Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

“Cebrail (as) geldi ve “Secdende bu kelimelerle dua et!” diye emretti. Öyle ki, bu kelimeleri her kim secdede söylerse, daha secdeden başını kaldırmadan affedilir.” s.a.v.


Hz. Aişe annemiz (ra) anlatıyor:

Bir gece Hz. Peygamber’in (asm) yanına vardım. Namaz kılıyordu.

Sanki atılmış bir elbise gibi secdeye kapanmıştı. Duydum ki şöyle dua ediyordu:

“Bütün varlığım ve hayalim Sana secde etti.

Kalbim sana iman etti.

Rabbim, işte ellerim… Nefsim üzerine koruyucu değiller.

Ey bütün büyük şeyler için kendisine ricada bulunulan Azîm,

Büyük günahlarımı bağışla!”

Secdeden başını kaldırdıktan sonra bana şunları söyledi:

“Cebrail (as) geldi ve “Secdende bu kelimelerle dua et!” diye emretti.

Öyle ki, bu kelimeleri her kim secdede söylerse, daha secdeden başını kaldırmadan affedilir.”

(Ahlaku’n Nebi, III, s.169 – En Sevgilinin Sevgilisi Hz. Aişe, Hayatı ve şahsiyeti,
Dr. Ramazan Balcı, s.95 Nesil Yay.)

Esmalar / İsimler / Allah İsmi / Zat (Devam)


Nasıl 'Yehova' demiyorsan ! Öyle de 'Tao' deme.. Ki anlamış olduğunu anlayayım !..
" En güzel isimler -> Allah’ındır <-..."

Ve lillâhil esmâul husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî esmâih(esmâihî), se yuczevne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

1. ve li allâhi : ve Allah'ındır
2. el esmâu el husnâ : en güzel isimler
3. fe ud'u-hu : artık ona dua edin
4. bi-hâ : onunla
5. ve zerû ellezîne : ve o kimseleri terket
6. yulhıdûne : saptırıyorlar
7. fî esmâi-hi : onun isimlerinde, isimleri hakkında
8. se yuczevne : yakında cezalandırılacaklar
9. mâ : o şey (dolayı)
10. kânû : oldular
11. ya'melûne : yapıyorlar

En güzel isimler -> Allah’ındır <-. -> O’na <- o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.

Araf 180

"Esmalar/İsimler açısından Allah, sıfatların taşıdığı anlamlar açısından zat konumundadır."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Vahdet-i Vücud Vahdet-i Şühud Farkı / İlim (Devam)


Aşık'ı Putperest'ten ayıran, İlim'dir.. Fakat sen dersen ki: ' İlim değil, Hakk Ayırır ' .. İşte bu "Yerinde" bi söz olmaz.. Çünkü Hakk'ın Bilmesi, Görmenin Aynıdır.. Fakat O, Görme olmasa da Bilir. Ama Bilmemesi Noksanlık olurdu. Alim İsminin/ İlim Sıfatının Zat'ı Cihetinden Zıt'dı yoktur. "Ve Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiç bir şey bilmiyordunuz..." (Nahl 78) O, Subhan'dır. Halbu ki Hakk için Görmemek olabilir. Ve O'na Noksanlık getirmez bu. Çünkü O'nun, Görülecek, Kayıtlanacak Asli Sureti yoktur. "..Beni asla göremezsin.." (Araf 143) Ama Bilmemek Mutlaka Noksanlık olurdu; oysa O Kendisini Mutlaka Bilir. Aşık'ı Putperest'ten ayıran, İlim'dir.. Bak, Görmek ile Bilmek farkı.. Biliyor, ve Bilebiliyorsan..

Allah ile Konuşmak / Süluk / İlim ve "İlmel Yakin" (Devam)


Allah'la "Konuşmak" mı ! Her şeyi Bilen'le nasıl Konuşulur ki ?! Allah OKUmaz ! Bilir ! Nefsine böyle bir Arzu geldiyse, Konuşmak değil, Muhabbetullah'tır o. Ki İbrahim'e (a.s.) "Ne o İnanmıyor musun ?" diye Muhabbet'den sordu. Yoksa Diriltebileceğine İnandığını elbette Biliyordu ! Fakat İbrahim a.s. da İlim Arzusu vardı. Dost'u hakkındaki Cehaletini Kabul etmişti ! O'nu Biliyor, aynı zamanda Neyi Nasıl Yaptığını da Bilmek; O'nu daha çok Tanımak istiyordu. Demek ki İnsan başında da sonunda da İlim'e Muhtaç ! Fakat önce Nefsini Bilmeli İnsan ! Yani Cehaletini demek istiyorum ! Ve ki İlim'in bu Kuşatıcılığını ! Çünkü Kalbi başka türlü nasıl Mutmain olacak ?! Her şeyi Bilenle nasıl Konuşulur ki !..


Bu yazdığımda vurguladığım "İlim" dir, Sülukdaki "İlmel Yakin" değil ! Biz "İlim"den bahsettiğimizde Cüz olan İlim'den değil "Zat-i"olan İlimden bahsediyoruz. Huzuri olan İlim değil. Yani "Ama", "Ahir", "Tecelli" vs diye ayrı ayrı değil, bütün olarak "İlim". Yani burdaki dikkat etmen gereken şu gibidir : Allah İsmi Kimine göre İsimlerin İsmidir, kimine göre de Zatın İsmidir ki Biz Zatın İsmini kastediyoruz. Doğrusu da budur ! Muhyiddin İbn Arabi (k.s) da görülen "İlim" de böyledir ! "İlmel Yakin"deki "İlim" değil. İbrahim (a.s.) için ilgili ayetlerde "Sülukdaki İlmel Yakin" geçerli olmaz. Yazımı Dikkatli incele.. "Muhabbet" bu Ayetlerde nasıl bir Mümin için Aynı olmazsa "İlim"de aynen öyle "İlmel Yakin" olan İlim olmaz..
 
Yani daha kolay şöyle izah edeyim: Yükselişteki Süluk değil.. Dönüşteki Suluk değil.. Bu Ayrım artık ortadan kalkmış olan Duruştaki İlim.. Zat-i İlim..
 
Düşün bir.. Her Görmek, ve dahi Görmemek, Bilmenin aynısı oldu.. Fakat her Bilmek, Görmenin aynısı olmaz ki.. Bak, Görmek ile Bilmek farkı.. Bilirsen.
 
Aşık'ı Putperest'ten ayıran, İlim'dir.. Fakat sen dersen ki: ' İlim değil, Hakk Ayırır ' .. İşte bu "Yerinde" bi söz olmaz.. Çünkü Hakk'ın Bilmesi, Görmenin Aynıdır.. Fakat O, Görme olmasa da Bilir. Ama Bilmemesi Noksanlık olurdu. Alim İsminin/ İlim Sıfatının Zat'ı Cihetinden Zıt'dı yoktur. "Ve Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiç bir şey bilmiyordunuz..." (Nahl 78) O, Subhan'dır. Halbu ki Hakk için Görmemek olabilir. Ve O'na Noksanlık getirmez bu. Çünkü O'nun, Görülecek, Kayıtlanacak Asli Sureti yoktur. "..Beni asla göremezsin.." (Araf 143) Ama Bilmemek Mutlaka Noksanlık olurdu; oysa O Kendisini Mutlaka Bilir. Aşık'ı Putperest'ten ayıran, İlim'dir.. Bak, Görmek ile Bilmek farkı.. Biliyor, ve Bilebiliyorsan..
 
 
 

Laiklik

http://youtu.be/5o2j32XCdcQ

http://youtu.be/75oTqfXaUTs

http://youtu.be/X4uJn-HCPWI

http://youtu.be/gkDeQJbktQU

http://youtu.be/p4007DZhWXs

Kırklar, Yedilerin sultanı sensin, Gavslar meclisinin imamı sensin, İlim deryasının ummânı sensin, Sultanlar sultanı pir Abdulkadir. Arifler içinde mir Abdulkadir. (Alıntı)


Muhammed neslinden, Şah-ı Veliden,
Gonca Hüseyin’den, gül Fadime’den,
Zarif ve inceden, nurdan bir beden,
Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
Abidler içinde bir Abdulkadir.

Hasan-el Basri’nin irfan yolundan,
Bağdatlı Cüneyd’in aşkın kolundan,
İrem bağlarının eşsiz balından,
Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
Aşıklar içinde şir Abdulkadir.

Kırklar, Yedilerin sultanı sensin,
Gavslar meclisinin imamı sensin,
İlim deryasının ummânı sensin,
Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
Arifler içinde mir Abdulkadir.

Erenler bezminde dergâh kurulur,
Tüm veliler divanında bulunur,
Hama erlerinden yolun sorulur,
Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
Lütfunla rüyama gir Abdulkadir.


"Namaz müminin miracıdır." s.a.v. / Namaz (Devam)


"Namaz müminin miracıdır." s.a.v. Hadisinde, İmam-ı Rabbani hazretlerinin (k.s.) farkettirdiği bir Bilgi geldi ki, anlatması çok güç, fakat anlaşılması çok Mühimdir; Sırdandır. Ama olabildiği kadar şöyle açayım: Mümin, namazdaki Mirac'ı, Müminde aramamalıdır; çünkü Namazdadır.

Bir başka Hadisle bu farkedilmeyen Bilgi pekiştirilebilir:

“İstikâmet üzere olun. (Bunun sevâbını) siz takdîr edip kavrayamazsınız. Şunu bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır…”

s.a.v.

Mehdi a.s.


“Geleceği vaad edilen Hz. Mehdi (a.s.) dinin tervicini (değerini artırmayı), sünnetin ihyasını (yeniden canlandırmasını) murad ettiği (istediği) zaman; bid’at ehl-i ile ameli adet edinen, hasene zannı ile dini karıştıran (dinin aslında, özünde olmayan şeyleri, dinin emri olduğunu zanneden bazı insanlar) hayretle söyle diyecektir: BU KİMSE (HZ. MEHDİ (A.S.)) DİNİMİZİ KALDIRMAK VE ŞERİATIMIZI İZALE (MAHVETMEK) İSTİYOR.”

(Mektubat-i Rabbani, 1/535)

Son gazeli


Git!
Başını yastığa koy!
Beni, geceleri rahatsız olan şu biçâreyi yalnız bırak.
Biz geceleri sabahlara kadar inleyen sevda dalgalarıyız.
Sen istersen gülerek bize lûtfet;
İstersen ayrılarak cefa et.
Güzel yüzlülerin padişahı için sözünde durmaya lüzum yoktur.
Sen ey yüzü solmuş âşık, sabret; vefâlı ol.
Bizi öldürenin gönlü taş gibi katıdır.
Bizi öldüren, kanımızın bahası için hiçbir tedbir söylemiyor.
Bu derde ölmekten başka çare yoktur;
Şu halde nasıl olur da :
‘Bu derde devâ et!..’ diyebilirim?
Dün gece rüyamda aşk mahallesinde bir ihtiyar gördüm.
Başı ile bana işaret ediyor ve:
‘Bizim tarafa gel’ diyordu.”

 
Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Aşk'ın zevk ile, bugün ve yarın ile ne ilgisi var...


Herkes kendi Pir'inden söz açar. Bize, Hazreti Peygamber (S. A. V.) rüyada bir hırka verdi. Fakat bu iki gün sonra eskiyip yırtılacak, külhanlara atılacak veya bulaşık silinecek hırkalardan değildir. Belki sohbet ve yoldaşlık hırkasıdır. Akıllara sığmayan bir sohbet değil, belki dünü, bugünü, yarını olmayan bir sohbet. AŞK 'ın zevk ile, bugün ve yarın ile ne ilgisi var.

Şems-i Tebrizi (k.s.)

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) ve Vahdet-i Vücud (Devam)


Vahdet-i Vücud = "Tevhid".. "Vahdet-i Vücud" Kavramı Hazret tarafından konulmamıştır. İbni Arabi hazretleri (k.s.) Direkt olarak, Tümüyle, Yalnızca "Tevhid"i anlatır. Yani Tevhid-i Sıfat, Tevhid-i Zat filan gibi de değil; Safi Tevhid. Bütün Tafsilatıyla Sırf "Tevhid". Ve fakat o'nda gereği gibi Sulük etmemişler (ki çoktur) ancak kendi görebildikleri kadarıyla ve "Vahdet-i Vücud Tanımı" noktasından gördüklerini Tanımlamışlardır. Hazret, "İlim'de Marifet Sahibi" olan bir Zat'tır. "Marifetinden İlim Sahibi" olan değildir. Bu önemli Ayrımı anlayabilirsen, söylediğimi anlayabilirsin. Başka bir noktadan da şunu belirtmek isterim: Onun Rabbi, kendi buyurduğu üzere de "Alemlerin Rabbi"dir.

Zikir (Devam)


Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allahu Teâlâ'yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar:

"Kullarım ne diyorlar?"

"Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana ta'zim (temcîd) ediyorlar" derler. Rabb Teâlâ sormaya devam eder:

"Onlar beni gördüler mi?"

"Hayır!" derler.

"Ya görselerdi ne yaparlardı?"

"Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta'zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler. Allah tekrar sorar:

"Onlar ne istiyorlar?"

"Senden, derler, cennet istiyorlar."

"Cenneti gördüler mi?" der.

"Hayır ey Rabbimiz!" derler.

"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.

"Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi." Allah Teâla sormaya devam eder:

"Neden istiâze ediyorlar?"

"Cehennemden istiâze ediyorlar" derler.

"Onu gördüler mi?" der.

"Hayır Rabbimiz, görmediler!" derler.

"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.

"Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı" derler. Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:

"Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı: "Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi." Allah Teâla: "Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur." [Buhârî, Daavât 66, Müslim, Zikr 25, (2689); Tirmizî, Daavât 140, (3595).]

Ahmed Hulusi'de Ruh ve Beyin


Ahmed Hulusi Hocanın Marifetinden, "İnsan Ruhu"nu en doğru biçimde ifade eden Tanımları, seçebildiğim kadarıyla şunlardır. Doğru Yürüyen, Hedefine varan Direkt Temel Tanımlar, seçebildiğim ve tırnak işaretiyle de ayırdığım kadarıyla şunlardır:

1 - “RUHUMDAN NEFH ETTİM!” : { ---"Zâtıma ait--- sıfat ve "Esmâ"m ile -var- kıldım"}

2- "Öz"

3 - Cüzlerden oluşmayan-parçalanmayan-hiçbir zaman yok olmayacak, kaybolmayacak yapın...

4- Bütün Allah İsimleriyle kastedilen mânâların(“Tek Mânâ”nın)olduğu bilinç yapı.

5- Beynin ---hakikati--- ve ---"Öz"ü---

6- Tasarruf sahibi bilinç

7- Lâtif Beden

8- RUH, ZAMAN VE MEKÂN KAYDI DIŞINDADIR!

9- "..Hâfıza fonksiyonu gerçekte, ruhta mevcuttur!..."

10 - Beyin ve ruh her an birbiri ile iletişim hâlindedir ve bedenin enerjisi ruhtan takviye alır; daha doğrusu beyin ruhtan takviye alır.

11- (Ruhun gelmesi, gitmesi, çağırılması gibi hâller dahi asla vârit değildir…Ruhu, sadece Rabbı çağırır; ve Ruh da asli âlemine rücû eder, cesedi terkederek!.)

Bunların dışındaki Tanımları, Hedefinde, yani "İnsan Ruhunu" anlamada, doğru yolda yürümeyecektir.
Allah ondan Razı olsun.


http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/B/hafizanerededir.htm
http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/B/unutmanedir.htm
http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/B/hafizadasilinmeolurmu.htm
http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/B/herhafizasiolanin.htm
http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/B/berkitecelli.htm
 
 

İlim / Zıtlık / Ruh / Nefs (Devam)

Allah'ın Zat-i Sıfatı olan İlim Sıfatı; yani "Alim" İsmi'nin, "Zıt'dı" yoktur. O Cahil olan, Senin "Nefsindir". Ondan bir Ruh olan, Sen, Nefsinden uzaklaşır İlim'e Yaklaştırılırsın da, ancak öylece İlim yani O'nun Sıfatı O'nu Görür, Bilir. İşte bu "O'nu ancak Kendisi Bilir" demektir. "Zuhurdan sonraki Şahitlik" ki işte öyledir; başka türlü değil :

Allah, gerçekten Kendisi'nden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve " ilim sahipleri " de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur.

Al-i İmran Suresi 18

Dikkat et ! İman Sahipleri veya Mümin'ler veya başka denmedi: "İlim Sahipleri" dendi.

Şems-i Tebrizi (k.s.) / Söz / Sufi / Cahil (Devam)

Yani bu Peygamber, ümmetine olmayan bir şey bıraktı. Belki o vardı da önüne bir perde çekilmişti. Büyü yaparlar, konuşurlar uğraşırlar ki, bu perdeyi kaldırsınlar.
Bütün Peygamberlerin öğütlerinin özeti şudur: Kendine bir ayna ara! Şimdi
cevap vereceksen uygun söyle, yani nasıl ki kanatlı bir kapının karşılıklı her iki kanadı iyi takılınca biri birinden ne eksik ne fazla gelirse sen de öylece soruya uygun karşılık ver.

Padişahın biri, diyor ki; «Bana gelen kimsenin ben konuşmadıkça söze başlamamasını istiyorum. Ben bir şey sorunca da uygun cevap versin, hiç fazla söz söylemesin.» Bir ziyaretçiye sordu: «Karın var mı?» «Bir karımla üç çocuğum var,» dedi, Şah hiç iltifat etmedi, «Buna yol verin,» dedi. Ziyaretçi Şaha bir kâğıt yazdı ve dedi ki: «Allah Musa Peygamberden, 'Elindeki nedir?' diye sordu, o da, 'Bu sopamdır, üzerine dayanırım, bununla koyunlarımı sürerim,' diye sözü uzatmadı mı?» Şah, kâğıdın altına şöyle cevap yazdı: «Musa'nın sözü uzatmasında başka bir hikmet var idi, ama akıllı kişi soruya uygun cevap verendir.» Birine sordum: (M. 14) Sen nerede oturuyorsun? «Külhanlarda,» dedi. Bu yalandır, gerçeğe uygun değildir; Oturduğu yer tek bir külhandan başka değildir. Bir yerin aynı zamanda iki kimse tarafından işgali imkânsızdır.

Şems-i Tebrizi (k.s.)


Hz Peygamber "Kolaylaştırınız" dedi; "Basitleştiriniz" demedi. Kolaylaştıran, belki Sufi olabilir. Cahil ise mutlaka Basitleştirendir. Bu ikisi arasında büyük bi fark olduğu kesindir.

Sırâtıllâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), e lâ ilâllâhi tesîrul umûr(umûru).

Sırâtıllâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), e lâ ilâllâhi tesîrul umûr(umûru).

1. sırâtı allâhi : Allah'ın yolu
2. ellezî : ki o
3. lehu : onun
4. mâ : şey, ne
5. fî : de, içinde, var
6. es semâvâti : semalar, gökler
7. ve mâ : ve şey, ne
8. fî : de, içinde, var
9. el ardı : arz, yer
10. e lâ : değil mi
11. Ilâ allâhi : Allah'a
12. tesîru : seyreder, gider, döner, ulaşır
13. el umûru : işler

Şura 53

Kim..

"Kim Allah rızası için kırk gün ihlâsla sabahlarsa, hikmet pınarları, onun kalbinden
fışkırıp, diline akar hale gelir"

s.a.v.

Zât / Ruh / Nefs / İlim (Devam) ..Bu, O'ndan bir Ruh olarak çok da zor olmayacaktır..

O'nun, Zatını Tecrit etmek yerine, bir Ruh olan Sen, Nefsinden O'na Hicret et. Bu, O'ndan bir Ruh olarak çok da zor olmayacaktır. Zat'en İlim'de, ve Edeb'e Uygun olan da buydu.

Ateist Ufaklıklara


"...(Oğlu) dedi ki: "Ey babacığım. Emrolunduğun şeyi yap! İnşâAllâh beni sabredenlerden bulacaksın."

Saffat 102

(Habil dedi ki) Gerçekten ben, benim günahım ile kendi günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı dilerim.Ve zâlimlerin cezası, işte budur.

Maide 29

Bunun üzerine Allâh, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için, toprağı eşeleyen bir karga bâ'setti. (Kabil) kendi kendine söylendi: "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olmaktan âcizim ki kardeşimin cesedini toprağa gömmeyi düşünemedim!" Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.

Maide 31

Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim'e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.

Saffat 107-111

"Gerçekten rüyanı doğruladın. Doğrusu biz muhsinlera (müşahedelerinde Hak'tan gayrı bulunmayanlara) böylece karşılık veririz. " Muhakkak ki bu apaçık bir belâdır (öğretici, idrak ettirici deneyim)!

Saffat 105-106

"...Rüya, iç konuşmasından kurtulmuş, dimağın durumu sahih, mizaç da mutedil ise, bu rüya Allah'tandır. Genellikle bu gibi bir rüya, tabir edilmez. Çünkü yansıma, aslın sureti ile zahirin yansımasıdır.

Peygamberlerin çoğunluğunun rüyası böyledir.

Bu, Hz. Halil İbrahim'in (a.s.) rüyasını yorumlamayışı ve zahirini benimsemesinin sebebidir.

Kalbi Hakkın yerleştiği yer haline gelen kimsenin kalbine genellikle başka bir şey yansımaz; bilakis, bu özellikteki bir kimsenin rüyasının kaynağı/(memba) ve ilk yansıma kalbinden dimağınadır. Halil (a.s.) birinci hale alıştığı, Hak ise, onu kalbi Hakkı kuşatan kimsenin makamına ulaştırmak istediği için, ilahi kalbinden dimağına çıkan şey, bir tek yansıma olmuştur..."

Sadreddin Konevi (k.s.)

Kendisine verilen müjdenin (bir Kız Evladının dünyaya gelmesinin) kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu yoksa onu toprağa mı gömsün!

Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!

Nahl 59


Bu bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.
O Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir.
Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.
Çünkü onlar işitmekten uzaklaştırılmışlardır.
Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azab edilenlerden olursun!

Şuara 209-213

Onlara işaretlerimiz okunduğunda: "Gerçekten işittik. Eğer dilesek elbette bunun benzerini biz de söylerdik. Evvelkilerin masallarından başka bir şey değil bu!" dediler.

Enfal 31

İşaretlerimiz kendilerine apaçık bildirildiğinde, o hakikat bilgisini inkâr edenler, kendilerine geldiğinde Hak için: "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.

Ahkaf 7

Yoksa "Onu (Muhammed a. s. ) uydurdu!" mu diyorlar? De ki: "Hadi siz de Onun benzeri bir sûre açığa çıkarın bakalım ve de Allâh dûnunda elinizin erdiği kim varsa (onu da yardıma) çağırın! Eğer sözünüzde sadıklar iseniz. "

Yunus 38

İlahi Aşk / İbn Arabi (k.s.)

http://www.sufizmveinsan.com/aksam/ilahiask7.html

http://www.scribd.com/jonasclean/documents

İşte bu Hakikatler sebebiyle Tevbe edenler için "Oruç", "Farz" kılınmıştır. Başka türlü Kurtulamaz çünkü İnsan Akibet'den. Yoksa "Diyet" olur onun Ameli; yine battığı pisliğe geri döner !

Dedikodu, Alay, Laf gibi eğlencelere dalmış, Şeytanın Pisliğiyle Beslenmeye alışmış İnsan'ın Allah'a dönmesi zordur. İsterse Müslümanım desin. Bunlar onun için artık Su gibi Yemek gibi olmuştur. Tevbe edemez. İşte bu Hakikatler sebebiyle Tevbe edenler için "Oruç", "Farz" kılınmıştır. Başka türlü Kurtulamaz çünkü İnsan Akibet'den. Yoksa "Diyet" olur onun Ameli; yine battığı pisliğe geri döner ! Allah'ın Emirleri, Yasaklarıdır "Şeriat" ! Sen ne sandın ?

Dünya zamanından herhangi bir Vakit Akıllı İnsanın Orucunu bozamaz.

İstediğin konuma gelmiş ol, kendini ne türlü ayırmış olursan ol, hiç bir Allah kuluna, İnsan'a, Allah'ın Halifesine, 'Deli', 'Hasta', 'Kliniğe kapatılması gerek' gibi şeyler söyleme.

İstediğin konuma gelmiş ol, kendini ne türlü ayırmış olursan ol, hiç bir Allah kuluna, İnsan'a, Allah'ın Halifesine, 'Deli', 'Hasta', 'Kliniğe kapatılması gerek' gibi şeyler söyleme. Tekfir de etme ! Sen "Kendini Bil" ! Yeter ! Yoksa, Allah seni aynı şekilde "Hoyratça" Cehennemin Dibine İndiriverir ! Anlarsın o zaman kim Akıllı kim Deli. Korkma, İnsan'ın Lafı OLmaz ! Fakat Kork ! Allah'ın dediği, OLuverir !..

“Allah'ı öyle çok zikredin ki, tâ -insanlar- size mecnun/deli desinler.” s.a.v.

Vay hâline tüm hümeze (arkadan dedikodu yapıp çekiştiren) ve lümeze (kınayıp tahkir eden) güruha!

Hümeze 1

Bu "Güruh", Müslümanlardan olmuş olmamış Allah nezdinde farketmez !..

Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler.

Müminun 104

Ey iman edenler. Bir grup diğer bir grup ile alay etmesin! Onlar (alay ettikleri), kendilerinden daha hayırlı olabilirler! Kadınlar da kadınlarla (alay etmesinler)! Olabilir ki onlar kendilerinden daha hayırlıdır! Nefslerinizi (birbirinizi) ayıplamayın ve birbirinize (kötü) lakaplar takmayın! İmandan sonra fusuk (inancın bozulması) ne kötü bir isimlenmedir! Kim tövbe etmediyse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir!

Hucurat 11

Dedikodu, Alay, Laf gibi eğlencelere dalmış, Şeytanın Pisliğiyle Beslenmeye alışmış İnsan'ın Allah'a dönmesi zordur. İsterse Müslümanım desin. Bunlar onun için artık Su gibi Yemek gibi olmuştur. Tevbe edemez. İşte bu Hakikatler sebebiyle Tevbe edenler için "Oruç", "Farz" kılınmıştır. Başka türlü Kurtulamaz çünkü İnsan Akibet'den. Yoksa "Diyet" olur onun Ameli; yine battığı pisliğe geri döner ! Allah'ın Emirleri, Yasaklarıdır "Şeriat" ! Sen ne sandın ?

Dünya zamanından herhangi bir Vakit Akıllı İnsanın Orucunu bozamaz.

Izdırap içinde bir Hayvan görürsen

Izdırap içinde bir Hayvan görürsen Mümin ve Rahim İsimlerini söyle, zikret ona.

Allah Sevgisi .. Vedud Hu

Ey minik yaprak Söyle nereden buldun dalı delecek gücü? Nasıl çıktın zindanından dışarı? Anlat bize, anlat ki biz de kavuşalım ışığa, Biz de çıkalım zindanımızdan dışarı. Ey servi, yerde bitiyorsun ama, nasıl da atılmışsın gururla göklere... Kimden öğrendin, nasıl yapıyorsun bunu? Öğret bize de yükselmeyi göklere. Ey baştan aşağı kanlara kesen gonca Sen ki kendinden çıktın, Bize de anlat. Nedir bu aşk, Öğret nedir kendinden çıkmak.

Hz Mevlana (k.s.)

‘Allah, sizi (babanız Âdem’i) yerden (bitki bitirir gibi) bitirdi (yarattı.)’

Nuh 17

"...onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz !

Secde 9

Ve Allah sizi, analarınızın karnından çıkardı,

hiçbir şey bilmezdiniz.

Ve şükredesiniz diye, size/sizin için,

işitme,

görme,

gö­nül

(duyu/hassa/duygu) verdi.

Nahl 78


13. inne-hu: elbette o
14. huve es semîu el basîru: o en iyi işitendir, en iyi görendir

İs­râ 1


"...Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var… Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler.

Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar…

Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… güneş,ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı. Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte. O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin? Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.

Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur. Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak! Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz. İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdâl, onlara öbür âlemden bahsetti mi, “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.

Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez..."

http://jonasclean.blogspot.com/2008/08/ana-karnndaki-ocua-birisi-dese-ki.html


Aciz, zayıf ve muhtaç bir kul olarak, Seni sevmemde yadırganacak hiç bir şey yok. Şaşılacak şey şudur ki, Allah, Padişah ve hiç bir şeye muhtaç olmayan bir Gani iken Sen, beni seviyorsun!

Bayezid Bistami (r.a.)

Balçıktan yaratılmış bir sevgilisi olan, bir gün ona kavuşur, sükun bulur, rahatlar. O kimse ne acayip, ne şaşılacak nadir bir kimsedir ki, su balçık bedeninden dışarı çıkar, kendi kirli maddi varlığından kurtulur da, senin gibi eşsiz bir sevgilinin muhabbetine duşer, nadir bir sultanın sevgisini kazanır.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)


Ruh / Beyin / İlim (Devam)


El-Cami İsmine bi bak: Sodyum yanabilen bir madendir, klor ise acı kokulu yeşilimtırak bir gazdır. İki ayrı Atom. Bildiğimiz Sofra Tuz'u bu ikisinden oluşur; apayrı şeydir. Şimdi burada Allah'ın Sıfatından, İsminden haberi olmazsa bi insanın Tuz'un Özünün Sodyum ve Klor olduğuna inanır. Oysa ki burada ne Tuz ne Sodyum ne de Klor bir Öz teşkil eder. Yalnızca, "Cami" İsmi Vardır/Görünmektedir. İşte bunu genişlet ve İyice anla; Gözükenler nedir ve Kime Ait olabilir.

Şunu da Unutma ki İnsan İsmindeki Ruh böyle değildir !

“ve nefahtü fîhi min rûhi” Sad 72

Çünkü: Allah, "Öyle" değildir ! İsimlerinden, Sıfatlarından OLuşmaz ! İlim sahibi olmayanların bazılarının, Ruh hakkındaki "Cehaletleri", İlim sahibi olmayışlarındandır ! Yoksa, Ruh hakkında aksi Manayı verebilecek bir Tevil'e gitmez, Kafalarına göre konuşmazlardı ! Ki Büyüklerimizin hiçbirisinde bu Aksi Mana'da bir Tevil yoktur !..

İnsandaki Ruh "Öyle" değildir ! Şöyledir !: “ve nefahtü fîhi min rûhi” Sad 72

Ruh, Bileşim değildir ki Ayrışma olsun ! Onda yalnızca, Var edildikten sonraki Örtü vardır, Açılma vardır ! Bu örtüsü Nefs'dir ! Bileşim, Nefs'in yapısındadır ! Ruh ise, bizzat Kendi Ruhundandır ! Onda "Nasıl ?" yoktur !

“ve nefahtü fîhi min rûhi” Sad 72

Şöyle ki !

Bir şeyi (olmasını) irade ettiğimizde kavlimiz ona yalnızca: "Ol" dememizdir. (Artık) o olur !

Nahl 40


Cenin'e 120. günde Ruh, Üflenir ! OLuşmaz ! Fakat OLur ! Ruh, Beynin OLuşmasıyla veya OLuşmamasıyla İlişik değildir ! Allah tarafından Örtülme veya Açılma iledir ! Settar ! Ve şöyle ki :

Meryem oruçlu olduğundan konuşmayıp, çocuğu işaret etti (ona sorun gibisinden). "Kundaktaki bebekle ne konuşabiliriz ki!" dediler.

(Bebek İsa) konuştu: "Kesinlikle Ben Allâh kuluyum; bana Bilgi (Kitap) verdi ve beni Nebi olarak meydana getirdi. "

Meryem 29-30

Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol!” dedi ve oluverdi.

Gerçek (Hak), Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.

Ali İmran 59-60

Hamd, şeyleri yokluktan ve yokluğun yokluğundan izhar eden Allah'adır.

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)

"Biz Hak ile aldatılmaya razıyız." Hz Ömer (r.a.)

"Cebrail bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu vâris kılacağını zannettim"

s.a.v.

Allah’ın kendilerine ikram edip verdiği malları infak etmekte cimrilik edenler, o biriktirdikleri malların kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece cimrice sarıldıkları şey kıyamet günü boyunlarına tasma gibi geçirilecektir.

Al-i İmrân 180

"Yeryüzünün doğu ucunda bir insanın ayağına batan dikenin acısını, batı ucundaki duyacaktır."

s.a.v.

"Dilenci at üzerinde de gelse, ona sadaka verin."

s.a.v.

"Erdemin en büyüğü, seninle ilişkilerini kesene iyilik etmen, senden esirgeyene vermen, sana kötülük edeni bağışlayıp, dost elini uzatmandır."

s.a.v

Biz Hak ile aldatılmaya razıyız.

Hz Ömer (r.a.)


"Cennete ilk çağırılıcak olanlar, bollukta darlıkta hep Allah'a şükür eden hamdçılardır."

s.a.v.


"Dua edenler üç kisimdir. Ya istedikleri hemen karsilanir, ya istediginden daha efdali sonraya birakilir, ya da istediginin karsiliginda bir kötülük kendisinden uzaklastirilir."

s.a.v.


"..Bir kimsenin muhtaç ve muzdarip olduğunu görürüsen ve sen de onun ihtiyacını ve sıkıntısını giderecek güce sahip isen , o zaman senin malında onun da hakkı olduğunu bilmen gerekir. Çünkü, Allah onun hakkını veresin diye onun durumunu sana göstermiştir. Eğer o hakkı vermezsen, o zaman sorumlu olursun..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Kim, Allâh'a güzel bir ödünç verip de karşılığını katbekat geri almayı ister! Allâh kabz eder veya bast eder (tutar, sıkar, daraltır veya açar, genişletir, yayar). O'na döndürülmektesiniz!

Bakara 245

http://www.facebook.com/notes/yunus-%C3%A7%C3%B6mlek/e%C5%9Fsiz-bir-tek-hu-o/462558367631

Hu Allah


Mandalinaya bak, nasıl dilim dilimdir.

Açlığa bak, nasıl süründürür.

"Şöyle denebilir: 'Alemlerden müstağni zat Allah'ın ardındadır.' Buna şöyle yanıt veririz: İş zannettiğin gibi değildir... İlim / Ruh / Hal (Devam)


Önce söz ehlinin meclislerini zikredelim! Bunlar, otuz altı, Hakim Tımizi'de ise kırk sekiz meclistir. Çünkü Tırmizi insanda doğasının hazzını da dikkate alarak on iki meclis daha ilave eder ki, bu doğrudur. Bazılarımız, insanın doğasını değil, ruhaniliğini dikkate almakla -yetinir-. Bu durumda sözü edilen meclisler, otuz altıdır. Bu nedenle bizim ile bu meclis ehlinin bilginleri arasında görüş ayrılığı meydana gelmiştir. Bir kısmımız bunu dikkate alırken bir kısmımız almamıştır. Dikkate alınması daha yerindedir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"Ruh nur, doğa karanlıktır."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"...Ne şaşılacak şeydir ki; nazla, işve ile seni eritir, zayıflatır, kıla döndürür de, yine sen, dostun bir kılına iki dünyayı bile vermezsin. Dostla oturmuşuz. Onunla bir aradayız da dosta; "Ey dost! Dost nerede?" diye soruyoruz. Dostun mahallesindeyiz de gafletimizden; "Dost nerede? dost nerede?" deyip duruyoruz. Kötü, hoş olmayan kuruntular, uygunsuz düşünceler bizim gevşek tabiatımızdan meydana gelmededir. Bu, dostun huyu değildir..."

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)


"...Et-Temkin: Telvin halinde (Halden hale İntikal edişte/dönüşmede) "yerleşiklik" (Uyanıklık/Temkin/Sabitlik) kazanma demektir bize göre. Bazılarına göre ise vusul ehlinin halidir..." ("...Dikkate alınması daha yerindedir.")

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"İlim sabit, Hal gidicidir"

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"Perdeler kalksa yakinim artmaz."

Ali (k.v.)


"Şöyle denebilir: 'Alemlerden müstağni zat Allah'ın ardındadır.' Buna şöyle yanıt veririz: İş zannettiğin gibi değildir. Allah, zatın ardındadır. Allah'ın ardında ise, varılacak bir yer (ve hedef) yoktur. Çünkü zat, kendi mertebesi olmak bakımından, her şeyde mertebeden önce gelir. Öyleyse Allah'ın ardında bir hedef yoktur."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

"Hak, sınırlanmaz, çünkü O, bütün sınırların ta kendisidir (tanım). İnsanlar ise perdelilik ve perdesizlik arasındadır. Allah bizi perdede, perdenin kaldırılışında ve perdenin ardından kendisine ait şeyde Hakkın gösterildiği kimselerden eylesin."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

"...Allahım Zâtında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her derdimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle..."

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Ben seni çeşitli bilgisizliklerden dolayı, kendini alim bilmemen için daha önceden kınadım ki, bildiğin bir şeyle karşılaştığında onu büyük saymayasın. Çünkü alim bir kimse bildiğini, bilmedikleri şeyler karşısında pek az görür. Bu yüzden kendisini cahil bilip, neticede ilim tahsil etmede daha çok çaba gösterir; daima onu ister, ona ilgi duyar, onu arar durur. İlim ehlinin karşısında mütevazı olup ona yönelir. Susmaya sarılıp, hata yapmaktan çekinir, ondan utanır. Bilmediği bir meseleyle karşılaştığında da onu inkâr etmez; çünkü önceden nefsi kendi cehaletine ikrar etmiştir. Cahil kimseyse bütün cehaletiyle birlikte kendisini alim sayar; reyini yeterli görür; daima alimlerden uzaklaşır; onları ayıplayıp durur; onunla muhalefet edenleri, hata ettin diyerek dışlar; bilmediği her şeyi sapıklık sayar; bilmediği bir meseleyle karşılaştığında onu inkâr ve tekzip eder; cehaleti yüzünden: Ben onu böyle bilmiyorum, böyle olduğuna inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden çıktı? der durur. (Bu sözlerle onun batıl olduğunu söylemek ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak) itimat ettiğinden ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir. Böylece, bilmediği konularda yanılgıya düştüğü için, sürekli cahilliklerle başbaşa kalır ve (yeni) cahillikler arar; hakkı inkâr edip, cehalet içinde şaşırıp kalır; ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.

Hz Ali k.v.

Hakk / Nefs / Vehim / Hakikat / İlim (Devam)


Yanyana duran iki vasıtadan biri hareket edip de insanın kendi bulunduğu vasıtayı hareket ediyor zannetmesi durumu.

İnsan o anda yaşadığı Vakıa’yı (Hakikat'i) Gerçek (Hakk) olduğunu Zan etmesi.

İnsan Varlıktaki konumundan ötürü bu Zannında Zorunludur. Mazurdur.

Çünkü o Nefs sahibidir ve Nefs Hakkı Vasıtalı, Aşamalı olarak Bilebilir. Mutlak olarak Bilemez. O’nu ancak O Bilir.Mutlak yalnızca O’dur.

Örnek verdiğimiz durumda ( ki Vehimdir ) kendi vasıtası olan Nefsinden çıkmadan Hakikati Bilemedi.
Ancak Hakk ona Hakkı Bilmede Vasıta olur ve Şüphesiz Hakikat  gördüğü Vehimden kurtulur. Oysa ki o Başlangıçta kendi konumuna göre kendi vasıtasının gösterdiğinin Hakk olduğunu Zannetmişti. Ne zaman ki Alemlerin Rabbi onu hareket ettirdi ve o da Vehminde ısrar etmedi o zaman Nefsinden, veya Rabbi Hassından (yani Hakk hakkındaki kendi Bilgisinden) Alemlerin Rabbine intikal etti.


“…muhakkak Allah bilir ve siz bilmezsiniz.” Nahl 74


“Ey Gavs-ı Â’zam! Kim ilimden sonra Ben’den rü’yeti (Beni görmekliği) isterse, hakikat o, rü’yet ilmiyle mahcûbdur, yani rü’yet ilmi ara yerde perdedir. Kim de rü’yetin ilimden başkası olduğunu zannederse, hakikat o, RÜ’YETULLAH ile aldanmıştır.” Abdulkadir Geylani (k.s.)

“O'nu ancak "O" görür. O'nu ancak "O" idrâk eder. O'nu ancak "O" bilir. Kendi zâtını, kendi zâtı ile görür ve bilir. O'nu kendinden gayrı kimse göremez. Bir kimse idrâk edemez. Zâtını bilmek ancak esmâ ve tecellîyatı iledir. Hüner, Allah'ı... Allah ile bilebilmektir.”

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Harun Yahya / Ledün İlmi / Allah Korkusu

http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=Y3SkMWZ9fck&feature=endscreen

http://www.a9.com.tr/showdetails.php?v=101049

Eminönü / Ezan / Dinle !

http://youtu.be/RS9bs2Tj0og

http://youtu.be/HitAk1OIxvE

Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın....

Duymak, işitmek yetmez; dinle. Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi’ye sonra hikmet’e dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil, ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın....


Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

İlim (Devam)

Dilinde İlim'e karşı herhangi bir Düşük söz, İlim'e karşı herhangi bir tür Gölge düşürücü İma, Kinaye dolaşmayacak .. Hele ki şu Ahir Zamanda Olursa, senin için sadece şu vardır; başka da bişey olacağını zannetmeyesin :

"Efendi, yükseldim, kavuştum sanıyor,
Kendini beğenmiş, yerinde sayıyor."

[Mektubat-ı Rabbani]

İlim (Devam)

"...Bunda sadece yakınlaştırılmış meleklerin ve Allah'ın seçkin kullarının katkısı vardır. Bunlar kendilerinde genel-maddi bir keramet zahir olduğunu fark ettikleri anda, ondan kaçınıp Allah'a sığınırlar. Allah'tan bu kerameti normal adetlerle örtmesini dilerler. Ki halkın genelinden, kendilerini ayrıcalıklı kılan bir farklılıkla belirginleşmesinler.

İlim hariç.

Çünkü ilimle temayüz etmek istenen bir şeydir (!). İlimle temayüz etmek insanlık için yararlıdır. İlim kerametlerin en yücesidir."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"...İlim, kalbi gafletten, cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen
büyük bir perdedir.
Öyle ise, ilim hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak,
İlimle gururlamlmadığı müddetçe.
İlim ne şerefli bir sıfattır ki; Allah Subhanehû bizlere, ondan lezzet ve
hâz almakla ihsanda bulundu. Nasıl olur da insan ilimden ötürü sevinmez.
İlim, öyle bir sıfattır ki onu elde etmek için her şey terk edilebilir.
İlim için iki yüce şeref vardır. Şöyle ki:
1- Allah Tealâ, kendi Zâtını ilimle vasıflamıştır.
2- Kur'an'da Enbiyâ ve Melekler ilimle övülmeye mazhar olmuşlardır.
Dolayısıyla Ulemâ, Enbiyâ'nın varisleridir.
Ey Aziz!.
Allah Tealâ, bizleri ilimde Enbiyâya varis kılmakla bize en büyük
nimetle ihsandan bulunmuştur.
Bu ihsana nail olmamızı da Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam
şöyle beyân etmiştir:
«Enbiyâ ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır.
Onların bıraktığı miras, ancak ilimdir. Kim ilme nail olursa büyük bir
nasibe, yüksek bir dereceye ulaşır.» (Tirmizi)
Ey insanlar!.
Allah ve Rasûlü'nün bizler hakkında kullandıkları ismi niçin değiştirip
yerine Arif diyorsunuz? Bu yaptığınız, nefsin yaratılışında asi olan
muhalefet etme özelliğinden peyda olmaktadır. Zira nefis Allah'ın emir
ettiklerine muhalif hareket etmek üzere yaratılmıştır. Ve sen halâ
"Âlim" demekten kaçınıp "Arif" istimal etmekte ısrar ediyorsun..
Allah'a muhalefet etmekten hâsıl olacak mahrumiyetten Allah'a
sığınırız.
Marifet, Arap lisânında ilmin derecesinden haddi zatında düşüktür.
Zira marifet tek mefu'le geçiş yaptığı için onunla tek bir fâide hâsıl olur.
ilim ise, iki mef'ule geçiş sağladığı için onunla iki fâide vücûda gelir.
Zikr edeceğimiz âyette ilim, marifetin yerinde kullanılmıştır. Şöyle ki: «Hem
de sizin bilmediğiniz..» (Enfâl Sûresi, Âyet: 60)
Aslında ilim, iki mef'ule tesir edendir.. Fakat burada marifet yerinde
niyâbeten istimal edildiğinden ötürü tek mef'ule tesirde bulunmakta esas
anlamına bir noksanlık peyda olmuştur, ilim ve marifete her ne kadar bir
şeyin hakikâtini olduğu gibi idrâk etmekte birdirler.
Bize ne oluyor ki, biz Allah'ın kullandığı ismi terk edip yerine başka bir
şeyi zikr ediyoruz!!!
İlimle marifet arasında çok ince bir fark vardır. O da ilim;
külliyatlara taalluk eder. Marifet ise cüzivatlara.
Öyle ise, ilmin muteallak külliyatlara nazaren cûziyatlara olan
muteallakı itibariyle küllileri kapsamına almaz, işte bu farka binaen
Allah'a "Âlim" denir. "Arif" denilmesi caiz değildir.
ilmin kendisinde vaaz edilmesi gerekli olan makamda marifeti kullanan
şahıslar, Verasat-ı Nebevide tahkik sahibi olsaydılar o makama ilim ve
makam sahibine de Âlim ismini verirlerdi. Böylece onlar, adâb-ı ilâhiye ile
hareket etmiş olurlardı.
Sehl bin Abdullah -Allah ondan razı olsun- bu makamda alâkalı
söylemiş olduğu şu cümleleri, işin hakikâtini ne güzel izah etmektedir.
— "Kişinin Ârif-i Billâh olması; ilim ile ALLAH'I bilmesine bağlıdır.
Âlim olması da mahlukata Rahmet ile muamele etmesiyle
gerçekleşir."
Sehl - Allah ondan razı olsun - böyle dedikten sonra da;
— "Semâlar yeryüzü için, yerin içi yerin üstündekiler için, âhıret
dünya için, ulemâ cahiller için ve Nebî-i Zişân - Allah'ın Salât ve
Selâmı onun üzerine olsun - bütün mahlûkat için Rahmet'tir." dedi.
Ey Aziz!.
Allah seni muvaffak kılsın!.
Düşün, bak!.. Sehl, âlimi hangi makama koydu ve kime benzetti!!!..Bu yüce imâmın idrâk ettiklerini bize de idrâk ettiren Allah'a hamd
olsun..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

A ulular biz sustuk, susmadaki sırrı anlayın artık; doğrusunu daha da iyi bilir Allah...

Geldiğin yer hiç mi aklında yok? Hiç biliyor musun? Rebap ne diyor, gözyaşlarıyla yanıp kavrulmuş ciğerlerle neler söylüyor? Diyor ki etinden uzak düşmüş bir deriyim ben, nasıl ağlamayayım, nasıl dertlenmeyeyim ayrılıktan? Tahta da diyor ki, yemyeşil bir daldım ben; balta kesti, bıçkı dildi beni. A padişahlar, ayrılık garipleriyiz biz; sonunda dönülüp huzuruna varılacak Hakk’a feryat etmedeyiz,duyun feryadımızı. Önce Hak’tan ayrıldık da şu dünyaya geldik; fakat halden hale, şekilden şekle döne döne ona gidiyoruz biz. Sesimiz, kervandaki çana benziyor, yahut da buluttan düşen yıldırım sanki. A konuk, hiçbir durağa gönül verme; çünkü ondan çekilip ayrılırken yaralanırsın sonra. Rebabın şu dosdoğru sesi, ister Türk olsun, ister Rum ülkesinden, ister Arap; âşıksa onun dilincedir, onun dilidir. Müjdeler olsun ey kavim! İşte bu, kapının açılışıdır; tezce dolanmaktan, batmaktan kurtuldunuz artık. Kitabın aslı, yanında olan sevgilinin razılık vakti geldi çattı, ferahlayın. Dedi ki kaybettiklerinize üzülmeyin; perdeleri yırtıp yakan dolunay göründü. Otlak, sulak bir yer burası, çöktürün develerinizi; öyle nimetler var burada ki sayıya sığmaz. Sevgide çekilen cefada binlerce vefa var; sevgiyle susmada güzel güzel konuşma lezzeti var. A ulular biz sustuk, susmadaki sırrı anlayın artık; doğrusunu daha da iyi bilir Allah. 


Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s) 


Divan-ı Kebir 

İlim (Devam)

Şimdi sen bu anlatılanlardan girdiğin Hakiki Rahmet'e, hangi Zat-i Sıfat ile girdirildiğine, ve O Zat seni bu Sıfatı ile nasıl bir Yakınlık Mertebesinde durdurduğuna bak ! Rahmet Sıfatı ile mi, yoksa İlim Sıfatı ile mi !?

O Kendini Bilen, sen'de "Bilmez" olur ise ! Cahildeki Rahmet sen'de olmuş, ne gerek ! Ne Fayda !

Allah (c.c.) ve Zaman


Sıfatlar için "Sonsuz" Kavramı geçtiğinde bu, Alem ile bildiğimiz Zaman'a Nispetle değildir. Sonsuz'dan, Sınırsız'dan Kasıt : "Yoğunluk"tur. Çünkü anlarsan eğer, Zaman da bir Tecellidir. Yoğunluğuna göre: "Ezel" olur. Bazen de, yine Takdir'e göre : "Vakit" olur. O'na bakıldığında görülen "Özellik", yani hangi "Sıfat" "Tecelli"si Hakim ise; Mesela "Zaman", İsmi ile anılır O Zat. Ama bu "Zaman"dan, yani Evvel ve Ahir oluşundan Kasıt, "An" dır. Yani Geçtiği, Değiştiği düşünülen "Zaman" değildir. O, An-ı Daim'dir. İyi anla ! İzafi olmayan "Zaman"; O Sıfatının Tecellisinin yoğunluğuna göre: "Ezel" (Kavram) oldu. Yani, Alemden "Zaman" olarak bildiğin Kavram (ki Aslı, bir Tecellisi) O An-ı Daim'de bir değişiklik meydana getirmedi.

"...Ebu Said el-Harraz şöyle demiş: 'Allah'ı ancak iki zıddı kendinde toplaması özelliğiyle bildim.' Sonra da şu ayeti okumuştur:' O Evveldir, Ahirdir, Zahirdir ve Batındır.'..." 

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti..

Düşkünleri görüp gözetiniz, zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız (Tirmizî, "Cihad," 24; Ebu Davud, "Cihad," 70)

Bereket, büyüklerinizin yanındadır (Münavi, Feyzu'l-Kadir, 3/220)

Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti (Acluni, Keşfü'l-Hafâ, 2/230)

Kuran / Hu / O / Allah (c.c.)

"Allah O'dur" ki O'ndan başka ilah yoktur; öyle Melik (sahip olan) ki Kuddüs (her türlü temiz), selamete eriştiren, emniyyet veren, iman edilen, emin olunan; Mümin, gözetici koruyucu olan; Müheymin, Azîz (herşeye galib), Cebbar olan (dilediğini zorlayarak da yapabilen), Mütekebbir (büyüklükte eşsiz ihtişam sahibi), çok uzaktır Allah, müşriklerin şirk koştukları şeylerden.

Haşr 3


Yalnız olarak yarattığım, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için serdikçe serdiğim o kimseyi bana bırak ! Üstelik (hırs ile) daha da arttırmamı umar !

Müddesir 11-16

Ruh / Hayal / Kuvve / İrade / Alemlerin Rabbi / Mertebe (Devam)

Ondan bir Ruh olan sen, sana Yaratma Kudretinden verdiği Hayal Kuvven ile, İrade Kudretinden verdiği İradeni (Cüzi Duanı) kullanarak, bir Hayal meydana getir. Zihninde görüntülenen bu Hayali incele. İki boyutlu mu ? Üç boyutlu mu ? Tutabildiğin kadar değerlendir. Sonra, Hadis olan sen, Görmeni, Kadim olan O Kayyumun Ruhundaki şu Aleme çevir. Hadis olan bu Alem ile Zihninde meydana gelen Hayali karşılaştır. Bir Ruh olarak Mertebeni, Haddini gör. Alemlerin Rabbi olan Rabbini Hamd ile Tespih et.


İlham / Düşünce / Felsefe / Tasavvuf / İlim (Devam)

Bazı kimseler düşünceleri dörde taksim etmiştir. Bu taksim hadiste (ilham, iç konuşması) meydana gelmez. Çünkü ilham, her kısımda bulunur. Bu kısımlar ise, bu söz ile kastedilen şeyi kendisinden anlayan zâtlarda gerçekleşir ve bu bağlamda 'şeytani düşünce' denilir. Hak, onu irade edip 'ol' dediğinde 'rabbani irade' ve 'ilahi bir sözdür.' Bunun üzerine onu el-Baid ismi algılar. Nitekim melek kaynaklı düşüncede de ilahi sözü el-Karib ismi, nefsi düşüncede ilahi sözü el-Mürid ismi, rabbani düşüncede ilahi sözü, el-Hafiz ismi algılar. Bütün bunlar, Allah adamlarının farkına varabildiği ilahi sözün sınıflarıdır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Huzur ve, Mutluluk

1 gün Mutlu olmuşun, 2 saat olmuşsun, 3 saat olmuşsun... Ya Huzur..

Bilgi / Rahmet / İlim (Devam)

Bilgisizlik Yorgun kimseyi Rahmet'e eriştirir. İlim sahibi ise Rahatla avunmaz. Rahman İsmi Kafirleri dahi Kuşatır. İlmi ise Cahillere erişmez. Mümin, Rahim İsmine, İman vasıtası ile girmiştir. Alim İsmine ise ancak İlim ile yaklaşılabilir. İlim, her Cihetten Zati Sıfattır.

"...Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim." Hud 46


İlim İslam'ın hayatıdır, imanın direğidir.

s.a.v.


Noksanlığın hep vardır; O Subhan'ı kana kana Zikredebil,
Özünde; Şahdamarından yakın Duya-Bilesin diye !
Sen bir Bebek gibi Bilinçsizlik mi isterdin; Cahillerden kalasın diye !

İhtiyarsız Zikir / Tespih (Devam)

İhtiyarsız Zikre ulaşabilmek için tespih kullan. İhtiyarsız "Zikir", "Tespih" demek olur.

Nefs / Ruh / Nefs-i Natıka / Akıl Nuru / Kalp / İlim / Letaifler / Esma-ül Hüsna

Nefs, Tabiatı gereği Seçici olamaz. Ruh, kendi dilini Nefs-i Natıka'dan, Akıl nuru ile Kalp süzgeçinden geçirerek edinir. Melekler ikram edici kılınmıştır ona. Nefs-i Natıka susmak bilemez. Ruh Seçici olmak yolunu edinirse Nihayetinde İlim'e ulaşır ve Sükut'unu öğrenir. İnsan Letaifleri Esma-ül Hüsna gibidir; Tek Zat'a işaret eder. Letaiflerin işareti, "İnsan" İsmi ile Ruh'adır. Esma-ül Hüsna ise Allah İsmi ile Zat'a İşaret eder.


Ruh / Sır (Devam)

http://yunuscomlek.blogspot.com.tr/search/label/Ruh?max-results=500

“....(Fiziki Cihetten) Ruhların eşyadaki hükmü onlardaki hayat ile denk değildir. Bu yüzden hayat, her şeyde bulunur; ruhlar ise (Mana ve Fiziki Cihetden de) valilere benzer. Vali, bazen azledilir, bazen vali olur, bazen valilikten habersiz kaldığı halde valiliği sürer...”

“...insanın hakikati felekten oluşmuş değildir. Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir. İnsan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir...”

“...Ruhun ruhuyum, canlıların ruhu değil...”

“...Cisim görülür, hüküm ise ruha aittir. Zuhur eden Hak'tır, hüküm ruha aittir. Ruh, zuhur eden Hak'ta (Mana Cihetiyle) farklılıkları izhar eden alemin istidatıdır...”

“...Peygamber (a.s.) şöyle der: Ruhu'l-Kuds (Cebrail) sırrıma üflemiştir ve nefes de ışıltılı bir rüzgardır; yaygın olabilmesi için böyle olması gerekir. Ruhu'l-Kuds kendi ruhundan rüzgarıyla onu verdiği gibi, aynı şekilde doğal yaratılışında da parıltısından onu vermiştir. Böylece onun için nefeste her şeyi toplamıştır.

 Üfleme ( ve nefahtü fîhi min rûhi ) ise böyle değildir

çünkü o soyut rüzgardır...”


“...Sen Ey Muhammed ! Ruhlarımız yönünden babamızsın (Fiziki ve Mana Cihetiyle)...”


“....(Mana Cihetiyle) Adem ruhların* babası olduğu gibi (Fiziki Cihetiyle) Muhammed (a.s.) ruhların Ademidir...”


“...insanın *hakikati  felekten oluşmuş değildir. Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir. İnsan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir...”

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


Adem (a.s.) (İlk Halkolunan "İnsan" İsmi) 'ın "Bedeni", Toprak'dan OLması cihetiyle Cisim'den Yaratılmıştır.

O halde şimdi Sen, Bedenin, Cisimden halkolmakta OLan, (Hakikatde) bir "Ruh" olarak, nerede (!) Var edilmekte OLduğunu bir anlayıver !


Bilirsen onu kimdir sen nesin başta;
Bulursun kendini hemen o yüce zatta (!).

Kimin gölgesi olduğunu bir bilsen,
Gam çekmezsin yaşasan veya ölsen.

İmam-ı Rabbani (k.s.)


“...Allâhu Teâlâ'ya hamd incisi ile ancak sır zülüflerinin ayrım yerine konmuş olan taçlar süslenir. O'na şükretmenin misk kokusu, ancak ruh elbiselerinin ceplerinde kokar. O'nu övmenin gülü, ancak O'nun mü'min kullarının dil ağaçlarından derlenir.

Eğer Rabbini san'atındaki güzelliklerle zikredersen, kalp kilitlerin açılır. Eğer Rabbini, hükmündeki sır letafetleri ile anarsan, işte sen o zaman gerçekten O'nu zikrediyorsun demektir. Eğer O'nu kalbinle zikredersen, rahmet canibine yakınlaşırsın. Eğer sırrın ile zikredersen, kutsallık mertebelerine yaklaşırsın. Eğer O'na olan muhabbetinde sâdık kalırsan, O seni lütuf kanatlarıyla Sadâkat makamı'na götürür. O'nun zikrinden bir an ayrı kalan, O'nun yüceliğinin kadrini bilemez. Bir an olsun sır gözüyle O'ndan başkasına teveccüh eden kimse, O'nun vahdâniyetinin/birtekliğinin ezelîliğini anlayamaz.

Zikir, rahmet canibinden gelen bir rahatlıktır, gönül huzurudur. Onun o tatlı nesîmi, zâkirlerin "ruh burunları"na güzel kokular getirir. Onun o güzel kokusundan, cisim kafesi içerisinde bulunan ruh dalları sallanır, müteessir olur. Akıllar, suret bahçelerinde raks etmeye başlar. Sırlar kendinden geçmiş bir şekilde vecd çöllerine düşer. Sarhoş bülbüller definelerde gizli şeyleri anlatmaya başlar. Muhibler, hasret ateşiyle yanıp kavrulurlar. İştiyak çekenler ise, bu hayıflanmanın şiddetinden dolayı kendilerini kaybeder. O vecde ulaşan kişinin lisânı, Vâhid'e yakınlaşmış olmanın verdiği sevinçle, şöyle der: "Doğrusu ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum." Bunun üzerine, kıdem cariyeleri ortaya çıkar; fikir köşklerindeki mahbûbun sıfat gelinleri gönül gözlerinde belirmeye başlar. Sonra onların üzerine izzet/şeref örtüsü örtülür de azamet/yücelik elbisesiyle gizlenirler.

Aşkın harareti gözlerde yaş bırakmaz. Şevk ayakları, bir yandan yolun uzunluğu, diğer yandan hicret çöllerinin kızgın sıcakları dolayısıyla yürümeye mecalsiz düşerler de, yere yığılıp kalırlar. İşte tam bu anda kerem/cömertlik ve iyilik elçisi "kader doktoru"nu gönderir: Onun gözündeki hastalığı "Bismillâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm" sürmesi ile tedâvî eder. Bu ismin/esmânın ışıkları "celâl ceberûtu (âlemi) "nde ortalığı aydınlatıp, "kibriyâ ordusu"nun sancakları altında izzetin nüfuzu her tarafı kaplayınca; akıl gözleri şaşakalır, fehim bakışlarını dehşet sarar, fikir kuşları yere düşer, kâinat kitabının satırları silinir gider.

"Ehadiyet" (Hakk'ın mutlak birliği) heybetinin dili der ki: "Sesler Rahman için susmuştur." Gönül dağları yerinden oynar; "tecelli'nin nurunun güzelliğinden beşerî vasıflar paramparça olur. Ruh kanatları budanmıştır, artık tefrîd/tevhîd ilmi fezasında onların uçabileceği yer yoktur!...

O'nun aşkının şevki ile kalpler O'ndan başkasını görmez olur. O'nun aşkının kara sevdasıyla özler yanıp tutuşur. O'nun yakınlık-uzaklık çöllerinde fikir bülbüllerinin dilleri dolaşır.

O'nun hikmetleri bütün zâtlara/özlere serpilmiştir. Her sanatta onun sanatının izleri parlar. Her şeyde O'nun kudretinin güzelliği zahirdir. Her mevcutta O'nun vahdaniyetinin burhanları vardır. Her akıl gözünde O'nun kudretinin nuru ışıldar. O'nun sanatının dili, heybet şâhidlerinin işaretleriyle "ehl-i vücûd (Varlık Ehli)"a hitâb eder.

Akıl aynaları O'nun harikulade a'yânının/özlerinin suretlerini yansıtır; kullarının kalp gözlerinde gayb sırlarının gelinleri belirir: "İste (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir."

Abdulkadir Geylani (k.s.)


“...Rûhun üstünü (Sır) görebilmek için, rûh makâmına kavuşmak lâzımdır...”

İmam-ı Rabbani (k.s.)

"Benim yüceliğim adına"

Aziz ve celil olan Allah kıyamet günü şöyle diyecek: "Benim yüceliğim adına birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka hiçbir sığınağın bulunmadığı şu günde onları gölgemde barındırayım."

s.a.v.

Zat / Sıfat / Zuhur / Tecelli / Aşk Şarabı (Devam)

Tecelli'ye ait olan, "bir eseri seyretmek" gibidir; Sıfat'dandır. "Eserden, Sanatçısını tanıya-bilmek, görmek" ise, Zuhur'dandır; Zat'dan.

Meyil Sıfatlarına, Talep Tecelliye ise, Cisimden alınan Haz vardır. Bu tür Aşk Şarabı baş ağrısı yapar. Meğer ki Meyil Zatınadır, ve bir Talep de yoksa, Sıfatın Tecellisi Zatından ikram eder. Öylece ne baş ağrısı olur ne de yoksunluk endişesi. Bunda unutulmaması gereken, Zati Tecelliye ait olsa da Mutlaka Tenezzül oluşudur.

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/abdulkdir-geyln-hazretlerinin-sirrl.html

Hümeze Suresi / Tasavvuf / Alem / Adem / Tecelli / Zuhur / Zahir / Batın / Kalp / Hutame / Ateş / Aşk (Devam)

"Alem" dediğin, Adem Cihetinden Tecellinin Külli adı komuş; Tecellisinde Zuhuru Kendi. Ondan Zahiri ki Batınında da Kendi. Ateş de alevlenir ama, Mümindeki Kalp Yangını, o Aşk Ateşi, Şeytan'da ne gerek. Ona Hutame gerek.

Ölüm (Devam)

Ölüm, bağların çözülüvermesidir. Kimine göre de kopması.

Siyah / Tasavvuf / Yokluk (Devam)

Sıfatlarını karanlıklar içinde ara; çünkü zatında ışık da mahvolur gider, karanlık da. O karanlıkta abıhayata ulaşırsın; fakat abıhayatı da her karanlıkta bulunmaz onun. ... Nice gönüller, şimşek çakar, oraya varır; fakat orda ayak direyip durmak zordur. Ne mutludur o yüzü kutlu piyade ki her solukta şah onu mat oluş hanesine ulaştırır. Nice gönüller vardır, şekerkamışı gibi kırılırlar; fakat durulmamışlardır, şekerleri olmamıştır. Yokluk elbisesini kendiliğinden giymiştir o; zekâtını da kendi yakutundan vermiştir o. Yüzünü kıbleye çevirmemiş görüyorsan, namaz kıldığı yer Kâbe'nin içindedir. Kadir gecesidir o; onu bul, verdiği beratı okursan aman buldun gitti. Efendiler efendisi Tebrizli Şems'in ayrılığı yüzünden, âşıkın yaşayışı ölümden mahrum oluşa ağlayıp durmadadır. 


Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Su, havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkâna mensuptur..

Nasihatçiler: “İşi haddinden ileri götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler.

Nasihatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı (biteviye ve daha fazla zulmeder oldu).


“Madem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi.


Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o Yahudileri yaktı.


Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler.


Zaten zümre ateşten doğmuştu. Cüzler kül tarafına yol alır, o tarafa giderler.


Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri çörçöp gibi yaktı.
Anası(mayası) Hâviye olan kimsenin mekânı, ancak Hâviyedir.


Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka feri’leri izler.


Su, havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkâna mensuptur. 



(dört erkân denen havuz, ateş, su ve topraktandır. Havanın feri’dir).


Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Bilgisizlikten daha kötü bir sıfat ve özellik yoktur...

Bilgisizlikten daha kötü bir sıfat ve özellik yoktur. Çünkü bilgisizlik bütün kötülüklerin anahtarıdır. Bu nedenle Hz. Peygamber'e " Sakın cahillerden sakın olmayasın " (En'am-6/35) diye emretmiştir. Allah gençliği ve delikanlılığının gücü nedeniyle Hz. Peygamber'e böyle hitap ederek yasaklamayı pekiştirerek söylemiştir. Buna karşılık Allah gençlik gücüne sahip olmayan ve yaşlanıp artık saygı gören bir insan haline gelen Hz. Nuh'a şöyle demiştir : " Sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim " (Hud-11/46) Allah ona öğüt verirken yumuşak söz söylemiştir. Çünkü genç ve yaşlıyla konuşma arasında fark bulunmalıdır. Nitekim hallerimize göre konuşma arasında da bir fark vardır. Hallerimize göre Allah'ı överken farklı kelimeler kullanırız. Mesela sevinç anında 'Nimet veren ve ihsan eden Allah'a hamd olsun ' deriz. Sıkıntı anında ' Her durumda Allah'a hamd olsun ' deriz. Bunun nedeni , hamde sevk eden sebeplerin farklılığıdır ve bunu bize bizzat Hz. Peygamber davranışıyla öğretmiştir...


Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Beyin / Ruh (Devam)

"...Biyolojik yapıda istemsiz görev yapan kalbin dışında, bütün azaları yöneten bir tek beyin vardır. Ancak sanıldığı gibi, beyinde tad alma, görme, koklama, renk ayırımı vs. özellikler yoktur. Dıştan gelen bu özellikler deşifre edilir ve lokal bölgelerde mânâ olarak algılanır. Artı ve eksiye dayanan bir çalışma sistemiyle Ruha kayıt yapılır. Ve her beyin kendi frekansına uygun yapılarla sürekli iletişim içindedir. Bu frekans uyumunu enerji alışverişi olarak kabul etmeliyiz..."


TOPLUMU KEMİREN İLLET 3. Bölüm... Büyük günahlar Hadisinde, zinanın yedi büyük günahtan biri olarak geçtiğini, gıybetin de ‘zinadan otuz altı defa daha şiddetli’ olduğunu düşünürseniz, varın gerisini hesap edin artık... Efendimiz, bırakın bir kimse veya konu hakkında beyanda bulunmayı, yoruma dahi girmezdi. Yorumsuz bir yaşantının vardığı kapı, Zati Tecellidir. Hemen hatırlatalım; bu kapı önce Hz. Resulullah'a açılmıştır. Nice insanlar var ki, çeşitli kulluk görevlerini yerine getirirken "KİŞİYE GÜNAH OLARAK SADECE DİLİ YETER" Hadisindeki uyarıyı dikkâte almadıkları halde, gerçek mümin oldukları zannıyla yaşar giderler, olanlardan habersiz... Ulu orta konuşmanın bir değer taşımadığını bilen büyüklerimiz, insana hiçbir şey kazandırmayan boş sözleri, bloke edebilmek için “söz gümüşse, sükut altındır” demişlerdir. Hz.Resulullah’ın Halifelik görevini ifa eden ve diğer Halifeler gibi, her hutbesi farz olan Hz.Osman’ın ilk hutbesi suskunlukla geçmiştir. Bu harekete bir anlam veremeyen sahabiler, anlatılmak istenileni daha sonra kavrayabilmişlerdir. Tasavvuf ehli işaret edilen noktayı, “kâl değil, hâl ehli olmak” şeklinde dile getirmiştir. Şimdi bütün bu açıklamalar istikametinde konuyu bir de teknik yönden izah etmeye ve biraz beyin hakkında malûmat vermeye çalışalım... Size dizinizin altında, beyninizden daha başka kararlar verecek ikinci bir beyin olduğunu söylesem, bana vereceğiniz yanıt “hadi canım saçmalama, tüm kararlarımı aklımla beynimle alıyorum böyle şey tabi ki olamaz” şeklinde olacaktır. Yerden göğe kadar da haklısınız. Biyolojik yapıda istemsiz görev yapan kalbin dışında, bütün azaları yöneten bir tek beyin vardır. Ancak sanıldığı gibi, beyinde tad alma, görme, koklama, renk ayırımı vs. özellikler yoktur. Dıştan gelen bu özellikler deşifre edilir ve lokal bölgelerde mânâ olarak algılanır. Artı ve eksiye dayanan bir çalışma sistemiyle Ruha kayıt yapılır. Ve her beyin kendi frekansına uygun yapılarla sürekli iletişim içindedir. Bu frekans uyumunu enerji alışverişi olarak kabul etmeliyiz. 

Ahmed F. Yüksel

Basiret / İlim (Devam)

Ey âmenû olanlar, Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman icabet edin ! Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşrolunacağınızı bilin !

Enfal 24

"De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim."

Yusuf 108

Sizden hayra davet eden, iyiliği emir ve kötülükten nehy eden bir ümmet bulunsun. İşte bunlar felâha erenlerin tâ kendileridir.

Âl-i İmran-104

Gafil; sabahladığında neler yapacağını düşünür. Basiret sahibi; kendisiyle Cenabı Hakkın ne işleyeceğine bakar !

İbn Atâullah El-iskenderî

O, Kendisini İhtiyaç kıldığında Gizli, ihtiyaç kılışında Açıktır.

O, Kendisini İhtiyaç kıldığında Gizli, ihtiyaç kılışında Açıktır.


"Allah'ın Ahlakıyla Ahlaklanınız."

s.a.v.


" Bütün ihtiyaçlarınızı Allah'tan isteyin, hatta ayakkabı bağınızı bile !..."

s.a.v.


Kim insanlardan bir şey istiyorsa, Allah (c.c.) Hz.lerini tanımadığı için istiyor. İmanı, marifeti ve yakini zaif olduğu için istiyor.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Hüsnü Zan (Devam)

"Tasavvufta Sûfînin ilk bilmesi gereken şey, başkalarına karşı hüsnü zan (iyi niyet) beslemektir.."

Abdurrahmani Tâhi Hazretleri (k.s)

Konuşmayan, İlgisizdir demek olmaz..


Doyurmaması, Azabıdır demek olmaz.

Konuşmayan, İlgisizdir demek olmaz.

Evrim / Tasavvuf / Devir (Devam)


Büyüklerin Kelamındaki "Devir" Kavramının, "Evrim"i çağrıştıran noktalarını bulsan da "Devir", "Evrim Teorisi"nden tamamen Uzak ve de Alakasızdır. Bir "Teori" olan Evrim, Varlığın (Yaratılışın:Tecelli) "Devir" içinde Noksanlıklarının bulunduğunu öne sürer. Kemal manada olan birinci Uçurum budur. Devir'de ise, Keskin bir örnek olarak: "Suret"de hiç bir bozukluk, noksanlık bulunamayacağını Bilmen yeterli olur. Eğer bulunsaydı bu, Televizyondaki sesin veya görüntünün hışırtısına benzerdi. Veya Renklenmeyi de düşünebilirsin. Oysa ki değişik bağlamda bir örnek olarak Ayet'de şöyle Bildirilmiştir : "Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm" (Tin 4). Kısacası, Evrim ile "Devir" arasında hiçbir zaman üzerine Köprü kurulamayacak bir uçurum bulunur. Bu örnekler sana yeter. Ve ki "Evrim" Batıl, Devir Hak'tır.

Dikkatli oku :

İnsan alemdeki son varlık cinsidir (yaratılış sırasına göre). Şöyle ki, alemde altı cins , her cinsin altında türler ve türlerin altında da türler vardır. Birinci cins melek, ikinci cins cin, üçüncüsü maden, dördüncüsü bitki, beşincisi hayvandır. Böylece mülk tamamlanmış, düzenlenmiş ve dengeye kavuşmuştur. Altıncısı ise insan cinsi olmuştur. İnsan bu memleket üzerinde halifedir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Seyr-i Sulük (Devam)

Onda, Ondan bir Ruh olduğunun Kemaline İlim olarak eriştirildiğinde Nefsini serbest bırakırsa Nefs Kalb'e İnkılab edecektir. Aksi halde Nefs'in endişesine kapılır ve Serbestlik Salik'i Nefs'e indirir.

Ve Tekrar Bilnçsizliğe veya Tecellileri Arzulamaya tutunur. Böylece İlim'den unutur, unuttuğu kadar noksanlaşır. Oysa o bu durumda Zikr'e tutunmalı, dönmelidir.




"...Önce, cezbe hâsıl olup kendinden geçer. Buna (Adem) denir. Bundan sonra (Bekâ) bulup kendine gelir. Buna (Vücûd-i adem) denir. Bu adem ve kendinden geçmek, hissi gayb etmek, duygusuz olmak değildir. Az kimsede, his de gidebilir. Bu bekâ sahibi, insanlık isteklerine dönebilir. Nefsin huylarına uyabilir. Fenâdan sonra hâsıl olan Bekâda ise, geri dönmek câiz değildir. Behâüddîn-i Buhârî, (Vücûd-i adem, insanlık arzularına döner. Fakat, Vücûd-i fenâ, geriye hiç dönmez) sözünü, belki bunun için söylemiştir. Çünki, birinci Bekânın sahibi, daha yoldadır. Yolda olan geri dönebilir. İkincisi, müntehîdir, kavuşmuştur. Kavuşan, geri dönmez. Büyüklerden biri, (Yolda olan döner. Kavuşmuş olan dönmez) buyurdu..."



Et-Temkin: Telvin halinde (Halden hale İntikal edişte/dönüşmede) "yerleşiklik" (Uyanıklık/Temkin/Sabitlik) kazanma demektir bize göre. Bazılarına göre ise vusul ehlinin halidir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


Geride bırakılan o üç kişinin de (tövbesini kabul etti). Genişliğine rağmen arz onlara dar gelmiş, nefsleri kendilerine dar gelmiş ve (nihayet) Allâh'tan sığınılacak yerin, gene ancak O olduğunu düşünmüşlerdi. Sonra, dönmeleri için (Allâh) onların tövbesini kabul etti. Muhakkak ki Allâh, "HÛ" Tevvab'dır, Rahıym'dir. Tevbe 118


"...Bir kimse, "bana tecellî ettikten sonra benden gizlendi" diyorsa, ona kesinlikle tecellî etmemiştir..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

"...Tecellilerin telvinatı, sıfatlardan ve şunaattan haber verir. Hazret-i Zat telvinattan münezzeh ve müberradır. Orada kapanma mecali de yoktur..."

İmam-ı Rabbani (k.s.)


İlim (Devam)

İnsan kayıt ve meyil hükümlerinden cüz’î saptırıcı/inhirâfî cezbelerden kurtulup, işâret olunan orta ve birleştirici/vasatî ve cem’îmakama ulaştığında -ki bu, küllî benzerlik/müsâmet noktası ve mânevî, rûhânî, misâlî ve hissî olmak üzere bütün i’tidâl mertebelerini birleştiren dâirenin merkezidir- ve açıkladığım halle vasıflandığında, berzah mertebesine ait “muhâzât” makamında iki makam /ilâhî ve kevnî adına kaim olur. Böylelikle zâtıyla her iki mertebeyle -noktanın çevrenin her bir parçası karşısındaki konumu gibi- yüz yüze/muvâcehe hale gelir; bütün bunların bir nüshası olduğu için kendisinde onlardan bulunan şeyler sayesinde ilâhî kevnî hakikatlerin her birisine mukabil olur.

Böylece insan, kendi varlık nüshasının her bir ferdiyle, her iki mertebede o ferdin mukabili olan hakîkati idrâk eder, böylelikle de eşyânın hakîkatleri, asılları ve ilkelerine dair ilmi elde eder. Çünkü o bütün bunları tecrid makamlarında idrak etmişti... 

Sadreddin Konevi (k.s)

Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha… bu başı dönmüş felekten bilme,...



Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha… bu başı dönmüş felekten bilme,
Ki felek gibi bomboş ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çıra gibi yanmayasın!


Rüzgâr Hakkın emriyle ateş olur; her ikisi de Tanrı şarabıyla sarhoş olmuşlardır.


Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün.


Rüzgârın canı Hak’ka vâkıf olmasaydı, Âd kavmini (müminlerden) nasıl ayırt ederdi?


Hûd, müminlerin bulundukları yerin çevresine bir çizgi çizdi. Rüzgâr, o araya gelince hafif ve lâtif bir halde esiyordu.


Çizgiden dışarıda olanaların hepsini, havada parça parça ediyordu.


Şeybân-ı Râî de sürünün etrafında böyle apaçık bir çizgi çekerdi.


Cuma günü, namaz vakti Cuma namazına gidince kurtlar sürüye saldırmasın, yağmalamasınlar diye böyle yapardı.


Hiçbir kurt, çizgiden içeri girmezdi. Hiçbir koyun da çizgi dışına çıkmazdı.



Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)


Mesnevi'den

Ruhsat

Dervişlik ruhsattan istifade etmek değildir, Dervişlik sonuna kadar azmetmek yoludur... ~ 

Ömer Tuğrul İNANÇER

Sıfat / Tecelli (Devam)

Sıfatların Tecellileri peşine düşmezsen, direkt olarak O ve O'nun Sonsuz Sınırsız Sıfatları içine düşer, Daimi olarak O'nunla bulunduğun Bilincine kavuşursun.

Ruh / İlim (Devam)

Örneğin Hayal Kuvveti, Ondan bir Ruh olduğumuz hakikatiyle "Yaratıcı" Sıfatından bize uygun gördüğü bir Nimet'dir. O bize Kendisinden bir Ruh olmamızdan ötürü uygun gördüğü Nimetlerden daha Üstününü de vermiştir. Bu Nimet, bizzat Kendi Ruhudur; yani Kendisi; yani Kendisi ile olduğumuzu Bilmemiz.

"Nefsini İlah Edineni Gördün mü ?..."

ALLAH KÜRTLER İÇİN DEĞİLDİR

Abdullah Öcalan, “Sanat ve Edebiyatta Kürt Aydınlanması” isimli kitabının 153. sayfasında şunları söylüyor: “Yukarıda Tanrı olsaydı, beni yine yanlış yola sevk edecekti. Allah da Kürtler için değildir, Kürtleri şaşırtıyor. Kürtlerin Allah'ı da onları yanlış yola sevk ediyor. Bunun için ben kendi kendimin tanrısıyım.” Kitabının ilerleyen sayfalarında çocukluğundan beri ‘sosyalist' olduğunu ifade eden Abdullah Öcalan, PKK'daki Marksizm'in bilimsel olduğunu iddia ediyor.

MARKSİST VE LENİNİST TEORİ ÇOK İYİ ÖZÜMSENSİN


PKK'nın 1978'deki kuruluş kongresinde konuşan Öcalan, Marksist ve Leninist teorinin örgüt tarafından çok iyi özümsenmesi gerektiğini belirtiyor. Önder kadroların sık sık Marksizm'e müracaat etmeleri gerektiğini kaydeden Öcalan, Marksizm'in uygulanmasını başlangıç şekli yapmak için öğretinin gerçekten özümsenmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Abdullah Öcalan, Allah'a ve dine dair görüşlerini, “Özgür Yaşamla Diyaloglar” isimli kitabının 257. sayfasında ise şöyle anlatıyor: “Lise dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaşı verdim, bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum.”

ÖCALAN, NAMAZI DA TİYATROYA BENZETİYOR


“Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” kitabının 1. cildinin 204. sayfasında da PKK elebaşı Öcalan, “Tek tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, Allah, peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür” diyor. Abdullah Öcalan, söz konusu kitabın 313. sayfasında da şunları söylüyor: “Allah bir nevi ortaçağın feodal manifestosudur, temel yasası ve bildirgesidir.” Öcalan, kitabın 354. sayfasında ise “Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur” ifadelerini kullanıyor.


"NEFSİNİ İLAH EDİNENİ GÖRDÜN MÜ? ONA SEN VEKİL Mİ OLACAKSIN?" (el-Furkan, 25/43)




Oku kitabını, muhasebeci bugün üzerinde nefsin yeter. (isra 14)


"Kişi bir İsim alıp Adem olmuş kolaydır Secde talep eder İnsan'ım diye, Nefsine uyup İnsan'ın Suretinde Ruh olduğunu bilmeyen çoktur."


Gerçek şu ki,..

Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka dostunuz ve yardımcınız yoktur.

Tevbe 116

Hz. Adem'e Secde

• Ey gümüş bedenli güzel! Kendini öp; yanılıp da güzelleri ile meşhur olan Hoten ilinde kendini arama!.

• Hatta, senin gibi bir gümüş bedenliyi bağrına basarsan, sana bir can öpücüğü vermek gerekiyorsa, sen, yine kendi ağzını öp!..

• Huriler ne yapıyorlarsa, senin için, senin güzelliğin için yapıyorlar! Her er-ceğin, her kadının güzelliği, senin güzelliğindendir, senin güzelliğinin aksin-iendir!

• Ey çenesi güzel sevgili; senin güzelliğini örten, yine senin saçlarındır! yoksa, senin güzel yüzünün nuru, alemi çoktan aydınlatırdı!

• Beden ressamı, gönül güzellerinin yanına gelip onların güzelliğini görünce eli kırıldı, gönlü mahzun oldu, ağzı açık kaldı!.

• Bu şekillerle, nakışlarla dolu beden kafesi, gönül kuşunun perdesidir! Fakat sen, şekle, kafesin nakışlarına kapıldın da gönlü göremedin!

• Gönül, Hz. Adem'in toprağından perdeyi öyle kaldırdı ki, melekler, o güzelliğe, o ihtişama hayran oldular; dayanamadılar ve hemen secdeye kapandılar!

Divan-ı Kebir 

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Karşımdaki "Boş"tur diye Esenlik'den vazgeçecek değilim..


Hakk'ın Esenliği Samimiyet ile duyulur.

Karşımdaki "Boş"tur diye Esenlik'den vazgeçecek değilim.

Dolu, Boş; O'nunla teke tek kaldığında anlarsın nedir. Sosyal mosyal, halk malk, insan, makam, rütbe filan gerekmez; kabre girince belli olur nedir İçin.


Vedalar / Tasavvuf / Uzakdoğu (Devam)

"...Dolayısıyla Vedalarm haber verdiği tek tanrı Hiranyagarba veya Pracâpati adı verilen tanrıya işaret eden ve belki de gerçekte adsızlığı ve belirsizliği ifade etmeye çalışan KA'dır. Hayal gücünün yarattığı çokluğun arkasında görülen tekliğin, yani sadece ve sadece "Bir Olan " ın ifadesi Rgveda'nın Vişvadevalara ( I , 164/46) sunulmuş bir ilahisinin 46. kıtasında şöyle dile getiriliyor: Ona Indra derler, Mitra derler, Varuna derler, Agni derler, semavî kuş Garutman derler: Azizler Tek olana sayısız isim verirler, Agni derler, Yama derler, Mâtarişvan derler.
X. Mandala, 121. İlahi (Hiranyagarbha-Pracâpati)..."

"Onun dûnunda olan tapındıklarınız, sadece isim olarak var ki (yani o isimlerin müsemması olarak hiçbir varlıkları yoktur), o isimleri de siz ve atalarınız oluşturdunuz; onların varlıkları hakkında Allâh'tan gelmiş bir delil yoktur. Hüküm ancak ve yalnız Allâh'ındır! Hükmetmiştir, sadece kendisine kulluk edilmesini! İşte geçerli Din (anlayışı) budur. . . Fakat insanların çoğu bu gerçeğin farkında değildir!"

Yusuf 40

(Yusuf dedi): "Ey zindan arkadaşlarım. . . Birbirinden farklı özelliği olan rabler mi daha hayırlı, yoksa Vahid-ül Kahhar (TEK ve her şey hükmü altında) olan Allâh mı?"

Yusuf 39

Yemin olsun ki, size, içinde zikriniz olan (hakikatinizi HATIRLATAN) BİLGİ inzâl ettik! Aklınız almıyor mu?

Enbiya 10

Eğer biz onu acemi [Arapça olmayan bir dilde] olan bir Kuran kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, acemi [Arapça olmayan bir dil] mi?" De ki: "O, inananlar için bir hidayet ve bir şifadır. İnanmayanların ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kuran), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir."

Fussilet 44

"...kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kuran), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir."

Fussilet 44

De ki: "Ey kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar, gelin aramızdaki şu ortak anlayışa; Allâh'tan başkasına kulluğu düşünmeyelim; hakikatimiz olan Allâh'a hiçbir şeyi şirk koşmayalım; bazımız bazımızı (mesela İsa'yı) Allâh dûnunda Rab ittihaz etmesin (Allâh yanı sıra ilâh - tanrı edinmeyelim). " Eğer bunlara karşı çıkıp yüz çevirirlerse, o takdirde deyin ki: "Şahit olun ki biz Allâh'a teslim olmuşlardanız. "

Ali İmran 64

Ey kitap ehli, dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçek olanı söyleyin. Meryemoğlu Mesîh İsa, ancak Allah'ın peygamberidir ve Meryem'e ilka ettiği kelimesidir ve kendisine ait bir ruhtur. Artık inanın Allah'a ve peygamberlerine ve Üçtür demeyin, vazgeçin bundan, bu hayırlıdır size. Allah, ancak tek Uluhiyet sahibidir, oğul sahibi olmaktan münezzehtir ve onundur ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve koruyucu olarak Allah yeter.

Nisa 171

«Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte dilediğine, dilediği kimse için bağışlar. Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftirada bulunmuştur»

Nisa 48

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurdular: " Kim Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsa'nin (a.s.) da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır. "

"...Dikkat edin, işler Allah'a döner!."

Şûrâ 53

Göklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan ister. O, her an yeni bir iştedir.

Rahman 29

"...Onların din anlayışlarına tâbi olmadıkça ne Yahudiler ne de Nasara senden asla razı olmazlar. De ki: "Allâh hidâyeti rehberliğin ta kendisidir (insanlar hidâyet edemez Allâh hidâyet etmedikçe)..."

Bakara 120

Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), zatı ile daimî, bâki olan, herşeyi idare eden (kayyum) dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

Bakara 255

Hamd, şeyleri yokluktan ve yokluğun yokluğundan izhar eden Allah'adır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)



İnsan'ın Yaratılışı

Meryem/67: Hiçbir şeyden

Nur/45, Furkan/54: Sudan

Rum/20: Topraktan

Enam/2, Secde/7: Çamurdan

Alak/2: Alakdan (kan pıhtısı; genlerden)



İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?

Meryem 67


Kendisinin öldükten sonra diriltilecek olmasına şaşıranın binlerce yıllık yokluktan sonra şimdi diri olmasına şaşırmaması ne kadar şaşılası...

Senai demirci


"...İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir."

Fussilet 44


Kim insanlardan bir şey istiyorsa, Allah (c.c.) Hz.lerini tanımadığı için istiyor. İmanı, marifeti ve yakini zaif olduğu için istiyor.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Kişi bir İsim alıp Adem olmuş kolaydır. Secde talep eder İnsan'ım diye..

Kişi bir İsim alıp Adem olmuş kolaydır
Secde talep eder İnsan'ım diye, Nefsine uyup
İnsan'ın Suretinde Ruh olduğunu bilmeyen çoktur

"Soğuk" dahi;..

"Soğuk" dahi; Hepsi, O'nun Büyüklüğündendir.

"Allah"ın Rızası ! / Komunizm / Sosyalizm / Materyalizm

En katı Kafir !

En pis Münafık !

En kötü Müşrik !

"Para"dır "Para" !

Ey Nefs'in Yolundan giden !

Nefs'lerin Rızasını Güden Putperest !

İmanı Zayıf Yahudi !

"İslam" Sırf Allah'ın Rızasıdır !

"Allah"ın Rızası !

'Hayat ne Kötü !'; 'Zor; Her şey Zorla !'..


Yemez İçmezsen Ölürsün. 'Hayat ne Kötü !'; 'Zor; Her şey Zorla !'.. diye düşünebilirsin. Ya bu dildeki, "Zor"daki Tad, Lezzet, Oruçtaki Sarhoşluk, Ölümdeki Tad nedir.

Zorlama Kafir.. Aşk'dan olursun.

Allah Korkusu İle İlgili Hadisler (s.a.v.)

 (Allah’ı anarken, Allah korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz.) [Hakim]

 (Allah korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır.) [Nesai]

 (Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada Allah korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır.) [İsfehani]

 (Allah korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teali ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur.) [İbni Mace] 


 (Allah için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan Allah korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir.) [Beyheki] 


 (Vücudu Allah korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.) [Beyheki] 


 (Allahü Teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki: "Benden korkup ağlayarak yapılan ibadet, diğer ibadetlerden üstündür.") [Taberani]  


(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: "Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm.") [Beyheki] 


 (Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan da ateşe girmez.) [Tirmizi] 


 (Allah’u Teâlâ’nın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken Allah’ı anıp gözünden yaş akan kimsedir.) [Buhari]


 (Allah korkusu ile gözden akan bir damla gözyaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur.) [Tirmizi] 


 (Ağlayın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız.) [Buhari] 


 (Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlayan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler "Ya Rabbi, ağlayanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler.) [Beyheki] 


 İbni Ömer hazretleri buyurdu ki: (Allah korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir.) [İhya]

Mümin Sıfat değil, Sıfat İsmi'dir..

"...Mümin Sıfat değil, Sıfat İsmi'dir. Öyle değil midir ? Kime Yakın olursan kokusu sarmaz mı seni.

bunu gordumde abi paylastiklarinda, farkli mekanlarda tanismadigin biri icin mumkun mu?..."

"...e tabi, özellikle Allahın Dostları, tasavvuf büyükleri

Abdulkadir Geylani (k.s.)
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)
İmam-ı Rabbani (k.s.)
Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)
Şems-i Tebrizi (k.s.) ..."

Seslendiren Kim seni..

Seslendiren Kim seni.

Allah (c.c.) (Devam)


Allah, göklerin, yıldızların, insanlarla şeytanların, cin ve perilerin, kuşların yüce yaratıcısıdır.

Denizin, ovanın, dağın, çölün yaratıcısı O’dur. Ülkesinin sınırı yoktur, kendisinin benzeri bulunamaz.

Gökyüzünü yokluktan meydana getirdi, bu yer döşemesini de yarattı, döşedi.

Yıldızlardan kandiller yaptı, tabiatlardan da kilitler ve anahtarlar.

Nice gizli âşikâr yapıları şu tavanla şu döşemenin içine koydu, gizledi.

Peygamber şöyle dedi: Allah, “Âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti,

Yarattım ki benden bir fayda görsünler; balıma parmaklarını bansınlar” buyurmuştur.

(Yine buyurmuştur ki) “kullarıma ibadet edin, diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil; onlara ihsanlarda bulunayım diye emrettim.

Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla, bizzat kendileri temizlenirler.”

Allah, lokmaya, gir içeri diye emretmedikçe boğazdan lokma bile geçmez.

Yeryüzünde olsun, göklerde olsun, bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpamaz, harekete geçemez.

Allah hükmedicidir, dilediğini yapar; derdin ta kendisinden deva yaratır.

O’nun kahrında lütuflar gizlidir; O’nun uğrunda can vermek, insanın canına canlar katar.

Can, O’ndan geldi; O candan değil. O, bedava yüz binlerce can verir.

Mülk O’nundur, ferman da O’nun...

O’nun en kötü kahrı, iki âlemin hilminden de iyidir. Ne güzeldir âlemlerin Rabb’i ve ne iyidir O’nun yardımı!

Allah’tan başka her şey bâtıldır, asılsızdır. O’nun ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur.

Varlık âlemindeki yüz binlerce balık ve deniz, o lütuf ve cömertlik karşısında secde eder.

Zâtının ışığı suya ve toprağa aksetmiş de yeryüzü, tohumu kabul eder olmuştur.

Nerede bir kulak varsa, onun (lütfundan) göz olmuştur. Nerede bir taş varsa, onun (lütfundan) yeşim olmuştur.

Kimya da nedir ki! Kimyanın yaratıcısı, O’dur; Simya da ne oluyor ki! O, mucizeler bağışlayandır.

Benim bu övgüm, övgüyü terk etmek (içindir); zira bu, varlığa delildir; varlık (göstermek) ise hatadır.

O’nun varlığı önünde yok olmak lazımdır. O’nun karşısında varlık da nedir ki Kör ve (talihsiz bir) karanlık...

İbrahim’i ateş içerisinde besler; korkuyu rûhun emniyeti yapar.

Firavun’un yüz binlerce mızrağını, bir Musa’nın tek bir asasıyla kırıverir.

Yüz binlerce şiir defteri, O’nun bir ümmî (peygamberinin) sözleri karşısında utanç (vesilesi) hâline geldi.

Böyle muktedir bir Allah huzurunda bir kimse, çer çöp (gibi bayağı) değilse, nasıl ölmez ki ..


Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

İncil / Teslis / İlah (Devam)


Gayrını ona şirk koşmaksızın, Allâh için hanîfler (dûnunda bir tanrı düşünmeyenler) olun! Kim Esmâ'sıyla hakikati olan Allâh'a ortak koşarsa, o sanki semâdan düşmüş de kendisini kuş kapıyor yahut rüzgâr onu uzak bir mekâna atıp sürüklüyor gibidir.

Hacc 31


De ki: "O, sizi hayata getiren, size kulaklar, gözler ve kalpler bağışlayandır; (yine de) ne kadar az şükrediyorsunuz!"

Mülk 23 


Onların (Putların) yürüyecekleri ayakları; yahut tutacakları elleri; yahut görecekleri gözleri; yahut duyacakları kulakları mı var? De ki: "Çağırın ortak (koştuk)larınızı, bana tuzak kurun ve hiç göz açtırmayın bana!"

Araf 195


(Onlar iman etmek için) ille meleklerin gelmesini (fiziki ölüm) yahut Rabbinin hükmünün (bir azabın) gelmesini mi bekliyorlar?. Onlardan öncekiler de işte böyle yapmıştı! Allâh onlara zulmetmedi; onlar kendi nefslerine zulmediyorlardı.

Nahl 33


Oysa sizi de, sizin yonttuklarınızı da yaratan Allah'tır!

Saffat 96


"...Çünkü, gerçekten her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur."

İsra 1


Onun kavminden hakikat bilgisini inkâr edenler, sonsuz geleceklerini yaşamayı yalanlayanlar ve dünya hayatında refaha - imkânlara kavuşturduğumuz o gelenekçi ileri gelenler dedi ki: "Bu sizin gibi bir beşerden başka değil. Sizin yediğinizden yiyor ve sizin içtiğinizden içiyor. "

Müminün 33


4230 - Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "(Hendek kazarken) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı gördüm, bizimle birlikte omuzunda O da toprak taşıyordu. Karnının beyazlığını toprak bürümüştü. Şöyle terennüm ediyordu:

"Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık,

Ne sadaka verir ne namaz kılardık.

Üzerimize sekinet indir Allahım!

Ayaklarımıza sebat ver Allahım!

Müşrikler bize karşı azdılar,

Fitne çıkarmak dilerler ama yandılar"

Resülullah bunları söylerken sesini yükseltiyordu."

Buhari, Megazi 29, Cihad 34, 161, Kader 16, Temenni 7; Müslim, Cihad 125, (1803).


«Şimdi ekinciyle ilgili benzetmeyi siz dinleyin. Her kim Göksel Egemenlikle ilgili sözü işitir de anlamazsa, Şeytan gelir, onun yüreğine ekileni söker götürür. Yol kenarına ekilen tohum işte budur. Kayalık yerlere ekilen ise işittiği sözü hemen sevinçle kabul eden, ama kök salamadığı için ancak bir süre dayanan kişidir. Böyle biri Tanrı sözünden ötürü sıkıntı ya da zulme uğrayınca hemen sendeleyip düşer. Dikenler arasında ekilen de şudur: sözü işitir, ama dünyasal kaygılar ve zenginliğin aldatıcılığı sözü boğar ve ürün vermesini engeller. İyi toprağa ekilen tohum ise, sözü işitip anlayan birine benzer. Böylesi elbette ürün verir, kimi yüz, kimi altmış, kimi de otuz kat.»

İncil / Matta 13


Mallarını Allâh'a imanları dolayısıyla insanlara karşılıksız bağışlayanların misali, yedi başak oluşturan ve her başağında yüz tane bulunan tek bir buğday tohumu gibidir. Allâh dilediğine daha da katlar. Allâh Vasi'dir, Aliym'dir.

Bakara 261


"...İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider..."

Fetih 29


MUHAMMED, Rasûlullâh'tır! O'nunla beraber bulunanlar, küffara (gerçeği reddedenlere) karşı sert, kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû eder (varlıkta her an tedbir edenin Allâh Esmâ'sı olduğunu müşahedesinin haşyeti, tâzimi içinde), secde eder (varlığın yalnızca Esmâ özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle "yok"luklarını hisseder) ve Allâh'tan fazl (lütfu - Esmâ kuvvelerinin farkındalığı) ve RIDVAN (Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği) ister hâlde görürsün. Sîmalarına gelince, vechlerinde (şuurlarında "yok"luklarının idrakı olan) secde eseri vardır! Bu onların Tevrat'taki (nefse dönük hükümler) misal yollu anlatımlarıdır. İncil'deki (teşbihî) temsillerine gelince: Bir ekin ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuştur; ekincilerin hoşuna gider. Böyle yapar ki, onlarla (Esmâ'sıyla açığa çıkardığı) küffarı (gerçeği reddedenleri) öfkelendirsin! Allâh onlardan iman edip bunun gereğini uygulayanlara mağfiret ve çok büyük karşılığını yaşatmayı vadetmiştir.

Fetih 29

İlim (Devam) / Allah'ın Azabıyla Cilvelenme..

Allah'ın Azabıyla Cilvelenme. Fakat OLduğu kadar, İlmen Nefsini açman, incelemen olabilir. Allah, Azabından korkup sakınanları sever. O Alim'in Aşkının Ateşi bir başka Şiddetlidir. Her Gönül Ehli bunu Bilmez. Fakat bu İlim Sahibleri, Gönlü ve Ehlini tam olarak Bilir.

Kuddûs

İsm-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet,

bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor.

Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla,

hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.



Bediüzzaman Said-i Nursi (k.s.)

Kuran (Devam)

Kuran'ı gerçekten OKU'yan, Bırakmayan İnsan, Hakikatleri "İnkar" edemez. Örtemez yani. Onun için "Şu konuyu geçelim-kapatalım" gibi sözler yoktur. Batılları dahi Nefs'inde İlim ile Hakikat'e erdirmeden Sükun bulamaz. O Kul Cennet'e ve Cehennem'e yaslanamaz. Lütfunu da Kahrını da Bizzat Cenabı Hakkın Zatından öğrenir.

"Mürid, istediği her seyi Kur'an'da bulmadıkça mürid olamaz."

Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.)


" İnsanlar, şeytanın elinden kaçarlar; bağırırlar. Halbuki şeytan benden kaçar. Aman diler. "

Beyazid-i Bestami (k.s.)

"Güzel" olmayan, "Çirkin" demek olmaz

"Güzel" olmayan, "Çirkin" demek olmaz. Her şey gibi, Bu da, O Güzel'in, O Mutlak'ın elindedir.

"...hakikat budur ki gözler körelmez ve lâkin sînelerdeki kalbler körelir."

Hacc 46

Zat / İlim / Tecelli / Ruh / Nefs / Sıfat (Devam)

Kul eğer Nefs'in Kör ve Lüzumsuz Arzularını, Oyununu farkedebilir, Yoksunluk Vehminden kurtulabilir de Ruhuna soyulursa, artık Sıfatlarla daimi bulunur; Tecelli Aramaz, Nefsindekilerin artmasını eksilmesini gözetmez. Zat'a karşı İlim ile İrfan sahibi olmak onu Tatmin eder.

Sevgi / Vedud Allah (Devam)

İnsan, İnsan'ı "Sevemez". Ancak İçinde Sevgi'yi Hisseder de, 'Seviyorum', diyebilir. Yüce Allah'ın "Vedud" İsmi bu yüzden ki "Seven/Sevilen" Manasını verir. Evet İnsan "Sevemez", fakat Sabretmesi mümkündür. O Sıfat da yine ancak Allah'a Masustur. İnsan Kulluktan Uzak olduğu kadar Sabırsız'dır. Allah'ın bir Sıfat'ı İsmi de "es-Sabr"dır. Sabırlı.

Kime Yakın olursan kokusu sarmaz mı seni.

Mümin Sıfat değil, Sıfat İsmi'dir. Öyle değil midir ? Kime Yakın olursan kokusu sarmaz mı seni.

"Her zıt farklıdır, ama her farklı zıt değildir."


İki uçlu kılıca dikkat et bi ucu cehenneme bi ucu cehalete götürür. Tek bi elde durur o Kılıç. İki Uçla verilmediği gibi alınamaz da.


"Her zıt farklıdır, ama her farklı zıt değildir."

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)


Kahrına da hakkıyla âşığım, lûtfuna da... Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)


"...ruhani âlemde maddi giysilerden arınma esnasında zıtların çatışması söz konusu olamaz. Aynı şekilde, fesada yol açan bezenme de gerçekleşmez. Bilakis nefis, tükenmesinden ve yok olmasından endişe duymadan, emin olarak maksadın gerçekleşmiş olmasıyla lezzet alır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"...Varlık, mümkünlüğün iki zıt ucu açısından kanıtlanmıştır. Bunu değiştirmenin, tersine çevirmenin imkanı yoktur. Şöyle ki: Hak teala bir şeye tecellî ettiği
zaman ondan asla gizlenmez. Bir kalbe de iman yazdığında, onu bir daha silmez. Bir
kimse, "bana tecellî ettikten sonra benden gizlendi" diyorsa, ona kesinlikle tecellî
etmemiştir. Fakat ona bir tecellî görünmüştür, o da bu tecellîyi O sanmıştır. Böyle bir
tecellînin de sebatı olmaz, bir halde durmaz, dolayısıyla onun açısından durumda
değişiklik yaşanmıştır. İman yazılması da öyle. Ayetlerin ve apaçık belgelerin gelmesi gibi olağanüstü kanıtlar kalplere bahsedildiği zaman, buna dair şahidler de gösterildiği zaman, bunlar ebediyen yok olmazlar. Bir adamın kalbinden bunlar silinip gidiyorlarsa, bil ki kalbinin levhasına kesinlikle yazılmamışlardır ve bir daha da ona dönmeyeceklerdir. Sadece kalbine bir örtü gibi bir zaman bürümüş, bunların ibareleri ve lisânları verilmiş, varlıkları ve a'yanları verilmemiştir. Böyle bir bağış da geri alınır ve yok edilir. Bu yüzden bir ayette şöyle denilmiştir: "Utlu aleyhim nebeellezi ateynahu ayatina fenseleha minha / Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan kimselerin haberini oku." (A'raf, 175) Ayetin orijinalinde geçen "inselahe" fiili, bir insanın üzerindeki elbiseyi çıkarması veya yılanın deri atması anlamındadır. Bu elbise ve deri bir örtü işlevini
görür, yukarıda vurguladığımız gibi gerçeklikle bir ilgisi yoktur. Böyle bir kimsede sadece lisân olur. Konuştuğu zaman ismin gizliliklerini açığa vurur, etkilerini özellikle aktırır, yansıtır. Bu anlamda tek kalan havas için arındırma, tenzih etme, huzur ve birleşme ve de iman ve küfür şart değildir. Sadece o belli harflerle konuşur. Konuşan kişi konuştuğunun farkında değilse bile sonuçlarını izhar eder. Bazı arkadaşlarımız arasında da böyle kimseler görülmüştür. Örneğin Kuran okur, bir ayete gelince orada üzerinde bir etkilenme hisseder ve buna şaşırır, ama sebebini bilemez. Bu sefer önceki ayetleri bir kez daha okur. O belli ayete gelince aynı etkilenmeyi bir kez daha görür. Her tekrarladığında aynı etkilenmeyi hisseder. O zaman anlar ki, ayet, havastan kimseler üzerindeki etkinliğini gösterdiği mahalle tesadüf etmiştir. Onu kendisi için bir isim kılmıştır. İstediği zaman aynı etkiyi göstermektedir. Muhakkik bir kimse bu gibi etkilenmelere aldanmaz, bunlara itibar
etmez. Sadece böyle bir durumla karşılaştığı zaman sevinir..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

http://jonasclean.blogspot.com/2009/12/belki-birdenbire-bir-inayet-yetisir-ben.html

http://jonasclean.blogspot.com/2010/04/acele-etme-zevkin-son-snrna-ulasmak.html


"Celal'inden sana geleni inkar ederek O'nu sadece Cemal'inde bilme. Kabzda inkar ederek sadece bastını kabul etme. Her halde sabit kadem ol, O'nu zıtlarda mütala et ki bilgin kemale dönsün"

Ahmet El Alevi (k.s.)

"...İnsan 'aceleci yaratılmıştır. Mümkün bir varlık olması bakımından, hakikatinin verdiği yoksunluktan korkar. Bu nedenle dayanacağı meyledeceği şeye yönelir..."

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)

"...Zan insanın hakikatine aittir. Binaenaleyh 'haya bütünüyle hayırdır', 'haya iman dandır' ve 'haya ancak iyilik getirir.'..."

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)

Ebu Said el-Harraz şöyle demiş: 'Allah'ı ancak iki zıddı kendinde toplaması özelliğiyle bildim.' Sonra da şu ayeti okumuştur:' O Evveldir,Ahirdir,(İlk ve Sondur) Zahirdir ve Batındır.' Burada, islam alimlerinden akılcıların düşündüğü gibi farklı nispetler değil, tek bir yönden Evvel-Ahir, Zahir-Batın olma kastedilmektedir. 

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


http://jonasclean.blogspot.com/2011/04/essiz-bir-tek-hu-o.html