-Bizim için sahih gün, bütün saatleri eşit olan gündür.
-Her Şeyin gölgesi vardır. Allah’ın gölgesi de Arş’tır.
Zahir arş rahmanın gölgesidir. İnsani arş, Allah’ın gölgesidir.
-Esmalar/İsimler açısından Allah, sıfatların taşıdığı anlamlar açısından zat konumundadır.
-Varlık aleminde ne varsa canlıdır. Çünkü varlık aleminde bulunan her şey Allah’ı hamd ile tesbih eder. Bir canlı da ancak tesbih edebilir. O halde hayat sırrı bütün varlıklarda mevcuttur.
-O olmasaydı biz olmazdık. Ama bizim olmamamız yüce Allah’ın olmamasını gerektirmez.
-O’ndan başkası “O” nu teklikte göremez.
-Eger ulûhiyet sırrını, her ibadet eden kişi, mabudunda, yani, mabuduna ibadet ettiği esnada görmeseydi, O’na ibadet etmezdi.
Sapık kimsenin sapmasının nedeni, ulûhiyeti ilah olmayana nispet etmesidir. O söz konusu mabuda ibadet ederken ulûhiyet sırrına ibadet etmiştir ve bu da sadece yüce Allah’a ait bir niteliktir. Çünkü yüce rabbimiz bu sırrın etkisini o mabuda yansıtmamıştır.
İlahınız tek bir ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. Bakara Sûresi-163
-Musa as. İçin Harun as., Hz. Muhammed’in sav. dünyadan ayrılmasından sonra onun yerine geçen naibleri konumundadır. O halde varis, kime varis olduğuna, kimin naibi olarak tayin edildiğine baksın.
-Sabretme veya durumu Allah’a şikayet etme arasında aslında bir çelişki yoktur. Eyyüb, gösterdiği sabırla Allah’ın kudretine, yapabilirliğine direnmemiştir, Allah, bu özelliği sebebiyle de Eyyub’a önce sıhhatini sonra ailesini ve onlarla birlikte (elinden çıkanların) benzerini verdi.
-Allah katında din İslam’dır. İslam’ın anlamı ise boyun eğmektir.
-Amel mekana ( yere), ilim ise mekanete (makama) yöneliktir.
-O’nu bilmek, hadis (sonradan olma) özelliklerden O’nu tenzih etmek demektir.
-El-Bari (Yaratıcı) kendisiyle mevcuttur (vardır), vücudunu (varlığını) hiç kimseden almamıştır. “O” Subhanehu “AHAD” Tek’dir. Yani; O’ndan başka bir şey yoktur. Alem ise onunla vardır, varlığını O’ndan almıştır. Alem zati ile mümkün, başkasıyla da vacibül vücuttur. Çünkü başkasından edinmiştir varlığını. Yaratıcı ise vacibül vücuttur, varlığını başka bir şeyden edinmemiştir.
-Muhakkiklere gelince, ezel kavramı, onlara göre, kadimlik hükmündedir ve öncesinin olmasının nefyedilmesi anlamınadır. Dolayısıyla selbi bir sıfattır, temel bir sıfat değildir.
-Yedi kat göğün ve yedi kat yerin günleri yoktur; günler, yörüngelerinde sabit olan yıldızların feleklerine aittir.
-Eğer kendi benliğinle desen, bu sensin, O değil. Eğer O’nun benliğiyle desen, diyen sen değilsin. Dolayısıyla ne anlam yoluyla ne de sekil yoluyla kesinlikle birleşme olmaz.
-“O” Yaratan, var edendir.(Haşr-23) . Bu ayetlerde görüldüğü gibi, “O” dan sonra yer alan isimler, “O” nu ve alemde özel olarak meydana getirilmesi istenen hadiseleri açıklamaktadır. Dolayısıyla isimlerin tümü “O” nun tercümanıdır.
-Salat ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed’in ve önceki ve sonraki ehlibeytinin üzerine olsun.
-Bil ki insan, berzahta gölge ile güneş ışığı arasındaki çizgi gibi mevcut bir varlıktır.
Berzah; iki denizin birlestiği noktada ikisini bir birinden ayıran mevhum çizgi gibidir.
-İman kalplerin amelidir.
-Acıkan biri, ey Rezzak (rızık veren) der. Fakat bazen bu ismi bırakıp; Ey Allah! dediğini görüyoruz. Bu sırada Rezzak ismi, ben ikinci mertebeyim demektedir . Ama bu bağlamda, ey Rabbim! Dese bunun anlamı; ey Rezzak! Değildir. Anlamı: Ey terbiye eden, ey besleyen veya ey ıslah edendir.
-Yiyeceğin az olması gıdadır.
-Sevgi her şeyin tabi olduğu bir sultandır.
-Marifet Allah’ı bilmektir.
-Velayet ve marifet mertebesinin varlığı daimidir. Risalet mertebesi ise sürelidir; tebliğ ile birlikte son bulur.
-Yine de sen bu şekil ve kalıp ulemasını taklit etme; ama ona muhalefet de etme.
-Oluş (kevn) cennette hep olacaktır, somut olarak hissedilecektir, müşahede edilecektir. Çünkü cennet somuttur.
-Şeriatın emrettiği bir amelin islenmesi ve terk edilmesi, mükellefte bu emrin gerektirdiği üç hakkı, yani Allah’ın bu ameldeki hakkını, mükellefin kendisinin bu ameldeki hakkını ve kendi içindeki hakkını hatırlamıyorsa, bu amele itibar edilmez.
-Suda boğulmakta olan bir kimse “Ya Allah” dediği zaman, bu “Ya Gayyas=yardım eden” veya “Ya Munci=Kurtarıcı” veya “Ya Munkiz=Kurtarıcı” demektir. Ağrıları olan birisi “Ya Allah” dedigi zaman bunun anlamı “Ya Safi=Sifa veren” veya “Ya Muafi=Sağlık bahseden” ve benzeridir.
-Allah ismi bütün isimleri(esmaları) kapsamaktadır.
-Bir gün senin ağladığını görmüş. O ve orada bulunup ağladığına tanık olan başkaları, ağlamanın sebebini sormuşlar. Sen su cevabı vermişsin:
“Otuz seneden beri inandığım bir mesele vardı. Biraz önce karsıma çıkan bir delil sayesinde bu meselenin benim inandığım gibi olmadığını anladım. Bu yüzden ağlıyorum. Simdi oluşan kanaatimin de önceki gibi olmasından korkuyorum!..”
Bu senin sözündür. Aklın ve fikrin mertebesini bilen bir kimsenin sükunet bulması veya rahat etmesi imkansızdır. Özellikle Allah’ı bilme hususunda. Kişinin Allah’ın mahiyetini gözlemle, ilmi nazarla bilmesi imkansızdır.
-Fikir var oldukça, kişinin mutmain olması, sükunete kavuşması imkansızdır.
-Kemali ancak başkasına bağlı olan şey yoksuldur. Allah’tan başka her şeyin durumu da budur.
-Allah, aklın fikri ve nazarıyla kendisini bilmesinden münezzehtir.
-Ebu Said el- Harraz’a sorulmuş:
-Allah’ı ne ile bildin?..
-İki zıttı bir arada bulundurmasıyla, diye cevap vermiş.
-Zahir iki nehir, kitabı okumak ve sünnete sarılmak, Batın iki nehir ise tevhit ve minnetti
-Sırrın sırrı sana yükseltildiği, çift tekle buluştuğu zaman, O’dur, sen değilsin. Hak ortaya çıktı, sen gizlendin …
-Kişinin Müslümanlığının güzelliğinin göstergelerinden biri de kendisin ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir.
-Zahir oldun, hiç kimseye gizli değilsin Sadece yaratıcıyı bilmeyene gizli olursun.
-Yaşamak için ye, rabbine itaat etmek için yaşa.
-Elinden geldiğince ihtilaflardan, tartışmalardan uzak dur.
-Sana, yerine getirmen durumunda mutlu olacağın bir şeyi tavsiye eden kişi Allah tarafından sana gönderilmiş bir elçidir.
-Adı sanı bilinmeyen silik bir kişi olmaktan ayrılma.
-Sadece Allah’a yönelmek gerekir. İnsanlar sebeplere dayandıkları sırada Allah onlara azap eder, çünkü sebepler her zaman yitip gidebilecek olgulardır.
-Süslenmeye, güzel görünmeye dikkat et. Çünkü bu başlı başına bir ibadettir.
-Dilenciye yedir, içir. Çünkü o, senden dilenmesi sebebiyle seni, kullarına yediren ve içiren hakkın menziline çıkarmıştır.
(böyle büyük bi ilim çok zor bulunuyor yazılı olarak vallahi Allahın selamı ibn arabi hazretlerinin üzerine olsun selam olsun)
-İşlediğin hiçbir ameli hakir görme. Çünkü Allah bu ameli yaratırken ve bizim üzerimize vacip kılarken küçümsememiştir.
-Zahir ve batın, birbirinden ayrılmayan ikiz kardeşlerdir.
-Dua ibadettir, zikir efendiliktir. Dua eden, Ona ulaşır, yanına girer. Zikredense, onun yanındadır. Dua seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığı ifade eder.
Ama O’nu O’nun için zikret. Çünkü zikir Allah için, dua ise Allah katındaki nimetler içindir.
-Bir şeyi seven onu kıskanır. Kıskanan sevgiyle beraberdir, sevgiliyle değil. Hakkı seven ve onu kıskanan, onu ancak hayal huzurunda sevmiştir. Hak ise vehmin ve hayalin hakimiyeti altına girmez.
-İsteyen de kazanın dışına çıkamaz, istemeyi terk eden de.
-Her seven, sevdiğine kavuşmuş olsa da özlem duyar.…
“Haydin namaza” diye seslenildiği zaman zatına haber ver.
İlim talep eden cahildir, ilmi terk eden de.
İlmin malumu varlıktır. Görmenin görüneni ise zattır.
İlim, içinde zulüm olmayan bir karanlıktır.
-Yokluğuna dön; çünkü yokluk senin kadimliğinin niteliğidir ve Allah onda senden razıdır. Hakka itaat edip de ölen kimse ölmemiştir.
-Bil ki, rububiyete iman hidayeti artırır. Uluhiyete iman ise hidayetin kendisidir.
-Hakkı unuttuğun zaman, sana onu kimin unutturduğuna bak; eğer hakkı sana unutturan şey, onun sana emrettiği bir şeyse, bil ki hak seninle beraberdir ve sen de onun emriyle berabersin, onunla değil. Eğer hakkı sana unutturan şey, onun nehyettiği bir şeyse, ne sen onunla berabersin, ne de O seninle beraberdir.
-O’nu bilme hususunda ruhunun payına düşeni verdiğin gibi, O’na ibadet etme hususunda bedeninin payına düseni de ver.
-Bir kimse isimlerin ilminin kendisine verildiğini sanıyorsa, ama kendinde etki gücünü bulamıyorsa, bu bağısa itibar edilmez.
-Furkan (hak ile batılı ayırma) ile sonuçlanmayan takvaya itibar edilmez.
-Allah için arkadaşlık ettiğinin belirtisi sana nasihat etmesi ve açıklandığı zaman hakkı kabul etmesidir. Şayet kabalığı varsa dahi, bunun, ona veya sana mutlaka bir faydası vardır.
-Korkunun sebebi zat değilse, ona itibar edilmez.
-Allah’ın takdir ettiği her şeye rıza göstermeye itibar edilmez.
-O namazında yolculuğa çıkmış, sen de zihninde onun peşinden gittiği yere gitmişsin.
Aranızda ne fark var? Nerede Allah!...
Sana zahirini göstermeyen batına itibar etme!..
-Tahkik makamı, çoklukta teklik düşüncesini vermiyorsa, ona itibar edilmez.
Hizmetsiz hürmete itibar edilmez.
Hürmetsiz hizmete de itibar edilmez.
Azıksız yolcunun peşinden gidilmez.
-Ahlaktan yoksun tasavvufa itibar edilmez.
-Bir özgürlük seni Allah’a köle olmaktan müstağni kılıyorsa, ona itibar edilmez.
-Bir şükür beraberinde daha fazla şükrü doğurmuyorsa ona itibar edilmez.
-Musibete karsı sabretme, seni, bu belayı kaldırması için Allah’a dua etmeye yöneltmiyorsa, ona itibar edilmez.
-İnsan burada halifedir, ahirette ise sadece insandır.
-Kim Allah’a gerçekten secde ederse, ebediyen basını secdeden kaldıramaz.
-Senin halka dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman senin zahirinde zuhur ederse, halk nezdinde ki saygınlığın ortadan kalkar.
Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile baş başa bırakmış olurlar.
Kul Hakkın nezdinden ayrıldığında, ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın yanına girdiğinde, çok özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez.
-Aslından ayrılıp çıkan gariptir. Gurbetin acısı da şiddetlidir.
Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da dünyada gariptir. Ne mutlu gariplere. Aslından ayrılıp çıkan gariptir.
-“Rabbim Allah’tır” deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; ama “Allah Rabbimdir” de; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar.
-Ölümden önce ilim aracılığıyla kendi nefsini idrak et.
-Aynalar adedince suretler ortaya çıkar.
-Gölgen senin suretindir, sen de suret üzeresin. Su halde sen bir gölgesin.
-Müşrik Hakkı ispat eden, fazladan olarak ortağın varlığını da kabul eden kimsedir.
-Hakkı arayan O’nu bulur; O’ndan isteyene, verir. Ama isteyen O’nu bulamaz
-Alem fena ile beka arasında durmaktadır.
-İblis Allah’ın emrine uymanın gerekli olduğunu biliyordu, ama emre uymadı ve muvaffakiyetten mahrum kaldı.
İlme aldanma. İlim cehaleti ortadan kaldırır ama mutluluğu, saadeti sağlamaz. İlme, imanın eşlik etmesini sağla, o zaman nur üstüne nur olur.
İlmin niçin en büyük perde olduğunu biliyor musun?.. Çünkü ilim sahibi kimse malumu ilmi oranında görmek ister…
-Hakkı idrak etmeyi engelleyen perdeler büyüktürler. Bunların en büyüğü de ilimdir.
Çünkü ilim sahibi olunca, O’nu elde ettim, dersin. Herakliyüs peygamberlik bilgisine sahipti, ancak imanı yoktu, bu bilgisi ona fayda sağlamadı. Yahudiler Hz. Muhammed’in sav. gerçek Nebi olduğunu biliyorlardı. Ama bilmeleri onlara fayda vermedi.
-Dedim ki, Ya Rab!.. Ne ile sana yaklaşayım?..
Dedi ki, Bende olmayanla.
Dedim ki, Sende olmayan nedir?..
Dedi ki, Zillet ve muhtaçlık!...
-O’na dua ettiğin zaman, O’ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden icabet istemeyenlerin duasına icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua ederse, bu dua, da etmemiş olmaktan farksızdır.
-Hakka uyana da muhalefet edene de merhamet et. Çünkü bu durumu taksim eden O’ dur. Kafir, mü’mine merhamet ettiği zaman, Allah, onun azabını hafifletir. Mümin kafire merhamet ettiği zaman, Allah onun ödülünü eksiksiz verir.
-İlim malum değildir. Çünkü insan bir şeyi bilir, ama bu bilme o şeyin kendisi değildir.
İlim bazen malumun kendisi de olur. Çünkü ilimle ilim bilinir.
-Bak, üfleyen biri, bir tek nefesi ile kandili söndürürken, tutuşmuş kuru otları da alevlendiriyor.
-Allah’a karsı kibirlilik edenin karsısında kibirlen, çünkü senin mütevazılığın budur. Kibirlenenlerin büyüklenmeleri karsısında, bunun Allah’tan olduğunu bilsen de tevazu gösterme. Çünkü büyüklük O’nun bir sıfatıdır; ancak imkansız için de O’nun bir hükmü vardır.
Tevazu, bası öne eğmek veya hizmet etmek yahut falanca hakkı eda etmek değildir.
Bu saydıklarımızın tümü reislere karsı dalkavukluk etmenin, onların nezdinde mevki edinmek için hoş görünmeye çalışmanın göstergeleridir. Asıl tevazu, Allah’ı bilmenle arkadaşlık etmendir. Kendini bildiğin tanıdığın zaman rabbini bilir, tanırsın. Rabbini bildiğin zaman, O’nun katında olup da sana ait olan şeyleri ve de sende olup O’na ait olan şeyleri de bilirsin.
-Cansız varlıklar senden daha iyi kulluk etmektedirler; onların ibadeti zatidir
-Allah’ın sizin dualarınızı kabul etmesini, sizin O’nun davetine icabet etmenize bağlamıştır
-Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir; ama biz rabbimizin razı olduğundan başka bir şey söylemeyiz. Allah’a yemin ederim ey İbrahim! Biz senin ayrılığından dolayı üzülüyoruz.(Hadis)
Sa’d O’na:
-Ya Rasûlullah bu nedir? Dedi. Buyurdular ki:
-Bu Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği rahmettir. Allah ancak merhametli kullarına merhamet eder.
O halde ölüye ağlamak mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden. Bunları kız kardeş olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve sorguya çekilmeyeceğini bilerek göz yaşını akıtıp yüreğini ferahlatsın. Eğer sevabını Allah’tan umarak sabredersen, ecrini Allah verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın.
-Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar salıverdik. Allah’ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz vermiş gibi.
-Allah varlığı çift yaratmıştır. Ama kendisi teklikte yalnız kalmıştır.
-Kralların kapısında nöbetçiler vardır, Allah’ın kapısının avlusunda ise bahşişler dağıtılır.
-Allah’ın ötesinde bir son yoktur.
-Hak onu terbiye etmiş, halk da onu yalnız bırakmıştı. Ay’ı tutulmuş, kaderi sinmişti.
Kimse ona bakmıyor, aldırmıyordu. Sevenleri onu terk etmiş, arkadaşları ona öfke besliyorlardı. Allah dilerse bu, onun için bir arınma ve temizlenme vesilesiydi, ki her şeyi bilen ve her şeyden haberdar Allah’ın yardımıyla varoluşunu gerçekleştirsin.
-Soruyu soran kişi ya yeni başlamış bir ümmidir, ya da ilimle haşir nesir olmuş, ilmi bir tarafından edinmeye başlamıştır.
-Allah’ın kitabında, her yerde gece gündüzden önce zikredilir.
Peygamberlerin isrası (gece yolculuğu/miracı) onda gerçekleşmiştir. Faydalar gece elde edilir. Hak gece vakti kullarına tecelli eder. Gece, takdirlerin akısı altında yaşanan bir sükut vaktidir.
Gece gayedir. Çünkü gece iddianın yokluğudur; ne varlık kalır, ne sekil.
-Konuşma kudreti varken kişinin bildiği bir şeyi söylemekten kaçınması nefse en ağır gelen şeylerden biridir.
-Alemde insandan başka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıştır. İnsanın bu iddiada bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir.
-Her seven, kavuşmuş olsa bile özlem duyar.
-Kim amaçlarından soyutlanırsa, hastalığının şiddetinden emin olur.
-Senin hakkı görmen, hakkın senin üzerine serdiği bir perdedir.
-İsteme; çünkü istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili olması başka.
-Arkadaştan korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmandır. Onun Hakka boyun eğmesini sağla ve hak ile meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir. Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir.
-Çorak araziye ekin eken, hasat zamanı pişman olur.
-Sana,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: Sen Hak ile varsın
-Hakkı hak ile bulusun; onu kendinle arama, kendinden başka bir şey bulamazsın.
-Göç yurdu vatan değildir.
-Hallerin lezzetlerinden kaçın.
-İnsan bütün varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için her varlıktan bir hakikati de içinde taşır.
-Öte yandan Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık yoktur.
-Bütün varlıklar, Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuskusuz haktır. Ancak varlığı kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır.
-Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’ a bağlı kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder.
-Yüce kanun koyucu (sari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene, hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini değil. Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum.
-Aslında gerçek anlamda bir icat söz konusu değildir.
-Muhtar (seçme hakkına sahip), bir isi istediği zaman yapan, istediği zaman yapmayan kimseye denir. Bir isi yapmaya ya da yapmamaya dair ön bilgi, hakkında ön bilgi olmayan isin vaki olusunun tahayyülünden ibarettir. Bu yüzden ihtiyar imkansızdır.
Zorunlu olmaksa bir ise zorlanmak demektir. Ama zorlama da yoktur. Yani ne zorlama vardır, ne de serbestlik.
-Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.
-Alemin tümü suret üzeredir. İnsan da alemin bir parçası olarak alemin sureti üzeredir.
Yani insan da suret üzeredir. Ruhanî varlıklar mükemmel istidatları nedeniyle cisimler alemine göre kemale erme noktasında daha güçlü ve daha yatkındırlar. Bu yüzden beser, doğal bir dürtü neticesinde ruhani bir güç elde etme arzusu duyar.
-İlk ortaya çıkan varlık kayıtlı ve muhtaçtır.
-Seni isteyen de ancak seninle sana ulaşabilir.
-Sadıkların kalplerinden en son liderlik sevgisi çıkar.
-Senin gördüğün senin içindedir ve senin suretindir. Ama onu ancak içinde görebilirsin.
-Bütün gözler kayıtlı ve sınırlıdır.
-Şeyler arasında üstünlük nereden geliyor? Evet, senin açından üstünlük, senin kendinle ilgili bilgine göre belirginleşir.
-Kulluk beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da kulluktur.
-Sınama amaçlı belalar, insanın Allah katındaki mertebesine göre inerler. Peygamber Efendimizin sav. söyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah bana verdiği belaları başka hiçbir Nebi’ye vermemiştir.” Bu hadis bir alime sorulmuş ve denilmiş ki:
-Eyyub ve Zekeriyya gibi Nebiler (Selam üzerlerine olsun) çok daha büyük musibetlerle sınanmışlardır. Rasûlullah sav. bu tür belalardan hiç biriyle sınanmamış. O halde Hz. Peygamber sav. in uğradığını belirttiği bu musibet hangisidir?
Bu alim şu cevabı vermiş:
-Hangi bela Rasûlullah sav. in basına gelen beladan daha büyük olabilir? Allah O’nu; “Kabe kavseyn ev edna” makamına yükseltip vasıtasız konuşarak vahye muhatap ettikten sonra su aşağı aleme hitap etmesi için indirmesinden daha büyük bela var mı?
Hiçbir Nebi, Hz. Rasûlullah’ın sav. uğradığı bu belanın benzeri görülmemiştir.
-Ayrıca bu musibetler aracılığıyla kendinizin, Allah’ın inayet gösterdiği ve sınadığı kimselerden olduğunuzu öğrenmiş olursunuz. Çünkü dünyadaki belalar, Allah’ın mümin kullarına verdiği çabuklaştırılmış nimetlerdir.
-Şayet başınıza gelen musibet, cezalandırma mahiyetinde olmayıp, Allah’ın takdiri ile size yöneltilmiş ise, bu takdirde de büyük bir sevaba nail olursunuz.
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)
"Risaleler'inden"