IKIYÜZDOKSANIKINCI MEKTÛB
Bu mektûb, Abdülhamîd-i Bingâlîye yazılmısdır. Tesavvuf yolcusuna lâzım
olan edebler ve onların birkaç sübhelerinin giderilmesi bildirilmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Peygamberinin edebleri ile bizleri edeblendiren
ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü
etemmühâ ve ekmelühâ” ahlâkına kavusduran Allahımıza hamd olsun!
Bu yolun sâlikleri ikiye ayrılır: Yâ mürîd olurlar, yâhud murâd olurlar.
Murâd olanlara müjdeler olsun! Cezb ve muhabbet yolundan, bunları
durmadan çekerler. Aradıklarına ulasdırırlar. Lâzım olan her edebi, pîr
yardımı ile veyâ arada pîr olmadan, bunlara ögretirler. Yanıldıkları zemân,
haber verirler. Ondan dolayı birsey yapmazlar. Eger rehbere ihtiyâcı olursa,
kendisi aramadan, ugrasmadan ona kavusdururlar. Kısaca, Allahü teâlânın
sonsuz olan ihsânı, onun her zemân imdâdına yetisir. Sebeb yaratarak
veyâ sebebsiz olarak, isini görürler. Sûrâ sûresi onüçüncü âyetinde meâlen,
(Allahü teâlâ, diledigini seçerek kendine kavusdurur) buyuruldu.
Tâlib olanların, arada vâsıta olmadan kavusmaları çok güçdür. Cezbe ve
sülûk ni’metlerine kavusmus olan, Fenâ ve Bekâ ile sereflenmis olan,
(Seyr-i ilallah) ve (Seyr-i fillah) ve (Seyr-i anillah-i billah) ve (Seyr-i-fil-esyâ’i billah) yollarını geçmis olan bir vâsıtanın yardımı lâzımdır. Bunun cezbesi,
sülûkünden önce olmus ise ve murâdlardan olarak yetisdirilmis ise,
bulunmaz bir ni’metdir. Onun sözleri, ölmüs kalbleri diriltmek için devâdır.
Bakısları sifâdır. Tas kesilmis kalbler, onun muhabbetine kavusmakla
yumusak olur. Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczûb olan sâlik
de, büyük bir ni’metdir. Bu da tâlibleri yetisdirebilir. Onun yardımı ile,
Fenâ ve Bekâ ni’metine kavusurlar.
Fârisî beyt tercemesi:
Gökler, Arsa bakılırsa asagıdır.
Yoksa, topraga göre, çok yüksekdirler.
Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, böyle olgun ve oldurabilen bir zât ele
geçerse, onun serefli vücûdünün kıymetini bilmelidir. Kendini ona tâm teslîm
etmelidir. Kendi se’âdetini onun rızâsına kavusmakda aramalıdır.
Onun râzı olmadıgı seyleri, kendi için felâket bilmelidir. Kısaca, bütün istekleri,
onun rızâsına kavusmak olmalıdır. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ
âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”, (Bir kimsenin bütün
istekleri, benim getirdigim seyler olmadıkça, îmân etmis olmaz) buyurdu.
Sohbetin edeblerine uymak ve sartlarını gözetmek, bu yolda herhâlde
lâzımdır. Feyz yolu, ancak bununla açılır. Bunlar gözetilmezse, hiçbirsey
elde edilemez. Ondan “kaddesallahü teâlâ aleyhim ecma’în” fâide elde edilemez.
Çok lâzım olan edeblerden ve sartlardan birkaçını bildiriyorum. Cân
kulagı ile dinleyiniz:
Tâlib, gönülden, herseyi çıkarıp, bütün varlıgı ile pîrine baglanmalıdır.
Onun yanında, ondan izn almadan, nâfile ibâdet ve zikr yapmamalıdır. Onun
yanında iken, ondan baska hiçbirseye bakmamalıdır. Bütün gücü ile, ona
baglanıp oturmalıdır. O emr etmedikce, zikr bile yapmamalıdır. Onun yanında
farz ve sünnet nemâzlardan baska nemâz kılmamalıdır. Bir sultânın
vezîri, sultânın yanında iken, kendi elbisesine bakar. Eli ile kusagını düzeltir.
O anda, sultân ona bakıyordu. Kendinden baskası ile oldugunu görünce,
onu azarlıyarak, benim vezîrim olasın da, benim karsımda, elbisenin kusagı
ile oynıyasın. Buna dayanamam diyerek onu azarlar. Düsünmelidir ki,
bu alçak dünyânın isleri için, ince edeblere dikkat edilince, Allaha kavusduran
islerde edebleri tâm ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lâzım
olacagı anlasılır. Kendi gölgesi, onun elbisesine veyâ gölgesine düsmiyecek
bir yerde durmaga veyâ oturmaga dikkat etmelidir. Onun nemâz kıldıgı yere
hiçbir zemân basmamalıdır. Onun abdest aldıgı yerde abdest almamalıdır.
Onun kullandıgı kabları kullanmamalıdır. Onun yanında, birsey yimemeli,
içmemeli ve kimse ile konusmamalıdır. Hiç kimseye, hiçbir yere
bakmamalıdır. O yok iken, onun bulundugu yere dogru ayak uzatmamalıdır.
O yere dogru tükürmemelidir. Onun her yapdıgını, her söyledigini,
yanlıs görünse bile, dogru ve iyi bilmelidir. O herseyi ilhâm ile ve izn ile yapar.
Bunun için, hiçbir isine, birsey söylenemez. Ilhâmında hatâ olsa bile,
ilhâmda yanılmak, ictihâdda yanılmak gibidir. Ayblamak ve karsı gelmek
câiz olmaz. Bu yolda vâsıta olanı seven bir kimseye, Onun her yapdıgı ve
her sözü sevgili gelir. Ona karsılık vermenin yeri olmaz. Her isde, yimekde,
içmekde, elbise giymekde, yatmakda ve ibâdetlerde, hep ona uymalıdır.
Nemâzı onun gibi kılmalıdır. Fıkhı, onun ibâdetlerini görerek ögrenmelidir.
Fârisî beyt tercemesi:
Bir güzelin yanında bulunsa kisi,
Bag ve bostân ve güllerle olmaz isi.
Onun hiçbir isine, hiçbir sözüne, hardal dânesi kadar bile karsılık vermemelidir.
Karsılık veren mahrûm kalmakdan kurtulamaz. Insanların en
asagısı, bu büyüklerde kusûr gören kimsedir. Allahü teâlâ, bu büyük belâdan
bizleri korusun! Onda bir hârika, bir kerâmet aramamalıdır. Gönlünden
böyle birsey geçirmemelidir. Bir mü’minin, bir Peygamberden, bir
mu’cize istedigi, hiç görülmüs müdür? Kâfirler ve inanmıyanlar mu’cize ister.
Fârisî iki beyt tercemesi:
Mu’cizeden maksad, düsmanı kırmakdır.
Nebîyi sevmek demek, ona uymakdır.
Îmâna gelmez herkes, mu’cize ile,
Îmâna kavusur insân muhabbetle.
Gönlünde bir sübhe hâsıl olursa, hemen bildirmelidir. Sübhesi çözülmezse,
kusûru kendinde bilmelidir. Pîrde hiçbir kusûr görmemelidir. Rü’yâlarını
ondan saklamamalıdır. Ta’bîrlerini ondan beklemelidir. Kendi yapdıgı
ta’bîri de söylemeli, dogru olup olmadıgını sormalıdır. Kendi kesflerine
güvenmemelidir. Bu dünyâda, dogru ile yanlıs karısıkdır. Haklı ile haksız
bir aradadır. Sıkısmadıkça ve izn almadıkça ondan ayrılmamalıdır. Ondan
ayrılıp baskasına gitmek, mürîdlige yakısmaz. Sesini, onun sesinden yükseltmemelidir.
Onunla yüksek sesle konusmak, edebsizlik olur. Kendine gelen
her feyzi, her kesfi, ondan bilmelidir. Rü’yâda, baska seyhlerden feyz
geldigini görürse, onları da, kendi seyhinden bilmelidir. Bütün üstünlüklerin
ve feyzlerin onda bulundugunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze
uygun olan bir zât seklinde olarak Ondan geldigini ve onun latîfelerinden,
o feyze uygun bir latîfenin, o zât seklinde göründügünü bilmelidir. Kendisi
yanılarak, Onun latîfesini, baska zât sanmıs, feyzi ondan geliyor bilmisdir.
Bu büyük bir yanılmakdır. Hak teâlâ yanılmakdan korusun! Insanların
en üstünü hürmetine, se’âdete vâsıta olan zâta inancı ve sevgiyi dogru
eylesin “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”. Kısacası, (Tesavvuf basdan
basa edebdir), ata sözü olmusdur. Edebi gözetmiyen bir kimse, Allahü
teâlâya kavusamaz. Edeblerden birkaçını yapamadıgı için üzülürse ve
edebleri yerine getiremezse ve ugrasdıgı hâlde basaramazsa, afv olunur. Fekat,
kusûrunu bildirmesi lâzımdır. Eger Allah korusun, edebleri gözetmez
ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin fâidesine ve bereketine kavusamaz.
Fârisî beyt tercemesi:
Se’âdet yazılmamıssa bir kimseye,
Fâidelenmez Peygamberi görse de.
Bir kimse, vâsıtanın yardımı ile Fenâ ve Bekâ mertebesine kavusarak,
ilhâm ve firâset yolu kendisine açılırsa ve Ondan bu müjdeyi alırsa ve kemâle
geldigini isitirse, o zemân, ilhâm olunan birkaç seyde Ona uymaması
ve kendi ilhâmına göre hareket etmesi câiz olur. Çünki böyle yükselen
bir mürîd, rehbere uymakdan kurtulmusdur. Baskasına uyması hatâ olur.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı ictihâd islerinde ya’nî
Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i serîflerde açıkca bildirilmemis olan seylerde,
O Serverin ictihâdından ayrılmıslardır. Bunların birkaçında, Eshâbın ictihâdı
dogru olmusdur. Çok okuyanlar, böyle oldugunu bilirler. Bundan anlasılıyor
ki, olgunlasan birinin vâsıtaya uymaması câizdir. Ona uymaması
edebsizlik olmaz. Hattâ bu mertebenin edebi, ona uymamakdır. Eger
böyle olmasaydı, edeblerin en yüksek mertebesine varmıs olan Eshâb-ı kirâm,
hiç uymamazlık etmezlerdi. Imâm-ı Ebû Yûsüfün, ictihâd mertebesine
yükseldikden sonra, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye uyması dogru degildir.
Kendi re’yine uyması, Imâm-ı a’zama uymaması dogrudur “radıyallahü
anhümâ”. Imâm-ı Ebû Yûsüfün, (Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olup olmamasında,
Ebû Hanîfe ile altı ay çekisdim) dedigi meshûrdur. San’atların ilerlemesi,
düsüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Bir düsünce ile kalsaydı,
ilerleme olmazdı. Sîbeveyh zemânında olan Nahv bilgisine yeni buluslar
ve yeni görüsler eklenerek, bugün yüz kat fazla artmısdır. Fekat, bu ilmin
temelini kuran odur. Üstünlük onundur. Herseyin üstünü, kurucusudur.
Yükseltmek serefi ise, sonra gelenlerindir. Bundan dolayıdır ki, hadîs-
i serîfde, (Ümmetim, yagmura benzer. Öndekiler mi, sondakiler mi dahâ
iyidir, belli olmaz) buyuruldu.
İmam-ı Rabbani (k.s.) 292. Mektub