Sen Derviş olucan da a canım, meyyit gibi teslim edeceksin de nefsini.. Öyle dolaştıracak süluk ettirecek de seni a canım.. Sonra tartacaksın tartacağını da, göreceksin göreceğini de... Hani yani...
***
Gafil kendi yapacağı işe, basiret sahibi ise kendisiyle Cenabı Hakkın ne işleyeceğine baktığı hikmeti:
Gafil; sabahladığında neler yapacağını düşünür. Basiret sahibi; kendisiyle Cenabı Hakkın ne işleyeceğine bakar!
Nazmen tercümesi
Sabah ettikçe kendi fiiline eyler nazar gafil
Huda’nın fiilini eyler terakkub arif-i akil
*izah*
Tevhid hükmünü ve herşeyin ilahi takdir olduğunu idrak edemeyip tefrid sırrından gafil olan kimse; fiil ve amellerini kendine nispet ederek bugün ne yapacağım diye düşünür ve sabahına eriştiği güne bu fikirle başlar.
Gaflet uykusundan uyanmış olan basiret sahibi ise; tevhid hükmüne ve tefrid sırrına vakıf olduğundan mastarı olduğu fiillerin hepsini, ve imkan aleminde zuhur eden bütün halleri ezeli mukadderat ve ilahi fiiller bilerek acaba Cenabı Hak bu gün kendisini nasıl fiillere mazhar edecek diye ilahi kazayı gözler vaziyette zaman geçirir.
İmdi; kendi nefsine bakıyor olduğu için ilahi yardımlardan uzak ve hayra dair taleplerinden ayrılmış olur. Arif ise; Cenabı Hakkı gözlüyor olduğundan her işinde hayra muvaffak, yardım ve kolaylığa nail olur. İşte bu hikmet müridin hallerini bildiren bir tevhid ve marifet ölçüsü, ve bir hakikat terazisidir ki, bu kudret resimhanesinde takdir gereği hayır olsun şer olsun vukua gelecek bilcümle fiil ve hallerin zuhur aynası olan zamanlarda müridin kalbine gelen fikirler; o konuda kendi güç ve kudretine itimat ise, bunun gaflet neticesi olduğu, ve eğer izafetlerin düşmesi ile Cenabı Hakka istinat ise, bu da tevhid ve ma’rifetin gereği bulunduğu ancak bu kıstas ile ölçüye vurularak anlaşılır.
İrfan menbaı, Ebu Osman hazretleri: “Kırk yıldır Cenabı Hak beni istemediğim bir halde bulundurmadı ve arzu etmediğim bir mahale nakletmedi!” buyurdu. Yani kaderime razı oldum demektir. Eyyub et-Talekani hazretlerinin aşşağıdaki kıssası da bu konuda pek güzel ince bir misaldir. Söz konusu zat buyurur ki: “Ashabımdan bir adam bana şöyle bir hadise anlatt; Mercidabık denilen mahalde azık ve yol arkadaşından azade bir adama rastladım. Yanına varıp selam verdiğimde selamımı aldı. “Allah sana rahmet etsin hangi beldeye gidiyorsun?” dediğimde, “Ben bilmem!” cevabını verdi. Tekrar “Alemde bir mahali murad edip de nereye gittiğini bilmeyen kimse görülmemiştir.” dedim. “Evet işte o bir tane benim!” dedi. “Niyetin nereyedir?” dedim. Mekke-i Mükerreme’ye olduğunu söyledi. “Öyle ise Mekke’ye gitmeye niyet edip de gittiğin yeri bilmem demek caiz olur mu?” dedim. Cevap olarak “Evet ben çok kere Mekke’ye gitmeyi murad ettiğim halde beni Tarsus’a, Tarsus’a gitmek istediğimde Abadan’a götürdü. Gerçi niyetim Mekke ise de fakat bilmem ki beni nereye gönderecektir!” dedi. Nasıl yaşadığını sordum. Yine bilmem cevabını verdi. “Canım geçim sebebin nedir?” dedim. “Murad ettiği şeydir. Bir kere aç bıraksa bir kere de doyurur, bir kere ikram ederse ikinci defa da rezil eder. Bir kere bana yeryüzünde senden daha zahidi yoktur, bir kere de sen hırsızsın der. Diğer defasında beni sokaklara kovarak gece bekçileri yanında elemler yutturur.” dedi. “Allah sana rahmet etsin bunları sana yapan kimdir?” dedim. “ Cihanın yaratıcısıdır.” cevabını vermesi üzerine hayretim iyice artıp “Lütfetseniz de bu dediklerinizin nasıl vaki olduğunu anlatsanız?” diyerek rica ettim. “Ben bir garibim ki gündüz yürür, ve akşam olduğu zaman da bulunduğum yerde yatarım. Bazen bir köy kenarında kalmak lazım gelir, köy halkı benim hırsız olduğumu sanarak evlerine almadıklarından köyün mescidine sığınırım. Derhal bir adam mescide girerek beni sertlikle çağırıp mescidten hemen çıkmamı emretmesiyle ister istemez kalkıp gösterdiği işaret üzerine köy dışına çıkarak mezarların yanında yatmaya mecbur olurum. Sabahleyin kalkıp yine yola koyulup diğer bir beldeye vardığımda ahalisi bana hüsnüzan ederek nur görmüş, hızır bulmuşcasına her biri evinde kalmamı rica etmeye başlar. Yatsı namazını kıldıktan sonra onlardan birinin ricasını kabul ederek evine gidip türlü türlü ikram ve ihtiramlar mazhar olurum!” dedi. Bunun üzerine onun yüce bir arif zat olduğunu anlayıp “Azizim, her ne zaman sizin için Bağdad’a gelmek mukadder olursa lütfen bizim haneyi şereflendiriniz !” diyerek söz aldım ve ona adresimi tarif edip ayrıldım. Aradan biraz zaman geçmişti. Bir gün evimizin kapısı çalınıp açtığımda bu zatı kapının önünde buldum. Selamını alıp hoş beş ettikten sonra da Cenabı hakkın kendisine ne şekilde tecelli etmiş ve başına neler geldiğini sordum. “Bana Rabbimin en sonraki fiil ve tecellisi beni hırsız göstermek, ve hırsızlık cezası olarak şiddetli dayak attırmaktır. İşte izlerine bak!” deyip sırtını açarak gerçekten de şiddetli darbe yemekten oluşan bir çok mrluklar ve bereler gösterdi. Nasıl olduğunu anlatmasını istemem üzerine “Ben Abray beldesine varıp bir bostanın altında oturmuştum. Çok aç olduğumdan bostandan evvelce suya atılmış olan fena hıyarları yemeye başladım. Bostancı gelerek benim hıyar yemekte olduğumu görmesiyle –meğer evvelce bostanına hırsız girerek hayli hıyar çalmışmış- beni o hırsız zanederek hemen bana hücum edip “Seni hırsız seni, benim bostanımı harab ettin. Seni uzun zamandır gözetliyordum. İşte şimdi buldum!” deyip beni güzelce dövdü. Bu sırada bir atlı çıka geldi ve şiddetle ileri atılıp beni göstererek “Böyle zahid ve arif birine ne diye vuruyor ve sövüyorsun!” diyerek o da bostan sahibini dövmeye başladı. Ne tuhaf, bir dakika evvel yanında hırsız olduğum halde bir dakika sonra zahid ve arif oldum. Bunun üzerine bostancı beni elimden tutup özürler dileyerek hakkımda göstermediğ ikram ve hürmet, ve nezaket çeşitleri kalmadı. Oradan çıkıp doğruca buraya geldim, dedi.”
İşte bu hikayeden de anlaşıldığına göre basiret sahibi ve arif olan zat kalbine Cenabı Hakkın kalbine nasıl işaretler tecelli etmiş olduğuna her sabah kalktığı vakitte bakmalıdır ki, ta ki bütün işlerde ilerleme ve men olunmayı, basiret ve muvaffakiyetin güzelliğine erişebilsin! Binaenaleyh; Ebu Medyen-i Mağribi hazretleri: “Huda yolunda olan kamil mürid, işlerini Allah’a havale ve iradesini Hakka teslim ederek sabahlamalıdır ki Cenabı Erhamürrahimin ona mağfiret ve rahmet nazarıyla baksın!” buyurdu. Büyüklerden biri de: “Nefsine tabi olmayan Hakka, Hakka tabi olmayan nefsine tabi olmuş olur!” dedi. İşte bu makamın ehli olan müridin duası; (Allahhumme inni esbahtu la emliku linefsi darran vela nef’an vela mevten vela hayaten vela nüşüran vela estatiu en ahuze illa ma a’teyteni vela ettaki illa ma vekeyteni Allahhümme veffikni lema tühibbehu ve terdahu mine’l kavli ve’l ameli fii taatike inneke zülfadli’l azim) olmalıdır.
Manası; Ya Rabbi! Ben nefsim için fayda ve zarara, ölüm ve hayata, ve dirilmeye malik olmadığım halde sabaha ulaştım. Ve hem de ben senin verdiğin şeyden başka bir şey almaya, ve senin beni muhafaza buyurduğun şeylerin gayrıdan kendimi korumaya kadir değilim. Ya Rabbi! Beni taat ve kulluğunda söz ve amellerden, razı olduğun ve sevdiğin şeylere muvaffak kıl zira sen büyük ikram ve cömertlik sahibisin!
Rahm eyle bu dil-i haste-i naçare ilahi
Zahm-ı dilime senden olur çare ilahi
İbn Atâullah El-iskenderî
***
Her eserin vardır şüphesiz, sanatçısıyla anlaşılmaz bir bağı...