Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Gökler gözünün gördüğü yerden itibarendir..

Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik.

Nisâ 153

O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?

Enbiyâ 30

***

Semâ, yükseklik anlamını taşır. Araplar tavana, atın sırtına hatta yerden yükselen ota bile semâ derler. (Mekâyisü'l-Luğa)

***

Gökler gözünün gördüğü yerden itibarendir..

Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık

17.Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah'a yönelirdi.

------------------------------****----------------------------------------

21.Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanmışlardı.

22. Davud'un yanına girmişlerdi de Davud onlardan ürkmüştü. “Korkma! Biz, iki davacıyız. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.

23. Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benimse bir tek dişi koyunum var. Böyle iken "Onu da bana bırak" dedi ve tartışmada beni bastırdı.”

24. Dedi ki: doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına istemesiyle sana zulmetmiş ve zaten yakınların çoğu da birbirlerine aynı şeyi yaparlar. Ancak iman edip, erdemli davrananlar bunun dışındadır.Onlar ise sayıca ne kadar az!" Davud, biz, kendisini sınadık zannederek hemen rabbine istiğfar etti, eğilerek yere kapandı, Allah'a döndü.

25. Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır.

...

Sad suresi

17-21-22-23-24-25

1 hadis

Kıyamet günü olduğunda şehidlerin kanı alimlerin mürekkebi ile tartılır da alimlerin mürekkebi, şehidlerin kanından ağır basar.
(Ramuz, 59/6)

s.a.v.

Huuu

Şerler def ola hayırlar feth ola Hu nun adı ile görenlere ve görme yolunda olanlara. O na aşık olanlara..

Talip olan "İNSAN"
"HU"yu elbette ilk başta işaret olunan "HU" olarak görür
Yani "O" olarak
Yani bu anlamda işaret "O"ya olur
Yani bir anlamda "DIŞARıDA OLANA"

Hakikatte bu dışarıdalık izafi de olsa bu böyledir dışarıdadır

Çünkü "O"dur

Ve yine izafi olarak "DIŞARIDA" olur

aslında "ÖTEDE"dir

yani dışarıdalık mekansal değil "VARLIKSAL"dır
Çünkü "HU" kavranılamaz bir ÖNCELİKte olarak "BİLEN"dir ve "VAR"dır

İşte başlangıçta ÖTEDE ve DIŞARIDA olan "HU" kişinin çalışması ve elbette "HU" nun bir lütfu olarak "İÇERİ"ye alınır...

İçeriye alınan kişi eğer önceden "HU"nun "ÖTEDE OLDUĞUNU" iyice bilmiş, takdir etmiş fakat "MEKANSIZ" olduğunu iyice bilmemiş, takdir etmemişse "MEKAN" ona engel olur...Hatta "TANRI" olur...

"Hu" yu her ne şekilde olursa olsun "VÜCUT/MEKAN-MEKAN/VÜCUT" olarak algılar..

Çünkü "HU" izafi de olsa ona göre dışarıdaydı ve kişi "DIŞARI"ya geçti...Ya da ALINDI..

Halbu ki "HU" mekansız olarak hiç bir kesit olmadan hem "ÖTE/DIŞARI" hem "ÖZ/İÇERİ"dedir..

Çünkü "O" "HU" dur...

En doğrusunu bilen Aşkın sahibi "BİZ" için "HU" olmuş, yüce "ALLAH"dır...

Evliya Tezkireleri

http://www.facebook.com/group.php?gid=51521661565&ref=mf#/group.php?gid=51521661565

yardım edenden tavsiyeler (devam)

Olur ki Allahla şımaran kimseler görürsün
Bil Allah şımaranları sevmez

***

Bunca harikuladelikleri devamlı olarak yaratırken O asla meşgul olmaz
Onu hiç bir yaratması meşgul etmez
Bunu da bil.
Sen de öyle olmaya gayret et.
Başını yastığa koy...
Bu da Allah'ın ahlakındandır..

Zülfün yüzüne düştüğünü görmeyen ahali

...Eğer âşık isen, bunca haceti ne yapacaksın, terket. Aşka düşmüş olan mala sevdalanmaz. Zülfün yüzüne düştüğünü görmeyen ahali, güneş tutuldu diye yanlış fikre kapıldılar...

Nesimi (k.s.)

2012

Dünya foton kuşağına girmiş, 4. 5. boyuta geçilecekmiş, insanlar birbirlerinin düşüncelerini okuyacaklarmış, cennet, cehennem başka başkaymışmış..vay vay vay...Allah var bu hiç ilginç gelmedi sana! Hiç ilgini çekmedi Allah da..Sen foton yağmurlarında yıkanmayı düşün...sen 5.boyutu hayal et.İnsanların içlerindekini bil, bildir..Allah değil bilen bildiren uzaylılar var murdar galaksisindeya ordan onlar bildiriyor ..Oturdukları yerden hem de ya..bu derece ilahlar ya!...Sen vücudu yokken bunu yapanı bırak..Onun vücudu yok ya bunu nası yapabilir ki ya? Pazuları yok yaa nası ilah olsun O yaa!...Sen başka ilahlar ara...Düşünceleri oku. Başkaları seninkini okusun. Kalbiniz tertemiz, dedikodu yapın bol bol.. Beyin gücünüzü kullanın şimdide..Böylece beraberce elele kardeşçe 2012de kibrin altın çayırlarına yükselin..2012de bu dünyadan yine bu dünyaya, cennet boyutuna sıçrayın hop diye ..mezardaki kurtlar da aç kalsın, ölsün gebersin toprağa karışsın..Senden kim hesap sorabilir ki hem Ahiret olsun di mi ya. bunlar eskilerin masalları, hayal.. Dünya biter mi hiç..Zevk senin, dünya senin, sen senin! herşey senin! kralsın sen!...Sen sinelerin özünü bilensin yahu! Sen kalpleri bilensin yahu. Senden başka hesap kesebilecek biri olabilir mi ya.. Sen cehennemlik, cennetlik kulları seçensin. Allah ilah olur mu , senden başka ilah mı var ki ya.. Foton yağmurlarında yıkanın siz.. Koşun koşun, dünya cennetine koşun! 5.boyutta aşağıya atlayın.. Alır sizi cennetine bu aşkınızla bu dünyanın o ahiretin sahibi..Allah ne ya cennet varken di mi yaa...Unut sen Allahı unut.. Nası olsa ilahsın sen sana günah mı ,sende hiç hata kusur olur mu ya...Koş sen koş...Elindeki dünyanın cennetine cehennemine hayran ol! Tap! Tap sen o ışıklara, parıltılara, acayipliklere de, seni varlığında var eden o koca Allah'ı arkanda bırak.. Geç sen Onu.. Bilen bildiren O değil! bilen bildiren sensin! Sen herşeyi bilensin, sen başka bir şeysin ya!.. Uzaylıların çocuğusun sen ya!.. sen başka İlahların yarattığısın,süpersin sen ya! Sen onlarla övün, onlara tap...onların yanına koş.. Koş da Aşkın sahibi Aşkın kendisi o koca Allahtan yüz çevir..Aferin..Seni, ananı babanı uzaylılar büyüttü, başka ilahlar bezledi senin o özel altını...Yoga yap sen.. Secde etmek kibrine dokunmasın..İlah ilaha secde eder mi hem ya!...hatta bunları unut, direk sensin asıl ilah ya..

Şüphedeki müzisyen için

Seslere bir kulak ver.. Uzan gözlerini kapa.
Bütün seslerin akışına bi kulak ver.
Kulaklarını seslere dik.
Birbiri ardına gelecek ve birbirine mixlenecek o sesleri dinle bi.. takip et...
Tek bir atonal mezur duyuluyor mu?..
Atonal klasik veya caz müziğine kastıran bir komşun yoksa eğer..
Yaşamdaki seslerin ardarda gelişinde ve birbirine mix olmasında tek bir atonal bölüm nasıl olmuyor?
...ve bilmiyorum buna içinden ne ses çıkıcak..
O'na nasıl hayran olunmaz..ya da bu hani nasıl tesadüf oluyor..
ya da bu uzaylıların işimi ki evladım.. mitoloji, panteizm, materyalizm filan
bilmiyorum bu Bilinc'e sen nasıl bir ehemmiyet vereceksin, ne isim takıyorsun...

Böyle bir Hakikat'e ancak hangi İsim layık görülebilir ki..

bak ben şöle diyorum

" Tek biiir! Atonal mezur! "..

İnsan niçin sorumlu tutuluyor onu komşuya sorarsın..

şuraya buraya yönelerek telaşa kapılmaz

Allah'a aşık olan mutlaka O'na kavuşacağından emindir; şuraya buraya yönelerek telaşa kapılmaz

Çünkü bilir ki Allah zamanla ve mekanla kayıtlı değildir ki bu yüzden oraya buraya yönelsin.

Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.) Hazretleri

Halbu ki cenabı peygamberin yetim olmasında büyük esrarı ilahi vardır

..Kafirler onunla alay etmek istediler, yanına geldiler dediler "-Sen peygamber misin ya Muhammed?". "-Evet Allah'ın resulüyüm. Sizi Hakka ve necata çağırıyorum.".
"-Nasıl peygambersin? Hani senin paran? Sen yetimsin?"...sanki bi kabahatmiş gibi.

Halbu ki cenabı peygamberin yetim olmasında büyük esrarı ilahi vardır..Allahu teala ve takeddes hazretleri daha annesinin karnındayken, cenabı peygamberin pederi olan hz Abdullah'ın ruhunu kabzeyledi. Sonra dünyaya teşrif buyurdular bir müddet sonra da altı yaşında Hz Amineyi kaybetti..Peygamber anadan babadan hür yetim kaldı.
Bunun sırrı şu idi..Melekler sordular bunu cenabı hakka.."-Yarabbi habibim mahbubum Muhammedim(s.a.v.)dedin, anadan babadan hür yetim bıraktın, hem babadan yetim hem anadan öksüz oldu. Bundaki sır nedir?" dediler.

Cenabı Hakk buyurduki "- Eziyet cefa gördüğü vakıtta, anası babası sağ olsaydı onlara seslenecekti..Onları aldım ki bana seslensin" dedi Cenabı hakk celle ve tekaddas hazretleri...

he şimdi bu bi kabahatmiş gibi peygambere gelip diyorlar ki senin okuman yazman yok mektebe gitmedin ders görmedin hocadan, nası peygamber olursun?..halbu ki okumak ve yazmak kasanın anahtarına benzer kasada bulunan defineyi almak için anahtar lazımdır. İlim öğrenmek için bi adamın tahsil etmesi lazımdır. ilmi tahsil anahtar gibidir, ilmin cevahiri kasadadır. Peygamber cevahire malik olmuş.. peygamber(s.a.v) Allah mektebinde okumuş..ve peygamberin hocası Allahu Subhanu ve teala olmuş..

Aşki Muzaffer Ozak Hazretlerinden

Allah a aşık olanın gönlü böyle olacak

Hz Allah İbrahim Aleyhisselam efendimizin malını mülkünü daha çok verdi, evladını da öldürtmedi, kendini de yakmadı.. Yalnız!.. denedi.. İmtihan etti. O da teslim oldu, "bin tane canım olsa yarabbi sana feda" dedi... dedi ama... Allah'a aşık olanın gönlü böyle olacak.. o zaman kolay..

Muhibbi Safer Dal Hazretlerinden

Zorlanıyorum

Bu zaman ahir zaman zorlanıyorum diyorsan; betonlardan başını uzatmış çiçekleri düşün.. Senin Şeyhin çiçekler olsun.

Peygamber Aşkı

Ebu Hüseyn Nuri'nin köre söylediğinin altındaki o gizli peygamber aşkını farkettin mi?
Hep kusurları mı göreceksin? Hal bu ki Allah kusurları örtendir..

Ki atın ibadeti çok ilginçtir

Bu durumda ahiret yolunda kendilerinden istifade ettiğimiz şeyhlerimiz arasında
sözünü ettiğimiz ümmetlerden de kimseler vardır. Örneğin Fas şehrinde bir duvarın
üzerinde bir oluk gördüm. Oluktan yere su akıyordu, tıpkı Ka'be'nin oluğu gibi. Onun
ibadetini fark ettim. Onunla birlikte bu ibadeti yerine getiririm diye kendimi zorladım.Bunlardan biri de kendi gölgemdir. Gölgemden iki ibadet türünü aldım, ki bu iki ibadeti yerine getiriyordu. Bunun gibi bir çok örnek vardır. Hayvanlara gelince; onlardan da şeyhler vardır, dedik. Onlardan güvendiğim şeyhlerimiz arasında at vardır. Ki atın ibadeti çok ilginçtir. Şahin, kedi, köpek, pars ve balansı da bu şeyhlerdendir. Ne kadar uğraştıysam, onların ibadetlerini onların düzeyinde yerine getirmeye güç yetiremedim.
Sadece kimi zaman onlar düzeyinde bu ibadeti yapabilirken, kimi zaman da yapamadım.
Ama onlar her an bu düzeyde ibadetlerini gerçekleştirirler. Üstelik benim kendilerinin efendileri olduğuma da inanarak beni ayıplıyor, kınıyorlardı.
Onlara özgü ibadeti yerine getirme hususunda eksik kaldığımı gördüklerinde bana
karşı sert davranırlardı. Hatta bazıları bana öfkeleniyordu. Öyle ki bu öfkesi Allah'ın dinine ilişkin gayretini perdeleyecek düzeyde olurdu. Bunun sebebi de onların ibadeti ile ilgili eksikliğimdi. Asiliğim ve Allah'a karşı sergilediğim kötü muamele yüzünden üzerlerindeki efendiliğim de kaybolurdu. Üzerlerindeki itaatim de zail olurdu. Ben de onları bu hususta mazur görür ve ihdaslarından dolayı onların ihlasını teslim ederdim. Çünkü Hz. Ebubekir(r.a) halife olduğu zaman şöyle demiştir: "Allah ve resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Eğer isyan edersem, bana itaat etmeniz gerekmez." Hiç kuşkusuz Ebubekir (r.a)
gerçeği söylemiştir.
Ey dostum! Köpek, sürüngen ve yırtıcı hayvan ümmetlerinden biri sana eziyet ederse
veya bitki ümmetinden bir odun ya da yaprak seni incitirse yahut üzerine tökezlemen, bir duvardan üzerine düşmesi veya bir çocuk yahut bir adamın bir şeyden dolayı sana atması sonucu bir taştan sana eziyet ilişirse ve taş sana yönelirse öfkelenme, insaflı davran ve içinde bulunduğun o hal ekseninde kendi nefsine bak. Allah'ın nefsi denetleme ve sürekli olarak huzurda tutma hususunda emrettiği adalet terazisini onun için kur. O zaman mutlaka kendinde sana yöneltilen ve bu esasa göre gerçekleştirdiğin ibadetle ilgili bir kusur veya aşırılık bulacaksın. İşte bu kusur ya da aşırılıktan dolayı hayvandan, bitkiden veya taştan eziyet görmüşsündür.
Allah'tan bağışlanma dile, tevbe et, ihlash ol ve bir daha bu kusur ve aşırılığı
işlememeye azmet. Eğer bu bağlamda sakınırsan, seni inciten bu varlık, seninle
konuşacaktır ve buna da sen keramet adını verirsin. Oysa bu gerçekte keramet değildir.
Sadece bu gerçeğin farkına varmandan, tevbe etmenden ve varlıklarla uyum mekanına
kaçıp sığınmandan ibarettir.

İbn-i Arabi Hazretleri

Çaba Sarfedildikten Sonra

..Oysa gerekli çaba sarfedildikten sonra ulu huzura yaraşır şekilde kusuru itiraf etmek gerekir. Sarhoşluk (sekr) hali galip geldiği için " Eğer sonradan olma varlık görüşünün kirliliğiyle görürse, ben kadim cemale hücum ediyorum" diyenin safahatından uzak dur. Bu sözün Allah erleriyle bir ilgisi yoktur. Bu bir şatahat-tır ve onu söyleyen o sırada bu halde bulunmuştur. Hakikatler kesinlikle reddeder bunu. Ya da "cehde ile vasıl olacağını sanan kendini boşuna yorar" diyenin sözüne de aldanma. Bu adam bir keresinde de şöyle demiştir: "Cehdsiz vasıl olacağını sanan, kuruntuda bulunmuştur." Burada seni teşvik ettiğimiz çaba sarfetmeye, iyi niyetle amel etmeye işaret ediliyor, ki vasil olmak ancak Allah'ın rahmetiyle olabilir.Nitekim yüce Allah kuruntu edenler hakkında şöyle buyurmuştur: " Ve ğarretkumu'l emaniyye / Kuruntular sizi aldattı."(Hadid, 14) çaba sarfedip yorulanlar hakkında da şöyle buyurmuştur: "/e ni'me'l ecru'l amilin /İyi amelde bulunanların mükafatı ne güzelmiş!" (Zümer, 74) " vellezine cahedu fina
lenehdiyennehum subulena/ Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi
yollarımıza eriştireceğiz." (Ankebut, 69) Burada çaba sarfedip yorulanlara yönelik bir övgü vardır. Yorulmak, ibadet etmek için çaba sarfetmek kaçınılmaz olduğuna göre, böylesi daha evladır.
Eğer kişide cehdden kaynaklanan yorgunluk var ise ve kendisi de iddiasından
vazgeçip cehdin sonuçlarına önem vermiyorsa, bu bakımdan bütün amellerinden bu
duyguyu hali kılıyorsa, o rabbani nefha-lardan birine maruz kalır. Çünkü boyun eğdirmenin etkisiyle yapılan ibadetler genel Fakihlerin özelliğidir. Allah onları hakikatlere karşı kör kılmış ve onlara denilmiştir ki: Bu dünyada önceden salih ameller gönderin ki onları ahirette karşınızda bulaşınız... Bunlar bize göre cahildirler. Bu gibi kimselere yükümlülük ismine uygun olarak yöneltilir. Bu yüzden ibadetleri eda ederlerken, ancak Allah' ın bildiği bir ağırlık ve yüksünme çöker üzerlerine. Çünkü mabudlarım hakkıyla bilmezler.
Nefislerinin şehevi arzularıyla, kısa ve uzun vadeli hazlarıyla meşguldürler. Ama gerçek sufiler dediğimiz bu zümrenin ibadet etmeleri, ilahi boyun eğdirmenin bir sonucu değildir. Aksine, amele ve sonuçlarına fena olgusunun hakim olduğunu müşahede eder biçimde şükür mahiyetinde ibadet ederler. İleride sevap olarak karşılarına çıksın, kendilerine ödül olarak verilsin diye amel etmezler. Aksine onların amel etmelerinin sebebi, efendinin onlara: "Amel edin!" demesidir. Onlar, amel ederler ve amellerini takdim ederler. Kabul veya reddetmek Efendiye aittir. Teklif bunlara yönelik değildir. Teklifin anlamı bunlardan kaldırılmıştır. Yani onlar ibadet ederken, salih amellerini sunarken bir ağırlık, bir yüksünme
hissetmezler. Çünkü ma-budlarını irfan derecesinde bilirler, kendi nefislerinin hakları yerine Onun haklarını eda etmekle meşguldürler. Kendileri için bir ecir talep etmeleri tasavvur edilemez.

Muhyiddin Ibn Arabî Hazretleri /"Ruhul kuds"den

İbn Arabi hazretleriyle ilgili bir başka sohbetten

Sohbet ettiğim -

Aşağıda yaptığım alıntıyı özellikle doğru yol üzerinde olma ve sapkınlığa düşme açısından tartışmaya ve paylaşıma açmak isterim.

Hud'un hikmeti '' Hiçbir canlı mahluk yoktur ki Allah onun tepesinden yakalayıp da hükmü altına almasın. Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir '' mealindeki ayete dayanır.

O halde yürüyen her mahluk Rabb'ın doğru yolu üzerinde yürür. Buna göre onlar gadaba uğramış ve sapkınlığa düşmüş sayılmazlar. Sapkınlık nasıl geçici bir hal ise Allah'ın öfke ve gadabı da böyle geçicidir. Asıl olan şey ise herşeyi kaplayan rahmettir. Rahmet ise gadaptan ileri ve geniştir.

FÜSUS'ÜL HİKEM X. FASS

***

Bendeniz-

Hud'un hikmeti '' Hiçbir canlı mahluk yoktur ki Allah onun tepesinden yakalayıp da hükmü altına almasın. Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir '' mealindeki ayete dayanır.

O halde yürüyen her mahluk Rabb'ın doğru yolu üzerinde yürür. Buna göre onlar gadaba uğramış ve sapkınlığa düşmüş sayılmazlar. Sapkınlık nasıl geçici bir hal ise Allah'ın öfke ve gadabı da böyle geçicidir. Asıl olan şey ise herşeyi kaplayan rahmettir. Rahmet ise gadaptan ileri ve geniştir.

FÜSUS'ÜL HİKEM X. FASS
------------------------------

Her kelimesi dikkate alınması gereken bir büyük olduğu için kullandığı "buna göre" ifadesi çok önemlidir.
Her var oluş her tecelli kendi katmanında değerlendirilir.
Örneğin bir cemal tecellisi aynı an içinde bir başkasına celal tecellisi olarak görünebilir.
İşte "buna göre" hazretin anlattığı makam dikkate alındığında görülür ki Allah katında herşey doğru yol üzerindedir..

Bir de alıntı yaptığı ayetteki şu ifadeyi esgeçmesi mümkün olmayan bir büyüğümüz olduğu için çok dikkatli olmak lazımdır

"...Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir ''

Yani eğer kişi Allah katında bu tecelliye muhattap olursa evet o rabbi katında bulunduğu için herşey doğru yol üzerindedir ve Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir,artık bu katmanda hiç bir şey! sapkın bir yolda ilerliyor olamaz..

hazretin kalplere ilettiği bu husus rabbin şu ayetiylede yakından ilişkilidir

mealen
..rabbimden sapıtmışlardan başkası ümidini kesmez

görünürde herşey yolunda gitmemiş en kötü şeyler başa gelmiş yüzde yüz sapıtılmış küfre girilmiş Allah o kişiyi en dibe batırmış olsa dahi işte

Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir..

çünkü

mealen
..rabbimden sapıtmışlardan başkası ümidini kesmez

***

Sohbet ettiğim -

Burada dikkatimi çeken bir konu hakkında görüşlerinizi rica ediyorum. Yukarıdaki alıntıda ayetin sırrı açıklanırken Rabb ifadesinin kullanılmasının özel bir anlam taşıdığını düşünüyorum.Tıpkı '' Nefsini bilen Allah'ı bilir '' değil de '' Nefsini bile Rabbını bilir '' ayırımında olduğu gibi.

***

Bendeniz-

Nefsler çokça olup tek isim altında "nefs" olarak anılabilir olmasına rağmen Rab tektir çokluğu yoktur denilebilir sanıyorum o konu hakkında

ama nefs ibni arabi hazretlerinin makamındaki nefs olunca tabi ki "nefsini bilen rabbini bilir"hadisi (s.a.v.) asıl anlamına tam işaretlenebilir daha açık şekilde yani özel olarak "nefsini bilen Allah'ı bilir"şeklinde alınabilir

şimdi alıntılayamayacağım fakat ibni arabi hazretleri öyle bir alimdir ki kuranda Allah'ımızın kendisini sıfatlar olarak anlatmayıp sıfatlarını isimleri olarak sunmasına dikkat etmiş ve o konuda da son derece dikkatle edeb göstererek bize de Allah'ın sıfatlarını isimleri olarak almamızı işaret etmiştir

Çünkü sıfatlar ayrıntıda çok geniş manalar içerdiği için insan onları direk tanımlamaya kalksa çok abes sonuçlar edebe uymayan sıfat tanımlamaları ortaya çıkabilir

örneğin kafayı kaşımakta bir sıfattır fakat "kafayı kaşıyan" diye sıfat ismi elbette edebe uygun olmaz; ancak yine Allah'ımızın kurandan İbni arabi hazretlerine keşfen bildirdii gibi "HİLM" ismiyle ya da belki daha uygun başka bir isimle işaretlenmesi gerekir

İşte "nefsini bilen rabbini bilir"(s.a.v.) denmesindeki inceikte budur.. "nefsini bilen Allah'ı tam olarak bilir/bilidi" hem edep olarak hem de ilmen denilmez çünkü Allah o nefse kendisini "RAB" ismiyle bildirmiştir direkt "zat" olarak değil.

Efendimizin s.a.v. "biz seni hakkıyla bilemedik" hadisinde bildirdiiği üzere zaten O'nu direkt olarak tamamıyla bilmek mümkün değildir.

En doğrusunu Allah bilir...

***

Sohbet ettiğim -

Kainatın esmayı ilahiyyenin tecellisinden ibaret olduğunu ve her insanın ana varoluş nedenini tanımlayan baskın bir esmanın mazharı olduğunu göz önüne aldığımızda, bu alıntıda ve Hazret-i Şeyh'in açıklamasında geçen rab kelimesi Hazret-i Şeyh'in sık sık dile getirdiği Rabb-ı Hassı kast ediyor olabilir mi sizce ? Bunları yazarken okuyanların kafasınıı karıştırmak da istemiyorum ama bir yandan da özelilikle Füsus'ül Hikemin ana yapısını oluşturan bazı kavramlara bu sorularımla girilmesi, aklımızın ve ezeli istidadımızın elverdiği ölçüde anlamaya çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Haddimi aşıyorsam tüm grup üyelerinin de mazur görmesini rica ediyorum.

***

Bendeniz-

Rabb-ı Hassı kendi cümlelerinizle ya da alıntı yaparak özetleyebilir açarsanız inşaallah güzel olur istifade ederiz

***

Sohbet ettiğim-

Men Arefe Nefsehu, fekad Arefe Rabbehu

Nefsini bilen, Rabbini bilir manasını taşıyan bu söz, Nefsim dediğinin Rabbınla aynı şey olduğunu vurgular. Ancak İnsanlar arasında bariz bir fark bulunduğundan, senin Rabbin ile benim Rabbim hem aynıdır, hem farklıdır. Bu Esma terkibine dayanır.

Bir Rabbül Erbab, bir de Rabbi Has vardır. Rabbül Erbab Rabların Rabbı, Rabbi Has ise senin terkibiyetini oluşturan esma karışımıdır.( Alıntı )

Kendi kelimelerimle ifade edersem de şöyle yapabilirim ( hatadan Allah'a sığınıyorum) : Kişiliğimizin baskın özeliği veya özellikleri ne ise ona tekabül eden esma Rabı Has'dır.Ve herkes kendi rabb-ı hassının kemaline doğru yürümektedir. Şöyle bir açlım da yapabailiriz. Zahiren dalalet içinde bulunan Firavun'un Hadi esmasının mazharı olduğunu söylemek imkansızdır. Olsa olsa Mudil esmasının mazharıdır ve bu kendisinin Rabb-ı Hassıdır.

***

Bendeniz-

Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.

İbni Arabi hazretleri
"risaleler"den

Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz
Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız
Eğer benim niyetimi anlarsanız
Yüce Allah a hamd ediniz
Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler
Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.

Fütuhat , 178
İbn Arabi (k.s)

***

Sohbet ettiğim-

FÜSUS'ÜL HİKEM X.FASS ALINTILAR....

1-Her Rabb'ın yani her ismin kendi doğru yolu üzerinde olan canlı mahlukları kendi eliyle başlarından yakalaması hikmetindeki bu görüşü, ancak zevki bilgilerden olan bu fen verebilir.
2-O hert görende görür ve her görünende görünür. Demek ki alem onun suretidir o da alemin ruhu olup onu sevk ve idare eder. Bu suretle Adem, İnsan-ı Kebir'dir.
3- Şu halde sen kimsin. Hakikati ve yolunu öğren. Bu takdirde mesele onun tercümanı ve peygamberi dilinden sana açıklandı. Eğer anladınsa o Hak dilidir. O dili, anlayışı doğru olanlar anladılar.

Şu ana kadarki sabrınız ve ışık tutan yaklaşımınız için teşekkür ederim. Fakat sınırlarını bilen ama zaman zaman aşan biri olarak bu konuyu daha fazla uzatırsak bizleri okuyanların fikirlerini ifsad etmekten korkuyorum. Şüphesiz ki herkesin anlayışı ezeli istidadına, nasibi ve meşrebine göredir...Sevgiler

***

Bendeniz-

Rabbi has noktasında Allaha sığınarak ve korumasını dileyerek biraz daha derine dalmak istiyorum
okuyanlarında okurken aynı hassasiyet içinde olmalarını Allahtan dilerim.
Konuya yabancı olanın okumaması ise daha hayırlıdır..

"Rabbi has" kavramına bir örnekle mesela Rabbimizin "Sani" "sanatçı" ismi aslında sadece kendisinindir.
"Övgü yalnızca Allah'a mahsustur"ayeti gereğince ve ilmen baktığımızda da aslında sanatçı yani "Sani" yanızca Allahtır
çünkü kulların hiçbirisi "sanat" ve "sanatçı" kavramlarını tam olarak taşıyamazlar.
Örneğin bir insan rabbimizin bu isminin belli bir kısmını yaşayıp "ressam" olur başka bir insanda
yine sınırlı başka bir bölümünü alıp "müzisyen" olur.
İbni arabi hazretlerinin sıfatları değil isimleri dikkate almamızı söylemesinin bir sebebi de budur.
Yani Allah'ımızda "Sani"ismi yani sıfatı vardır fakat o isim/sıfat sınırlanamaz çünkü varıkta her insan bu ismin ayrı tecellisi
ile sınırlanır ve ressam,müzisyenler,hattat kullar yetişir, fakat ALlah'a sadece "ressam" denilemez.
Kulların sanatçı ismini alması O'nun kullara bir lütfu ve halife kılması sebebiyledir.
Örneğin "Rab" ismi ,yani "terbiye edici,yetiştirici vs"öğrencisini yetiştiren bir ressamda da görülür
fakat o ressam ancak kendi sınırlılığı içinde mesela örneğin "sürrealist" ise "sürrealizm" dalında yetiştirici ve terbiye edici olabilir..
Ancak Allah bütünüyle ve asıl anlamıyla tek olan "Rab"dir. Tek olduğunuda insan eğer halifeliğini "ben" olarak değilde "O"nun halifesi
olarak görüp varlığa o şekilde bakabilirse görür ki "Sani"ismi varlıkta tek olarak bütünüyle bulunmaktadır..
Halife olan insan ise bilindiği üzere zaten halife olduğu için sıfatları konusunda sınırlıdır.
Yani tam olarak bakamayabilir ama bölüm bölüm sınırlı olarak ama misallerle bütüne veya sonuca varabilir..
Vardığı sonuç konusunda tamamıyla haklı olmayabilir..
Fakat "Vahiy" gerçekten tam anlamıyla vahiy olduğu için sınır kabul etmez.
Zaten böyle sınırsız ve kesin olduğu için o "vahiy"dir.
Örneğin arıya gelen vahiy de vahiydir, ama sadece yapacağı işi ortaya çıkarması içindir.
İnsana ise sadece yapacağı işi ortaya çıkarmak için gelmez direkt olarak insanı da muhattab alır!
Çünkü insan isim terkipleriyle sınırlı olsa da tekil olarak "Zatı" nın farkındadır.
İşte burda insan sorumlu olmaktadır..
Ya kendisine verilmiş olan "Zat"ı kemal yönüyle değerlinderecektir ya da sadece "Ben" diyecektir.
Sadece "Ben" dediğinde ne kendisini tanıyabilecek ne de dolayısıyla başkasının hakkını gözetebilecektir.
Ama "Zat" olarak kendisini değerlendirir kemal yönüyle kendisini değerlendirebilirse Allah'ın zatının farkına varacak
ve hak verecek hem de insanların "zat"ının farkına varabilecek ve hakkını verebilecektir..
Yani İnsan hem genel anlamıyla "İnsan" ismine muhattap olduğu gibi hem de özel anlamıyla "insan" ismiyle muhattaptır.
Örneğin kuranda geçen bütün hayvanlar "Mümin" isminin farkındadırlar.
Ama bazı insanlar "mümin" isminin bilincinde olmasalar bile mutlaka başka isimlere "zat" ve "ben" olarak muhattap oldukları için
bu ismin hakkını vermek zorundadırlar..

En doğrusunu Allah bilir.

Bu arada İbni arabi hazretlerinin firavun ile ilgili bildirdikleri, büyüğümüzün "mümin" ismine son derece mazhar oluşuyla da
alakalıdır. Çünkü o Allah'a sonsuz güvenerek bu yüksek ilimlere nefsiyle yükselmiştir. Bu yüzden Allah'ın katında O'na olan aşkı
ve insanlara o aşktan haber vermek istemesi son derece yüksek ve şiddetli olmuştur.Kendisi kuranı da bir an olsun bırakmadıı için
bizim dikkat edemediğimiz bir çok şeyi ilim yoluyla bilir ve Allah katındaki yüksek aşkı neticesinde de bizim göremediğimiz
bir çok şeyi Allahdan arzu edebilir. Mesela kuranda firavun ile ilgili "ebu leheb" kadar kesin ifadeler yoktur.
Firavunun vahyinin musa aleyhisselam olması(efendimiz s.a.v. olmaması!!),firavunun ölmeden önce Musa'nın Rabbine
(yani aslında direkt Allah'a) sığınmış olması,Allah'ımızın musa aleyhisselamı bebekken ona göndermiş olması gibi
daha bir çok "aşki" konu elbette onun ilim derecesine bakıldıında (hiç mi hiç kolay değil) ve kendisininde dediği gibi
Allah'a sonsuz güvenerek nefsini yok etmeden Allah ilmine çıkmış olması (ki bu mucize gibi bir durumdur ve onun şefaatiyle olur,tabi ki
farkında olan için) gerçeği düşünüldüğünde, onun hakkında olarak farklı düşünmemizi ve ona hak vermemizi gerektirir.
Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak da kesinlikle bu böyledir..Ve kendisi de Allah ondan razı olsun
bunun farkındadır...Biz de Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak inşaallah onu anlayabilmiş olalım.

kısaca şöyle de açıklanabilir

Rabbi has sonuç değil başlangıçtır
Rabbi has sonuç olabileceği gibi başlangıçta olabilir
Bilinmesi rabbin o kişiye nasıl davrandığını gösterir..
En genel anlamıyla kimisi "cemal" kimisi "celal" ismine muhattaptır hayatı boyunca

Fakat cemal ismine muhattab olması şehit olmasına sebep olabileceği gibi aynı zamanda intihar etmesine de sebep olabilir

kişi tercihini rabbi hassına göre değil rabbini bilişine göre yapar.. Yani rabbi has kişinin kaderi ve onu sınırlayıcı olabileceği gibi kendi"y"i bildirici de olabilir..

Burda da ibni Arabi hazretlerinin aşkını görmek hususunda dikkatli olunmalıdır..

***

Sohbet ettiğim-

Bu konuda fikir yürütmek için istidadım ve kabiliyetimin yeterli olmadığını belirtmek istesem de kişilerin idrak ve zevkine bıraktığım yaşadığım bir örneği ''Fakat cemal ismine muhattab olması şehit olmasına sebep olabileceği gibi aynı zamanda intihar etmesine de sebep olabilir'' cümlenize istinaden aktarmak isterim.

'' Bir gün üstadıma izlediğim bir filmi anlattım. Filmde son derece malum birine en inanılmaz kötülükleri yapan bir oyuncu Oscar almış, ama mazlum olan ise aday bile gösterilmemişti. Oscar alan o kadar inandırıcıydı ve rolünün hakkını o kadar iyi vermişti ki, en büyük ödülü almıştı. Üstadım '' İşte hakikat de böyledir '' buyurmuştu.Kişilerin rabb-ı hassın kemaline ulaşmakla mükellef olduklarından kastım budur. Rabbını bilmek...Ne olduğunu bilme, ne için olduğunu bilmek.Ve âayan-ı sabite mertebesinde kendi seçtiği rolü en iyi şekilde oynamak.

RİCA : Açıklamalarınızda alıntı mı yaptığınızı kendi görüşlerinizi mi yansıttığınızı belirtirseniz, hem bizler hatadan korunmuş oluruz hem de daha fazla istifade ederiz. Teşekkürler

***

Bendeniz -

Kendi ifadelerim olduğunu belirttim ..Özellikle "Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak" demem de bu sebepten..Büyüğümüzün "risleler"i ve "Ruhül kuds"ü okunursa daha net ve hataya düşmeden tam anlaşılmış olacaktır ifadelerim.

inşaallah cümlemiz o oscar alan oyuncu gibi hakikati gereği gibi idrak edip samimi olarak yaşayabilelim..Allah yardımcımız olsun

***

Sohbet ettiğim-

Hasıl-ı kelâm: Bizim sözümüz pisliği pislik lâşeyi lâşe olarak görmeyen kimseyedir. Belki hitabımız kalp gözü açık olup kör olmayanlaradır.FÜSUS'ÜL HİKEM FASS-I İDRİS....

Dileriz ALlah'tan ki, Hazret-i Şeyh'in ve pirânın himmetiyle kalp gözü açık olanlardan bulunalım, evham ve kuru bilgi girdabında bocalayanlardan değil.

***

Bendeniz-

Çok güzel bir örnekle son bir gönderi daha yazmak istedim Allah göze batmaktan korusun inşaallah bizi

"Kur'ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz (veya kendinizi ağlamaya zorlayınız."

s.a.v.

Efendimizin bu hadisi aklıma düştü konunun devamında çok güzel bir örnek olduğunu düşündüm. En güzel bir örnek..

Burda mesela kuran okurken ağlayamayan hayatını "celal" ismi etkisinde geçirmiş bir insan düşünelim..Efendimizin bu hadisini bildikten sonra samimiyetle ağlamaya çalışsa da ağlayamadığını farketse ve kendisini muhteşem bir idrak ve samimiyetle okurken ağlamaya zorlasa ama yine de başaramasa ve ağlar gibi okumayı da güzel yapamasa..Özellikle şu zamanımızda onun bu samimiyeti..dışardan dinleyen gözleyenler tarafından belki ne kadar rahatsız edici ve samimiyetsizlik gibi görünür öyle değil mi?..Tabi efendimizin bu hadisini bilmediğini varsayarak konuşuyorum..
Eminiz ki o okumayı abartılı,itici bulacak ve rahatsız olacaktır dinleyen kişi..

Halbu ki o okuyan hem kendisi ne kadar güzel bir cemal tecellisi içine gimiştir..Hem de onu dinleyen kişinin bu hadisi bildiğini ve durumu kavradığını düşünelim..ne kadar neşelenecektir okuyanın ağlayamamasına rağmen o samimi gayretini gördüğünde:)

***

Sohbet ettiğim-

Son bir gönderi de benden diyorum ama sonu gelmiyor.

O gayreti gösteren kişi gerçekten samimiyetle istemesine karşın henüz ağlayamadığının farkına varmayıp da ağlama taklidini gerçek zannetmeye başlarsa ve ''ne de güzel ağlıyorum vehmine kapılırsa'' o zaman durum vahim demektir:)

***

Bendeniz-

Hepimiz Allah'ın huzurunda derece derece zaten öyle olduğumuz ve daima öyle olacağımız için çok da dert etmesek olur bu misali:)

***

Sohbet ettiğim-

Evham...Evham...Evham....Kendimize nispet ettiğimiz varlık bile vehimken, evhamdan uzağım demek ne mümkün...

Bu konuya burada artık kesinlikle noktayı koyarken paylaşımlarınız için bir kez daha teşekkür ediyorum. Kimbilir belki gönlümüze bir şey düşer de yine burada dillendiririz.

Tercüman'ül Eşvak'dan bir alıntıyla son veriyorum:

Ey efendiler, hiç duydunuz mu ? Hiç gördünüz mü ?
İki zıt şeyin biraraya gelmesi hiç mümkün mü?
Ah bir görseydiniz siz bizi Ramet tepelerinde
Aşk kadehlerini elsiz parmaksız birbirimize sunduğumuzu.

İbn Arabi hazretlerinin bir sözü ile ilgili sohbetten

(Kitap olmadığı için,>>bazı yazdılarım<< sohbet havasında,kendimce yazıveriyorum, mazur görün düzeltme yapmam çok zor olur, hatta mümkün değil. Ona göre faydalanınız, içinizden düzeltirsiniz veyahut Allah marifet eder.Allah Settardır.O ne güzel vekildir.Allah'ımızın selamı üzerimize olsun..)

En güzel selam efendimiz s.a.v. e aline ashabına büyüklerimize ve müminlerin üzerine olsun
Allah hata etmekten korusun günahlarımızı iyiliğe çevirsin


Aslında büyüklerin sözleri yine kendi sözleriyle eserlerinde karşılanır fakat biz hem zikir hem ilim yolunda olmak adına sohbet halinde olmamız için inşaallah tefekkür edelim ve tecrübelerimizi anlatalım.

"Bil ki, hakikat erbabının nazarında Allah'ı tenzih , onu sınırlandırmak ve kayıtlandırmak demektir."

Allah'ı tenzih etmek çabası aslında "hakikatte" boş bir iştir.
Çünkü zaten Allah Subhandır (Kusurun, eksikliğin, çirkinliğin her türlüsünden her derecesinden münezzeh) tenzihdedir.
Yüce Allah'ı bizim tenzih etme çabamız yine O'nun rahmeti dolyısıyla aslında nefsimizi arındırmamızdır.
Çünkü nefs ya da şimdi anlatabilmek için ona "göz" diyelim, eğer temiz değilse, elbette gördüğünüde temiz göremez.
Burda nefsin yani gözün doğası yaratılışı itibariyle zaten "nankör ve zalim" olduğunu da unutmamalıdır.
Çünkü varlıkta tek tertemiz ve kusursuz olan sadece Subhan Allahdır.
Yannız Rabbimizin Subhan oluşu diğer herşeyin tümüyle aşağı, kirli olduğunu göstermez çünkü herşey yine yüce Allahtandır.
Fakat O'na göre temiz ve kusursuz olan herşey bize göre tam anlamıyla temiz olamaz. Örneğin kimi kereviz sevmez veya bamya ona itici gelir fakat bu ne bamyanın "pis" olduğunu gösterir ne de kerevizin faydasız olduğunu.
İbni arabi hazretlerinin burda inanılmaz güzel örnekleri vardır elbette ki bizim sohbetimiz onun ki gibi olmaz fakat kendi adıma faydasız asılsız bilgiler sunmadığımın idrakindeyim..Ancak büyüklerimize göre belki bamya ve kereviz gibi gelebilirim ve öyleyim Allah günahlarımızı afetsin doğru yoldan ayırmasın.

Konumuzdan ayrı kalmamış olarak devam edersek bu hakikate göre örneğin insana kesin olarak "pis" olan şeyler de başka varlıklara göre temiz olabilmektedir. Yüce rabbimize bütün varlıkların muhattab olduğunu sadece Ondan faydalandığını farkedersek o halde aslında herşey kendi derecesine göre tümüyle faydalı ve temizdir..Yani Allah hakikatte evet kesinlikle "Subhan"dır

Buraya kadar olan anlattıklarım genel varlıkla ilgili olan tenzih idi.

Şimdi asıl noktaya dönersek yani aslında "kısıtlanırsak" :) devam edelim..Aslında elbette genilşliyoruz ve devamlı tenihte oluyoruz :)
Devam edelim

"Bil ki, hakikat erbabının nazarında Allah'ı tenzih , onu sınırlandırmak ve kayıtlandırmak demektir."

İşte burda büyüklerin Allah'ı bize tenzih edişi, bildirileri aslında bizim faydamıza
olarak korunmamız için olsa da Allah'ın katından bakıldığında anlattığım gibi aslında sınırlamadır..Allah'ı tenzih yolunda, o aşamayı yoğunlukla yaşayan bir kul "nefsine zorunlu olarak kusurlu gelen" bazı şeyleri nefsinden çıkarması,uzak olması gerekir...Büyüklerimizin burda uyguladığı iki yöntem var.
Allah yolunda olan kişi ya nefsini tümüyle "Allah yolunda" bulunan rahatsız edici şeylerden beri tutar(halvet).. Ya da Allah'a nefsiyle ilerler ve nefsini inanılmaz derece bir azimle yorarak,taşları doğru yerlerine oturtmak zorunda olur..

Aslında iki yol da hakikattir
İikinci yol İbni Arabi hazretlerinde açık olarak görülebilir

İki yol da doğrudur iki yol da esastır, biri kolay biri zor biri daha az yorucu daha az mükafatlı gibi çıkarımlar tamamen abestir.
Burda islamın ve tasavvuf büyüklerimizin çok büyük marifetleri mucizeleri vardır hepimizie lütuf olarak.. fakat anlatabilmek her zaman mümkün olamıyor Allah izin verirse inşaalah açılırlar..

(Şimdi şükür geldi o sırlardan bir tanesi söyleyeyim Allah aşırılıklarırmızı ,günahlarımızı bağışlasın)

İbni Arabi hazretlerinin de hakikat erbabı olduğunu akıldan çıkarmaz isek durum anlaşılmış olur sanıyorum..

Elbette Allah en doğrusunu bilir ve yol büyüklerimizin yoludur..

Kitap yazmadığımız için:) sohbet havasında kendimce yazıyorum düzeltme yapmam çok zor olur hatta mümkün değil ona göre okuyunuz okurken içinizden düzeltirsiniz Allah'ımızın selamı üzerimize olsun

Allah'ın yüceliğinin ve bağımzsızlığının bizim lisanımızla dillendirilmesi bi yere kadar geçerli sadece..O yerden sorası ya Hakkın hakkını verememek ya da kendi varlığımızı inkar etmek olur ki kendi varlığımızı inkar etmek de bu anlamda tam o olacak şeyin manasını veremiyor.Çünkü o olacak şey olduğunda inkar edecek bir zihinde kalmaz görecek bir göz de kalmaz tıpkı Musa aleyhisselama gösterildiği gibi mutlaka bi yerden sonra ya insani bir sınırda tenzih ya da şehit olmak var..

Yani gerçek manasıyla enel hak demek de mümkün değildir en üst derece yaşanabilecek Hakk yakınlığı da ancak "teşbih" olablir.

Fakat burda işte insan eğer nefisini bilirse Rabbi bilebiliyor..Yani burda dediğim Rab "Rabbi has" değil Alemlerin Rabbi olan Allah yani "Varlığın Rabbi" elbette..

Sözün sonu yine kopmamak için O alemlerin Rabbinin sözüne sığınmak gerekir

..Allah bir sivrisineği dahi misal getirmekten çekinmez..

Bunu tüm sivrisinekler adına söylüyorum:) Allah günahlarımızı affetsin doğru yoldan ayırmasın, Rabbimizden sapıtmışlardan başkası ümid kesmez.

kendisi için secde edilen değil

...Pek aziz kardeş Eşrefin gönderdiği mektup geldi. Ona derc edilen keyfiyetler dahi anlaşıldı. Hace Muhammed Eşref, rabıta nisbetinin devamından yazıp demiş ki:

Rabıta nisbeti, beni o kadar istilâ etti ki, namazda onu kendime mescud görmekteyim. Eğer onu atmak istesem, asla atılmıyor.

Bunun cevabı şudur:

Ey Muhib,

Bu devlet, taliplerin temenni ettikleri bir şeydir. Ve bu: Ancak binde bir kimseye verilir. Bu muamelenin sahibi, istidadlı, tam münasebeti olandır. İhtimal ki: Kendisine iktida eden zatın az sohbetinden bütün kemalât, cezbediliyor.
Rabıta nasıl atılır ki: O, kendisine doğru secde edilendir; ama kendisi için secde edilen değil.. Mihraplar ve mescidler dahi bu manadan atılmazlar.

Bu gibi devletin zuhuru, ancak saidler zümresine müyesser olur. Ta ki, rabıta sahibi bütün hallerde, vasıtasını bile.. ona müteveccih ola.. Amma her vakitte.

Ne var ki, anlatılan devletten mahrum olan kimseye gelmez. Onlar, kendilerini, bu manadan müstağni sayıp şeyhlerinden yana, teveccüh kıblelerini tahrif etmişlerdir; muamelelerini dahi zay etmişlerdir...

***

İmam-ı Rabbani hazretleri

Zerrelerin ne mecali vardır ki, o Ce-mal'e aynalar olalar

337. MEKTUP

MEVZUU: Kabz ve bast, celâl ve cemal.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, Hacı Muhammed Firketi'ye yazmıştır.

Allah'a hamd olsun. Onun seçmiş olduğu kullara da selâm. Tam ihlâs ve sevgi ile yazılan mübarek mektubunuzun gelmesi çokça ferahı mucib oldu.

Rabıta nisbetini, daima rabıta sahibi ile yapabilmeniz, in'ikâsi yoldan gelecek feyizlere vesile olmaktadır. Nasıl yerinde olursa, bu büyük nimetin şükrünü öyle eda etmek uygun düşer.

Kabz ve bast, bu Tarikat-ı Aliyye'de iki uçuş kanadıdır. Ne kabz haline hüzün duymalı; ne de bast haline sevinmelidir.

Bütün zerrelerde, Cemal-i Lâyezali müşahedesinin husulünü temenni etmişsin.

Ey Muhib,

Kul kim, temenni ne? Zira onun temenni ettiği, mutlaka kendi kısa anlayışına göre olacaktır. Lâyezali Cemal müşahedesini bütün zerrelerde aramak, onun kusurlu görünüşündendir. Zerrelerin ne mecali vardır ki, o Ce-mal'e aynalar olalar. Zerrelerin aynalarında müşahede edilen ancak, o nihnayetsiz Cemal'in zılâlinden bir zildir. Yerinde olur ki, o yüce Zat, ötelerin de ötesinde taleb edile. O Sübhan Zat, afak ve enfüs dairelerinin ötesinde arana.

Şu anda sende olan intisap durumu, temenni etmek olduğun mananın da üstündedir. Olmaya ki, insanlan taklid ederek, daha aşağıya meyledesin.

Bilhassa, yüksekten alçağa inme temennisinden sakın. Çünkü, büyüklerin muamelesi yüksektir. Sübhan Allah ise, üstün himmetli olanları sever.

Sübhan Allah'tan temenni edilen suni ve manevi birlik içinde olmanızdır.

Vesselam.

***

Allah kifayet eder

5829 - Hz. Muâviye radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya: "Bana bir mektupla vasiyetini yaz, fakat çok şey yazma!" diye bir mektup yolladı. Hz. Aişe de cevaben şöyle yazdı:

"Selam üzerine olsun! Emmâ ba'd: Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Kim halkın öfkesini dinlemeden Allah'ın rızasını ararsa insanların sıkıntısına karşı Allah kifayet eder. Kim de Allah'ın öfkesini dinlemeden halkın rızasını ararsa, Allah onu insanlara havale eder" dediğini işittim; selâm üzerine olsun!"

Tirmizi, Zühd 65, (2416).

Şaşma

Hz İbrahim (selam olsun) babamızın yaptığını bi hatırla..Hani o bütün putları kırmış en büyüğünü bırakmış sonra baltasını o büyük putun boynuna asmış; onu cezalandırmak için toplanan putperestlere de " İşte! inanmıyor musunuz ? bunu o büyük putunuz yaptı " demiştir. Yüce Allah kendini bilmeyenlere bazen böyle muamele edebilir. Sen müslümansın! Şimdi orda olduğunu bir hayal et..Hz İbrahim babamızın bu güzel had bildirmesini anlamayıp hiç "acaba onu bu put yapmış olabilir mi" diye imanından tereddüte düşer misin?...

Ebu Hüseyn Nuri'nin kıskançlığı... :)

Naklederler ki bir gün bir ama Allah!Allah! diyordu. Yanına varan Nuri,"Sen Onu ne bilirsin? Şayet bilmiş olsaydın hayatta kalmazdın;" deyip kendinden geçti, şevkinden sahralara düştü, yeni kesilmiş kamışlığa girip burada dolaşmaya başladı.Yerdeki kesik kamışlar ayağına, yanına ve yöresine bata bata yürüyordu, kan revan olmuştu. Vücudundan akan kan damlalarının Allah, Allah kelimelerini nakşettiği görülüyordu. Ebu Nasr Serrac'ın (r.a.) anlattıığına göre Nuriyi buradan alıp evine götürdüklerinde "La ilahe illallah" demesi telkin edildi. "Zaten Ona gidiyoruz ya", deyip canını teslim etti.

***

Allah'ın selamı üzerlerine olsun

Allah göğsünüzü, içinizi ısıtsın sımsıcak yapsın inşaallah kardeşlerim

***

Ey İnsan ! O kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir?

(İnfitar suresi; ayet 6)

Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.

(Kehf 18)

***

Ebu Hüseyn Nuri evliya tezkireleri kitabında şöyle takdim edilir...

Ebu Hüseyn Nuri (k.s.)
(Ö,295/907)

Vahdetin meczubu , izzete vurulan nurlar kıblesi , sırlar noktası, hicran derdinin kurbanı, alemin latifi Ebu Hüseyn Nuri (r.a.) çağının biriciği, zamanının rehberi, tasavvuf ehlinin zarif siması ve muhabbet ehlinin şerefli bir kişiliğiydi. Acayip bir riyazeti, makbul bir muamelesi, değerli nükteleri, hoş rumuzları, isabetli fikirleri, şaşmaz bir firaseti, mükemel bir aşkı ve nihayetsiz bir şevki vardı. Onun herkese takdim edilmesinde karar kılan şeyhler ona Kalplerin Komutanı ve Sufilerin Ayı adını vermişlerdi. Ser-i Sakati'nin müridi ve Cüneyd'in akranı olup Ahmed bin Ebu Havari'nin sohbetinde de bulunmuştu...

düyanın süsü ve debdebesiyle meşgul olmazsın

.."Ey üstad! Söylediğin sözler canıma işledi ve beni dünyadan soğuttu, istiyorum ki, halktan ayrılıp inzivaya çekileyim ve dünyadan el etek çekeyim!Bana saliklerin yolunu beyan et" dedi.
Seri, "Tarikat yolunu mu istiyorsun,şeriat yolunu mu? Avamın yolunu mu dilersin havasın mı?"
Ahmed,"İkisini de açıkla."
Seri,"Halkın yolu şudur:Sürekli olarak beş vakit namazı imamın ardında kılma esasına uyar,malın varsa zekat verirsin. Hususun yolu da şudur: Bütün dünyayı ayağının altına alıp çiğnersin, düyanın süsü ve debdebesiyle meşgul olmazsın,dünyayı sana verecek olsalar, kabul etmezsin. İşte iki yol budur!"..

Feridüddin Attar
Evliya Tezkirelerinden

marifetindeki nur

..sufinin marifetindeki nur takvasındaki nuru söndürmez..

Ser-i Sakati (r.a.)

"NOKTA"NDAKİ KUDRET/Ahmed Hulusi

Sır, “nokta”ndaki kudrette!

Sende bunu açığa çıkarttığında yağmur gibi üzerine düşmeğe başlar çevrenden iftiralar, yalanlar saptırmalar, karalamalar! Belâlar iner üzerine!

Seni ve senden açığa çıkanı ÖRTMEK için! Lâyık olmayanlar, senden açığa çıkandan uzak dursun diye!

“Nokta”ndaki kudret, yeryüzünde insana bahşedilmiş tek ve en değerli şeydir! Ancak pek az kişide açığa çıkartılan bir değerdir.

“Değerlidir bu şey” dendiğinde, onun için yaratılmamış olanlar da bir anda o değerli şeyi elde etmek için ona yönelirler...

Oysa korunması ve lâyık olmayan ellere geçmemesi gerekir onun!

Bu yüzden de birileri harekete geçirilir ve ehil olmayan insanların o çok değerli ilimden uzaklaşmaları için, ilim kaynağına her türlü çamur, iftira atılmaya, yalanlar uydurulmaya başlanır!

Yaradılışı dedikodu ile ömür tüketmek veya evcilik oynayarak senaryodaki kulluklarını tamamlamak üzere olanlar, konunun bu yönüne eğilerek, esastan, ilimden koparlar ve böylece dünyaya dönük yaşantılarına devam ederler!

“Nokta”sındaki kudrete ermiş olanları, dışardan bakanlar, ateşe atılmış olarak görürler! Oysa ateş içinde selâmettedir onlar! Çünkü “hasbiyallahu...” sırrı vardır onlarda! Ateş onlara ulaşmaz!

Bilirler kendilerine ateş atanları, nedenlerini; bilgileri belgeleri vardır ellerinde, ama dönüp bakmazlar bile geriye!

Onlar “nokta”larındaki sırrın getirisiyle, seyr hâlindedirler olup biteni!

Onlarda “M” kalkmıştır! “N” ile seyrederler âlemi!

Atılan ateşler “M”ye ulaşır ancak! “M”si kalmamışların azabı kalmaz!

Kudret nazarıyla seyrederler hikmet yurdunu!

Belânın da, yalanın da, iftiranın da, saptırmanın da hikmetlerini!

“Nokta”sındaki kudretin ehli olarak yaratılmış olanlar, yalan, dedikodu, iftira, gıybet gibi şeylerle uğraşmazlar; bunun yerine kendi hakikat noktalarına ermek yolunda mücahede edip, nefslerini tezkiye etmeye, arınmaya, takvaya ağırlık verirler!

Bu sırrın ehli olarak yaşamak üzere yaratılmamış olanlara ise dedikodu, yalan, iftira, gıybet, kısaca dünyalarına dönük her şey kolaylaştırılmıştır. Ömürleri başkalarının hâlleriyle uğraşmakla son bulur; kendi hakikatlerinden ve getirisinden mahrum olarak! İftiraları yayanlar aynen iftirayı atanlar gibidirler.

Tarihte, kim insanlara hakikatin ilmini açmak üzere gelmişse, hemen onun getirdiğini örtmek ve ehli olmayan insanları o hakikatten alakoymak için faaliyete geçen birileri de yaratılmıştır! Onlar hakikatlerinden örtülü bir şekilde yaşarlar ve başkalarının da o hakikatten perdeli kalması için ne gerekiyorsa yaparlar.

Zira kullukları, ehil olmayan insanları “nokta”larındaki kudretten mahrum bırakmak üzere ne gerekirse onu yapmaktır! Böylece Deccaliyete hizmet verirler... Akı kara, karayı ak olarak tanıtmak üzere!

Onların kullukları gereği bu hâl üzere olduklarını seyreden, hakikat ehli ise onlarla muhatap olmazlar ve gocunmazlar dahi! Çünkü bilirler ki, ehil olmayanların o muhteşem nurdan, “nokta”daki kudretten uzaklaşmaları için sistemde bu gibilerine gerek vardır!

“Selam üzerinize olsun”, derler ve “nokta”larındaki kudretle seyirlerine devam ederler!

Ne muhteşem olaydır “nokta”daki kudretle, “M”siz, “N”lileri seyretmek!

“M”si olmayan şöyle demişti:

“Dünya-N-ızdan bana üç şey sevdirildi”!

Cehennem ateşinin yakmaması, kişinin “M”sinden arınmasıyla mümkündür!

“Nokta”sındaki kudreti yaşaması “M”sizliğiyle başlar!

“EviM”, “arabaM”, “bedeniM” türü bilinci bürümüş tüm “M”ler sayısız perdelerden bir perdedir!.

“M”lilerin dünyası ise yalnızca bir “oyun ve eğlence” ortamından başka bir şey değildir “nokta”larındaki kudret ile yaşayanlar için...

Bu yüzden de, “dünyaN” vardır onlar için...

Sayısız esma özelliklerinin açığa çıkması için yaratılmış “M” kullukları!

Elbette örtülmeli “Nokta”daki kudret bunu yaşama amaçlı yaratılmamışlara!.. Bunun için de elbirliği yapmalı “M” kullukları!

Ta ki, “nokta”daki kudretin yaşamı için var olmamış olanlar, o hazineden uzaklaşana kadar!

“Kullarından bir kısmını yaratmıştır cehennem için.” Onlar hakikati örtmenin sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarıNda... Ebeden!

“Kullarından bir kısmını yaratmıştır cennet için”!.. Onlar hakikate iman etmiş olmalarının ve bu imanın gereği olan yaşantıyı açığa çıkarmanın sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarında... Ebeden!

“Ulâikel Mukarrebûn”!.. “Allah” adıyla işaret olunanın esmâsının özelliklerini “Nokta”larındaki kudret ile seyir hâlinde olanlardır onlar! “Onlar senin kullarındır; ne dilersen onu yaparsın” diyerek.

Bilim yollu, “nokta”daki kudretin kokusunu alanlar, “secret” adı altında insanlara bunu pazarlamaya kalkmışlar...

Tasavvuf yollu bunun kokusunu alanlar, bu kokuyla “M”lerini besleyip, kokunun ayrıcalığıyla kendilerini başkalarından üstün görme gafletine düşerek, onlara hor gözle bakmaya başlamışlar; böylece de “nokta”larındaki kudretten perdeliliği yaşamaya başlamışlardır!

Evcilik oynamaktan kendini kurtaramadığı için, hakikatin ilmine hizmet edenlere sırt çevirenlerin basiretlerine geçirmiş olduğu perdeyi, başkasının kaldırması asla mümkün olmaz!

Işık varken zulmeti seçip; sonsuzluğa kanat açmak varken yarasa misali karanlık bir “M”de yaşamak kimine göre ne hüzün verici bir yaşam şekli!

Hakikatin olan “nokta”ndaki kudrete iman hâlinin senden açığa çıkması, “M”lerin olduğu sürece asla mümkün olmaz! “N” gözün asla açılmaz!

Stringler âleminde farkedilmeyen gerçek, bu boyutta “olabilirlik”in asla mümkün olmadığıdır! Çünkü, “NOKTA”daki şuur, yani “ilim” âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!

“HASÎB” isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah’da “olabilirlik-ihtimal”in asla söz konusu olmadığı gerçeğidir!

“Nokta” olan “Mutlak BEN”, insan adı altında, beyin ile “M”e bürünmüş ve böylece dünyası oluşmuştur!

“Esma terkibi” diye geçmişte adlandırdığımız, beyin kabiliyet ve istidadı ile “M”lenen “nokta”, buradan, yapı elverdiğince, kendindeki kudreti açığa çıkartmaktadır her an!

Bu yüzdendir ki, “M”lilerin dünyası bellidir! Değiştirilemez!

Evcilik oynamak için yaratılmış olanı baskıyla hakikat ehli yapamazsın! Baskı kalktığında kendi “M”sinin gereklerini ortaya koyacaktır!

Onun için demiştir ki sahabe, “Ya Rasûlullah, senin yanındayken neredeyse melekleri hissedeceğiz ama yanından uzaklaşınca dünyamıza dönüyoruz”!

Dünyasından geçemeyenin hakikat ilmi dedikodudan öteye geçmez! Dedikodu sohpetleriyle de hakikat yaşanmaz!

“Nokta”ndaki kudret için yaratılmışsan, sana, evcilik oynamaktan vazgeçip, “M”nden arınıp; dedikodu, gıybet, yalan, dolan, iftira dünyasından uzaklaşıp, Hakikat ilminin kemaliyle âlemleri ve Allah kullarını seyretmek kolaylaşacaktır.

Bu amaçla var olmamış isen, “M”li dünyanda, her an bir önceki senden açığa çıkanların sonuçlarını yaşamakla ömrün basiret körü olarak devam edecektir!

“M”lerin dünyası yüzünden “nokta”daki kudretten mahrum kalmayanlara ne mutlu...

AHMED HULÛSİ
15 Kasım 2007