyyeti de böyledir. Elbette vardırlar. Fekat, nasıl oldukları bilinmez. Bunlara inanırız. Fekat, nasıl olduklarını bilemeyiz. Çünki, Allahü teâlânın bu sıfatları, cismlerin sıfatlarına benzemiyor, mahlûkların sıfatları gibi değildir. Hakîkatin nümûnesi olan bu âlemde, bu sıfatlara misâl olarak, hayâller ile aynayı söyledik ki, aklı olan, bundan onu anlıyabilsin! Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.

Kıl Allaha beş nemâzı,
boş geçirme, kış ve yâzı!
Hakka yaklaşmak istersen,
temâm et, sünnet ve farzı!

Öyleyse namazın rütbesinin yüceliğine ve namaz kılanı nereye götürdüğüne bir bak!

Kendi iç alemine ve kendisiyle birlikte namaz kılan meleklere imamlık ettiğinde –ki sahih bir hadiste belirtildiğine göre, namaz kılan kişinin arkasında melekler namaza durduklarından, namaz kılan herkes imamdır– bu kişi için resul rütbesi hasıl olur ve bu rütbe Allah’ın vekili olmaktır [niyabet]. “Semi Allahu limen hamideh” (Allah hamdedeni işitir) dediğinde, kendi nefsine ve arkasındaki meleklere, Allah’ın işitmiş olduğunu haber verir ve kendisiyle birlikte orada bulunanlar, “Rabbena ve lekel hamd” (Ey Rabbimiz, hamd sana mahsustur) karşılığını verirler. Çünkü hiç kuşkusuz Allahu Teala, kulunun diliyle, “Semi Allahu limen hamideh” buyurmuştur. Öyleyse namazın rütbesinin yüceliğine ve namaz kılanı nereye götürdüğüne bir bak!

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Yardım Edenden Tavsiyeler

Eğer Allah insanın her duasını her an gerçekleştirseydi insan onu makine gibi emrine amade bir başka cansız varlık zannederdi. Ki bulursun bi çok gafil öyle zannederek sapmıştır. Onun için kolay yollara başvurmuşlar Allah'ı düşünmeden direk zevklerini tanrı edinmişlerdir. Duanın kabulünün belli bir süre ve takdiri vardır ki nefs Allah'ı gerçekte olduğu gibi tek hakim olarak bilsin hizmetçi zannetmesin. Hayallere kapılmasın. Duanın böyle bu şekilde makbul olması "O"nu yanlış tanımamak "O"nu tanımak içindir.

*

Eğer Allah sana özel olarak yönelirse bir kafirin sözleri bile seni görür. Kafir (hakikati örten, bilmeyen) O'nun ilgisini o sırada göremese de sen Allah'ın sana yönelişini çok net görürsün. Unutma ki bir kabahat işlediğinde de eğer O sana çok kızarsa yine bu böyledir. O'nun için sen hep Allah'a yönel, vesilelerle olması gerektiğinden fazla ilgilenme. Gerçekten her yaratılan şey çeşit çeşit O'nu zikretmektedir. Bu manada herşey O'nun kuludur, kölesidir. O'nun vücudu yoksa da yaratması var ya..

*

Bir çayı karıştırabilmen bile gerçekte güç iştir. Bu gibi işleri aşağı görme. Sonra Allah'ın sana yakınlığını tam hissedemezsin. Biliyorsun Allah bir sivrisineğin kanadını dahi aşağı görmez. Bil. Hisset. Duy. Bir ufak çayı karıştırman dahi O'nun kudretiyledir. İlahi kudretledir.

*

Allah Rahman ve Rahim sıfatlarıyla sana tecelli ettiğinde şeytanın bile affedileceğini sanırsın. Allah'ımızın Celal sıfatının tecellisini de unutma ki Hakkı eksiksiz olarak görebilesin..

*

Her bilenden bir daha çok bilen vardır ama Allahtan başka ilah yoktur.

*

Lüzumsuz şeylerden arınıp
Kötülüklerinden arınıp
O'nun aşkını görmeye gayret et
Yoksa bu dünya elbette eninde sonunda boştur
Dün kaç yaşındaydın bugün kaç yaşındasın düşün
Her "Aşki" şey elinden kaçıp gidiyor mu kontrol et
Bi geliyor bir gidiyor mu iyi bak
O aşka sahip çık
Sahip çıkmayanlar senin meleklerini kaçıramasınlar
Ama sen meleklerini muhafaza edemezsen nasıl olur
Onlardan ayrı kalmaya tahammül etme
Başka şeylere onları satma
Sen onlara öyle sahip ol ki başkası onların kanatlarını yerinden oynatamasın
Kalbinden bi an olsun çıkmalarına izin verme
Ahirete onlarla birlikte geçebil

Dünya ise gidip gelsin hiç düşünme
İşini görsün ne yapıyorsa yapsın
İlla ölecek
Allah onu un ufak edecek

*

Allah'a yakınlaşmak demek sıfatlarına yakınlaşmak demektir
Yoksa Allah bize hep en yakındır
Dualara icabet edendir
Dualarında hep "O"na daha yakın olmayı dile
Özel bir yakınlık elde etmeye çalış
Allah'a yakın olmak Onun Aşkına karşılık vermek demektir

*

Allah'a yakınlaşmak için gösterilen bütün çabaların bir süresi vardır
Bu niyetle her ibadete Allah'ın takdir ettiği tecrübe süreleri vardır
O süreler geçilince artık hangi şey için gayret ettiysen o şeylerin bağlantılarından sana bağımsızlıklar verilir

Mesela sabır için ne kadar çalıştıysan sonunda artık sabır göstereceğin kötü şeyler senden o kadar veya tümüyle uzaklaştırılır
Emekliye ayrılmak gibi

Ne kadar sıkı çalışırsan sonuç o kadar kısa zamanda gelir
Ama süreyi uzatır ve ara ara çalışırsan sonucunda gelmesi uzun sürer
Sonucunda elbette kötü şeyler tamamen kalkmazlar çünkü dünyadayız
Ama o sabrettiğin kötü şeyler artık çok uzun süren aralıklarla uğrarlar ve ancak çok kısa süre ve bir sivrisinek rahatsızlığıyla dokunur geçerler
Nefsini ancak o kadar rahatsız edebilirler

*

Kim olursa olsun sana ne kötülük ederse etsin ne haksızlık ederse etsin
affedebilirsen örtebilirsen
Allah sana zararından inanamayacağın kadar çok fazlasıyla fayda verir

Kaldıramazsan da hakkını yine güzellikle almaya gayret et
Çünkü kimileri vardır bundan faydalanırlar ama ders almazlar

Ama aklında olsun onlara karşı bile ne kadar çok sabredersen Allah sana o kadar çok ve kat kat fazlasıyla özel olarak ilgilenir

*

Bir şeyi tam olarak yapamıyorsun diye bütünüyle bırakmak olmaz

*

Hadislere sahih değildir diye girmemezlik etme
En azından sana doğru gelenleri al uygula
Hadisler uydurmadır diyerek peygamberin (s.a.v)yardımından mahrum kalma
Kutsal kitaplar için de böyledir
Tasavvuf büyüklerinin sözleri içinde bu böyledir
Kimi şeyler vardır onlar sana ağır gelir alamazsın ama doğrudur
Sakın tasavvuf ehline şirk yapıyorlar gibisinden suçlamalarda bulunma
En azından hüküm verme
Hiç bir şeye doğru veya yanlış diye hüküm vermek durumunda da değilsin
Bu sorumluluğunda değildir
Onlarda çok geniş ve ince yollar, çok büyük duygular vardır
Zamanı gelir utanırsın

*

İhtiyaçlarını şikayet dışında ve canlılığının dışında benlik gösterme
Ben! deme
Çünkü aslında işleri yalnız Allah yaratır
Herşeyin sorumluluğu ona aittir
Eğer sürekli ben ben deyip araya girersen bu sefer kaldıramayacağın
yükleri de yüklenmiş olursun

*

Gerekten de bütün kötülükler nefsinden bütün iyilikler Allahtandır
Sen nefsine uyduysan ve düştüysen ve çıkamaz yardım dilersen belki Allah o zaman kötüden sana iyilik yaratır
Yoksa ondan daima kesin olarak sadece iyilik gelir
Nefsde bir sonradan kötülük çıkar günahlarından vücud bulur bu tövbeyle açlışmayla temizlenir
Bir de yapı olarak Allah'ın mutlak olarak varlığımıza koyduğu
yani gen gibisinden kötülükler vardır
Ama o genlerin açılmasına izin vermezsen onlarla meşgul olmazsan (yani nefsine uymazsan)
ya da başkaları bi şekilde kötülük ederek açılmasına sebep olmaz ise açılmazlar (onlar sebep olursa da aynıdır sen nefsine uymazsan açılmazlar)

*

Başkalarından duyduğun gibi Bismillah başkalarından duyduğun gibi Allahuekber deme
Sen kendi söyleşinle bismillah kendi içinden geldiği gibi Allahuekber de

*

Kötü karışık rüyaları hiç mi hiç üzerinde düşünmeden dalmadan geç
İyileriyle ise ilgilen, mutlaka ilgi göster.

Yorumlaman şart değil sadece Allah için onlara ilgi göster..

...

Secde etmenin yüceliği

...Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!.
Bil ki!..
O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur.
Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...

İşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Materyalizm Maddecilik Putperestlik Darvinizm ve bilimum sapık yolların bilinmesi gereken yönlerinin konsantresi...

Materyalistlerin ve hepsinin dayandığı o büyük putperestlik vesvesesinin sen de oluşturacağı batıl ve zalim fakat mantıklı gelebilecek yani seni Allah’dan ayırabilecek öz fikirlerini toparlayacağım. Başka bir yerde de bu kadar net göremeyeceksin okuyamıyacaksın onun için dikkatli oku iyi öğren yoksa eğer bu vesveseye ilimsiz dalarsan mutlaka senin imanına zarar verecektir,bu da Allah’ın azabını celbeder. Çünkü Allah gerçekten kendisi ve yarattıkları hakkında asla bilinemeyeceği halde büyük konuşulmasını sevmez. Bu gibi konuşmaların olduğu alanlarda çok bulunursan öfkesinden sen de etkilenirsin. Onlar etkilenmez çünkü Allah onların azabını kendi aleyhlerine çeker yani asla haberdar etmez ki doğru yolu bulsunlarda o maddenin çekiminden kurtulabilsinler. Sen rahatsız olursun ki doğru yoldan ayrılmayasın. Allah bu gibi fikir sahibi olan insanları da doğru yola iletsin elbette fakat onlar gerçekten Allah’ı saymazlar. Saymazlar ki O’nu anlasınlar da sevdiklerini sevmediklerini görebilsinler. Yazıklar olsun onlara bilmedikleri halde bilmiş gibi büyüklük taslarlar. Şimdi bu fikirleri sıkıştırarak anlatacağım iyi oku.
Onlar Allah’a kesin olarak inanmadıkları halde yaratılan hakkında kendi kafalarınca konuştukları ahkam kestikleri için sen onların varlık hakkında ki bu fikirlerine bakınca sana sanki Allah’dan bahsediyorlar gibi gelir. Mesela herşeyin aslı Maddedir dediklerinde sen iman sahibi olduğun için hele bi de şefkatli ve akıllı ve az da ilim sahibi isen herşeyin aslının ve yaratıcısının Allah olduğunu bildiğin için bu Madde dediklerini sen Allah olarak algılarsın.
Halbu ki çok iyi bil ki onlar Allah’a inanmazlar ve gerçekten de tıpkı putperestler gibi o yaratılmışa yaratılana yani Maddeye bir hakimiyet yani farkında olmasalarda ilahlık verirler. Bir ilaha inanmazlar reddederler evet bilirsin. Sözleri tavırları hep bu yöndedir. Fakat söyledikleri yani o Maddeyi tek hakim görmeleri zavallılar anlamasalarda bir “ilah” kabul ettiklerini gösterir. Bu manada şu garip ateistler bile onlardan daha çok Allah’a kul olmaya hem yakın hem de layıktır.
Evet onlar bütün hakimiyeti Maddeye yüklerler yani bilmeselerde Maddeyi ilah sayarlar. Yani kendileriyle çelişmektedirler. Ateistlerin bir çoğuda özellikle de insani baskılar yüzünden Allah’ı tanıyamayan ateistler insanlardan gördükleri kabalıklar yüzünden Allah’ı inkar ederler. Yani askıya alırlar kendilerini. Ama ateistlerin içinde de tıpkı bu materyalistler maddeye tapanlar gibi ilah kabul etmeyenler vardır. Fakat işte bu kadar mantık yoksunu ve sapıtmışlardır ki Allah’dan yani tek ilahtan kaçarken farkında olmadan kendilerine Madde dedikleri başka bir ilah yaratırlar ve hayatlarını o hayali ilaha kul olarak geçirirler. Bu zavalılık onlara en güzel derstir Allah’dan gelen. Halbu ki azcık dürüst olsalardı da Allah’ın kafalarında ki gibi bir tepeden bakan insanları aşağılayan bir ilah ve tanrı olmadığını görebilselerdi. Sen düşün ki Allah insana kendi ruhundan üflemiştir ve halifesi kılmıştır. Halife kılması bile yine bir başkasına veya kendisine zorbalık yapması için değil sadece kendi ruhunun kimden olduğunun farkına varması içindir. Böyle büyük bir değeri farketmesi içindir.
“Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi murad ettim ve insanı muhabbetle bana kulluk etmesi için yarattım”
Mealen kudsi hadis
Bak kulluğu onlar aynı ilah anlayışları gibi uygunsuz aslında olmadığı gibi görmektedirler. Muhabbeti aşkı farkedememektedirler. Ne ilah anladıkları gibi onları aşağılayan bir mana içerir ne de kulluk onların aşağılandıklarını zannettikleri gibi bir mana içerir. Hiç oralı olmazlar ki tüm bu manaları anlayabilsinler okuyabilsinler. Dinin adını dahi aşağılık sayarlar ki nasıl dinin insana bildirdiği bu öz bilgileri gerçekleri haber alabilsinler de kendilerini hayvanlardan ayırabilsinler. Aynen büyüklerindikleri ve bir çok şeyi aşağıladıkları gibi aslında kendileri aşağılanmaktadırlar. Bu gerçekten layık oldukları bir durumdur. Asla onlara böyle büyüklendikleri hallerde bir şefkat gösterme çünkü kendilerini hayvanlardan ayrı tutmadıkları için senin o bildiğin yakın olduğun maneviyatı da anlayamazlar ve tıpkı bir vahşi hayvan gibi seni manen öldürürler ve bu umurlarında olmaz. Çünkü onlara göre herşey zaten hayvanlarda olduğu gibi doğaldır ve bir sorumlulukları yoktur. Allah onlara sorumluluklarını bildirsin insanın hakikatleriyle hayvanın hakikatlerinin bir olmadığını göstersin. Bil ki bi insan Allah’a inanmıyorsa maddeye inanır.Maddeye inanması demek sadece zevklere tapınması demektir.Çünkü maneviyatı elde etmek zordur ama madde olan vücudunu kolayca kullanarak her türlü maddeden kendini tatmin etmek kolaydır. Zaten bu yüzden maddeye taparlar.Hiç bir maneviyatı alamaz çünkü kabul etmezler.Mesela cinselliği yüceltirler çünkü en kolay tatmin ve mutlu olma yoludur.Hem kendi maddiyatlarından hem de dünyanın maddiyatından beslenirler.Paraya tapar cinsel organına tapar vesaire.Hep bunlar maddedir.İşin kolayını bulduğunu zanneder.Hatta bu yolu insanlığın özü zanneder.
Evet ilah kabul etmedikleri halde Maddeyi ilah sayarlar yani “tek hakim”. Mesela aklın Maddeden çıktığını söylerler. Yani yüce dinimizdeki gibi önce akıl yaratılmış değildir onlara göre. Bak burda söyledikleri batıllığı iyi gör hem herşey Maddedir derler hem de aklı sanki kendileri öyle görmüyorlarmış gibi ayırarak ayrı bir anlamda değerlendirirler. Kendi söyledikleri herşeyin Madde olduğudur. Birbirinden farklı olduğu bariz olan iki şey nasıl olurda tümüyle Madde adıyla zikredilebilir? Madde demelerinin manası aslında anladıkları gibi Madde demek değildi yani bak akılsızlıkları ve vesveseleri iyi gör.
Sonraki dönemlerde bilim ilerledikçe bu sefer Madde yerine Enerji ismini kullanarak bu akılsızlıklarını sürdürmüşler bu sefer de herşey Enerjidir demişlerdir. Zaten zamanında da yine putlara yani Maddeye tapıyorlardı. Sonra varlıkta azcık birşeyler görmeye başladıklarında enerji kaybolmuyor dönüşüyor ve herşey enerjiden enerjiye olmak suretiyle var oluyor diyerek yine varlığa Allah ve yarattığından başka bir açıklama getirmeye çalıştılar. Bu sefer kullandıkları Madde ismini değiştirmişler ve Enerji diyerek güya daha bilimsel olmuşlar. Halbu ki Enerji dedikleri de tam olarak idda ettikleri gibi VARLIĞI açıklamaya her yönden yetmez. Nasıl ki akıl Madde ismi altına girecek bir kavram değilse aynı şekilde Enerji de varlığı tümden kavrayabilecek bir isim değildir. Çünkü mesela kömür bir Madde olduğu kadar aynı zamanda Enerjidirde. Ve tüm bu isimlerden ayrı olarak bütün bu varlıkların kendilerine ait özellikleri de var. E o halde nasıl Madde ya da Enerji yok olmaz veya herşey enerjidir denebiliyor? Mesela benim geçen hafta yediğim Madde olan elma bu hafta yediğimden farklı. O geçen hafta yediğim elma yok olmadı mı? Aynı elmayı mı yedim? Hayır.
Bak gör kullandıkları isimler nasıl varlığı açıklamada yetersiz kalıyor ama sanki yeterliymiş gibi büyüklük taslıyorlar ve herşey açık diyorlar. Peki soruyoruz şimdi onlara enerji enerjiye dönüşüyorsa herşey enerjiyse ve yok olmuyorsa ezeliyse geçen hafta yediğim o elma nerede? Demek ki bak varlığın tümüne Madde demeleri herşeyin aslının Madde olduğunu söylemeleri asla yeterli değildir ve bu Allah’ı saymaz tavırlarıyla O’nun yerine koymaya çabaladıkları şeyler hakkında da yeterli bilgi sahibi değiller. Eğer hadi diyelim herşey enerjiyse hani herşey enerji ya ve enerji kaybolmuyor ya o geçen hafta yediğim tek olan elma ve enerjisi nerede a ahmaklar? Kullandıkları manalar asla Varlığı açıklamaya yetmiyor iyi gör. Ki nasıl olur da bunlar Allah’dan bahsediyor olabilirler düşün. Ve nasıl O’nun yarattığı Maddeyi ve Enerjiyi sanki O yokmuş gibi tamamen hakim olarak görebilirler.
Daha o işin aslı olarak kabul ettikleri Madde ve Enerji isimlerinin varlığı açıklamakda yeterli olmadığını göremiyorlar! Körler! Ama bak öyle olmasına rağmen büyüklenerek yani kibirleriyle büyülenerek nasıl da çok biliyormuş gibi “TÜM VARLIĞA” değişik değişik ama tek-bütün-kavrayıcı isimler takıyorlar “VARLIK”ın özünü açıklanmış çözülmüş gibi göstermeye çalışıyorlar .
Daha bu gibi iftiralarının o kadar çok saçma batıl yönleri vardır ki inan o kadar saçmalamışlardır ki 100 cild kitap yazılsa yine tam temizlenemez. Şeytanı iyi gör. Alah’a kul olmayı kabul etmeyenler işte böyle şeytanlarına nefslerine ve değişik türlü türlü ilah olmayan uydurdukları tanrılarına kul olurlar. Ömürlerini o uydurdukları ilahların hükmünde heba ederler. Bir de güya dinsiz ateist tanrıtanımaz insanlardır. İlahi! Tüm varlığa o taptıkları uydurdukları tanrılarıyla ilahlarıyla anlam vermeye çalışırlar ama hayatı anlamlandırma klavuzu olan “DİN” kavramını kabul etmezler.Bütün bu cahilce anlam verme çalışmaları tamamen kendi dinleri haline gelmiştir ibadet eder dururlar ama din kavramını reddederler...
Beni huzursuz sanma. Asıl huzur böyle uyduruk tanrılar ilahlar terkedildiğinde gerçekten yıkıldığında bulunur.Ve Allah öyle bir ilahdır ki asla bunların yetersiz hayali tanrıları gibi varlığı açıklamada yetersiz kalmaz.Bizzat kendisi zaten bunların tümünü yaratmaktadır. Eller ayaklar akıllar O’nun yararttıklarıdır nasıl olurda Allah’a kul olunmaz? O nasıl olurda hayaller dışında bir yolla reddedilebilir. O’nu reddetmek aslında O’nun onların amellerini reddetmesidir iyi gör. Allah herşeye kadirdir. Bak şunların haline sapıtmaları Allah’ı görememeleri nasıl da mucize gibi. Mümkün mü ki gerçek bir cesaretle elinde hiç bir yeterli delil olmadığı halde O bildirilen Allah’ı inkar etmek. O’na kulluğu reddeden bak nasıl da akıllı olduğunu iddia ettiği halde en akılsız oluyor.
Allah tek gerçek ilahtır. İlahlar zaten yoktur tek ilah O’dur. Zaten ilah kavramının manası tek olmasını gerektirir eğer bir şey tek değilse zaten yaratılmıştır. Benzersiz olandan elbette ki benzersiz işler çıkar. Çünkü tektir. O halde nasıl olurda biz o bildirilen merhametliler merhametlisi Allah’ı inkar edelim ve böyle bunlar gibi kendinden habersiz saçma saçma türlü türlü ilahlara tapalım?
Allah seni zavallı yaratmadı kendi ruhundan üfledi düşün. Ve sana duayı verdi senden kendisiyle ilişki ve muhabbet istedi. Elini kolunu tüm maddeyi ve enerjiyi o yaratmaktadır. Seni O’ndan başka hiç bir varlık tam olarak bilemez
“Allah sinelerin özündekini bilir”
Mealen ayet
Sana bu varlığı tüm yönleriyle yeterli olarak sadece o anlatabilir bak gördün Allah’a kul olmayanların halini. Nasıl da uydurduklarını sanki ilahlarmış gibi yüceltiyorlar.
O’ndan kork çünkü O’ndan korkmazsan O’nu tek hakim olarak göremezsin O’senin biricik ilahındır. O’nun sana olan üstünlüğünü bildirmesi seni aşağılaması demek değil bilakis yüceltmesidir.
“..Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!.
Bil ki!..
O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur.
Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...
İşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...“
İbn-i arabi hazretleri

Çünkü gerçekten tek olan ilahı görmez O’ndan çekinmezsen O senin için ilah olmaz herhangi bir varlık gibi olur. O zamanda işte bunlar gibi O’nu göremezsin. Ve sana herhangi bir üstünlüğü olduğunu gördüğün ama O’nun kontrolünde olan yine O’nun yarattığı bir başka varlıktan korkarsın. Çünkü aciziz. Herşeyden korkabilir insan. Allah’dan gönül hoşluğuyla ve saygıyla kork ki başka hiç bir şeyden korkun olmasın. O şeylerden kurtulabilesin. O’ndan korkmak zaten bildiğin gibi aşağılık bir korkuya benzemez. Bil ki insan en çok sevdiğini kaybetmekten korkar. Eğer sen Allah’ı başka uyduruk hayali ilahlardan ve yaratılmışlardan ayrı üstün tutmazsan O’nun ilahlık hakikatini görmezsen tıpkı bunlar gibi hiç bir şeyin hakkını veremez hale gelirsin. Ki bütün iyilikler Allahtandır,övgü yalnızca O’na mahsustur. Sana nasib ettiği yaşattıığı iyilikte O’nundur,sana yaşatmadığı sadece kendisinin yaratmakta olduğu nice iyiliklerde O’nundur. Gün batımını,gün doğuşunu ve şu yıldızları düşün ve bu muhteşem şeylerin yaratıcısının bir de cennetini hayal et nasıl olacak. Allah sonsuz cömertlik sahibidir...
Annen ile seni ezse ruhu duymayacak bir fil hiç aynı olur mu?:) E nasıl olur da o zaman darvinistlerin dediği gibi insanın özü hayvan olur. Hadi diyelim hayvan demiyorlar peki örneği adem, insan, peygamber değil de maymunlar hayvanlar ve tesadüfler olanın hali nasıl olur? Düşün tüm insanlar kardeştir mi güzeldir tüm insanlar hayvandır mı? Eğer şu hayat tesadüfen olduysa nasıl oluyor da güneş veya vücudumuz her gün hiç bir tesadüfe uğramadan düzenli çalışıyor? Bu büyük bilinç nasıl olur da o kendisinde hiç bir akıl olmayan Maddede olur?Öyle ya akıl maddeden çıktı diyorlar. Sen bunlardan uzak dur tamamen saçmalamaktadırlar.Yani inanılmaz saçmalamaktadırlar. Allah onları doğru yola iletsin. Ki görürsün yaşları ilerledikçe nefslerini hatırlarlar ve dinin kıymetini görmeye başlarlar. Keşke o kadar geç öğrenmeselerdi de şu hayatta erdemlice akıllıca özlerini vücudlarını akıllarını koruyarak güzelce yaşasalardı.
Hûd ; 3:”Ve Rabbiniz.den mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütfetsin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.”
İnsan aziz bir varlıktır. Eğer bu azizliğini ve Allah’ın halifesi olduğunu unutursa Alah’dan korkmaz sevmez yani saygı duymazsa işte o zaman asıl hayvan olur. Hatta hayvandan daha aşağı olur çünkü kendisi insanken öyle olmuştur. Neden böyle oldukalrını da iyi gör. Çünkü bu insani değerleri koruyan “DİN”den başka yeterli güçlü hiç bir sistem yoktur. Bu DİNi Allah’ın göndermiş olduğunun kanıtı değildirde nedir? Kuran gibi bir kitap asla yoktur ve gerçekten yapamadılarda. Düşünsene bu akılsızlar insanı hayvandan ayıramıyorlar bunların gösterdiği yoldan ne hayır gelebilir? Bana namaz kıldığı halde kötülük eden insanları örnek vererek DİN hakikatini göremediğini söyleme. Eğer öyle olsaydı domuzun eti değil kendisi haram olurdu. Allah’a kul ol. Hem zaten Allah senin zannettiğinden daha yakındır ama O’nu hiç bir kavram ne Madde ne Enerji tam olarak ifade edemez. O’ nu ancak yine kendisi anlatabilir. O’nun tek ismi Allah’dır. Ezeli olarak hissettikleri ama göremedikleri ispat istedikleri içn Madde enerji falan filan diyerek zavalılıklarını sergiledikleri O varlığın aslı ve ismi başka değil “Allah”tır. Ama onların görebildikleri sadece Madde ve Enerjidir. Ve koydukları isimlerin hiç birisi ne mana olarak ne isim olarak O’nu anlatmaya yetmez. Zaten bu onların işi de değildir.
Allah hiç bir şeye benzemez. Varlığı isterse enerjiyle açığa çıkarır isterse zatıyla açığa çıkarır. Zatı ve yarattığının ayrı olması senin ruhun ve bedenin misalidir. O’nun yarattığı O’ndan bağlantısız olarak yine O’nda çıkan senin bedenin ve görünen görünmeyen tüm varlıktır. Yarattığı şey yine O’nun yaratmış olduğu varlıkta ne kadar yer kaplıyor görünse de O’nun zatında herhangi bir yer kaplamaz.Yani zatının görünmez olması elektrik gibi değildir gerçekten hiç bir şekilde görünmez ve mevcuttur. Hiç bir şekilde vücudu olmayan tek Varlıktır.(kalp gözüyle gerçekten görünmesi dışında ki görmenin asıl manası zaten odur çünkü madde görmez! Yani gözün görmez sen görürsün. Dışarda bir göz düşün görebilir mi? Onların bilmediği için reddettiği ruhun varlığının ispatı da budur. Gözün görmez! Abarttıkları gibi Madde ya da Enerji asıl olsaydı vücudunun diğer parçalarıda görürdü sadece gözün değil! Demek ki Madde ya da Enerjinin abarttıkları gibi bir iradesi yok eğer bir hikmetli bilinç olmazsa Madde kör bir Madedir! Asıl olan O’nun hikmeti ve uyguladığı bir iradesi var O’Nu görmek istemiyorlar. Asıl gören O’dur. Hani nerde o herşeyin aslı olan Maddenin ilahlığı ve hikmeti? O herşeye kadirdir dilerse bütün vücudun görmesi de mümkündür birazdan anlatıcam, fakat onlar Madde-Enerji bunu yapıyor diyorlar hani nerde Madde ve enerji olan kolumun görmesi? Bu eller nasıl oldu da kollara uygun oldu? Bu hikmet nasıl olur Maddede Enerjide olur a yavrum!? Hiç mi insafınız yok? Allah’dan haberleri yok zavallıların Maddeyi öyle olmadığı halde ilah gibi yüceltiyorlar. Hemen arkasında ki o yüce Allah’ı göremiyorlar. Düşünsene bir yapboz bile tesadüfen birleşemez hani nerde o ilahlaştırdıkları Maddenin ve Enerjinin kudreti nerde, tesadüfün kudreti nerede? Ki bu pazılın birleşmesi için gerekli olan parçaların nasıl var olduğuna girmiyorum. İşte burda Maddeye ezeli diyorlar ilahi! Bunca ayrıntılı işi düşünmeyen ve bu varlığın Madde ve Enerji olarak tesadüfen bir araya geldiğine inanacak olan nasıl olurda tutar ezeli olan Allah’ı inanılmaz görür ve Maddeye ezeli diye iman eder? Bu adam nasıl bilim adamı olur? Nasıl saptırıldıklarını gör! Allah’a kul olmayı aşağılanma olarak gören işte böyle saçma bir işe inanır ve kendi düşüncelerine kul köle olur! Ve düşün o ilahlar onu Allah’tan uzaklaştırır saçma işlerle hayatını mahvederler. Elinde sadece böyle saçma bir sebepler zinciri ve sonucu olan bir insan nasıl olurda Allah’ı inkar edebilir! Allah’ın gerçekten vücudu yok sana daha nasıl kendini gösterecek! ispat edecek? O hikmet sahibidir. Bunlar ise hikmeti bile göremiyorlar. Çünkü akılları Maddeye yani O’nun yararttıklarına takımış kalmış, doymuyorlar.Başlarını yemekten kaldırıp sofranın sahibine bakamıyorlar o yiyecekleri O’ndan üstün tutuyorlar bir de bu sofranın sahibi nerde diye soruyorlar. Senin inkarının göbeği O’nu görmene engel! Şişmiş şişmiş patlayacak öleceksin! Allah ile doy... İşte bunların durumları bu. Asla dedikleri hiç bir şey mantıklı ve bilimsel değil. Allah’ın ezeli olduğuna inanmazlar da bilmediği ispatlayamadığı halde bu tercihi yaparak (kaçacağı yer kalmaz çünkü) Maddenin ezeli olduğuna inanır! Maddeyi ilah edinir! Sorarsın e bu bilinç nedir diye nasıl böyle düzenli ve güzel herşey? Tesadüf derler. Sorarsın e nasıl bugün burda tesadüf olmuyor? Hem dersin başında bu halinin nasıl olacağı belli olmasaydı nasıl bugünlere geldi bu Madde? Dersin başı nasıl tesadüf yani sonu tesadüf değil? Hemen kavram kaydırma ilahına sığınır zavallıcık “tesadüf ama bu zaten”der. E hani kaos o zaman a ahmak?
Güya bilimden ispattan bahsederler! Yuh onlara nan :) Gördükleri bu işlerden daha büyük ispat mı olur! Allah işte zamandan münezzeh, evvel, ahir, madde, enerji ve Zatıyla ve yarattığıyla karşılarında duruyor!
“İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı”
Hz Ali’ye selam olsun
O İsterse herhangi bir yarattığında gözle görünür hale gelebilir. Ama bunu devamlı olarak yapmadığı için! o göründüğü yaratık (yarattığı O’ndan çıkan herhangi bir şey) sadece o sürelik tecellisine bir vasıta olur suret olur başka bi ilah olmaz. Bu sıfatlarıyla olduğu gibi Zati de olabilir. Zat tecellisi küçük bir alanda olabileceği gibi alemlere sığmaz şekilde de olabilir çünkü Allah mekanlı değildir (Eğer O görürse yani zat tecellisi dışarda değil içerde senden yine O’na olursa heryerin görebilir çünkü O’nun gözü yine kendisidir-yani sen göze bağlı görürsün O’nun hiç bir şeye ihtiyacı yoktur-vücuda ihtiyacı yoktur-eğer bu derece bir Zat tecellisi olursa(ki bu dünyada pek mümkün değil) bütün vücudun göz olabilir) Bir de unutma ki Allah sana göre her yerdedir hareket etmez. Mekanın mekanı O’dur. Fakat sen O’nu farkedesin diye sana bir şeyden tecelli eder. Çünkü insan O’nun tekliğini tam olarak göremez. Sıfat tecellisi ise senin uzağında olan sevdiğin bir kişiye onu sevdiğini söz ya da harekete sokmadan mana olarak bildirebilmen gibi olur. Zatı ise sana’da üflemiş olduğu ruhdur. Tümüyle su içinde su olduğunu bilen bir su gibiyiz...vücudun yani madde (yani yarattığı) de tıpkı su içinde suyu çevreleyen buz gibidir...Yani yaratması O’ndan uzak değildir suyun buza dönüşmesi gibidir.. Beynin ve düşüncelerin arasında ki fark da buna misal olabilir.Eğer düşüncelerin sadece düşünürken madde gibi sana etki etse O’nun varlığını tanıman anlaman daha kolay olurdu. Ruhunu ise yaratmadı sadece üfledi. Yani bak nefes al nefesin kendi kendine değmez.
Eğer sana ruhundan üflemeyip sadece onların dediği gibi yarattığı bir madde ya da enerji olsaydın ancak şu bilgisayar kadar kendini ve diğer yarattıklarını bilebilirdin. Halbu ki sen bir taş gibi değilsin ve taştan daha çok şey yaşıyorsun daha çok etki görüyorsun.
Şimdi bi ayetle tekrar başa dönmek istiyorum.
Allah yerlere ve göklere isteyerek veya istemeyek geliniz buyurdu. Onlar “isteyerek geldik” dediler
Burda cansız şeylerin canlı olması onların iddia ettikleri putperestlik ve herşeyin Madde oluşu gibi değildir çünkü Maddeye kendisinde olmayan bir yaratıcılık vermez ve bizim ki gibi bir bilinç de yüklemez. Sadece o cansız şeylerinde tek bir hakim tarafından irade edildiğini gösterir. Bu gibi şeylere dikkat et. Mesela bir kadın nasıl doğuracağını bilmez kendisini bu yaratılışın içinde bulur.
Onlar tamamen Maddenin yaratıcı olduğunu iddia ettiler ve dediğim gibi sapıttılar. Hem mucizelere inanmazlar hem de bu kadar saçma bir iddiayı son derece uygun görürler. Bilmedikleri halde Madde ezeli derler. Halbu ki tüm madde ve enerji sadece tek bir bilinç üzere hareket ederler kendi başlarına bir sonuç meydana getiremezler. Yani yine Allah ilahtır yarattıklarının herhangi bir şekilde canlı olması onları hakim yapmaz. Hepsi işte O tek hakim tarafından irade edilirler. Eğer Madede bir ilahlık iradesi olsa dediğim gibi tek bir madde yoktur farklı farklıdır o halde tıpkı insanlarda ki gibi farklı farklı iradelerin olması yani karışıklığın olması icab ederdi fakat bakıyoruz ki her Madde kendisine emredildiği tek bir doğrultuda o emirle hareket ediyor yani tek bir iradeci var ki böyle tek bir yönde hareket edebiliyor tüm madde. İnsan ise O’nun ruhundan bir ruh olduğu için iradesi farklı ve karışıklık meydana getirebiliyor. Yani Allah nasıl istediğini istediği gibi Maddeleri tek bir bilinçle farklı yönlendiriyorsa insan da sınırlı olmak şartıyla (çünkü herşeyi Allah irade eder gördüğün gibi ve bu başka bir varlığın robot olmasını gerektirmez Allah örneksiz yaratandır ve bu yaratmasınında örneği yoktur) cüzzi iradesiyle o yaratıkları irade edebilir. Ama o asıl tek iradeden bilinçten yani Allah’ın iradesinden hiç bir yaratılmış çıkmaz eğer çıkmış olsa hayat olamaz. Mesela güneş bir gün doğar bi gün doğmaz,bu hayatın olamaması demek olur.
Demek ki Madde islamda olduğu gibi canlı olsa da Allah’ın yaratığıdır kendi bilinciyle hareket edemez ilah olamaz.İnsan ise O’nun ruhundan olmasına rağmen yine ilah olamaz çünkü sınırlıdır ve başlangıcı vardır (Burda aslında madde ezeli derken Allah’ı hissettiklerini tekrar belirtmek isterim.Allah kalben hiisedilebilir fakat vahiy olmadan tam olarak tanınamaz) var olmak için yaşamak için tıpkı Madde gibi O bilince ve iradeye muhtaçtır. Hiç bir şeye muhtaç olmayan sadece Allahtır.
O bilinç insanın özünde olduğu gibi Allah sonradan dinlerle de o bilinci her zaman her vakit geliştirmeye devam eder.Tek tek bütün insanlara bütün zamanlarda her an anlatır tecrübe ettirir. Mesela bir yamyam kabilenin başka bir kabileyi yemesi kendi kabilesinden kimseyi yememesi onlarda bir bilincin olduğunu gösterir. Yani Allah iradesini özlerine koymuştur emretmiştir ki böyle kendilerini yiyip bitirmeyecek bir bilince sahipler. İşte herkese öz olarak böylece bir çok emrini bildirmiştir. Kendileri bir toteme taparsa bu Allah iradesini anlayabildikleri fakat O iradeyi yanlış tanıdıklarını gösterir. Fakat Allah bu aşamada da onları bilgisiz bırakmaz ve mutlaka tıpkı kendi özlerinde kuralları bildirdiği gibi dış alemde de o iradeyi içlerinden bir elçi seçip vahyiyle onlara bildirir.O elçi onlara toteme değil bilemeseler görmeselerde yine özlerinde ki bilgilerle bu elleriyle yaptıklarının tanrı olmadığını söyler çünkü zaten o totemin ilah olmadıını kendileri yaptıkları için bilirler ama aşamazlar. Çünkü Allah’ı göremedikleri için illa bir gördükleri şeye ihtiyaç duyarlar. İşte o elçi gerçekten vahiy alıyorsa Allah’ı onlara bildirir ki böyle olmuştur. Dışardan bilinmese de zaten o insanlar mutlaka o totemin ilah olmadığını özlerinden bilirler. Bunlar olduğu kadar Allah’ın bildirdiği kadar ve sınavlarının sonucu kadar Allah’ı bilirler ki bilmediklerinden yükümlü tutulmazlar.Ki bu örnek muhaldir. Bizim bilmediğimiz şekilde her kabileye mutlaka bir peygamber gönderilmiştir, bu kuranda bize bildirilmiştir. O kabile bunu kabul eder veya etmez veya cahil kalır bunlar hep Allah’ın bileceği işlerdir. Ama eğer Allah o elçiyi tam yetkili olarak tüm insanlığa gönderirse ki peygamber efendimiz s.a.v böyledir işte o zaman o insanlar putperestlik ve ilahlık hakkında tam bilgilendirilirler ve yalnızca gerçekten zat olarak Allah’a ibadete çağırılırlar.Tüm ayrıntılar anlatılır ve peygamber aracılığıyla günlük hayatta yaşattırılır, bildirilir. Burda işte tebliğ edilenlerin sorumlulukları vardır çünkü yamyam değillerdir.(Her insan yamyam olsa da üstündür fakat her insan bir diğerinden daha üstündür ki bu haksızlık değil bir lütuftur. İnsan ancak hased sahibi olursa bu ona batar.Yoksa bu lütuflar başkasına haksızlık olmaz. Öz aynıdır.) Ve tüm insanlığın bütün öz bilgilerini bilen bir peygamber geldiği için artık ilahi tüm bilgiler bildirilmiştir. Bu başta anlattığım maddeci darvinist filan cahiller ise hala yamyam kabileleri gibi ya toteme tapmaktadırlar ya da tamamen yetersiz fikirlerle zırvalayıp boylarından büyük konuşmaktadırlar.
İslam demek Allah’a teslim olmak demektir ve asıl din budur. Müslümanlık,hristiyanlık,yahudilik ve ilk olarak hanif dini islamın şubeleridir. İslam olan bir insan Allah’a ibadet eder ki bu ibadetin aslının namaz olduğu çok açıktır.Secde etmek cahil kabile dinlerinde ve putperestlikte bile varken namazdan başka bir şekli asıl kabul etmek mantıklı olmaz. Dinler arasında ayrılık ancak peygamber inkar edilirse vardır.Müslümanlar tüm peygamberlere inanırlar fakat hristiyanların ve yahudilerin içinde Hz Muhammed efendimize s.a.v inanmayanlar vardır zaten sorunda burdadır. Halbu ki efendimizin de peygamber olduğu çok çok açıktır. Efendimizi inkar eden henüz peygamberlikten haber almamış olmalıdır kendi zamanının dininin peygamberini dahi tanıyamamış demektir.Dinler zamanla gönderilmiştir yoksa aralarında bir başka şekilde zıtlık yoktur. Yani o zamanın koşulları değiştiyse eski dönemde gönderilmiş bir din illa ki batın olarak yükümlülerine zorluk çıkaracaktır. Müslümanlık ise her açıdan zamana uygun fakat zaman müslümanlığa uygun olmayabilir ki bu da ahir zaman olarak dinde haber verildiği için yine zamana uygun bilgilerdir.
Ademden bu yana Allah yani “ilah” bilinmektedir“din” olarak. O yamyam kabileler toteme tapıyorlar görünse de aslında ilaha tapmakta oldukları için sanki bir başka din ve ilah varmış gibi görülür. Halbu ki sadece cahil oldukları ve Allah’ı tam olarak bilmedikleri için öyleydiler. Ve Allah o zamanda da onlarla ilgiliydi.
Bazıları da insanlığın böyle bir gelişmeyle tek tanrılı dinlere geçtiğini zanneder. Halbu ki cahillik bakidir. Hakikatte bakidir. İnsan aciz olduğu için her zaman ilaha muhtaç olacaktır. Çünkü bilir ki çok büyük bir kudret var. Nefsine bakar o kudret nefsinde de vardır fakat yine de acizliğide vardır.İşte böylece nefsini bilince işte anlatılan hakikatleri araştırmaya başlar Allah yoluna girer.Bu hep böyle olmuştur. Bilim de asıl olarak böyledir fakat O’nunla değil dolaylı olarak yarattıklarıyla ilgilidir.
Bazıları öyle hayaller kuruyorlar ki tahmin edemezsin. İnsanlık gelişiyor ve tek tanrılı dinlerde bitecek ve insan özgür olacak :) İlahi! Halbu ki ne insan Allah’a inanmakla aciz olur ne de Allah öyle değişen bir hakikattir. İşte sana anlattım bunları diyenler hala bu varlığı çeşit çeşit isimlerle yetersiz olarak algılayıp hayatlarını o cahil oldukları halde tanıdıklarını zannettikleri Allah’la ilgisi olmayan uydurdukları ama taptıklarını da anlamadıkları ilahlar hükmünde heba etmektedirler. Güya ilah reddedip özgür olacaklar. Allah’ı tanımadan O’nu kendi kafanda tepede oturan bir zalim zannedersen dost bilmezsen ve din olgusunu da böyle zannederek kendini kapatırsan tabi ki böyle cahil kalırsın ve kendini özgürleştiremezsin. Allah daima geliştirendir.Ki öyledir ki o yamyam kabileler yerliler içinde de o totemlere inananlar ve inanmyanlar oldu. İşte o inanmayanlar Allah’ı buldukları için o tanrılara inanmıyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki o insanlar o kudret bu totemde değil. Ki tekrar hatırlatayım her kavme o kavime uygun bir peygamber gelmiştir.Budizmin özünde ve kökeninde de bu hakikat yatar.
Peki bu bilge kişilerle peygamberleri yani vahiyle ilhamı nasıl ayırdedeceğiz dersek bu en açık şeydir. Çık ortaya ben peygamberim de bak bakalım ne kadar bir başarı elde ediyorsun? :) Peygamberlerimizin isimlerini biliyorsun ve tüm insanlık biliyor ve hayata yön vermişler.Ki işte vahiy böyledir. Allah’ın hayata yön vermesidir.Hangi felsefeci ya da lider tüm insanlığı bu şekilde etkileyebilmiştir? Elbette o peygamberler peygamberdir.Peygamberlik bir hakikattir taa işte o özden gelen. Madem hakikat neden peki bundan sonra başka peygamber gelmeyecek dersek artık kavimlerin ayrı ayrı birbirinden habersiz olmadığını ve kalabalıklaşma ve teknoloji sayesinde insanlığın tek bir ümmet olduğunu yeni çıkan bir haberin nasıl hemen yayıldığını iyi gör. Artık zamanında bildirildiği gibi son peygamber olduğu ve tebliğinin tüm insanlığa olduğu gün gibi ispatlanmış oldu. Peygamberlerin bildirdikleri tam anlamıyla tüm insanlığa yayılmış oldu. Efendimiz s.a.v son peygamber olarak tüm insanlığa hitap etti çünkü Allah biliyordu ayrı ayrı peygamber gönderilmesi gerekmeyecek kadar insanların arasınında haberleşmeyi kolaylaştıracaktı. Bunun bir mucize olduğunu bil. Bak son din bu taa o zamandan. Buna çok sevin. Eğer peygamberlik die bir şey gerçek olmasaydı şu hayat devam edemezdi çünkü insanlar kendi başlarına gerekli olan bilgileri edinemezler ve mutlaka yoldan çıkarkar bozguncu olurlardı. Onları yani o bozgunculuk yapabilecek insanları tutabilecek tek gücün de din olması onun Allahdan geldiğinin ve Allah’ın var olduğununun ispatlarındandır. Allah mutlaka o yükü kaldırabilecek insanları yaratır ve vahyi bildirir.
Sana anlattığım gibi o cahil insanları düşün hala içlerinde takıldıkları çelişkilerden kurtulamamışlar varlık hakkında vahyi dinlemeyip atıp tutuyorlar.ilah reddederken kendileriyle çelişip farkında olmadan başka ilahlar ediniyorlar ve ne varlığı ne de onun aslı olan herşeyin O’ndan geldiği Allah’ı tanıyamıyorlar,düşün işte peygamberlerin bildirdikleriyle bu tip felsefecilerin bilim adamlarının ve diğerlerinin halini. Hala varlık hakkında bildirilen hakikatleri ısrarla kabul etmeyip vahiy gibi kendi akıllarına uyuyorlar ve daha da çok batıyorlar.
Sen herşeyin yaratıcısı Allah ile dost ol da en yakınına (s.a.v) gönderdiği zamanın o büyük vahyi kuranı sen de alabilesin...
Bil ki felsefeciler tanrıyı düşünürlerken peygamberler onunla dosttular...