Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Yokluk/Muhyiddin İbn Arabi(r.a.)/İmam-ı Rabbani(r.a.)/Nur

Röportaj: İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin bu bahiste söylediklerini, alelâde insanların Vahdet-i Vücud mevzuundaki sözkonusu yanlış yorumlarına bir sed çekmek ve hakikati yerli yerine oturtmak tarzında değerlendirebiliriz değil mi?

W.Chittick: Kesinlikle öyle. Basit insanların bakışını düzeltmek içindir bunlar. Zaten gerek İbn Teymiyye’nin çağında yaşayan tasavvuf erbabı, gerekse İmam-ı Rabbanî devrinde Hindistan’dakiler, tek kelimeyle muhteşemdir ve Vahdet-i Vücud’a dönük böylesi yanlış bir yaklaşımları yoktur. Bunlardan, meselâ Şeyh Muhibbullah, İbn Arabî’nin Hindistan’daki en büyük talimcisidir. Fevkalâde bir anlayışı vardır İbn Arabî üzerine. Ve yine diğer birçokları da söz konusudur. Gerçi bunlar pek bilinmiyor artık. İmam-ı Rabbanî tanınıyor daha ziyade ve sanıyorum bunun arkasında çok çeşitli içtimaî, siyasî ve tarihî sebebler mevcut. Neticede, dediğimiz gibi, Şeriat karşıtlığının gerekçesi olabilecek tarzda beliren kimi yanlış Vahdet-i Vücud algılamalarına karşı İmam-ı Rabbanî, “Her şey O değil, O’ndandır” demiştir. Yine bu çerçevede, bir de, “Her şey O’nun Yoluyladır” denmiştir.

İbn Arabî’yi okursanız, elbette ki, “el-Vücud el-Hakk vel-Vahid” demiştir. Çünkü Tevhid’e inanır o. “De ki: O, Allah Bir’dir” (İhlâs, 1)

Röportaj: Allah’ın Varlığı ve Birliği önünde, kul için “ben!” demek nasıl bir cürettir diye de düşünmek lâzım.

W. Chittick: Tabiî ki. Toparlarsak, İbn Arabî, Hakk’ın Vücuduna ve Birliğine inandığı için tüm bunlardan söz etmiş, fakat Vahdet-i Vücud ifâdesini ayniyle kullanmamıştır. O yalnızca “Tevhid”i savunur eserlerinde.

Röportaj: Gerçi alelâde insanlar sadece İbn Arabî Hazretlerini değil, hemen her şeyi yanlış anlıyorlar ya, neyse. Bu noktada hatırımıza gelen bir incelik: Hafızamız yanıltmıyorsa, bir Nakşî büyüğü olsa gerek, Vahdet-i Vücud telâkkisi karşısında Vahdet-i Şühud’u savunuyor, ancak bu bâbda serdettiği hususlar Vahdet-i Vücud’u doğrular bir mahiyet arzediyor. “Hâl” meselesi…

W. Chittick: (Tebessüm ediyor) Aynı durum İmam-ı Rabbanî için de cârîdir. Eğer okursanız, İmam-ı Rabbanî İbn Arabî’nin söylemediği bir şeyi asla söylemiyor. İbn Arabî’nin “Vücud”la ilgili söylediklerini kendi kelimeleriyle aynen tekrarlıyor. “Şuhud” için de aynı husus geçerli. İmam-ı Rabbanî yalnızca, kendi zamanındaki Hindlilerin, “Heme Ost” (Her şey O’dur), demek ki Şeriat’e de gerek yoktur yollu, böylece Şeriat’ı zedeleyecek tarzda algılayabildiği Vahdet-i Vücud’a dair yanlış anlayışlarını doğrultuyor, bu nitelikteki sorularını cevablıyor. Hayır, böyle değil, diyor ve meseleyi izaha kavuşturma ve ifâde etmenin bir başka yoluna ihtiyaç duyuyor.

-23-28 Mayıs 2008 Hayreddin Soykan- W.Chittick röportajından alıntı-

***

Hiçbir suret(şekil),hiçbir ışık,hiçbir cisim,hiçbir duyu olmayan bir yokluğu görüyordum. Ancak bir mesafe vardı bakış olduğu yokluktan görüşün olmadığı yokluğa doğru. Sonra içinde küçük bir alanda dönüş olmaya başladı. Görüyordum. Yokluk hala sabitti dönmüyordu. Fakat o alanın döndüğünü de hissediyordum. Sonra aynı şey uyum halinde bana da oldu. Ben de hem sabittim hem de döndüm. Hem de hala hiç yokluktum. Dönmüyordu fakat görüyordum ve somut olarak hissediyordum döndüğümüzü. Ve sabitti-k-(m)...

Muhyiddin İbn Arabi hazretlerinin O'na 'Sırf yokluk'dur' demesi ile İmam-ı Rabbani hazretlerinin o'nun bu ifadesine karşın O'na 'Sırf Nur'dur dese idi daha uygun olurdu' demesinin aslında aynı manayı ifade ettiğini anladım... İki büyük şeyh hakkında yeterli bilgisi ve Seyr-i sülûk tecrübesi olmayan kardeşler onların arasında varolduğunu zannettikleri muhalefetin aslında yalnızca kendilerine özgü engin Marifetleri boyutunda olduğunu idrak etmeleri örnekler ne kadar çoğaltılırsa da zor olacaktır.


Örneğin şu üç alıntıyı dikkatle okuyunuz..


“..Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!. Bil ki!.. O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur. Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı... İşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...“


"...insan, hayret edilecek şekilde bir varlıktır. Hilâfete liyakat peydan eylemiş emanet ağırlığını dahi yüklenmiştir. Sana anlatılacak olan, insanın duyulmamış hususiyetlerini dinle... İnsan muamelesi, o mertebeye ulaşmıştır ki onun için, mücerred ehadiyet aynalığı hasıl olmuştur. Böylece de, Zat-ı Ehadiyete bir zuhur mahalli oluyor. Hem de, sıfatların ve şüunatın iktiranı olmadan... Halbuki Hazreti Zat, bütün vakitlerde sıfatları ve şüunatı özünde toplamaktadır. Asla aralarında ayrılmak yoktur. Hem de vakitlerin hiçbirinde... Üstte anlatılan cümlenin daha açık manası şöyledir: İnsan-ı kâmil, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'tan gayrının esaretinden halâs olduğu zaman onun için Zat-ı ehadiyet ile alâka meydana gelir. Bu durumda sıfatlardan, şüundan hiçbir şeyin mülâhazası, nazara alınması, maksud ve matlub olması onun için yoktur.

"İnsan sevdiği ile beraberdir."..."


Örneğin şu alıntı kime ait gözüküyor?


"...Bütün bu incelikleri ancak; Allah ve Rasûlü'nün yolunda ittibâ edenler Allah ve Rasûlü'nün bildirdiklerine çelismeyecek tarzda anlatanlar idrâk edebilir. Allah Celle ve Alâ; «Ben, kâinatı, arsı, insanı ve bütün varlıkları yarattım» diyor. Hayır efendim, "âlemde hiçbir sey yoktur, yalnızca ALLAH mevcuttur..." veya "Allah âlem'in bâtınında ve zahirinde görünmektedir.." denilebilir mi?.. Tâbi ki Hayır!. Ancak, >varlık Allah'ın sıfatlarının gölgesidir<.. >Dolayısıyla<, âlemde Allah'ın "El- Bâtın" isminin tecellisi batini ve "Ez-Zâhir" isminin tecellisi zahiri olmak yönüyle, âlem'in batini ve zahiri özellikleri >o isimlerin hakikâtlarinde< >sabit olan< hakikâtlarıdır. Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar Uluhiyet Makamında her birisi diğerinin aynıdır. İste bu cihetle "Vahdet-i Vücûd" denmektedir. Yani, Esma ve Sıfatlar, >Zât-i İlâhinin varlığında< her biri bir >diğerinin aynıdır.< Orada isimlerde taaddüt yoktur. Ve Zâtta bütün Esmalar birbirinin aynıdır. Âlemde ki tecellilere gelince, bu varlıkların istidadına göre açığa çıkmaktadır. Öyle ise, varlıkta açığa çıkan isim ve Sıfatların özellikleri Hak'kın isim ve Sıfatlarının aynı değildir. Meselâ; insanda açığa çıkan ilim Hakkın İlim Sıfatının tecellisidir, fakat Hak'kın ilmi, diğer bütün Sıfatların aynı olduğu gibi Ezelî ve Ebedi'dir, >fikir yoluyla elde edilmis değildir.< Bizim ilmimiz ise, sonradan olma olduğundan Ezelî ve Ebedî değildir. Ayrıca bizde açığa çıkan ilim, bizim diğer sıfatların aynı da değildir. Şayet, "bizden açığa çıkan sıfatlar ve özellikler Hakkın Sıfat ve özellikleridir" dersek Hakkı kayıt altına sokmus oluruz.. Bu da apaçık olarak Tevhîd'e aykırıdır. Zât-ı İlâhî'yi kayıt altına aldıktan sonra tenzîh'in ne anlamı kalır...???!!!..."

***

Marifet'i olmayan Marifet'i oyun zanneder...

Varisler oynamaz..

O halde Hakk-ul-yakîn'e kadar Zan ile hareket etmemek vazifedir..


***

İnsanlara akılları nisbetinde ve idrak seviyelerine göre konuşun!

s.a.v.


***