Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Allah Kainatı Yaratmadan Önce Ne Yapıyordu / Allah'ın Aklına Fikir Gelir mi !

Allah'ın "Zatının" Aklı olmaz. Ve Aklına Fikir gelmez. Akıl da, Fikir de, O Zatın İlim Sıfatının Tecellisi oldu. Alemden, bizden baktığımızda görülen İlim Sıfatı "Tecellisinde", Fikir Öncüldür ki Aklı bile, Gelen Fikirlerle tanımlamış, bulmuş oluruz. Oysa ki Allah'ın Zatındaki İlim "Sıfatında" İlim Önce, Akıl, Fikir Sonra, yani Yaratılışta; İlk Tecelli'de olmuştur. Yani Zamandan önce de Mevcud, O Allahın Zatına, bir Fikir gelmiş de Yaratılışı "öylece" Murad etmiş değildir. Bu "Fikir", Zaten O'nun O İlim Sıfatının (Aslının), "Tecellisi" olmuştur. Sıfatların (Zat'daki) Asılları, bizim tarafımızdan Görülemez, (...O hiçbir şeye benzemez.) [Şura 11] çünkü "Tecelli" değildir. Fakat işte ancak "böylece" Bilebilir, Şahit oluruz. Bu OKUduğun bir "Fikir" değil, O'nun Kelamındandır ! Kurandan ! O Sıfatların Sahibi Zat, Allah'tır !


İlim / Can / Ruh (Devam)


İnsan, Doğmak'la "Var" olmuş olmadı. Düzenlendi, Ruh üflendi; bir Derece Hayat Sıfatına Yükseltilmiş oldu. Bu "bir Derece": "Can"dır. Hayy'a bir derece yaklaştı. Ama "İlim" Sıfatında yükseltilmeden, O'ndan bir Ruh olduğu Müjdesini alamadı. O, bu Sıfat'da Yükselmesi olmadan, Can olduğunu dahi bilememişti.

Bak, ne kadar "Samimi" O..


Bak, ne kadar "Samimi" O..

"(O gün Allah, şöyle diyecektir:) Ey cinler ve insanlar topluluğu ! İçinizden, size ayetlerimi anlatan ve şu gününüzle yüz yüze geleceğiniz hususunda sizi uyaran resuller gelmedi mi?..."

Enam 130

Konaklanacak yerlerde, O'ndan başka Varılacak birşey, dönülecek yer de göremiyorum..


O artık dilemedikçe Geceyi Gündüzü hiç takip edemem. Nereye isterse ve nasıl isterse öyledir Hicret. Konaklanacak yerlerde, O'ndan başka Varılacak birşey, dönülecek yer de göremiyorum. Konuşmam Aşk sebebiyledir ve Aşk'ınadır. Ama İlim ile ve nihayetinde O'ndan başka bilinecek birşey de yok.

Allah'ın Sıfatları (Devam)


HAYATİYET..

Yüce Hak kulları arasından, bazılarına; HAYAT sıfatı ile tecelli eder..
Bu sıfatı alan kul, âlemin hayatı olur.. Hem de tümüne birden..

Bu varlıklara baktığı zaman: Onlarda hayatının yürüdüğünü görür..
Ama, bütünüyle.. Bu hayatın yürümesi; varlıkların, ruh durumlarını aldığı gibi,
cisim durumlarını da içine alır..

Böyle olunca; o kul: Manaları, varlıklara suret olmuş görür..
Böyle oluşun, kendisinden gelen bir hayatla olduğunu bilir..
Öyle bir hayat ki, her şey onunla kaim..

Durum anlatıldığı gibi olunca, sözlerin ve emellerin bir manası kalmaz..
Latif bir halde olan suretler de hükümsüz kalır.. Kesif bir hal alan ruhları da al..
Cisimleri de, bu arada say..

Bunların artık hiçbir manası yoktur; sadece HAYAT sıfatı tecellisine nail olan kul kalır.. Bunun hayatı, artık onların tümüne hayattır..

Bir müşahede yolu ile, hayatın onlarda sürüp gittiğini görür..
Bütün bu olanları kendisinden bilir.. başka yerden değil..

Bu arada vasıta da kabul etmez..
İlâhî bir zevk olarak kabul eder..
Gizli, ama ayan beyan bir keşif sayar..

Evet.. Ben bu tecellide bir süre kaldım..
Zaman süremden bir süre, bu tecelli içinde geçti..

İşte o zaman da ben: Bütün varlıkların hayatını kendimde gördüm..
Her varlıkta, hayatımdan ne kadar varsa.. bakıp görüyordum..

Görüyordum ki; onların zat kabiliyetleri ne kadarsa, o kadar alıyorlar..
Ben bu tecellide, yüce zatla bir hayattım.. Bölünmez, parçalanmaz..

Bu tecellide, nice zaman kaldım; taa, yardım eli bana uzanıncaya kadar..
O yardım eli geldi; beni bir başka hale geçirdi.. Başka yer dahi aslında yoktu..
İşte, sözün gelişi böyle..

İLMİYET

Yüce Allah, kullarından bazılarına bu İLMİYE sıfatı ile tecelli eder.
Bu tecelliye, hayat sıfatı tecellisinden girilir..
Bu durumu şu şekilde anlatabiliriz..

Yüce Allah, kuluna bütün mevcudata sirayet eden Hayat sıfatı ile tecelli ettikten sonra; o kulda bir zevk başlar.. İşbu zevk, anlatılan hayat birliğinin gücünden doğar..

İşbu hayat birliğinde, bütün mevcudat, anlatılan tecelli dolayısı ile; o kulla bir olmuştur..
Anlatılan bu birlikten sonradır ki; yüce zat o kula, İLMİYE sıfatı ile tecelli eder..

İşte.. bu ilim sıfatı tecellisini aldıktan sonradır ki o kul: Bütün âlemi,
içinde bulundukları duruma göre bilir..

Anlatılan âlemlerin bütün dalları ve kolları, o kulun ilim çemberine girer..
Başlangıcından ta sonuna kadar..

Böyle olunca: O kul her şeyi bilir.Nasıl oldu, ne şekilde oluyor ve sonunda nasıl olacak?.

Bütün bunları bilir..

O bilir: Bu iş, olmamıştır..
O bilir: O olmayan şey, ne sebeple olmamıştır?
O bilir: Olmayan bir şey, olunca, nasıl olur? Ve nasıl olacak?..

Bütün bu anlatılanlar; o kulda bir ilim olarak mevcuttur..

Ama aslî bir ilim..
Ama hükmî bir ilim..
Ama keşfe, zevke dayanan bir ilim..
Öyle bir ilim ki.. yani Öyle bir bilgi ki, malum olup bilinenlere
onun zatından sirayet edip geçmiştir..

Hem de, icmal yolundan..
Hem de, tafsil yolundan..
Hem de küllî ve cüz’î yoldan..

Onun tafsili icmalinde gizlidir. Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde..
Ledünnî ve zatî olaraktan..

O, öyle bir gelişle gelmektedir ki; bu ilim, gaybın gaybındadır ve bu şehadet âlemine çıkmaktadır..

Böyle olunca, onun icmal tafsili, gaybında müşahede olunur..
Toplu icmali ise.. gaybın da gaybındadır..

Sıfat tecellisi içinde olana; ilmin gelişi, zâhirde olan bir şey değildir..
Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!

Burada anlatılanlar, çok ince manalardır.. Ancak:

- G u r e b a..
Adı ile çağırılanlar anlarlar..
Burada tadılması gereken zevkleri, kimse tadamaz; ancak:

- Ümena ve üdeba..
Adı ile anılan zatlar tadarlar..

Abdulkadir Ceyli (k.s.)

Adnan Oktar / Dinle; Duy..

http://tr.harunyahya.tv/videoDetail/Product/20798/ADNAN_OKTAR_IN_30_YILLIK_MUCADELESINDEKI_CESARETI_VE_FEDAKARLIKLARI_
Kimin Müslüman, kimin olmadığını, kimin sapık olduğunu bir başkasından öğrenmem.. Bu, Kulun Haddi de değildir..

http://jonasclean.blogspot.com/2011/12/harun-yahya-ledun-ilmi-allah-korkusu.html

Kulluk ve Makamı


"Allah'a kulluktan başka yaklaşma yolu yoktur !"

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Evrim / Tasavvuf / Devir (Devam)


Sen bana Tırtılın Yok edilip Kelebeğin Var edildiği Süreyi..

ve İnsandaki 9 Ay'ı İzah et..

ben sana geceleyin nasıl bir anda YOK olup da farketmediğini,

sabah nasıl bir anda VAR edilip de farketmediğini farkettiricem..

O zaman anlıycaksın "Evrim Teorisi" ne demek "Yaratma" ne demek..

Büyüklerin bahsettikleri "DEVİR", "Evrim TEORİSİ" demek değildir !

Farkları FARK etmiyorsun !

İmam-ı Rabbani (k.s.) Abdülkâdir-i Geylânî (r.a.)


"...Bundan sonra, Allahü teâlânın inâyet ve ihsânları yine onun hâlini kaplayıp, bulunduğu bu makâmdan dahâ yukarıya yöneldi. Bir def’ada aslla karışık olan makâma ulaşdı ve o makâmda bir nev’î fenâ ve bekâ ele geçdi. Geçmiş olduğu makâmlarda da böyle olmuşdu. Aslla zıllın karışık olduğu bu makâmdan da ileri geçirip, asla âid makâmlarla şereflendirip, aslın aslına kavuşdurdular. Asl makâmlarında yükselme olan bu son urûc, ya’nî ilerleme ve yükselmede Gavs-ı a’zam Muhyiddîn Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin “kaddesallahü teâlâ sirreh-ül-akdes” rûhâniyyetlerinden yardım geldi ve tasarruf kuvveti ile, o makâmlardan geçirip, asl-ül asla erişdirdiler ve o makâmdan tekrâr âleme döndürdüler. Nitekim bu geri döndürme işi, her makâmda olmuş idi..."

İmam-ı Rabbani (k.s.)

Bu nisbet bu özelliği ile yarın hazret-i Mehdîde görülecekdir, inşâallahü teâlâ..


Meşâyih [büyük tesavvuf âlimleri] buyurmuşlardır ki, Evliyânın, vilâyet mertebesine kavuşdukdan sonraki müşâhedesi enfüsdedir. Seyr-i ilallahda yolda ilerlerken hâsıl olan âfâkın müşâhedesi mu’teber değildir. Bu fakîre keşf olunan ise, dahâ başka olup, onda nefsdeki [kendindeki] müşâhede de, âfâkdaki [dışarıdaki] müşâhede gibi mu’teber değildir. O müşâhede Hak teâlânın gerçek müşâhedesi değildir.
Hak teâlâ bîçûn ve bîçigûnedir [Nasıl ve ne hâlde olduğu bilinemez]. Çün [ta’rîf edilen] aynasına sığmaz; bu ayna ister âfak, ister enfüsde olsun. Allahü teâlâ, âlemin ne içindedir, ne dışındadır. Ne âleme bitişikdir, ne de ondan ayrıdır. Allahü teâlâyı müşâhede ve rü’yet de, ne âlemin içindedir, ne de dışındadır. Ne âleme bitişikdir, ne de âlemden ayrıdır. Bunun içindir ki, âhiretdeki rü’yete, ya’nî Cennetde Allahü teâlâyı görmeğe, nasıl olacağı bilinmiyen bir görmedir demişlerdir. Bu akl ve düşünce ile anlaşılamaz. Dünyâda bu sırrı seçilmişlerin seçilmişlerine açıklamışlardır. Onlara olan rü’yet değilse de, rü’yet gibidir. Bu öyle büyük devlet ve se’âdetdir ki, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” zemânından sonra çok az kimse bununla şereflenmişdir. Bu gün bu söz kabûlden uzak görünse ve çokları doğruluğuna yanaşmasalar da, büyük bir ni’meti izhâr etmekdedir. Kısa görüşlü ve dar düşünceliler inansın veyâ inanmasın! Bu nisbet bu özelliği ile yarın hazret-i Mehdîde görülecekdir, inşâallahü teâlâ. Doğru yolda olanlara ve Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uyanlara selâm olsun! Salevâtullahi teâlâ ve teslimâtühü aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi ecma’în.

İmam-ı Rabbani (k.s.)

— Ey Gavs-ı Â’zam! İnsan ne yerse, ne içerse, ne kadar ayağa kalkarsa ve ne kadar oturursa; ne kadar konuşur ve ne kadar susarsa; ne kadar bir iş işler, ne kadar bir şeye yönelir ve ne kadar bir şeyden uzaklaşıp ayrılırsa, mutlaka Ben O’nda bulunuyor ve O’nu harekete geçiriyorum. Çünkü Kudretim her varlığı kapsayıp içine almıştır!

— Ey Gavs-ı Â’zam! Bir şey yediğin, bir şey içitiğin, bir uykuya yattığın ve her halin uyanık bir kalb ve gören bir göz ile olsun!

— Ey Gavs-ı Â’zam! Bâtında (gizlide) Bana olan yolculuktan mahrum bulunan kimse, zâhiri (açık ve seçik) yolculukla imtihan edilir de, bu yolculuğunda Ben’den ancak uzaklaşmayı artırır.

Ve sonra devamla Rabbim buyurdu ki:

— Ey Gavs-ı Â’zam! İttihad (birleşme) öyle bir haldir ki, kelime ile anlatılamaz ve ona bir tabir de verilemez. Bu hal gönülde yer bulup mevcut olmadıkça ittihada inanan kimse küfre düşer. Kim de Hakk’a vuslat peyda ettikten yani Bana gönül yoluyla kavuştuktan sonra gaflet içinde ibadet ederse, o, Allah’a eş-ortak koşmuş olur.

Rabbim yine buyurdu:

— Ey Gavs-ı Â’zam! Kim ezelî (öncesi olmayan) saâdetle mutlu olursa, ona müjde!… Çünkü o, ebediyen rezîl ve rüsvây olmayacaktır. Kim de ezelî şekâvetle (mutsuzluk ve bedbahtlıkla) mutsuz olursa, ona da yazıklar olsun! O artık, bir daha makbul bir insan olmayacaktır!

— Rabbimi gördüm; Bana buyurdu ki: “Ey Gavs-ı Â’zam! Kim ilimden sonra Ben’den rü’yeti (Beni görmekliği) isterse, hakikat o, rü’yet ilmiyle mahcûbdur, yani rü’yet ilmi ara yerde perdedir. Kim de rü’yetin ilimden başkası olduğunu zannederse, hakikat o, RÜ’YETULLAH ile aldanmıştır.”

Sonra Rabbim buyurdu ki:

— Ey Gavs-ı Â’zam! Beni gören kimsenin, artık her hâl ve kârda sormaya ihtiyacı kalmaz. Beni görmeyen kimseye ise, sormak fayda vermez. Böylesi söz yönünden perde arkasında kalmıştır. Yani söz, onunla rü’yetullah arasında perde olmuştur.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Muzaffer Ozak (k.s.) / Sohbet

http://www.sufiworld.com/dinle/cuma-hutbeleri-muzaffer-ozak

Aziz Mahmud Hüdaî (k.s.)


"Kâmus-ı Kadir-i mutlak işidür / Bu sırrı anlayan arif kişidür / Neden göz görüben kulak işidür / Ayak yürür tutar eller nedendir?"

Aziz Mahmud Hüdaî (k.s.)

'Kimde yakîn aynası varsa kendini görmüş olsa bile hakikatte Allah'ı görmüş olur.'..


Bir sevgili aşığına sordu: Beni mi çok seversin kendini mi? Aşık dedi ki: Ben kendimden ölmüş kurtulmuş, seninle dirilmişim. Kendi varlığımdan, kendi sıfatlarımdan yok olmuşum, seninle var olmuşum. İlmimi unutmuşum, senin bilginle bilgi sahibi olmuşum. Kudretimi hatırdan çıkarmışım, senin kudretinle kudretlenmişim. Kendimi seversem seni sevmiş olurum, seni seversem kendimi sevmiş olurum.'Kimde yakîn aynası varsa kendini görmüş olsa bile hakikatte Allah'ı görmüş olur.' 'Sıfatlarıma bürünüp halka görün , seni gören beni görür, sana kasteden bana kasteder.' İşte bu hep böyle gider.(...) Firavun ben Allah'ım dedi alçaldı. Mansur 'Ben Hakkım.' dedi kurtuldu. O 'Benim.' deyişin ardından Allah'ın laneti ulaştı. Fakat ey seven kişi , bu 'Benim.' deyişin ardından hemen Allah rahmeti ulaştı. Çünkü o kara taştı, bu akik. O, nura düşmandı, bu âşık. Bu 'Benim' demek , a boşboğaz hakikatte 'O'dur' demektir. Fakat iki nurun birleşmesi gibi de değil, bir şeyin bir şeye sızması gibi de değil. Çalış da taşlığın azalsın, lâl ol da taşın nurlansın.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) Mesnevi- 2015,2035

Zıtlar (Devam) Aydınlığın, Karanlığa ihtiyacı yoktur; Işığın yüz çevirmesindedir Karanlık !


Aydınlığın, Karanlığa ihtiyacı yoktur;
Işığın yüz çevirmesindedir Karanlık !

Zat-i Görünmezliği tarif ettik; Sırf Yokluk'tur dedik !;
Zatında, Işık, Karanlık, Siyah, Renk, ne arar !

Renksizdir O; Sırf Nur'dur dedik !
Nur'da, Işık, Renk ne arar !

Nefs bir kelepçedir; Ruhlarına !;
Bilen ise O'ndan O'na sığınır !

Sıfatları Aydınlık; Tecellileri Işık, Renk;
Varlığındasın yani hep; O Zat'dır, seni nefsinden koruyan !

İnsan, Allah'dan bir Ruh "Taşıyor" değildir..


İnsan, Allah'dan bir Ruh "Taşıyor" değildir. Bunu söylemek, "Elim", "Kolum" demekteki gibi "Ruhum" demek olur ki, "El", dile gelse de kendisi için "Elim" dese bunu saçma karşılardık. O halde "İnsan" dediğimizde Aslında, Özünde, "Ruh"u kastedilir. Fakat "İnsan", Bedenden ibaret olmadığı için de "Ruh"u, İlmen Ayrı görürüz. Bu kastedilen "İlim" yoksa, zaten "hiçbirşey dile getiremezsin" ! Ve bu Cehaletten başka bir şey de olmaz ! Tecelliyi İnkar edersin ki Alim isminin Zıtdı da yoktur. O'ndan herhangi bir türde sürüklenen Ayrılık, Şiddetlenen Yoksunluk ve Nihayetinde de Yok olmak demek olur. Uykuda Yok olduğumuzu unutmayasın. Ne var ki Allah seni Uyandırır ve Diriltir ! Bundan önce de sen hiçbir şey değilken seni Yoktan Yaratmıştır. Kendini "İnsan" kabul etmek, bütün "Alem" gibi kabul etmek olur ki bu da saçmadır. Çünkü Alem'in varlığı YOKtur. Tek değil parçalardan OLuşmakta, sürdürülmektedir. Alem derken parçaların bütün olduğunu Zannettiğin "Teklik", Allah'ın Tekliğidir. Bütün bu parçalar O'nun Tecellisi olduğu için yine O'na Dayanır. Beden'de O'ndan olan bir Ruh olmazsa, Parçalarına bölünüp gitmesi gibi. Varlığı Zorunlu olan ! Alem kelimesinin aslında Parçalara işaret ettiğini, bu manada "Kelime" değil de ağzından çıkan bir Ses'den ibaret olduğunu anla. Ruh'un kendisine dışarıdan bakabilmesi özelliği, kendisini kendisinden Fiziken ayırması ile değildir. İşte "İnsan"daki Ruh'un bir farkı, yani "Allah'dan bir Ruh olması", kendisinden Fiziki olarak ayrı olmamasına rağmen, kendisine dışarıdan bakabilmesi, Farkında olabilmesidir. Diğerlerinde bu derecede değildir. Fiziki olarak ayrılması ise Ölüm ile veya Uykuda Rüya ile olur. Uyandığında, Yaşarken de aslında Fiziken ayrıdır bedeninden, fakat bu "İnsan"ın bir Parça gibi "Ruh" taşıması demek değildir. Kendini "İnsan" Kabul etmeden önce bir Düşün. "İnsan" ne demektir ? Derinlemesine düşünürsen, aslında "İnsan" olduğunu söylerken kastettiğinin, "Ruh" olduğunu görürsün. O Ruh'un bir Ruh'usun...


Ben Kur'an ve Fatiha suresiyim
Ruhun ruhuyum, canlıların ruhu değil
Kalbim bildiğimin katında yerleşmiş
O'nu müşahede eder; dilim ise sizin yanınızda
Göz ucunla bedenime doğru bakma
Ruhunu şarkılarla beslemekten uzak dur
Zat'ın zat deryasına dal da
Gözlere açılmamış sırları gör
Ayrıca sırlar belirsizce gözükür
Manaların ruhlarıyla gizlenmiş olarak

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)

Stephan Hawking ve İslam Fukaralığı


Newton, 'Ey Tanrım niye kafama elma attın ! Çok acıdı ! Çok zalimsin' diye ağlamadı da bişeyler öğrendi di mi Stephan Efendi ? Senin olayın ne ?

Bu durum senin hala Uzayda, bir tahtta oturan Tanrı aramandan kaynaklanıyor !

Doğa Yasalarını Tanrılar edinmen ise daha büyük bir Rezalet ! Çünkü o Yasaları Doğa değil, Doğayı Yasalar belirler !

Engelli olmana rağmen hala Ondan bir Ruh olduğunu idrak edemedin ki O'nun Yasaları belirleyen Cisimsiz, Engelsiz, Sınırsız bir Ruh olduğunu anlayabilesin !

Yasaları belirleyen Sıfatlarını hala şu et gözlerinle arıyorsun ! Halbu ki senin Sıfatların da Görünmemekte !

Sodyumu Kloru ayrıştıran ve de birleştirip sana Tuz yediren kim olabilir be Kafir !

Ya bu Doğa dediğin bir sürü şeyi Bir Arada tutan Stephan Hawking mi be İslam Fakiri ?!

Varlığı Aklen Zorunlu olan kim ? Sen misin !

Ahir Zaman Mürşidlerine ! / Allah İsmi / Zat / Hu (Devam)


"Şöyle denebilir: 'Alemlerden müstağni zat Allah'ın ardındadır.' Buna şöyle yanıt veririz: İş zannettiğin gibi değildir. Allah, zatın ardındadır. Allah'ın ardında ise, varılacak bir yer (ve hedef) yoktur. Çünkü zat, kendi mertebesi olmak bakımından, her şeyde mertebeden önce gelir. Öyleyse Allah'ın ardında bir hedef yoktur."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"Esmalar/İsimler açısından Allah, sıfatların taşıdığı anlamlar açısından zat konumundadır."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"...böyle bilmiyorum, böyle olduğuna inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden çıktı? der durur. (Bu sözlerle onun batıl olduğunu söylemek ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak) itimat ettiğinden ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir. Böylece, bilmediği konularda yanılgıya düştüğü için, sürekli cahilliklerle başbaşa kalır ve (yeni) cahillikler arar; hakkı inkâr edip, cehalet içinde şaşırıp kalır; ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.

Hz Ali k.v.


"...Allah kadehi olmadıkça hevâ ve heveslerden nereden geçeceksin Ey Allah’a ait yalnız “Hu” ismine kâni olan!

Padişahımız bize “Allah’ı anın!” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.

“Allah” adı temizdir; temizlik geldi mi pislik, pılını pırtısını toplayıp gider.

Zıtlar, zıtlardan kaçar. Ziya parladı mı gece kalmaz.

Ağza temiz bir ad gelince de ne pislik kalır, ne gamlar, kederler.

“Allah’ı anın!” emrine uymak, herkesin işi değil; “Allah’a dön!” emrine uymak, her babayiğidin harcı değil!

Allah’ı an da gulyabânîlerin seslerini yok et. Nergis gibi olan gözünü bu kerkeneze karşı kapa!

Allah’ı anış suyuna dal, nefesini tut; sabret de eski düşüncelerden, vesveselerden kurtul!

Allah’ı anışının makbul olması O’nun rahmetindedir. (…)

Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Allah’ı anışına da zan ve temsil bulaşmış!

Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,

Allah’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.

Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü “Yarabbi” demesine izin yok ki!

Zarara, ziyana uğrayınca Allah’a sızlanmasın diye ağzında da kilit var, gönlünde de; yani ağzı da bağlı, gönlü de..."

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)


"...Seyr-i ilallah*, Allahü teâlâ'nın ismlerinden sâlikin mebde-i teayyünü bulunan isme kadar olan seyrinden ilerlemesinden ibâretdir. Seyr-i fillah* ise, o ismde ilerlemek demekdir. Bu seyr, esmâ, sıfat, şuûn ve i’tibârâtdan mücerred olmak i’tibâriyle zât-ı ehadiyyete kadar devâm eder. Bu tefsîr, ya’nî yapdığımız bu açıklama, ALLAH mubârek isminden murâd, bütün ism ve sıfatları kendinde bulunduran vücûb mertebesinde tutulduğu takdîrdedir. Ammâ ALLAH mubârek isminden murâd, zât-ı baht [sırf zât-ı ilâhî] ise, o zemân seyr-i fillah, bildirilmiş olan bu ma’nâ ile, seyr-i ilallaha dâhil olur ve bu durumda seyr-i fillah hiç bir zemân ele geçmez. Çünki zât-ı bahtdaki seyr nihâyetün-nihâye noktasında tasavvur olunamaz. Zîrâ o noktaya kavuşdukdan sonra, orada hiç duraklamadan geri âleme dönülür. Bu geri dönüşe Sey-i anillahi billah* denir. Bu anlatdığımız öyle bir ma’rifetdir ki, nihâyet-ün-nihâyeye kavuşanlara mahsûsdur..."

Seyr-i İlallah: Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu. Seyr-i ilallah ve seyr-i fillah yâni Allahü teâlânın beğendiği şeylerde fânî olma hâsıl olmadıkça, tam ihlâs (her işini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapma) elde edilemez. Muhlislerin (ihlâs sâhiplerinin) olgunluğuna kavuşulamaz. ( Abdülhakîm bin Mustafâ k.s.)

Seyr-i Fillah: Allahü teâlânın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme. Allahü teâlânın beğendiği ve râzı olduğu şeylerde fânî olma (yâni O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak). Allahü teâlâya kavuşmakta zulmet perdelerinin kalkması için mahlûkların hepsini aşmak, yâni seyr-i âfâkîyi ve seyr-i enfüsîyi tamamlamak lâzımdır. Nûrdan perdelerin aradan kalkması için de seyr-i fillah gerekir. ( Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr k.s.)

Seyr-i Anillah-i Billâh: Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme. Tasavvufta nihâyete (maksada) ulaşan velînin geri dönmesi ve mahlûkları bilmeğe kadar inmesi. Seyr-i anillah-i billah ve seyr-i fil-eşyâ (velînin geri döndükten yâni yol gösterip sonra eşyânın bilgilerine tekrar vâkıf olması) başkalarını irşâd edip kemâle getirmek içindir. ( Muhammed Bâki-billah k.s.)

İmam-ı Rabbani (k.s.)


En güzel isimler - Allah’ındır -. - O’na - o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.

Araf 180


"...Bu isim (Allah İsmi) diğer isim ve sıfatları cem eden zati ismidir. Ancak bu cem etme taalluktan dolayıdır, bu isim ve sıfatlarla ahlaklanmaktan dolayı değildir. Bu durumun nedeni ahlaklanmanın ancak sıfat isimleri ile olmasından ötürüdür. Allah ismi ise zat ismidir. Ancak Allah adı, bütün ilahi nitelikleri kendisinde toplayan bir isim olarak düşünülürse, bu durumda, diğer isimler gibi, bununla tahalluk mümkündür.

Taalluk: Mevcut olanın tümüne özlü ve kapsamlı bir şekilde meşru sınırlar içerisinde ulaşmak için insan bu isme ihtiyaç duyar.

Tahakkuk: Bu ismin delalet ettiği anlamları bilmek veya ulaşılamaz olarak belirttiği hususların sadece Zat-ı İlahiye ait olduğu idrak etmek gerekir. Yine bu ismin anlamının içerdiği hususları bütün boyutlarıyla gereği gibi ve insani ölçüler içerisinde kavramaya çalışmak, Allah adının tahakkuk alanındandır.

Tahalluk: Allah isminin delalet ettiği bütün anlamları mü'minin kendisinde yer etmesi gerekir. Zira Allah adı, bize bildirilen ve bildirilmeyen bütün isimleri kendi bünyesinde toplamaktadır.

Alemde nitelendirilemeyecek ve hiçbir şekilde tanımlanamayacak olgular mevcuttur. Allah evrene sebep-sonuç ilişkinin ötesinde, hikmetli bir biçimde olguları yönlendirmektedir. Alemin dışında ise çok özel bir hükümle muamelede bulunmaktadır. Bu nedenle ''Bana dua edin ki cevap vereyim'' buyurmuştur. Buradaki icabet,mutlak anlamda olmayıp, aleme yönelik belli alanlardaki yönelişlerdir.

Böyle bir yöneliş mertebesine ulaşan bir kimse, Allah adıyla ahlaklanır. Ancak bu yüce yaratıcıya özel olan şekliyle Allah ismiyle bir tahalluk olmaz. Bu, bir sıfat bağlamında delalet ettiği anlama yönelik bir tahalluktur. Nitekim Allah ismiyle hal sınırlaması olmaksızın mutlak anlamda tahallukta bulunmak imkansızdır. Bu makama ulaşan kimsenin zihninde açıkça belirgin olmasa bile, bu isimle tahalluk etmenin şartı, buna yönelen kimsenin halini amaç ve hedefini iyi tespit edip, bulunduğu konumun bilincinde olması gerekir..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Tasavvuf / Dini Sözlük

http://www.kuranikerim.com/dini_sozluk/indexda.htm

Seyr-i İlallah/ Seyr-i Fillah/ Seyr-i Anillah-i Billâh/ İmam-ı Rabbani (k.s.) Mebde ve Mead


"Seyr-i ilallah*, Allahü teâlâ'nın ismlerinden sâlikin mebde-i teayyünü bulunan isme kadar olan seyrinden ilerlemesinden ibâretdir. Seyr-i fillah* ise, o ismde ilerlemek demekdir. Bu seyr, esmâ, sıfat, şuûn ve i’tibârâtdan mücerred olmak i’tibâriyle zât-ı ehadiyyete kadar devâm eder. Bu tefsîr, ya’nî yapdığımız bu açıklama, ALLAH mubârek isminden murâd, bütün ism ve sıfatları kendinde bulunduran vücûb mertebesinde tutulduğu takdîrdedir. Ammâ ALLAH mubârek isminden murâd, zât-ı baht [sırf zât-ı ilâhî] ise, o zemân seyr-i fillah, bildirilmiş olan bu ma’nâ ile,
seyr-i ilallaha dâhil olur ve bu durumda seyr-i fillah hiç bir zemân ele geç-
mez. Çünki zât-ı bahtdaki seyr nihâyetün-nihâye noktasında tasavvur olu-
namaz. Zîrâ o noktaya kavuşdukdan sonra, orada hiç duraklamadan
geri âleme dönülür. Bu geri dönüşe Sey-i anillahi billah* denir. Bu anlat-
dığımız öyle bir ma’rifetdir ki, nihâyet-ün-nihâyeye kavuşanlara mahsûs-
dur..."

İmam-ı Rabbani (k.s.)
Mebde ve Mead

Seyr-i İlallah: Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu. Seyr-i ilallah ve seyr-i fillah yâni Allahü teâlânın beğendiği şeylerde fânî olma hâsıl olmadıkça, tam ihlâs (her işini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapma) elde edilemez. Muhlislerin (ihlâs sâhiplerinin) olgunluğuna kavuşulamaz. ( Abdülhakîm bin Mustafâ k.s.)

Seyr-i Fillah: Allahü teâlânın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme. Allahü teâlânın beğendiği ve râzı olduğu şeylerde fânî olma (yâni O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak). Allahü teâlâya kavuşmakta zulmet perdelerinin kalkması için mahlûkların hepsini aşmak, yâni seyr-i âfâkîyi ve seyr-i enfüsîyi tamamlamak lâzımdır. Nûrdan perdelerin aradan kalkması için de seyr-i fillah gerekir. ( Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr k.s.)

Seyr-i Anillah-i Billâh: Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme. Tasavvufta nihâyete (maksada) ulaşan velînin geri dönmesi ve mahlûkları bilmeğe kadar inmesi.
Seyr-i anillah-i billah ve seyr-i fil-eşyâ (velînin geri döndükten yâni yol gösterip sonra eşyânın bilgilerine tekrar vâkıf olması) başkalarını irşâd edip kemâle getirmek içindir. ( Muhammed Bâki-billah k.s.)

"...on makâmdan Rızâ makâmının dışındakiler, fi’llerin ve sıfatların tecellîlerine bağlıdır. Rızâ makâmı ise, zât-i ilâhînin tecellîsine bağlıdır; teâlâ ve tekaddes. Aynı şeklde zât-i ilâhînin muhabbetine bağlıdır..."

İmam-ı Rabbani (k.s.)
Mebde ve Mead

"Tâlibin [Lâ derken] âfâkî ve enfüsî [dışındaki ve içindeki] bâtıl ilâhları [Allahdan başka tapdığı gönül verdiği, kulluk etdiği her şeyi] silip yok etmeye çok çalışması lâzımdır. İllallah derken, ya’nî Hakdan başka ma’bûd yokdur derken, hâtırına ve düşüncesine gelen her şeyi, lâ derken kasd etdiklerine dâhil etmeli, Allahü teâlânın vücûdü ile yetinmelidir; her ne kadar o makâmda vücûd bile yolda kalıyor ve vücûdün öte
sini aramak gerekiyor ise de.

Ehl-i sünnet âlimleri, “Allahü teâlânın vücûdü zâtından başkadır” demekle ne güzel söylemişlerdir. Vücûda zâtın aynısı demek ve vücûddan başka bir şey yokdur, Allahü teâlânın zâtı vücûddür demek, görüş bakış ve gerçeği bilmekdeki kusûr ve eksiklikden
doğmakdadır. Şeyh Alâüddevle Semnâni hazretleri “kuddise sirruh”, “Vücûd âleminin üstü, melik-i vedûd âlemidir” demişlerdir..."

İmam-ı Rabbani (k.s.)
Mebde ve Mead

Şeyh Nazım Kıbrısi (k.s.) Video Sohbet

http://saltanat.org/DesktopModules/UltraVideoGallery/uvg.swf?vId=1672&portalId=1
http://saltanat.org/DesktopModules/UltraVideoGallery/uvg.swf?vId=1638&portalId=1
http://saltanat.org/DesktopModules/UltraVideoGallery/uvg.swf?vId=1304&portalId=1
 

Bilim ve İslam

http://diziport.com/science_and_islam-izle

Ona teslim olmayı bil..


Hak Teâlâyı yaptığı işler için itham etme. Aceleci olma. Cahil olma, cimri olma. Onun katından çıkacak bir şey varsa, sana gelir. Ona teslim olmayı bil.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Yüz çevirenler, onun Mecnunluk hâlinden anlamadılar..


Mecnun gibi olmalısın. O, kalbinde sevgi yer ettiği zaman halk arasından çıktı. Yalnız olmayı istedi. Vahşî hayvanlarla yaşadı. Şehirleri terk etti, harabelere gitti. Halkın ne övmesini dinledi, ne de kötülemesine kulak astı. Kulların konuşması ve sorması ona farksız oldu. Övmeleri hiç olduğu gibi, kötülemeleri de sıfıra düştü. O Mecnun öyle anlar geçirdi ki, sordular:

Sen kimsin?
Söyledi:
Leylâ.
Neredensin?
Leylâ.
Nereye?
Leylâ.

Başkalarını gözü görmüyordu. Başkalarını işitmeye kulağı da yanmıyordu. Artık o bu hâlinden dönemezdi. Yüz çevirenler, onun Mecnunluk hâlinden anlamadılar.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Bu kalp Hak Teâlâyı bilirse, sever..


Bu kalp Hak Teâlâyı bilirse, sever. Ona tam yakınlık duyar. Yaratılmışlar onu ilgilendirmez. Ve ruhuna huzur veremez. Maddî olan her şey ona ağırlık verir. Yemek, içmek vs. şeylerle tatmin olmaz. Şehir hayatı onun için önem taşımaz. Kalbi huzur içinde olduktan sonra, harabeler de ona çok gelir. İlâhî emirler dışında hiçbir şey, Hak irfanına sahib olan kalbi bağlayamaz. Her hâli bir prensibe bağlıdır. Fiil tecellisi onu garketmiştir. Sadece kaderin gelişine bakar; başka şeyleri bilmez.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Yaratmanın gayesi..


Yaratmanın gayesi , yaratılmışa bakmakla onu Yaratana ulaştıracak bilgiyi elde etmemizdir. Başka bir ifadeyle Allah herhangi bir şeyi onu değersiz görelim diye yaratmadı. Demek ki yaratılmış bir şeye yönelmek, onu (tanımak için) ısrarlı olmak ve onu sevmek zorunluluktur. Çünkü alem, ( ve yaratılmış her şey ) , Hakka ulaştıran düşünme yoludur. Her kim delili değersiz görürse, hiç kuşkusuz, medlulü de değersiz görmüş olur ve böyle bir insanın dünya ve ahireti hüsrana uğrar.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

" En güzel isimler -> Allah’ındır <-..."


Nasıl 'Yehova' demiyorsan ! Öyle de 'Tao' deme.. Ki anlamış olduğunu anlayayım !..

Nefsine hakim olan..

“Nefsine hakim olan, kimseye mahkum olmaz.”

M. Kemal İnal

Hayal (Devam)


Yar, hoş şeydir.
Çünkü yar, yarin hayalinden kuvvet alır, gelişir ve yaşar.
Buna şaşmamalı, Mecnun'a Leyla'nın hayali kuvvet vermiyor muydu?
Ve onun yiyeceği, içeceği bundan ibaret değil miydi?
Mecazi bir sevgilinin hayali ona böyle bir kuvvet verir ve tesir ederse, gerçek sevgilinin, sevgilisine kuvvet bağışlamasına niçin şaşılsın?
O'nun hayali, surette ve gaybette mevcuttur.
Şu halde ona nasıl hayal denir?

O, hayal değil, gerçeklerin ruhudur.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)