Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Zat-ı İlahi..

MİSÂL: İnsanda gülme ve ağlama gibi bir çok şe’nler (fiiller) vardır. İnsan gülmediği ve ağlamadığı vakitler, bu şe’nler (fiiller) bi’l-kuvve (kuvvet, potansiyel olarak) mevcûd ve bi’l-fiil (fiil olarak) ma’dûmdur (yoktur).Ağlaması ve gülmesi, fiilen zuhûr ettiği (meydana çıktığı) vakit bu zuhûrât (meydana çıkışlar) , irâdesi ve ca’li (yaratması) ve te’sîri ile vâki olmaz (gerçekleşmez) , belki iktizâ-yı zâtîsi (zatının gereği) olarak bilâ-meşiyyet (istememeksizin) ve bilâ-ca’l (etki yapmamaksızın) ve te’sîr (etki) vâki’ olur (gerçekleşir) . Ya’nî insan, henüz gülmeden ve ağlamadan evvel, gülmeğe ve ağlamaya hazırlanmaz ve gülme ve ağlama şe’niyyet (fiiller) i’tibâriyle ma’nâ-yı insânîde (insanın manâsında) müttehid (birleşmiş) iseler de, zuhûrda (açığa çıkışlarında) yekdîğerinden (birbirlerinden) ayrılırlar. Çünki gülme, ağlamanın aynı değildir. İmdi bunlar, insanın şahsında mevcûd ve bi’l-fiil ma’dûm (fiil olarak yok) iken, bu ma’dûm (yok) olan şe’nlerin (fiillerin) şahs-ı mevcûd (mevcût olan şahıs) üzerinde te’sîrleri görülür. Binâenaleyh (nitekim), şahs-ı mevcûd (var olan şahıs) bunların te’sîri (etkisi) ile zâhir oldukda, (meydana çıktıkça) ya’nî güldükde ve ağladıkda, bu şe’nler (işler) dahi, fiilen mevcûd olurlar ve onların mevcûdiyetleri şahs-ı mevcûda muzâfen (şahsa bağlı olarak) vâki’ (var) olur. Ve mâdemki şahs-ı insânî mevcûddur, elbette bu şe’nler (fiiller) dahi onunla berâber bi’l-kuvve (potansiyel olarak) mevcûddurlar ve bir sebeb tahtında (bir sebep altında) da iktizâ-yı zâtî (zatının gereği) olarak, bilâ-meşiyyet (istemeksizin) ve bilâ ca’l (yapmamaksızın) ve te’sîr (etki olmamaksızın) fiilen zâhir olurlar (fiil olarak görülürler) . İşte bunun gibi mevcûd-i hakîkî (tek gerçek vücût) olan Zât-ı Ulûhiyyet’te fiilen ma’dûm (yok) olan şuûnâtın (fiillerin) te’sîri ile, Zâtullah (Allah’ın Zât’ı) bu şuûnâtı (fiilleri) hasebiyle tecelli eder (oluşur) . Zîrâ a’yân-ı sâbite (esma terkipleri) zuhûrun (açığa çıkmanın) illeti (sebebi) ve Zâtullah (Allah’ın Zâtı) ise, onların ma’lûlüdür (sebebi kabûl eden, isteğini yerine getirendir) . Ve illetin (sebebin) ma’lûl (sebebi kabûl eden) üzerinde te’sîri (etkisi) gayr-ı kabil-i (imkânsız) red ve cerhdir (çürüktür) .>>Kendi Notum: Yani insan kasıtsız olarak üzerinde fiiller olarak açığa çıkan sıfatları ile kasıtlı olarak varlığa çıkarmak istediği fiillerinin sıfatlarını, mutlaka özü olan, isteklerini kabul edici ayrı bir varlıktan almaktadır..Yani burada özü olmasına rağmen ayrılık getiren nokta, insanın kendi özündeki varlığından, bazı şeyler kasıtsız geldiği halde bazı gelmeyen şeyleri, diretmesiyle kasıtlı (inat) olarak o özündeki varlıktan istemesindendir..Dolayısıyla özü olan istenilen O varlıktan ayrı olduğu çok açık olduğu gibi, kastetmesiyle, niyet olarak da ayrı düşmüş olur<< Nitekim iliyyet (sebep olmak) ve ma’lûliyyet (sebebi kabûl etmek) mes’elesi, misâl-i kevnî îrâdı ile (misalde açıklandığı gibi) bâlâda (yukarıda) zikrolundu. Bu te’sîr (tesir) ve teessür (tesirden etkilenme) ve illiyyet (var olma sebebi) ve ma’lûliyyet (bu sebebi kabûl etmek) mes’eleleri, Vücûd-ı Vâhid-i Hakk’ın (tek vücûd sahibi olan Hakk’ın) niseb-i Zâtiyyesinden (Zât’ının sıfatlarından) ibâret olup meydanda bir gayr (başka) olmadığından, şân-ı ulûhiyyette yakışmayacak bir hüküm (emir) kabîlinde (türünde) telâkkî (kabûl) olunamaz.

Bir Fusus ül-Hikem Şerhi alıntısı >>ve ara notum<<