Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Şirk, Vahdet-i vücud Hanifler Kuran ve Tasavvuf büyükleri üzerine

(* Seni boğulmaktan kurtaran kıyıdaki adamla, Abdulkadir Geylani'nin (selam olsun) farkını, ve bu derecelendirmeleri "İlahi Takdir" hususunda iyi fark etmelisin.)

Gönül rahatlaması ve şüphelerden zarar olmasın için
"inşa"Allah...Bir zararım dokunursa hakkını helal et niyetim budur ondan açıkladım...

Neyi ifade ettiği ancak yaşandığında anlaşılan bir hakikat olduğu için vahdeti vücud anlamını yaşamamış olan kardeşlerimiz konuyu bilmedikleri halde sadece önyargıyla hareket edip tasavvuf büyüklerini ve Allah için ilim yapmak isteyen bir çok kardeşimizi ağır bir zan altında bırakmaktadırlar.
Böylece hem günaha girmiş hem de iftira etmiş oluyorlar.
Ben müslümanım diyen ve namazını kılan bir insana şirkte olduğu iddiasında bulunmak müslümanlığa yakışmayan şeylerdir.

Bazı fakih olarak isimlendirilen müslüman araştırmacılar "vahdeti vücud"dan kardeşlerimi koruyacağım derken şirke düşürmektedirler haberleri yoktur.
Ve bunu yaparken gayette rahattırlar.
Halbuki şirkte diyerek iftiraya düştükleri o bazı tasavvuf büyüklerine belki hiç öğrenemeyecekleri bir şekilde İslam ve Allah hesabına borçlulardır.

Örneğin Allah'ın selamı onun üzerine olsun ibni arabi hazretleri bu kardeşlerimiz tarafından şirkle ilgili bi bildiri yaptıklarında en başta yer alır.

Çok büyük konuşmaktadırlar.
Onları üzmektedirler.

Başta yaptıkları bazı hatalar/günahlar şunlardır.

Allah olmadığımızı!!!anlatmaya çalışırlarken "O"nu herhangi bir mekanlı varlıkmış gibi uzak bir mesafeye atmak..
Bazı ayetleri (tıpkı kafirlerin kurana yaptığı gibi bi kısmını görmek suretiyle) vahdeti vücudun sapkınlığına delil göstereyim derken zihinlerde Allahımızın sadece gökteymiş gibi algılanmasına yol açmak.

Bu yolla kardeşlerini şirkten koruyayım derken onları Allahtan uzak hissetttirmek.
Çünkü Allah ile ne şekilde olursa olsun mesafe düşünmek ve düşündürmek kalpde dahi mesafe yaratır!

Bunun farkında değillerdir.

Ama evliyaya dil uzatmaktan çekinmeyip bir de şirkte olduklarını iddia etmeyi çok iyi bilirler. Bu konuda ustadırlar.
Çünkü evliya değillerdir.
Ve evliyanın / ilim ehlinin tokadıda uzak değildir.

Bunuda bilmezler.

Aslında şahdamarından yakın olduğunu kendi bildirdiği halde Allah'a ilim öğretmek.

Hz Muhammed efendimizin ayağıının tozuyum dedikleri halde kendileri üç tane insanın kalbini islama ısındıramamışken Tasavvuf büyükleri dünyanın dört bir yanından yüzyıllardır hala insanların kalplerini Allaha yaklaştırmaktalar ama şirktedirler öyle mi?
Bu nasıl hesaptır ki şirk ehliler?

Ahireti dünyada yaşayacak kadar ölmeden önce ölmüşlerken nasıl olurda onlara "panteist" yakıştırması yapılır? Kendileri islamın dışında olan hiçbir inanca mensup gösterilememişken "panteizm" nedir?

Musaya Allahımız bir yanan çalıdan görünmüşken (Konuştu evet ama nasıl olurdu bi hayal et ) bu da kuranda bildirilmişken onların Allahı kendi pak nefislerinde ve zaten Allahdan olan "ruh"da görmesi nasıl olurda panteizm olur? Hiç yakışıyor mu o büyüklere böyle yakıştırmalar?

Eğer ruh Allahdan ise ve Allah mekandan münezzeh ise vücudun dahil bütün mekanlar gözünden kalktığında sen (yani üflediği ruh) nerede neyle olursun? O şu anda da mekandan münezzeh ise ve senin ruhun ondan ise kiminle birliktesin? Hiç aynı mı olursun yoksa sadece birlikte mi olursun? Bunu gözsüz göremez misin? Mekanı o yarattıysa O mekandan münezzeh olduğuna göre o mekan "O"na engel olabilir mi? O kuranda "yarattıklarından bağımsız" olduğunu bildirdi sen onunla birlikte olduğunu bildiğinde hiç o senin hükmüne girer mi? O herşeye kadir olduğunu bildirdi. Herşeye kadir olan bir şey kendine sonradan bildirilenle bir olur mu? Bilimsel olarak bilmek ne kadar farklı olsa da herşeyi sayısıda dahil bilmek sadece "O"na mahsus belli değil mi? Birliğin sadece vücudda olması nasıl şirk olur "ruh" "O"ndan iken?


Vahdeti vücudu bilmemek konusunda elbetteki kabahatli değillerdir (bir açıdan) fakat bütün tasavvuf ehlini şirkte görmek nasıl savunulabilir.

Böyle yapmakla o büyüklerden akan islam yolunuda kesmektedirler.
Hele bazı büyükler vardır ki onlar konuşmamış yazmamış bir şeyleri yaşamamış olsaydı bugün daha "yazık" durumda olurduk.

Allah kimin şirkte olduğunu isim isim beyan etmemişken ve böyle yapın diye bir emride yokken bu konularda bilmediği halde konuşmak hiç doğru olabilir mi?

Onlardan anladığınız bir olmak birleşmek gibi derin kalbi hadiselerle firavunun kendini tanrı ilan etmesi arasında bizim her birimizle peygamber efendimiz (s.a.v) arasındaki hayat tecrübesi kadar fark vardır.

Diyorlarki bu kadar konuşmak bu kadar yazmak nedir yani kuran yok mu ? kuran var da okuyan varmı ? Anlayan var mı ? Madem yok neden tanımadığın insanları bir de şirkle kafirlikle suçluyorsun! Gerçekten kafirim diyen başka. Var mı öyle diyebilen? Varsa işte onlardır kafirler.

Vahdeti vücuda gelince herkesin anlayabileceği şekilde kısaca tarifini yapmak istiyorum. Ben küçükken uzun yol otobüslerinde en önde oturup yolu seyretmek isterdim. Koltuğun kolçaklarını tutup sağa sola güç vererek otobüsü kullanırdım. İnan buna bak kullanıyordum. Şoförü görmezdim. Ben kullanıyordum sanki otobüsü ama gerçekten oyun değil. Sen dilenciye para verirken sen mi veriyorsun zannediyorsun. Böyle bir şey işte vahdeti vücud. İşte bunu bilmeyenler ancak vahdeti vücudu şirk olarak görürler ve gösterirler. Halbuki gerçek "O"dur. Kafayla değil kalple ilgilidir. Kuranda kalp sana bilgi olarak verildi. Bildirdi "şahdamarından daha yakınım". Peki yaşadın mı o yakınlığı ? yoksa sadece bildin mi? Allah yaşamayı nasib etsin cümlemize. Hem de her an. Her saniye. İşte o zaman anlarsın "ben hakkım" demekle "ben Allahım" diyebilmek arasındaki farkı.

Benim yardıma ihtiyacı olan bir insana yardım etmemle nasıl efendimizin tüm insanlığa ettiği yardım farklıysa işte Allahın yakınlığını hissedip kendini kaybetmenin farkıda öyledir.

Kimisi dilenciye para verirken sevap alır kimi ise ona verdiği rızkı başkasına da veren rezzakı görür.
Rezzakı görenle kendi amelini gören bir olmaz.
Allah öyle bir aşktır ki sen sen olmadığını belki gerçekten alev alev yandığını görürsün.
Bunların ikisini de gören işte Allah ile bir olduğunu görür. Allah ile birim derken senin anladığın birliği kastetmez.
Sen peki nasıl o kişiye kast edersin. Edemezsin.
"Ben Allahım" diyen firavunun derken ki hissi amacı başkadır "biz hakkız" derken diğerinin hissettiği ve amacı başkadır.
Bütün iyilikler Allahtandır derken ne demek istedi Allahımız? Allah bir şeyi demek ister mi? Yoksa dedi mi bile? Akılla olmaz. ilkokuldaki akıl başkadır üniversitedeki akıl başkadır. Onun için ne kendini ne başkasını şirkte gör. Ve şirkin olmadığını sadece zannedildiğini iyi anla.
Nasıl yusuf aleyhisselam kardeşi için kardeşinin eşyasını çalarken hırsız olmadı işte öyle de tasavvuf ehli şirkte değildir. Ve yaptıkları ettikleri doğrudur.
Ama hırsızlık eden ne kadar yusuf aleyhisselama benziyor iyi bakmalısın. Biz onlar kadar geniş olamayız. Onlar Allahımızın ahiret üç sınıftır biri cahennemlikler biri cennetlikler biri de Allaha yakın olanlar dedikleri kısımdadırlar.
Seni boğulmaktan kurtaran kıyıdaki bir adamla Abdulkadir geylaninin (selam olsun) farkını iyi görmelisin.

Düşün ki efendimizin ismi anılsa bile kalpler temizleniyor Onlar onsuz tek bir adım atmamışlar elbetteki onların Allah'ın katında müslümanlara özel bir himmetleri olacaktır ve bizim birbirimize olan korumamızdan daha büyük ve farklı olacaktır.
Hatta onların Allah'ın Rahman sıfatından nasibleri vardır ki kafirler bile onlardan nasiplenebilirler. Yoksa onların başkalarının dillerinde dolaşmaları başka bir şeklde mi zannediliyor?

Hesabını iyi yap. Elbeteki Allahtan başka ilah yok. Amma kendini tanrı zannedenler var. Ama onların ilah ile işleri yok. Eğer haramı helal göstermiyorlarsa ki asla böyle bir şey görülmemiştir hepsi manevi anlamda ya da kalpleri ısındırmak içindir elbette büyüklerin bizden daha çok bildikleri var. Onlara şirk iddiasında bulunanlar kitapta kehf suresini okumadılar mı? Hiç herkes o Musanın kendisine ilim gösterdiği bizim hızır olarak bildiğimiz büyük ile bir olabilirler mi? İşte o büyüklerin hızırlıktanda nasibi vardır elbette. Bir yaşadıkları var. Kartal senden iyi görür ama o da bir zamanlar şimdi ki kadar iyi göremiyordu. Ama her zaman her şeyi bir gören sonsuz cömertlik sahibi var. Sen ne kadar görürsen o kadar kartallıktan nasibin olur. Serçeyken kartallığa laf etme. Ne kartal ne serçe ne sen ne ben gerçekten "O" olabiliriz.

Eğer anlatılamayan bir şeyi anlatmak için bir söz edersen o sözü ederken dikkat et. Kimisi başkaları o yakınlığı bilsin için canını vermeye razıdır kimisi de aşkından canını çoktan vermiştir. Kimisi gerçekten ölmüştür kimisi kalben ölmüştür. Artık o bir şey söylemez "O" demiştir.
Benim mansurun haklı olup olmadığını söylediğim yok onu Allah bilir. Fakat insanların "ben hakkım" desin ya da demesin kendilerini ne uğurda hırpaladıklarını iyi gör. Ayrıca örnek gösterilen mansur değildir. Veysel karaniyi biliyor muyuz...Var mı onu örnek alan bir sufi ?

Kuranı iyi oku kimden geldiğini ve kime geldiğini aklından çıkarma yoksa yaşamadıkları halde pek çok şeyler iddia eden pek çok sufi vardır...

Kim gerçekten kartal gibi olabilir? İnsan olmaya razı değil miyiz, o çoktan öyle buyurmuşken? Yakınlık başka..
Gibi olmak da başka..

Bak daha neler neler var Allahın işlerinden. O tasavvuf büyüklerine nasib olmayacaktı da kime biz ahir zaman acizlerine mi nasib olacaktı? İnşaallah nasib olsun bize de utanalım onlara bir günah kondurmaktan. Bak neler var..

Kıyamette Allahü teâlâ meleklerine, müminlerin çocukları için, (Bunları Cennete götürün) buyurur. Melekler, çocukların Cennete girmesini söylerler. Çocuklar girmek istemeyip, (Ana-babamız nerede?) diye sorarlar. Melekler, (Onlar sizin gibi günahsız değildir. Görülecek hesapları vardır) derler. Çocuklar ağlaşır ve (Ana-babamızı almadan Cennete girmeyiz) derler. Cenab-ı Hak buyurur ki:
(Ey yavrular, haydi gidin, ana-babanızı da alıp Cennete girin!)
s.a.v.

«Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte
dilediğine, dilediği kimse için bağışlar. Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftira da bulunmuştur»
(Nisa, 48).

Örneğin kendileri 4-5 yaşlarından beri kuranı ezbere bilirlerken bu ayeti bilmemektemiydiler?

Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği
kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

bakara 255

Kim Allahtan -"başka"- bir ilahım derse onu cehennemle cezalandırırz.

mealen ayet

Bak şu ayette neden Allah bu şekilde bildirmiştir ve ganidir denmiştir?

"Bir tatlı dil, bir bağışlama, arkasından incitmenin geldiği sadakadan daha hayırlıdır. "Allah, ganidir, halimdir."

BAKARA suresi 263. ayet

Çünkü kuldan önde Allah vardır bazen görülemese de..Ve kuldan önce Allahın böyle yapılan bir iyiliğe ihtiyacı yoktur! Nasıl Allah kuranda başka bir çok ayette mesela "Allah'a güzel bir borç vermek isteyen yok mudur" diyorsa tasavvuf büyüklerininde sözleri bu manadandır. Yoksa büyüklere kendilerinin anlamadıkları o sözlerinden dolayı şirk iddiasında bulunanlar bu ayetleride mi uygunsuz buluyorlar? İşte büyüklerin bahsettikleri öyle değil böyledir. Onlara boyundan büyük konuşarak şirk iddiasında bulunmak çok ayıptır hiç yakışmamakatadır...

Anlayamadıkları bazı sözleri yüzünden kendisine şirk iddiasında bulundukları "ibni arabi" hazretleri nin şu sözlerinide mi anlamadılar, görmediler? Belki onlarda gerçekten kardeşlerini düşündüler ama bunu onlara şirk iddiasında bulunarak yapmak çok yanlıştır. Allah rızası için okuyunuz bakın bunları söyleyen şirkte olduğu için mi o sözleri etmiştir yoksa anlattığım gibi çok başka bir yakınlığı bulunduğu için mi?

Bütün varlıklar, Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuskusuz haktır. Ancak varlığı kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır.
Öte yandan Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık yoktur.

Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’ a bağlı kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder.

Yüce kanun koyucu (sari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene, hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini değil. Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum.

Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.

Kulluk beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da kulluktur.

Allah varlığı çift yaratmıştır. Ama kendisi teklikte yalnız kalmıştır.

Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar salıverdik. Allah’ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz vermiş gibi.

Alemde insandan başka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıştır. İnsanın bu iddiada bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir.

Her seven, kavuşmuş olsa bile özlem duyar.

Arkadaştan korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmandır. Onun Hakka boyun eğmesini sağla ve hak ile meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir. Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir.

Sana,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: Sen Hak ile varsın

Bunlar sadece onun sözlerinden bir kısımdır ama "el insaf için" yeterlidir. Şirkte olmaları için karşılarındakileri kul olarak görmeleri gerekirdi. Halbu ki onlar karşılarındakini değil..suretleri değil..gelip geçici olanı değil yalnızca Allah'ı gördüler ve onlar " Korkma ! Ben Kureyş'ten kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum " diyen bir peygambere tüm hayatlarını verdiler. Bazı hanif kardeşlerde var onlarda her gördükleri sakallıyı dedeleri zannediyorlar. Siz bu büyüklerin hayatlarına bi bakın bakalım halktan neler çekmişler? Abdulkadir geylani'nin hanifliği acaba kimde vardır ? Allah herkese onlara verdiği yakınlık gibi bir yakınlığın kokusunu koklatsın herşey yerli yerine oturacaktır. Yanan çalıdan "ben Allahım" diyen Onun aşkıyla yanıp tutuşan (hikaye değil bu) bir kalpten elbetteki öyle bir yakınlığı esirgemez. O kalbi elbetteki kendisinden başka şahıslarla uğraşan kalpden daha çok serinletir... Ama var mı öyle bir kalp? Kalpler hep meşgul çalıyor...Allahın selamı tüm Allah diyenlerin üzerine olsun...Suçlu değiliz sadece Ondan başkalarıyla çok meşgulüz ve aciziz.. Allahımız bize yakınlığını göster. Bizi doğru olmayan sözden koru. Başkalarına söz söylemektense bize nefsimizi bildir. Biz çok hatalıları Affet..Hepimizi affet.

Ey zavallı insan.. Senin varlığın Hakk 'ın varlığı önünde yoktur... Yoktan ibarettir... Sen var gibi görünen bir yoksun... İşte bu hakîkati anlarsan şaşılıktan kurtulursun....

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)