Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Allah'ı görmek

Imam-i Rabbani 456. mektub

MEVZUU: Uhrevi rüyeti inkâr edenlerin süphelerini atmak hakkindadir.

NOT: Imam-i Rabbani Hz. bu mektubu, Mir Abdürrahman b. Mir Muhammed Nu'man'a yazmistir.

***

Rahman Rahim Allah'in adi ile...

Rüyet meselesi, (yani ahirette yüce Allah'i görmek) hakkinda irad ettikleri itiraz, hatta rüyetin nefyi için ikame ettikleri delil sudur: Gözle görmek iktiza eder ki; görülen ayni hizada buluna ve görenin mukabilinde dura... Böyle bir sey ise, Vacib Teala hakkinda yoktur. Zira böyle bir seyin olmasi ciheti gerektirir. Bu cihet ise; ihata, tahdid, nihayeti getirir. Böyle bir durum da, üluhiyete münafi olan noksani gerektirir.

Halbuki yüce Allah, anlatilan manadan yana, tam bir yücelige sahiptir.

Üstte ileri sürülen itiraza cevap sudur:

Kemal üzere kudret sahibi olan yüce Sultan, iki parça içi bos, histen ve hareketten uzak damara; bu zayif fani dünya hayatinda, hiza ve mukabil durma sarti ile esyayi görüp hissetme kuvvetini verdikten sonra, ahiretin kuvvetli ve baki hayatinda o iki parça damara neden bir kuvvet vermesi mümkün olmasin ki; hizasiz ve mukabelesiz olarak görülecek olani o kuvvetle göre... Bu durumda o görülecek olani ister bütün cihetlerde bulunsun; isterse hiçbir cihette bulunmasin. Bu isin uzak görülmesine sebep nedir ve muhal olusu nereden gelir?

Zira, Fail-i Muhtar olan yüce Zat, iktitarin en yüce mertebesindedir. Bir istidadli için kabul eder ki, görme ve hissetme manalari ona taalluk etsin.

Bu manada asil söz su ki:

Yüce Allah bazi yerlerde, yararli olacaklari dolayisi ile, hiza sartini ve cihet tayinini gözlerin görmesi için koyar. Ondan baska, bazi yerlerde ve zamanlarda ise, bu sarti itibardan düser. Anlatilan sart olmadan da, gözlerin görmesi takarrür eder. Aralarinda tam ziddiyetin, degisikligin bulunmasina ragmen; o yeri bu yerle kiyas etmek insaftan uzaktir. Böyle bir iddia, mülk ve sehadet alemi kesiflerinde kisa görüse sahip olmaktir. Melekût aleminin acaiplerini dahi inkârdir.

Burada söyle bir soru sorulabilir:

-Sübhan Hak, görülecegine göre; gerekir ki, gözle idrak edilip kavrana... Böyle bir sey ise, haddi ve nihayeti gerektirir.

Halbuki, Allahu Teala, böyle bir manadan yana çok çok üstünlüge sahiptir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Mümkündür ki; görüle... Fakat gözle idrak edilip kavranmaya... Bu manada, Allahu Teala söyle buyurdu:

"Gözler onu idrak edemez; ama o, gözleri idrak eder. Lâtif Habir odur."(6/103)

Müminler, Sübhan Hakki ahirette göreceklerdir. Vicdani bir yakinle de, o sani yüce Zat'i gördüklerini anlayacaklardir. Bu görmeye terettüb eden lezzeti dahi kemal üzere kendilerinde bulacaklardir. Lâkin, görülen onlarca asla idrak edilmis olmayacak, o manadan yana kendilerine kesin olarak bir sey hasil olmayacak. Yalniz görmeyi bulmak ve onunla lezzet almak baska.

Bir siir:

Rahat ol, hiç anka avlanir sanma;

Yoksa tuzaklar tasirsin daima...

Görülenin kavranip idrak edilmesi manasinda tevehhüm edilen rüyetteki noksan o yerde yoktur.

Cihetsiz olarak görmenin sübutu oldugu gibi, görene dahi bu rüyetten hasil olan lezzet için ne noksan vardir; ne de kusur.

Hatta görülen yüce Zat'in tam in'amindan ve ihsanindandir ki, mahabbet atesi ile yananlara kâmil cemalini açar ve rüyetinin zülâlinden kana kana onlara içirir.

Onlari visali ile sereflendirmesi, yüce mukaddes Zat'ina hiçbir kusur ve noksan gelmeden olur. O Sübhan Zat'in üns makaminda dahi cihet ve ihata sübutu olmaz.

Bir siir:

Gelmez noksan saniniza bu yandan;

Olsa bende bir keramet sanindan...

Bu manada söyle de diyebiliriz:

Rüyetin husulünde, hiza ve mukabele sart olunca, gören tarafinda dahi, ayni sekilde sart olmasi gerekir. Çünkü, görülen tarafinda sarttir. Sonra, mukabele bir nisbet olup iki mütakabil tarafta da vardir. Yani gören ve görülende...

Üstte anlatilan manadan lâzim gelir ki, Sübhan Hak esyayi göremeye... Görme sifati dahi, o yüce mukaddes Zat için sabit olmaya... Halbuki, böyle bir mana, Kur'an'in kafi hükümlerine aykiridir. Bu manalarda su ayet-i kerimeler sarihtir:

"Allah, yaptiklarinizi görür..."(54/4)

"Gören ve duyan odur..."(42/11)

"Allah amellerinizi görecektir..."(9/94)

Sonra öyle bir manayi almak, o yüce Zat'tan kâmil bir sifati için noksan ve olmamaktir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Vacib Teala hakkinda görmek, esyayi bilmekten ibarettir. Ilmin disinda görmek, ciheti icab ettiren manadan baska bir sey degildir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Hiç süphe yok ki, rüyet (görmek) kâmil sifatlardan olup, Vacib Sübhan için sabittir. Hem de istiklâl ile... Bu mana, Kur'an'in kesin hükmü ile anlatilmistir. Bu durumda rüyeti ilme döndürmek, zahir olan mananin hilâfina irtikap etmektir.

Öyle bir mana kabul edilse dahi, yani rüyetin ilim kisimlarindan oldugu, yine de bundan, hizanin sart olmamasi lâzim gelmez. Yani ilimde. Zira, ilim iki kisimdir:

a) Bir kisim ilim var ki, bunda bilinen seylerin hizada olmasi sart degildir.

b) Bir kisim ilim de vardir ki, bunda hiza sarttir. Bu, ikinci kisma:

-Rüyet... (Görmek) ismi verilmistir. Bu kisim ise, mümkinatta ilim kisimlarinin en alâsidir; kalbin itminan mertebesinde hasil olur.

Makulatta, yani akilla idrak edilen seylerde, vehmin ariz olmasindan kurtulus yoktur. Bu muarazadan kurtulan, ancak hissedilen (yani görülüp tutulan) seydir.

Üstte anlatilan mana icabi olarak, Ibrahim Halil (as) Peygamber ölülerin dirilisini görmeyi taleb etti. Buna imani ve yakini oldugu halde, görmekle kalbinin tatmin olmasini istedi.

Sunun da bilinmesi gerekir ki, sifat-i kâmilden olan rüyet, sayet Vacib Teala'dan olmayaydi; mümkine nereden gelecekti? Zira, mümküne hasil olan her kemal, yüce mukaddes Vacib mertebesindeki kemalin bir aksidir. Hasa ki, Vacib Taala'da olmayan bir sey mümkinde buluna... Zira mümkin, haddizatinda aynen noksandir; eger onda bir kemal var ise, yüce mukaddes Hazret-i Vücub mertebesinden gelen bir emanettir. O makam, her hayrin ve kemalin kaynagidir.

Bir siir:

Getirmedim ki, evimden hiçbir sey, ancak;

Verdin bendekini, nefsim ondan olacak...

Sualin aslina bir baska cevap da sudur:

-Bu itiraz, yüce mukaddes Vacib Zat'in varligina da yürümektedir. Rüyeti nefyettigi gibi, yüce mukaddes Zat'tan varligi dahi nefyetmektedir. Dolayisi ile, böyle bir itiraz varid degildir. Sunun için ki, aklen muhal olan bir seyi getirir. O itirazin daha açik beyani sudur:

-Sübhan Vacib Zat madem mevcuttur; alem cihetlerinden bir cihette olmasi gerekir. Meselâ altta, üstte, önde, arkada, sagda ve solda.

Halbuki, öyle bir sey ihatayi, tahdidi gerektirir ki, bunlarin hepsi de, üluhiyeti nefyeden noksandir. Allahu Teala, böyle bir manadan yana pek temizdir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Mümkündür ki, bütün cihetlerde buluna; ama bundan ihata ve tahdid lâzim gelmeye.

Bunun için su cevabi veririm:

-Onun bütün cihetlerde olmasi ve ihata ve tahdidi nefyetmez. Bu takdire göre o, elbette alemin ötesindedir. Bu durumda ikilik olur ki, baska baska olmayi gerektirir. Zira:

-Iki sey, birbirinden baskadir. Kaziyesi, akil erbabi katinda mukarrerdir. Bu da, tahdidi gerektirir,

***

Su mana gizli kalmamalidir:

Bu gibi, süslü gösterilen haksiz süphelerden kurtulma yolu odur ki, gaybe ait hükümlerle, sehadete ait hükümlerin arasi fark edile... Gayb dahi, sahide kiyas edilmeye. Zira mümkündür ki, sahidde bazi hükümler dogru olurken, gaibde yalan çikar. Sahidde kemal olan dahi, gaibde noksan bulunur. Zira hükümlerin ayriligi sabittir. Bilhassa iki yer arasinda, uzun bir ayrilik olursa...

Toprak nerede Rabbü'l-erbab nerede!..

Allahu Teala, onlara insaf versin ki, Kur'an'in saglam hükümlerini inkâr etmeyenler... Hem bu karisik tevehhüm ve hayalât ile sahih hadis-i nebevileri dahi yalana çikarmayalar...

Inzal olunan bu gibi hükümlere iman etmek gerek. Hem de, keyfiyetini, keyfiyeti belli olmayan ilme havale ederek. Onu anlamaktan yana da kusuru itiraf etmek gerek, idrak edilemedigi için, o hükümleri nefyetmek yerinde bir hareket olmaz. Zira, böyle bir sey, selâmetten ve dogruluktan uzaktir.

Su da mümkündür ki, pek çok seyler aslinda dogru olduklari halde, bizim kisa akillarimiza göre uzak bulunurlar.

Eger akil yeterli olsaydi; Ebu Sina gibi birine olurdu. Ki o, isi akilla bulmaya çalisan akil erbabina mukteda idi. Bütün akla dayali hükümlerde hakli idi; onlarda yanilmadi. Halbuki o, bir meselede hata etti; o da su hükme varmasiydi:

-Birden ancak bir sudur eder.

Bunun böyle olmadigi da, en küçük bir teemmülle insafla bakana açiktir. Bu makamda, Imam Fahr-i Razi ona taan edip su ibareyi kullanmistir.

-Asil sasirtici mana, o kimseden gelmektedir ki; bütün ömrünü hatadan koruyan bir âleti ögrenmek ve ögretmekle tüketmistir. Sonra, en büyük matluba gelince; çocuklari dahi güldürecek seyler kendisinden sadir olmustur.

Allah çalismalarini sükrana lâyik eylesin; ehl-i sünnet ulemasi, bütün ser'i hükümleri isbat etmislerdir. Amma, bunlarin manasi ister aklen bilinsin; isterse bilinmesin. Onlarin keyfiyetinin idrak edilemeyisi sebebi ile nef-yi cihetine de gitmezler.

Misal olarak, burada kabir azabini, Münkir Nekir sualini, sirati mizani ve benzerlerini alabiliriz. Ki bunlar, noksan akillarimizin, idrakten yana kusurlu oldugu seylerdendir.

Bu büyüklerin iktida ettikleri Kur'an ve hadistir; akillarini da onlara tabi kilmislardir. Sayet onlari idrak zaferine ererlerse ne âlâ... Aksi halde, ser'i hükümleri kabul ederler. Idrak edemeyisi dahi, anlayislarindaki kusura yorarlar. Bunlar baskalari gibi, akillarinin idrak edip kabul ettigini kabul ve akillarinin idrakten aciz kaldigini da reddedenler degildir. Hiç bilmezler mi ki, peygamberlerin gönderilmesi, ancak Sübhan Mevlâ'nin razi oldugu bazi matluplari idrak etmekten yana akillar kusurlu oldugu içindir. Akil da, her ne kadar hüccet ise, lâkin kâmil manada hüccet degildir. Asil kâmil hüccet, peygamberlerin biseti ile tamam olmustur. Onlara salât ve selâm olsun. Bu manada, Allahu Teala, söyle buyurdu:

"Biz, bir resul gönderinceye kadar azab ediciler degiliz..."(13/15)

***

Biz, yine esas sözümüze dönelim. Deriz ki:

-Hiza ve mukabele, her ne kadar sahidin (hazirin) görülmesinde sart olsa da, lâkin mümkündür ki, gaibin görülmesinde bunlar sart olmaya...

Galib mevcuttur; ancak mevcudat cihetlerinden herhangi bir cihette asla degildir.

Görenin görmesi olmasa dahi, o bütün cihetlerden münezzeh oldugu gibi; gördükten sonra da, ona bir cihet sabit olmaz.

Orada mukabele ve hiza yoktur; burada anlatilan mananin uzak görülmesi ve muhal sayilmasi neden? Sekli belli olmayan görüsün sekli belli degildir. Sekli belli olmayan, sekli belli olanin yolu yoktur.

Sultanin ihsanini ancak onun tasiyicilari alabilir.

Keyfiyetten münezzeh görüsü; keyfiyeti belli görüse göre, görülen seylere taalluk eden keyfiyetle kiyaslamak münasip düsmez. Böyle bir sey, insaftan da uzaktir.

Dogruda basan ihsan eden Sübhan Allah'tir.

***

Zira, her ne.sey ki, icmal ciheti ile daha siki, cem'iyet itibari ile daha çok olur; yüce Allah'in zatina daha yakindir.

Insanda bulunan, ya halk alemindendir, yahut emir aleminden. Kalbe gelince, bu iki alem arasinda berzahtir.

Yükselis, mertebelerinde ise, o mertebelerin tazammun ettigi seylerden insan letaifi, asillarina kadar yükselir. Meselâ, önce suya yükselir; sonra havaya, sonra atese, sonra letaifin asillarina, sonra kendisinin terbiyesine gelen cüz'i isme. Daha sonra da, onun küllisine. Daha sonra da Allah'in diledigi yere kadar yükselir. Amma kalb, böyle degildir. Zira, onun yükselecegi bir asli yoktur. Elbet kalbden yükselisi, evvelâ yüce Zat'adir.

Sonra kalb, gayb hüviyetinin kapisidir. Ne var ki, anlatilan tafsil olmadan yalniz kalb yolundan vuslat, zordur. Ancak o tafsili itmam ettikten sonra, vuslat meyesser olur.

Görmez misin ki, onda bulunan bu cemiiyet ve vüs'at, anlatilan tafsilli mertebeleri astiktan sonra olmaktadir.

Burada:

-Kalb... demekten murad, genis manasi ile (basit) cami olan kalbdir. Bilinen bu et parçasi degildir.

***