Şeyh bu kadını şöyle vasfeder:
- "Babası Kurtuba'lıydı. Genç bir kız iken tarikata girdi. Cüzam hastalığına yakalanmış muttaki bir adamla evlendi. Bu adam ölünceye kadar 24 sene boyunca ona hizmet etti. Allah'tan başka her şeyle ilgisini keserek kendini ibadete verdi. Allah mülkünü ona sundu, ama o bu mülkten hiçbir şeye bağlanmadı. Allah için seven, Allah'ı bilen, Allah aşkıyla dolu biriydi. Onu gören biri "ahmak!"derdi. o ise "Ahmak, Rabbini bilmeyene denir" cevabını verirdi. Daima Allah'ı
zikreder, onunla tarifsiz bir coşku yaşardı. Cinlerin mümin olanları onun meclisine katılırlardı. Çok az yerdi. İşbiliye'de onun sohbetinde bulundum, ondan yararlandım. Bir çok kerametini
gördüm. Bu kerametlerden biri şudur: herhangi bir şey istediği zaman, Allah'a Fatiha suresini okuyarak dua ederdi, anında duası kabul olurdu. Alemler için bir rahmetti.
Onu tanıdığım zaman 95 yaşındaydı. Ama nazikliğinden, letafetinden dolayı onu on dört yaşında sanırdın. Yıllarca ona hizmet ettim. Boyu yüksekliğinde kamıştan bir ev yaptım
ona. Manevi derecelere yükselinceye kadar durmadan Allah'a kulluk ederdi. Bana şöyle derdi: "Ben senin ilahi annenim. Nur ise senin topraktan annendir." Annem onu ziyarete geldiğinde, ona şöyle derdi: "Ey Nur! Bu benim oğlumdur. Senin de babandır. Ona iyi davran, sakın serkeşlik
etme." Meclisine katılanlara hitaben şunları söylerdi:
"Hepiniz benim yanıma varlığınızın bir kısmıyla gelirsiniz, bir kısmını ise evinizde, ailenizde, başka gayeleriniz için bırakırsınız. Ama oğlum, gözümün aydınlığı Muhammed b. Arabi hariç. O, benim yanıma gelince, bütün varlığıyla gelir, kalkınca bütün varlığıyla kalkar, oturunca bütün varlığıyla oturur. Arkasında nefsi namına bir şey bırakmaz. Tarikte böyle olmak gerekir."
Şeyhin yirmili yaşlarda iken tanıştığı arif kadınlardan biri de Yasmine Şems Ümmül fukara'dır. Şeyh onun hakkında özetle şunları söylüyor
-"Onu tanıdığımda 80 yaşındaydı. Merşanetu'z Zeytun'da defalarca yanına gittim. Burası İşbiliye'ye uzak olmayan bir yerdi. Abdullah el-Mururi ile birlikte onu ziyarete giderdik. Salih bir kadındı. Çok içli ve yufka yürekliydi. Ağırlık hali rıza ile karışık korkuydu. Nefsine yüklenmek
hususunda sergilediği kararlılığı erkeklerde bile görmedim. Muamele ve keşiflerde büyük özellikler sergilerdi. Defalarca onu keşif hususunda denedim, sonunda onun bu makamda
temkin düzeyinde olduğunu gördüm. Hallerini özenle gizlerdi. Onun bir çok bereketini gördüm."
Şeyhin tanıştığı salih kadınlardan biri de, önce İşbiliye'de sonra Mekke'de karşılaştığı ve Mekke'den birlikte Kudüs'e yolculuk ettiği Zeynep el-Kaleiye'dir. Şeyh, onun hakkında özetle şunları söylüyor
- "Aslen Benu Hammad Kalesindendir. Kur'an ehliydi. Zamanının en zahidiydi. Göz kamaştırıcı güzelliğine ve büyük servetine rağmen dünyadan el etek çekerek Mekke'ye yerleşti. Büyük şeyhlerin sohbetinde bulundu. Bunlar arasında, İbni Kasum, eş-Şeberbuli, Meymun el-
Kırmızı, luhaddis, zahid Ebu'l Hüseyin es-Saiğ, Ebu's Sabr Eyyub el-Fihri gibi isimler yer alır. Namaz vakitlerine onun kadar özen gösteren birini görmedim. İnsanların en zekilerindendi.
Allah'ı zikrettiği zaman, yerinden yukarı yükselirdi ve zikir sona ermeden yere inmezdi."
Mekke'de yaşıyan ve şeyhin karşılaştığı salih kadınlardan biri de Emetu Emirülmüminin'dir. Şeyh onu özetle şöyle vasfeder:
-"Ahlak, erdem, yoksullara hizmet ve tarikatta doğruluk bakımında zamanının biricik kadınıydı. Nefsine karşı amansız bir cihad verir, rabbini çokça tazim ederdi. Kesintisiz oruç tutardı. Halleri çok güçlüydü. Tayy-i mekan makamına nail olmuştu. Uzak mesafeleri en kısa zamanda kat edebiliyordu."
Bunlardan biri de şeyhin, hakkında şu değerlendirmeyi yaptığı kadındır:
- "Mekke'de salih bir kadın gördüm. Fatıma bint et-Tac. Hiçbir kabahati olmadığı halde, babası onu incitici şekilde dövmüştü. Ama o hiçbir şey hissetmemişti. Sırtı ile kamçı izleri arasında giren şeyleri ise hissederdi. (…) Başlangıçta bizim de başımızda böyle şeyler geçti ve bu uzun bir
hikayedir."
Şeyhin annesi Nur vefat ettiğinde, ana oğul birbirleri için göz aydınlığı mesabesindeydi. Annesi, şeyhin babasından, yani eşinden birkaç ay sonra vefat etti. Vefat ettiğinde şeyh
30 yaşındaydı. Şeyh, anne ve babasına yönelik iyi tutumunu onların ölümünden sonra da sürdürdü. Bazı ibadetlerinin sevabını onlara ve atalarına ithaf ederdi. Böylece bir çok
insanın kulak ardı ettiği sıla-ı rahmi (Akrabalık bağı/ziyareti) unutmazdı. Nitekim Futuhat'ın 454. babında şunları söylemiştir:
- "Nesebin ispatı için iki yol vardır: En yücesi nisbi olanıdır. Yani, Allah nesebi olan takvadır. Biri de rahim yoludur. Rahim ise, Rahman'dan bir daldır. "Çocuk babasının sırrıdır." sözünün anlamı budur. Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır.
- "Babası Kurtuba'lıydı. Genç bir kız iken tarikata girdi. Cüzam hastalığına yakalanmış muttaki bir adamla evlendi. Bu adam ölünceye kadar 24 sene boyunca ona hizmet etti. Allah'tan başka her şeyle ilgisini keserek kendini ibadete verdi. Allah mülkünü ona sundu, ama o bu mülkten hiçbir şeye bağlanmadı. Allah için seven, Allah'ı bilen, Allah aşkıyla dolu biriydi. Onu gören biri "ahmak!"derdi. o ise "Ahmak, Rabbini bilmeyene denir" cevabını verirdi. Daima Allah'ı
zikreder, onunla tarifsiz bir coşku yaşardı. Cinlerin mümin olanları onun meclisine katılırlardı. Çok az yerdi. İşbiliye'de onun sohbetinde bulundum, ondan yararlandım. Bir çok kerametini
gördüm. Bu kerametlerden biri şudur: herhangi bir şey istediği zaman, Allah'a Fatiha suresini okuyarak dua ederdi, anında duası kabul olurdu. Alemler için bir rahmetti.
Onu tanıdığım zaman 95 yaşındaydı. Ama nazikliğinden, letafetinden dolayı onu on dört yaşında sanırdın. Yıllarca ona hizmet ettim. Boyu yüksekliğinde kamıştan bir ev yaptım
ona. Manevi derecelere yükselinceye kadar durmadan Allah'a kulluk ederdi. Bana şöyle derdi: "Ben senin ilahi annenim. Nur ise senin topraktan annendir." Annem onu ziyarete geldiğinde, ona şöyle derdi: "Ey Nur! Bu benim oğlumdur. Senin de babandır. Ona iyi davran, sakın serkeşlik
etme." Meclisine katılanlara hitaben şunları söylerdi:
"Hepiniz benim yanıma varlığınızın bir kısmıyla gelirsiniz, bir kısmını ise evinizde, ailenizde, başka gayeleriniz için bırakırsınız. Ama oğlum, gözümün aydınlığı Muhammed b. Arabi hariç. O, benim yanıma gelince, bütün varlığıyla gelir, kalkınca bütün varlığıyla kalkar, oturunca bütün varlığıyla oturur. Arkasında nefsi namına bir şey bırakmaz. Tarikte böyle olmak gerekir."
Şeyhin yirmili yaşlarda iken tanıştığı arif kadınlardan biri de Yasmine Şems Ümmül fukara'dır. Şeyh onun hakkında özetle şunları söylüyor
-"Onu tanıdığımda 80 yaşındaydı. Merşanetu'z Zeytun'da defalarca yanına gittim. Burası İşbiliye'ye uzak olmayan bir yerdi. Abdullah el-Mururi ile birlikte onu ziyarete giderdik. Salih bir kadındı. Çok içli ve yufka yürekliydi. Ağırlık hali rıza ile karışık korkuydu. Nefsine yüklenmek
hususunda sergilediği kararlılığı erkeklerde bile görmedim. Muamele ve keşiflerde büyük özellikler sergilerdi. Defalarca onu keşif hususunda denedim, sonunda onun bu makamda
temkin düzeyinde olduğunu gördüm. Hallerini özenle gizlerdi. Onun bir çok bereketini gördüm."
Şeyhin tanıştığı salih kadınlardan biri de, önce İşbiliye'de sonra Mekke'de karşılaştığı ve Mekke'den birlikte Kudüs'e yolculuk ettiği Zeynep el-Kaleiye'dir. Şeyh, onun hakkında özetle şunları söylüyor
- "Aslen Benu Hammad Kalesindendir. Kur'an ehliydi. Zamanının en zahidiydi. Göz kamaştırıcı güzelliğine ve büyük servetine rağmen dünyadan el etek çekerek Mekke'ye yerleşti. Büyük şeyhlerin sohbetinde bulundu. Bunlar arasında, İbni Kasum, eş-Şeberbuli, Meymun el-
Kırmızı, luhaddis, zahid Ebu'l Hüseyin es-Saiğ, Ebu's Sabr Eyyub el-Fihri gibi isimler yer alır. Namaz vakitlerine onun kadar özen gösteren birini görmedim. İnsanların en zekilerindendi.
Allah'ı zikrettiği zaman, yerinden yukarı yükselirdi ve zikir sona ermeden yere inmezdi."
Mekke'de yaşıyan ve şeyhin karşılaştığı salih kadınlardan biri de Emetu Emirülmüminin'dir. Şeyh onu özetle şöyle vasfeder:
-"Ahlak, erdem, yoksullara hizmet ve tarikatta doğruluk bakımında zamanının biricik kadınıydı. Nefsine karşı amansız bir cihad verir, rabbini çokça tazim ederdi. Kesintisiz oruç tutardı. Halleri çok güçlüydü. Tayy-i mekan makamına nail olmuştu. Uzak mesafeleri en kısa zamanda kat edebiliyordu."
Bunlardan biri de şeyhin, hakkında şu değerlendirmeyi yaptığı kadındır:
- "Mekke'de salih bir kadın gördüm. Fatıma bint et-Tac. Hiçbir kabahati olmadığı halde, babası onu incitici şekilde dövmüştü. Ama o hiçbir şey hissetmemişti. Sırtı ile kamçı izleri arasında giren şeyleri ise hissederdi. (…) Başlangıçta bizim de başımızda böyle şeyler geçti ve bu uzun bir
hikayedir."
Şeyhin annesi Nur vefat ettiğinde, ana oğul birbirleri için göz aydınlığı mesabesindeydi. Annesi, şeyhin babasından, yani eşinden birkaç ay sonra vefat etti. Vefat ettiğinde şeyh
30 yaşındaydı. Şeyh, anne ve babasına yönelik iyi tutumunu onların ölümünden sonra da sürdürdü. Bazı ibadetlerinin sevabını onlara ve atalarına ithaf ederdi. Böylece bir çok
insanın kulak ardı ettiği sıla-ı rahmi (Akrabalık bağı/ziyareti) unutmazdı. Nitekim Futuhat'ın 454. babında şunları söylemiştir:
- "Nesebin ispatı için iki yol vardır: En yücesi nisbi olanıdır. Yani, Allah nesebi olan takvadır. Biri de rahim yoludur. Rahim ise, Rahman'dan bir daldır. "Çocuk babasının sırrıdır." sözünün anlamı budur. Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır.