Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) TEFSİR-İ KEBİR / TE’VİLÂT

LEYL SURESİ
“BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM”
“Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla”
1- And olsun örttüğü zaman geceye,
2- Açılıp ağardığında gündüze,
3- Erkeği ve dişiyi yaratana,
“And olsun örttüğü zaman geceye..” Burada ruhun nurunu örttüğü zaman nefis zulmeti gecesine ve “açılıp ağardığı...” zaman ruh nuru “gündüzüne” yemin ediliyor. Bu ikisinin bir araya gelmesinden de Rahman’ın arşı olan kalbin varlığı zuhur ediyor. Çünkü bu ikisinin bir araya gelmesinden zuhur eden kalbin iki yüzü vardır; ruha bakan yüzüne “Fuad” denir, irfanı, hakikâtleri bununla algılar. Bir yüzüne de “Sadr” denir, bununla da sırları muhafaza eder. Manalar burada somutlaşır. Kudreti büyük; kadir, hikmeti göz kamaştırıcı hakim “erkeği…” yani ruhu “ ve dişiyi” yani nefsi yarattı, işte bunlardan da kalp doğdu.
4- Muhakkak işleriniz başka başkadır,
5- Artık kim verir ve sakınırsa,
6- En güzeli (el-husna’yı) tasdik ederse
7- Biz de onu en kolaya hazırlarız.
“İşleriniz başka başkadır…” çalışmalarınız, amelleriniz “muhakkak” yani ilahi sistemin gereğince türlü türlüdür. Bazılarınız ruh cihetine kapılır, nur tarafı galip geldiği için hayra yönelir. Bazılarınız da nefis tarafına meyleder, zulmet tarafı ağır bastığı için kötülüğe dalar. Bu genel değerlendirmenin tafsilatı ise “Artık kim verir ve sakınırsa…” ifadesiyle birlikte başlıyor. Yani, kim terki, tecridi tercih ederse, kendisini Hak’tan alıkoyan şeyleri reddederse, bunları kolaylıkla bırakırsa, nefsin heyetlerinden sakınırsa, nefsi arındırırsa, reddettiği şeylere meyletmekten, iltifat etmekten alıkoyarsa, “…tasdik ederse…” fazileti, “En güzeli (el-husna’yı)..” ilmi, imana dayalı olarak kemal derecesini “tasdik ederse…” Niçin böyle tasdik etmesi gerek?... Çünkü kemal derecesinde bir kâmilin varlığına yakin derecesin de iman etmezse, yükselmesine imkân olmaz. Ve “Biz de onu en kolaya hazırlarız.” Onu hazır hale getiririz, en kolay yolu izlemesini sağlarız. Böylece, maddi bağları kopardığı, güçlü bir yakine sahip olduğu için Allah’ta süluk etmesini mümkün kılarız.
8- Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayarsa…”
9- En güzeli (el-husna’yı) yalanlarsa,
10- Biz de onu en zora hazırlarız.
11- Düştüğü zaman malı kendisine hiçbir fayda vermez
“Kim cimrilik eder..” malı tercih ederek, malı biriktirip hak sahiplerine vermezse ve Hak’tan perdelendiği için mala sahip olmaktan dolayı “kendini müstağni sayarsa…”, “En güzeli yalanlarsa…” dünya hayatıyla kendini müstağni saydığı ve dünya hayatı yüzünden nur ve ahiret âleminden perdelendiği için kemal ve fazilet mertebesinin varlığını yalanlarsa, “Biz de onu en zora hazırlarız.” En zor yola koşularak onu yardımsız yüz üstü bırakılmaya hazırlarız. Bundan maksat da fıtrat mertebesinden tabiat çukuruna, esfeli safilin derekelerine, haşere ve solucanların barınağına yuvarlanmaktır. Bütün bunların yanısıra bu kişiyle şehevi arzuları arasına girilir Hak’dan perdelenerek yoksunlukla, cezalandırılır.
Ve artık bundan sonra “Malı kendisine hiçbir fayda vermez.” Elde etmek için nice zahmetlere katlandığı ve korumak için ömrünü verdiği malı, “düştüğü zaman” cehennem kuyusunun dibine, çukurun derinliğine düşüp helak olduğu zaman kendisine hiçbir yarar sağlamaz, onun başına gelecekleri
12- Doğru yolu göstermek bize aittir.
13- Şüphesiz ahiret de dünya da bize aittir.
“Doğru yolu göstermek bize aittir.” Akıl ve duyu nuruyla, akli ve işitsel delilleri birleştirmekle, kanıtlama ve gözlem becerisi kazandırmakla bize ulaşılmasını sağlamak da bize aittir. “Şüphesiz ahiret de dünya da bize aittir.” Her ikisini de bize yönelene veririz. Maddeyi terk edip tecerrüt eden kimseyi ahiret sevabından dolayı dünya sevabından mahrum bırakmayız.
Çünkü, en şerefli ve en üstün olanı tercih eden kimse, zorunlu olarak en değersiz olanı ayaklarının altına almış olur. Nitekim, bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi.” (Maide, 66)
14- Alev alev yanan bir ateşle sizi uyardım.
15- O ateşe, ancak kötüler girer.
16- Yalanlayan ve yüz çeviren,
17- İyiler ondan uzak tutulur.
18- Temizlenmek üzere malını hayra verir,
“Alev alev yanan bir ateşle sizi uyardım.” Alevleri bütün varlık mertebelerine ulaşan büyük bir ateşle sizi ikaz ettim. Büyük bir ateştir bu ve perdelenmeyi, kahredilmeyi, gazaba uğramayı ve eserlerle azap çekmeyi kapsamaktadır. Bu yüzden “O ateşe, ancak kötüler (şakıyler) girer.” denilmiştir. Yani, istidatları olmayan, cevherleri pis, dört konumda da Allah’a ortak koşan, “yalanlayan” şirk koştuğu için Allah’ı yalanlayan “ve yüz çeviren” inatçılığı yüzünden dinden yüz çeviren şakıy bedbahtlar atılır.
“…İyiler ondan uzak tutulur…” takva sahipleri bütün varlık mertebelerinde ondan korunur ve uzak tutulurlar. Allah’ın dışında, kendi zatından, sıfatından ve fiillerinden, bunun yanında ağyar ve eserlerden sakınarak cem aynına dalan kimse ondan korunur. Bu kimse, mutlak olarak muttakidir, Allah’tan başkasının yanında durmaz, bilakis Allah’la beraber durur. Ama taki olan kimse bir miktar ateşle azap görür. Çünkü, varlığın bütün mertebelerinde ateşten korunmuş olmayabilir. heyet ve fiillerden arınıp sıfatlar yanında duran kimse gibi. Bu kimsenin günahları bağışlansa da, varlığının perdesi altında zat ruhundan ve mukarrebinin lezzetinden yoksun bırakılır.
“Temizlenmek üzere malını hayra verir…” ortakların sevgisinden, başkasına bağlanmaktan, Allah’tan başkasına iltifat edip meşgul olmaktan kaynaklanan kirden temizlenmişken malını veren ve nefsini gizli şirkten temizleyen kimse, bu ateşin alevinden muhafaza edilir.
19- Onun nezdinde hiçbir kimseye ait şükranla karşılanacak bir nimet yoktur.
20- Ancak yüce (a’la) Rabbinin vechini ister.
21- Ve o elbette razı olacaktır.
“Onun nezdinde hiçbir kimseye ait şükranla karşılanacak bir nimet yoktur.” Yani, verdiğini, mükâfat elde etmek ve karşılığını almak için vermez. Sadece “…Rabbinin vechini ister…” O’ndan başkasından uzak durarak, takvanın en üst mertebesinde olarak O’nun rızasını kazanmak için O’nun için verir. Ayette, bütün sıfatlarla birlikte zat anlamına gelen vech, “Yüce” A’la olarak vasfedilmiştir. Çünkü yüce Allah’ın her ismi O’nun vechidir ve kendisine hal diliyle bu isimle dua eden ve istidadıyla kulluk eden kimseye bu ismiyle yönelir. Yüce vechi ise, bu bakımdan bütün isimleri cami en yüce ismidir. Ayette rabbin vasfı olarak nitelendirilmiş olsa da, Rab, bu isimdir.
“Ve o elbette razı olacaktır.” cem aynında ve zati müşahedede O’na vasıl olmakla, sonra fena sonrası beka halinde tafsil makamında bu vechi müşahede etmekle vuslata erdiği için razı olarak elbette hoşnut olacaktır. Çünkü rıza talebiyle birlikte cömertliği istediği için hoşnutluğa kavuşacaktır.

Allah, doğrusunu herkesten daha iyi bilir.

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)
TEFSİR-İ KEBİR / TE’VİLÂT