Ekberiye
Hz. Şeyh Muhyiddin Arabi ( K.S )
Bismihi Teala:
Muhyiddin İbnil Arabi (k.s) birçok şeyhle görüşmüş, onların telkini ve tavsiyelerinden faldalanmış, hatta kendilerinden hırka giymiş, bunları üstatları ve şeyhleri olarak saygıyla anmış olmakla beraber bir şeyhe intisap edip sülukünü tamamlamış bir mutasavvıf değildir. Bu husus, doğuştan sahip bulunduğu mânevi istidadın ve kendi ifadesiyle "hâtemü l-velâye" (velliğin mührü) oluşunun ona verdiği bir istisnâ hali olarak değerlendirilebilir. Nitekim İbnü'I-Arabi yirmi yaşında tasavvuf yoluna girdiğini ve bütün makamların kendisine çok kısa bir sürede açıldığını belirtir. (El-Fütuhat, II, 425)
Hz. Peygamber'in ve ayrıca birçok velinin ruhaniyetinden feyiz aldığını söyleyen İbnü I-Arabi,
ilim ve mârifet, ağırlıklı bir tasavvuf anlayışını savunduğu ve tasavvufa yeni yorumlar getirdiği gibi
el-Fütuhâtü'l-Mekkiyye, Kitâbü'I-Künh fîmâ labüdde li'l-mürîd minh, el-Emrü'I-muhkem,
el-Halvetü'I-mutlaka, Teıtîbü's-süluk gibi eserlerinde tasavvufi hayatın usulü ve uygulama şekli üzerinde de durmuştur. Sağlığında çevresinde toplanan Sadreddin Konevî ve Abdullah Bedr el-Habeşi gibi talebeleri onun sohbetlerine devam etmişler, eserlerinden faydalanmışlardır.
İbnü'I-Arabi'nin hırka giydirdiği mânevi oğlu Sadreddin Konevi şeyhin vefatından sonra bir anlamda onun irşad postuna oturmuş ve fikirlerini istidadı olan tâliplere şerhetmiştir. Onun irşad tarzı ilim ve irfan yolu olduğundan kitaplarındaki sırlar da takipçileri için çok büyük önem taşımıştır. Müridlerine, kendisinin ve İbnü'I-Arabi'nin eserlerindeki derin ve kapalı yerlerin üzerinde fazla durmamalarını, Kur'an ve Sünnet'e sarılıp "zikr-i dâimi"ye riayet etmelerini tavsiye eden Sadreddin Konevi(k.s) kitaplarının Afifüddin et-TilimSânî ye verilmesini vasiyet etmiştir. İbnü'I-Arabî nin bugüne ulaşan eserlerinin birçoğunda görülen sema' kayıtları, bunların birer mânevi emanet gibi elden ele geçerek günümüze geldiğini göstermektedir.
Önemli bir husus da ruhani irtibat yoluyla kendisinden feyiz alınması, onun da eserlerinde yer alan kapalı hususları şerhetmesidir. Sadreddin Konevi başta olmak üzere bugüne gelinceye kadar pek çok kişi İbnü'l-Arabi ile böyle bir irtibatta olduğunu ifade etmiştir. (Lâmii s. 633) Nitekim kendisi de birçok defa Hz. Peygamber (SAV)'in ruhaniyetiyle görüştüğünü ve tarikatı doğrudan doğruya ondan aldığını söylemiştir (Haririzâde, Tibyan, I, vr.101a). Bu husus onun yolunun bir bakıma Üveysi bir karakter taşıdığını göstermektedir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabi ye "Şeyh-i Ekber" unvanı dolayısıyla Ekberiyye, soy nisbetinden ötürü Hâtemiyye ve Arabiyye, mahlası Muhyiddin'e nisbetle de Muhyiyye adlarıyla anılan bir tarikat nisbet edilmiştir. Ancak böyle bir tarikatın mevcudiyeti ve mahiyeti konusunda gerek tasavvuf ehli gerekse tasavvuf tarihçileri degişik görüşler ileri sürmüşlerdir. İbnü l-Arabi'nin talebeleriyle ilişkilerine ve bu talebelerin ifadelerine bakılarak ortada adı konulmamış bir irşad faaliyetinin mevcut
olduğu düşünülebilirse de bu faaliyetin diğer tarikatlardaki gibi müteselsil olarak nereye kadar devam ettiği bilinmemektedir. Sadreddin Konevi'nin vasiyetinde, "Benimle bu yol seddedildi" derken kendisinden sonra gelen bazı meşhur sufiler arasında "hırka-i Hâtemiyye"yi giydikleri iddiasında bulunanlar olmuştur. Suyuti, Şâ râni, İbn Hacer el-Heytemi, Zekeriyyâ el-Ensâri, Kuşâşi, Gümüşhanevi, Emir Abdülkâdir elCeziri ve Murtazâ ez-Zebid bunlar arasında zikredilebilir.
(Chodkiewicz, s. I5). Ayrıca "müşabâke' tarzı bir yolla ondan kendilerine ulaşan bir silsile olduğunu ileri sürenler de vardır. (Osman Yahya, s. 544).
Bunun yanında bazı tarikatların kolları (özellikle Şâzeliyye, Senüsiyye, Nakşibendiyye, Ni'metullâhiyye, Yâfiiye ve bazı Kâdiriyye kolları) kendi silsilelerinde İbnü I-Arabi'nin de
adını zikrederler. Bazılanna göre Ekberiyye adıyla müstakil bir tarikat yoktur. Bu adla meşhur olan tarikat aslında Kâdiriyye'nin bir şubesidir. İbni'l-Arabi de bu tarikatın ikinci piridir (Teftâzâni. s. 308).
Rivayete göre Abdülkadir-i GeyIani, "Hırkamı vefatımdan sonra Mağrib'den zuhur edecek olan Muhyiddin'e giydirin" diyerek müridlerine vasiyette bulunmuş ve bu hırka Şeyh Cemâleddin Yünus b. Yahyâ el-Hâşimi vasıtasıyla İbnü'I-Arabi ye giydirilmiştir. Çok istemesine rağmen göremediği ve kendisinden "şeyhü'l-meşâyih" diye bahsettiği Ebü Medyen el-Mağribi'nin de İbnü l-Arabi üzerinde büyük tesiri vardır. Bu durum, bazılarının onun tarikatının Medyeniyye'nin bir kolu olduğu kanaatine varmasına sebep olmuştur.
Ayrıca Ekberiyye'yi Enesiyye'nin ve Mehdeviyye'nin bir şubesi olarak görenler bulunduğu gibi (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 102b) İbn Meserre'nin takipçisi olarak görenler de vardır (Palacios, s. 128). Ancak bütün bunlar birer yakıştırmadan öteye geçmemektedir.
Diğer bir görüş, Ekberiyye adı verilen tarikatın Abdülgani en-Nablusi (ö. 1143/ 1731 ) tarafından kurulduğu şeklindedir. Birçok tarikattan icâzet alan ve aynı zamanda İbnü'l-Arabi'nin fikirlerine bağlı bir sufi olan Abdülgani en-Nablusi, tarikatının esaslarını anlattığı bir mektubunda bunlardan birincisinin "esmâ yolu", ikincisinin de "ilim yolu" olduğunu ve bu ikinci esasta üstadının İbnü l-Arabi olduğunu söyler (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 95b-98b). Nablusi, tarikatını Kâdiriyye'nin bir şubesi olarak görür. Kaynaklarda Ekberiyye-i Ganiyye-i Kadiriyye diye geçen bu tarikat zamanla Ekberiyye şeklinde anılmaya başlanmış ve bu şekilde meşhur olmuştur (Tomar-i Kâdiriy ye, s. 44-47). Bu tarikatın yedi şubesi olduğu da rivayet edilir (Haririzâde, Tibyan, I. vr. 976-1016).
Nakşi şeyhlerinden Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevi'nin şeyhi Ahmed b. Süleyman el-Ervadi de rüyasında İbnü l-Arabi'yi gördüğünü ve kendisinden tarikat aldığını söyler. Bunun üzerine isim zincirinin sonuna "el-Ekberi nisbesini ilâve eden ve bu tarikatın esaslarını anlatan en-Nûrü'1-mazhar tî tarîkati Seyyidi'ş-Şeyhi'1-Ekber (Kahire 1948) adlı bir eser yazan Ervadi, tarikatlarda esas olan nefsin yedi tabakasını katetme keyfiyetini anlatırken bunun Ekberilik'te şeyhin müride teveccühüyle gerçekleştiğini söyler (bk. M. Zâhid Kevseri. s. 86). Gümüşhânevi de tarikatların usul ve esaslarına dair kaleme aldığı Câmi`u'1-ıışul adlı eserinde (s. 4 vd.) Ekberiyye tarikatının özelliklerini anlatırken büyük ölçüde üstadının eserinden istifade etmiştir. Ervâdi nin diğer bir halifesi Şeyh Cevdet İbrâhim de Mısır'da bu tarikatı yaymaya çalışmıştır.
Bazı Osmanlı sûfîleri kendilerinin Ekberi silsilesi içinde yer aldıklarını söylemişlerdir. Meselâ üçüncü devre Melâmiliğinin piri Muhammed Nûr el-Arabî'nin (Gölpınarlı, s. 241 ) ve Uşşâki şeyhi Abdurrahman Sâmi nin (Hüseyin Vassâf, IV, 86) böyle birer nisbetleri vardır. Ekberiyye adı altında İbnü'1-Arabî'ye nisbet edilen kurumlaşmış bir tarikatın bulunmadığı kanaatinde olanlara göre onun yolu tarikatlar üstü bir irfan yoludur. Hatta İbnü'1-Arabi "berzahî yol" dediği bazı tarikatları eksik bulur (el-Fütühât, Ill, 323). Kalbinde İbnü'1-Arabi'nin fikirlerine bir meyil ve muhabbet duyan herkes onun yolundan sayılır. Onların bu adla anılan bir zâviye veya dergâhları da yoktur. Nitekim İsmâil Hakkı Bursevî, İbnü'I-Arabî'nin yolunun bütün tarikatları ihtiva ettiğini, zevki eksik, yolculukta sebatsız olanlar dışında onun yolundan gitmeyen, ilminden istifade etmeyen hiçbir Allah yolcusunun bulunmadığını ve istidat sahiplerinden himmetini esirgemediğini söyler. Hangi tarikata mensup ve hangi neşveye sahip olursa olsun herkesin ondan feyiz alması mümkündür.
Öte yandan İbnü'I-Arabi tarikinin gizli bir yol olduğu da söylenir. Atpazarî Osman Fazlı, kendisinin dostlarıyla Şeyh-i Ekber'in Fusûsü'l-hikem'ini müzakere ettiği duyulunca, "Şeyh-i Ekber'in yolunda imiş" diye kınandığını, bir gece gâibden, "Ceddinin sır yolunu tut" hitabıyla uyandığını, bunun üzerine hakikat kapısını kapatıp fıkıh, kelâm, hadis okutmaya başladığını söyler. lbnü'l Arabî'nin vahdet-i vücûd, merâtibü'1-vücûd, hakikat-i Muhammediyye, velâyet, tecellî-i zât, tecelli-i sıfât ve tecelli-i ef'âl, müşâhede, dâiretü' l- vücûd, seyr gibi konulardaki fikirlerini kabul eden kişiler onun yolundan sayılır. Bu durumda Ekberiyye'yi entellektüel veya felsefî tasavvuf olarak görenler ve tarikat adı yerine "mektep" adıyla tanımlayanlar da olmuştur ki doğrusu budur (Chodkiewicz, s. 15).
Melâmet ve fütüvvet gibi Ekberilik de bir neşve ve zevk hali, bir irfan yoludur. Sadreddin Konevi, Müeyyidüddin Cendi, Afifüddin et-Tilimsânî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Saîdüddin el-Fergânî, Fahreddîn-i Irâki, Dâvûd-i Kayserî gibi isimlerle başlayan bu mektep Osmanlı muhitinde Molla Fenârî, Niyâzî-i Mısrî, Ömer Gürâni, Bedreddin Simâvî, Selâhaddin Uşşaki, İsmail Hakkı Bursevi, Muhammed Nur el-Arabi gibi büyük şeyhler devam etmitir. (K.Esrarahum Ecmain)
(İslam Ansiklopedisi, c 10 s.544)
Hz. Şeyh Muhyiddin Arabi ( K.S )
Bismihi Teala:
Muhyiddin İbnil Arabi (k.s) birçok şeyhle görüşmüş, onların telkini ve tavsiyelerinden faldalanmış, hatta kendilerinden hırka giymiş, bunları üstatları ve şeyhleri olarak saygıyla anmış olmakla beraber bir şeyhe intisap edip sülukünü tamamlamış bir mutasavvıf değildir. Bu husus, doğuştan sahip bulunduğu mânevi istidadın ve kendi ifadesiyle "hâtemü l-velâye" (velliğin mührü) oluşunun ona verdiği bir istisnâ hali olarak değerlendirilebilir. Nitekim İbnü'I-Arabi yirmi yaşında tasavvuf yoluna girdiğini ve bütün makamların kendisine çok kısa bir sürede açıldığını belirtir. (El-Fütuhat, II, 425)
Hz. Peygamber'in ve ayrıca birçok velinin ruhaniyetinden feyiz aldığını söyleyen İbnü I-Arabi,
ilim ve mârifet, ağırlıklı bir tasavvuf anlayışını savunduğu ve tasavvufa yeni yorumlar getirdiği gibi
el-Fütuhâtü'l-Mekkiyye, Kitâbü'I-Künh fîmâ labüdde li'l-mürîd minh, el-Emrü'I-muhkem,
el-Halvetü'I-mutlaka, Teıtîbü's-süluk gibi eserlerinde tasavvufi hayatın usulü ve uygulama şekli üzerinde de durmuştur. Sağlığında çevresinde toplanan Sadreddin Konevî ve Abdullah Bedr el-Habeşi gibi talebeleri onun sohbetlerine devam etmişler, eserlerinden faydalanmışlardır.
İbnü'I-Arabi'nin hırka giydirdiği mânevi oğlu Sadreddin Konevi şeyhin vefatından sonra bir anlamda onun irşad postuna oturmuş ve fikirlerini istidadı olan tâliplere şerhetmiştir. Onun irşad tarzı ilim ve irfan yolu olduğundan kitaplarındaki sırlar da takipçileri için çok büyük önem taşımıştır. Müridlerine, kendisinin ve İbnü'I-Arabi'nin eserlerindeki derin ve kapalı yerlerin üzerinde fazla durmamalarını, Kur'an ve Sünnet'e sarılıp "zikr-i dâimi"ye riayet etmelerini tavsiye eden Sadreddin Konevi(k.s) kitaplarının Afifüddin et-TilimSânî ye verilmesini vasiyet etmiştir. İbnü'I-Arabî nin bugüne ulaşan eserlerinin birçoğunda görülen sema' kayıtları, bunların birer mânevi emanet gibi elden ele geçerek günümüze geldiğini göstermektedir.
Önemli bir husus da ruhani irtibat yoluyla kendisinden feyiz alınması, onun da eserlerinde yer alan kapalı hususları şerhetmesidir. Sadreddin Konevi başta olmak üzere bugüne gelinceye kadar pek çok kişi İbnü'l-Arabi ile böyle bir irtibatta olduğunu ifade etmiştir. (Lâmii s. 633) Nitekim kendisi de birçok defa Hz. Peygamber (SAV)'in ruhaniyetiyle görüştüğünü ve tarikatı doğrudan doğruya ondan aldığını söylemiştir (Haririzâde, Tibyan, I, vr.101a). Bu husus onun yolunun bir bakıma Üveysi bir karakter taşıdığını göstermektedir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabi ye "Şeyh-i Ekber" unvanı dolayısıyla Ekberiyye, soy nisbetinden ötürü Hâtemiyye ve Arabiyye, mahlası Muhyiddin'e nisbetle de Muhyiyye adlarıyla anılan bir tarikat nisbet edilmiştir. Ancak böyle bir tarikatın mevcudiyeti ve mahiyeti konusunda gerek tasavvuf ehli gerekse tasavvuf tarihçileri degişik görüşler ileri sürmüşlerdir. İbnü l-Arabi'nin talebeleriyle ilişkilerine ve bu talebelerin ifadelerine bakılarak ortada adı konulmamış bir irşad faaliyetinin mevcut
olduğu düşünülebilirse de bu faaliyetin diğer tarikatlardaki gibi müteselsil olarak nereye kadar devam ettiği bilinmemektedir. Sadreddin Konevi'nin vasiyetinde, "Benimle bu yol seddedildi" derken kendisinden sonra gelen bazı meşhur sufiler arasında "hırka-i Hâtemiyye"yi giydikleri iddiasında bulunanlar olmuştur. Suyuti, Şâ râni, İbn Hacer el-Heytemi, Zekeriyyâ el-Ensâri, Kuşâşi, Gümüşhanevi, Emir Abdülkâdir elCeziri ve Murtazâ ez-Zebid bunlar arasında zikredilebilir.
(Chodkiewicz, s. I5). Ayrıca "müşabâke' tarzı bir yolla ondan kendilerine ulaşan bir silsile olduğunu ileri sürenler de vardır. (Osman Yahya, s. 544).
Bunun yanında bazı tarikatların kolları (özellikle Şâzeliyye, Senüsiyye, Nakşibendiyye, Ni'metullâhiyye, Yâfiiye ve bazı Kâdiriyye kolları) kendi silsilelerinde İbnü I-Arabi'nin de
adını zikrederler. Bazılanna göre Ekberiyye adıyla müstakil bir tarikat yoktur. Bu adla meşhur olan tarikat aslında Kâdiriyye'nin bir şubesidir. İbni'l-Arabi de bu tarikatın ikinci piridir (Teftâzâni. s. 308).
Rivayete göre Abdülkadir-i GeyIani, "Hırkamı vefatımdan sonra Mağrib'den zuhur edecek olan Muhyiddin'e giydirin" diyerek müridlerine vasiyette bulunmuş ve bu hırka Şeyh Cemâleddin Yünus b. Yahyâ el-Hâşimi vasıtasıyla İbnü'I-Arabi ye giydirilmiştir. Çok istemesine rağmen göremediği ve kendisinden "şeyhü'l-meşâyih" diye bahsettiği Ebü Medyen el-Mağribi'nin de İbnü l-Arabi üzerinde büyük tesiri vardır. Bu durum, bazılarının onun tarikatının Medyeniyye'nin bir kolu olduğu kanaatine varmasına sebep olmuştur.
Ayrıca Ekberiyye'yi Enesiyye'nin ve Mehdeviyye'nin bir şubesi olarak görenler bulunduğu gibi (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 102b) İbn Meserre'nin takipçisi olarak görenler de vardır (Palacios, s. 128). Ancak bütün bunlar birer yakıştırmadan öteye geçmemektedir.
Diğer bir görüş, Ekberiyye adı verilen tarikatın Abdülgani en-Nablusi (ö. 1143/ 1731 ) tarafından kurulduğu şeklindedir. Birçok tarikattan icâzet alan ve aynı zamanda İbnü'l-Arabi'nin fikirlerine bağlı bir sufi olan Abdülgani en-Nablusi, tarikatının esaslarını anlattığı bir mektubunda bunlardan birincisinin "esmâ yolu", ikincisinin de "ilim yolu" olduğunu ve bu ikinci esasta üstadının İbnü l-Arabi olduğunu söyler (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 95b-98b). Nablusi, tarikatını Kâdiriyye'nin bir şubesi olarak görür. Kaynaklarda Ekberiyye-i Ganiyye-i Kadiriyye diye geçen bu tarikat zamanla Ekberiyye şeklinde anılmaya başlanmış ve bu şekilde meşhur olmuştur (Tomar-i Kâdiriy ye, s. 44-47). Bu tarikatın yedi şubesi olduğu da rivayet edilir (Haririzâde, Tibyan, I. vr. 976-1016).
Nakşi şeyhlerinden Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevi'nin şeyhi Ahmed b. Süleyman el-Ervadi de rüyasında İbnü l-Arabi'yi gördüğünü ve kendisinden tarikat aldığını söyler. Bunun üzerine isim zincirinin sonuna "el-Ekberi nisbesini ilâve eden ve bu tarikatın esaslarını anlatan en-Nûrü'1-mazhar tî tarîkati Seyyidi'ş-Şeyhi'1-Ekber (Kahire 1948) adlı bir eser yazan Ervadi, tarikatlarda esas olan nefsin yedi tabakasını katetme keyfiyetini anlatırken bunun Ekberilik'te şeyhin müride teveccühüyle gerçekleştiğini söyler (bk. M. Zâhid Kevseri. s. 86). Gümüşhânevi de tarikatların usul ve esaslarına dair kaleme aldığı Câmi`u'1-ıışul adlı eserinde (s. 4 vd.) Ekberiyye tarikatının özelliklerini anlatırken büyük ölçüde üstadının eserinden istifade etmiştir. Ervâdi nin diğer bir halifesi Şeyh Cevdet İbrâhim de Mısır'da bu tarikatı yaymaya çalışmıştır.
Bazı Osmanlı sûfîleri kendilerinin Ekberi silsilesi içinde yer aldıklarını söylemişlerdir. Meselâ üçüncü devre Melâmiliğinin piri Muhammed Nûr el-Arabî'nin (Gölpınarlı, s. 241 ) ve Uşşâki şeyhi Abdurrahman Sâmi nin (Hüseyin Vassâf, IV, 86) böyle birer nisbetleri vardır. Ekberiyye adı altında İbnü'1-Arabî'ye nisbet edilen kurumlaşmış bir tarikatın bulunmadığı kanaatinde olanlara göre onun yolu tarikatlar üstü bir irfan yoludur. Hatta İbnü'1-Arabi "berzahî yol" dediği bazı tarikatları eksik bulur (el-Fütühât, Ill, 323). Kalbinde İbnü'1-Arabi'nin fikirlerine bir meyil ve muhabbet duyan herkes onun yolundan sayılır. Onların bu adla anılan bir zâviye veya dergâhları da yoktur. Nitekim İsmâil Hakkı Bursevî, İbnü'I-Arabî'nin yolunun bütün tarikatları ihtiva ettiğini, zevki eksik, yolculukta sebatsız olanlar dışında onun yolundan gitmeyen, ilminden istifade etmeyen hiçbir Allah yolcusunun bulunmadığını ve istidat sahiplerinden himmetini esirgemediğini söyler. Hangi tarikata mensup ve hangi neşveye sahip olursa olsun herkesin ondan feyiz alması mümkündür.
Öte yandan İbnü'I-Arabi tarikinin gizli bir yol olduğu da söylenir. Atpazarî Osman Fazlı, kendisinin dostlarıyla Şeyh-i Ekber'in Fusûsü'l-hikem'ini müzakere ettiği duyulunca, "Şeyh-i Ekber'in yolunda imiş" diye kınandığını, bir gece gâibden, "Ceddinin sır yolunu tut" hitabıyla uyandığını, bunun üzerine hakikat kapısını kapatıp fıkıh, kelâm, hadis okutmaya başladığını söyler. lbnü'l Arabî'nin vahdet-i vücûd, merâtibü'1-vücûd, hakikat-i Muhammediyye, velâyet, tecellî-i zât, tecelli-i sıfât ve tecelli-i ef'âl, müşâhede, dâiretü' l- vücûd, seyr gibi konulardaki fikirlerini kabul eden kişiler onun yolundan sayılır. Bu durumda Ekberiyye'yi entellektüel veya felsefî tasavvuf olarak görenler ve tarikat adı yerine "mektep" adıyla tanımlayanlar da olmuştur ki doğrusu budur (Chodkiewicz, s. 15).
Melâmet ve fütüvvet gibi Ekberilik de bir neşve ve zevk hali, bir irfan yoludur. Sadreddin Konevi, Müeyyidüddin Cendi, Afifüddin et-Tilimsânî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Saîdüddin el-Fergânî, Fahreddîn-i Irâki, Dâvûd-i Kayserî gibi isimlerle başlayan bu mektep Osmanlı muhitinde Molla Fenârî, Niyâzî-i Mısrî, Ömer Gürâni, Bedreddin Simâvî, Selâhaddin Uşşaki, İsmail Hakkı Bursevi, Muhammed Nur el-Arabi gibi büyük şeyhler devam etmitir. (K.Esrarahum Ecmain)
(İslam Ansiklopedisi, c 10 s.544)