Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Hazreti Mevlana

Bana bak, bana dikkat et ki, senin, mezarında en yakın dostun, candan arkadaşın benim! Dükkandan, evden, bütün seni sevenlerden ayrıldığın zaman seni, ben karşıladım; yapayalnız kaldığın vakit, seninle ben düşer kalkarım!

Yanlış anlama! sözlerimi dikkatli OKU!

Allah'ı seçmek mümkün değildir çünkü Tek dir.
Küfür yalnızca "seçmemek" ten doğar.
Seçmemek de Tek olan için düşünülemez olduğuna göre..
Yalnızca Birlik halinde olmak istemeyen küfre düşer..
Allah Tek olması yönüyle herşeyden münezzehtir evet!
Fakat yaratmasının Birlik içinde olduğu net olduğuna göre
yarattıklarıyla beraber olmak istemeyi seçmesi kesindir..

Peki birey "bir-ey" olarak "TEK" mi dersen.
Hayır..çünkü acı ve saadet TEK..
İnsanlar birey olarak da bir olarak da aynı TEK acıyı ve saadeti yaşıyorlar.
Yani insan ancak TEK ile Bir ve birey olabiliyor..
Allah "ÖRNEKSİZ YARATAN" dır..
TEK ve BİR dir.
İnsan yalnızca BİR dir..TEK ile..
Allah TEK olarak BİR dir.. ve birlik istemiştir.
Ki insan TEK ve BİR olanı yani "KENDİ"sini bilebilsin..bulabilsin.
Bu arada kendini çok yorma çünkü seninle bir olmak isteyen
"SONSUZ" ve "SINIRSIZ" olandır...
Yani hem çok vaktin var..Hem de derecelerinin sınırı yok..
Herkez kendi nasibinince..ve çalışmasına göre..
O'na ne kadar yakın olmak istemesine göre..

TEK in bilincine gelince..Hani budistlerin bazı yanlış itikatta olanlarının söylediği gibi değil olay..
O DİRİ-HAYYdır..
Bilinçli olmayı bi kenara bırak bir kere O herşeyden münezzehtir!
Sen "yok"tun O vardı.. "Bilinçli mi" demek ne demek?
Sen yok iken o bir idi zaten.
Sen bilinçlisin de O nasıl bilinçli olmuyor?
Bir şeyin bilinçli olmamasından onun rüya olmasını kastediyorsun!
Sen tümüyle buna rüya diyorsan daha rüya ne demek bilemedin demektir..
Eğer O bilinçli olmasaydı "sen" de "rüya" da "yok"tu..
Ne kendin..Ne varlığın!
O işte öyle TEK tir..parçalanmayan..parçalanmamış..Seninle bir olmak istemesini muhtaçlık sanmayasın!Tamamen lütuftur.
Bir olmak istemesini bırak zaten TEK olan olmasıyla O eşsiz BİR dir..
Seninle bir olmak istemesi başka!
Çünkü bilirsen "bir" 2 olsa da bir olarak kalır..Bak 1 bir..iki tane 1 = 2..
Yani 1 iki tane 1 olup "2" olsa da bir kalır..

İşte bir inanç vahiy değilse o hüsrana götürür..
Takipçilerinide kibre düşürmemesi imkansız olur!..

Bak ben sana burda kesin olarak Allah'ın birliğini ve tekliğini delilliyorum..şirki yok ediyorum..ama sen belki beni şirkte göreceksin..Bu da ilim yolunda olanın kaderidir..ne yaparsın...Allah sabredenlerle beraberdir...

"Allah'a hamd olsun ki; bunu bize hidayet eyledi. Allah bize hidayet eylemeseydi; kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Rabbımızın resulleri gerçeği getirdi."(7/43)

Allah'ın zikrini nefsine GALİP kılmalısın

ALLAH zikrini düşmanlarının en düşmanı olan nefsine GALİP kılmalısın!

Nefsine daldığını farkettiğinde dilini damağına değdir Allah de! Toparlan!

Eğer nefsine dalıp gidiyorsan Allah'ın zikrini nefsine GALİP kılamadın demektir!

Sesli sessiz! nefsine daldığını farkettiğinde Allah de! nefsine Allah'ı galip kıl!

Ruhunu böylece Allah ile kılmış olursun, uyanık olursun,diri olursun..

Geçici yıkıcı diriliklere aldanma!

Uyanık olmazsan zikri nefsine GALİP kılamazsan bilirsin çok çok oyunları var..her zaman Allah gibi cömert değildir nefsin, kanma! Biliyorsun tatlı tatlı gider sonra işin içinden çıkamazsın!..sana kendini aptal hissettirir..zorluklara karşı yeterince DİRİ olamazsın..Sonra mazeretler gelir ardından yerin dibinden başını kaldıramazsın..Dünyan hoş gidiyor diye aldanma..Dünya nefs üzere kurulu!..Kanma nefsine sonra kendi gafilliğinden doğan bir bela başına geldiğinde altından kalkamazsın..çünkü tembel oldun..Allah'ı unuttun..Nefsin zannettin şaşırdın! Bütün akış kimden geliyor unuttun!..iyiliklerin nerden geldiğini unuttun..nefsine dalıp nefsin zannettin o çeşitli hoşluklar vereni! es Sabr'ı unuttun, geçiştirmeyi ANDIN! Nefsin nankördür unutma! Dünyaya aldanma, aynı şeydir farketmezsin! Bütün bu kabahatler nefsine ait aldanma! Ruhunu nefsine bırakma!

Dalma nefsine dalma!
Nefsini anacağına "O" DİRİ oluşu hiç değişmeyeni! Kudreti için hiç bir şeye muhtaç olmayanı AN! Daima DİRİ olanın zikrini nefsine GALİP kılmalısın!!

Derin uykulara dalma! Sonra kendi başına getireceğin felaketlere karşı savaşmak için uyandırması zorlukla olur!! Bilirsin uykudan uyanmak çok zordur! Uyanman gerekiyorsa da uyanamıyorsan annen'e kardeşine, abine, ablana hiç olmayacak şeyler dersin! O zaman anlarsın işte nefsin mi GALİP olmalıydı ruhuna yoksa Allah'ın zikrimi? Hiç yakışır mı bu gelecek pişmanlık sana! Bilmiyor muydun sanki nimet vereni sen! Nimetlerin nerden geldiğini kimin gönderdiğini bilmiyor muydun! Kimi unuttun da neleri andın durdun! Biliyordun ve biliyorsun!

O zaman işte uyuma da Allah rızası için kendine iyilik et..Allah de uykuya dalmadan sesli, sessiz.. Allah de ve ALLAH'IN ZİKRİNİ NEFSİNE GALİP KIL!..Allah!..ve rızası için!.. Allah rızası için!

Onlar birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler

1- Asra yemin olsun ki,
2- Şüphesiz insan zarardadır.
3- Ancak, iman edip ameli sâlih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadırlar.

ASR SÛRESİ

Sen O'na ne kadar yakınsın

Allah sana yakın..bunu bildin..şimdi asıl mesela sen O'na ne kadar yakınsın?..bunu değerlendirmelisin!

Allah-u Teala zorluğu ve şiddeti izale eder

İmam-ı rabbani hazretleri 429.mektuptan

Allah'a hamd olsun, öyle yüce Zat'tır ki, bize in'am eyleyip-İslâm hidayetini nasip etti. Ve bizi Seyyidü'l-enam Muhammed ümmetinden kıldı. Ona ve âline salât ve selâm olsun.
Bilinmesi yerinde olur ki, Sübhan Hak, mutlak surette in'am eyleyendir.
Eğer bir vücud varsa, onun yüce mukaddes Zat'ından hibe edilmiştir.
Eğer bir beka ise, onun yüce Sultan Hazreti'nden bir ihsandır.
Eğer kâmil sıfatlar ise, onun şümullü rahmetindendir.
İlim, kudret, basar, semi, nutk... (bilgi, güç, görmek, duymak, konuşmak) bütün bunlar onun şanı büyük Hazret'inden istifade yollu gelmektedir.
Nimetlerin nevileri, keremlerin sınıfları ki, haddi hesabı yoktur; hemen hepsi onun yüce mukaddes Zat'ından feyiz yollu gelmiştir.
Allah-u Teala, zorluğu ve şiddeti izale eder.
Dualara icabet edip belâları def eder.
Onun bir ismi de Rezzak olup, kullarının rızıklarına mani olmaz. Yani onların günahları sebebi ile... Bu da onun tam manası ile kâmil şefkatindendir.
Affının ve vazgeçmesinin bolluğundandır ki, Seyyiat irtikâpları dolayısı ile, kulların hürmet perdelerini açmaz. Zira, Settardır. Onları, ayıpları dolayısı ile, rüsvay etmez.
Halimdir, onları muaheze edip ceza vermekte acele etmez.
Kerimdir, kereminin şümulü, dostlara ve düşmanlara ulaşmaktan geri kalmaz.
Bütün bu nimetlerinin en üstünü, en büyüğü, en azizi, en ikramlısı İslâm'a davet ve dar-ı selâma hidayettir. Seyyidü'l-enam Resulullah (sav) Efendimize de mutabaattır. Ona ve âline salât ve selâm olsun.

Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin hayatından

...Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü'l-Hasan ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek derecelere kavuşup, meşhûr oldu. Mekke'de bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserini yazdı

Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ'yı yanına çağırarak; "Benden sonra, benim künyem olan Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse gelecektir. Bu hırkamı ona teslim edersin." buyurdu.

Yûnus bin Yahyâ, uzun yıllar sonra talebesi olan Muhyiddîn-iArabî'ye, hocasının vasiyeti olan o hırkayı teslim etti...

***


...Bir kimse, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğüne inanmaz, ona buğzederdi.Her namazının sonunda da, ona on defâ lânet etmeyi kendisine büyük bir vazife kabûl ederdi. Aradan aylar geçti, adam öldü. Cenâzesinde Muhyiddîn-i Arabî de bulundu. Cenâzenin affedilmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvardı. Definden sonra arkadaşlarından biri, Muhyiddîn-i Arabî'yi evine dâvet etti. O evde bir müddet murâkabe hâlinde bekledi. Bu arada yemekler gelmiş, soğumuştu. Ancak saatler sonra murâkabeden gülümseyerek ayrıldı ve yemeğin başına gelip buyurdu ki: "Bana her gün namazlarının sonunda on defâ lânet okuyan bu kimse, af ve magfiret edilinceye kadar Allahü teâlâya hiçbir şey yememek ve içmemek üzere ahdetmiştim. Onun için bu hâlde bekledim. Yetmiş bin Kelime-i tevhîd okuyarak rûhuna bağışladım. Elhamdülillah, Rabbim dileğimi kabûl buyurdu. Artık yemek yiyebilirim...

***

Nasıl yokluk

Bir sitede yaptığım sohbetten alıntıladım,inşaallah temize çekeceğim

--------------------------------------------------------------------

--bu olurken yapilabileceklerin hepsini kapsamalidir ki hersey olabilsin. yani hersey olabilsin ki yapan yapabileceklerini istedigi yonde yapabilsin--

Böyle demişsin ama "herşey dediğin şey"i yapmak için herşeyi yapman ya da o herşeyin bilgisi sende mevcut olmak durumunda değil..çünkü o herşeyin içinde sen de (birey) sadece bir şeysin..diğer herşey de "bir şey"..yani şu sonuç çıkıyor..o kısımda akıl zeka kar etmez sadece görev birey olarak "göz" olabilmek..ama herşeyden kopmamak..o zaman işte büyük resme ulaşılabilir..ulaşılınca da yapıcı değil sadece "kullanılan" olduğunu idrak edersin ki bu kulluktur..burda şimdi politik filan olaylar bilmemneler sokulacaktır red olarak fakat işte yine bir şeye takılınılmış "göz" olamamış olmak demektir bu..yani sadece "birey" olunabilmiş "göz" olunamamıştır..eğer göz olunursa emin ol hani var ya bir kelebeğin kanatı kainatta boş deildir gibi..ona varırsın..anca ona varırsan zaten seninle bir şey olabildiinin farkında olur ve huzura erersin yoksa ya ölürsün ya da huzursuz yaşarsın...çünkü asla ulaşamayacağın ve hiç bir bireyin ulaşamadığı bi yere gözünü dikmiş olursun..kibirli olmamak lazım

Bu konuya bakın bir tasavuf büyüğü şöyle değiniyor..

..Alemin tavırlarına ortaklığından dolayı, onlarla birlikte ibadetlerinde büyük toplayıcılığı ikame etme
yükümlülüğüne muhatap olduğun gibi, senin için sabit olan büyük toplayıcı sırdan dolayı,mahlukatma karşı icra ettiği gibi bu sırrı icra etme yükümlülüğüne de muhatapsın. Allah kullarına karşı latiftir, sen de öyle ol. Allah esirgeyen, bağışlayandır, sen de öyle ol. Nitekim
yüce ALLAH, Nebisini (s.a.v) bu şekilde nitelendirmiştir: "bt'l mü'minine reufun rahim / Müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 128) şu halde, perdeyi yırttıktan sonra uluhiyet sırrı senin için daha bereketli sonuçlar doğurur. Ama perdeyi yırtmadan önce bu sır, büyüklük taslayan zorbalarınkine benzer sonuçlar doğurur senin için...

..O halde bizden güçlü ve yetkin kimse, kendisiyle Rabbi arasındaki büyük
genel topluluk sır perdesini yırtıp, kendisinin değil Rabbinin uluhiyetini müşahede eden ve ona kulluk eden kimsedir. Bunu gerçekleştirince alemin en güçlüsü ve en şiddetlisi olur. Çünkü bu en büyük perdeyi kaldırmıştır...

Sözgelişi bir insanın "eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu." "eğer ben olmasaydım, çoluk çocuk helak olurdu." demesi bu türden bir iddiadır ve bu, uluhiyet mertebesinin en aşağısıdır. Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir: "Eğer benim himmetim falancaya eşlik etmeseydi,mutlaka helak olurdu." Bu sözlerin tümü uluhiyet sırrı hastalığından kaynaklanan illetler ve
marazlardır. Bu sözleri söyleyenlerin, bu iddiada bulunanların her biri iddiasının oranında ceza görecektir. Ya en büyük cezaya çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar. Ama mutlaka ceza görür. Bu yüzden bize göre fena (kendini yok billmek) anlayışı üzere kalmak en yücedir. Bizden
önceki kuşaktan arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar. Ey dostum! Sen bunu
bil!

Muhyiddin arabi k.s.

yani dikkat edersen o cakı sokmak ya da sokmamak da sistemin bir parçası..senin elinde olan bir şey değil..o cak girse de girmese de bir şey vücuda geliyor çünkü..herhangi bir durumda sen cakı sokayım sokmayayım telaşında olsan bile bu dahi sadece seni bağlar..eğer bilirsen ki soksan da sokmasan da o şey olacak ya da olmayacak telaşında olmaz ve daha uyumlu olursun..kurtulmuş olursun..yoksa cakı soktum heyt ya da tüh cakı sokamadım ne aptlaım gibi durumlar oluşur mazallah aptal bir insan olursun..bu da bırak genel sistemi kendi iç sisteminden bile bi haber aval (ukala)olduğunu gösterir..

yani tekrar söyleyeyim yapanın yapabileceklerini yapması için ne sana ne de başka bir şeye muhtaç ... bu manada tamamen yoksun haberin olsun..evet zeka ve akıl mantık filan o bahsettiğin noktada tamamen formalitedir haberin olsun :) öyle de öte bir yapan ve sistemi var..tabi farkedebilirsen..

geliyorken daha da açayım güzel olucak..

mesela bir doğuştan akli dengesi bozuk birisini düşünelim..o insan hiçbir çaba göstermeden ya da akıl zeka mantık ne dersen de hiç bir şeye sahip olmadan da sistemde varlğı sebebiyle belki senden benden daha çok şey yapmış olur..fakat burda biri çıksa dese ki e o zaman hiçbişey yapmasak da olur..hayır çünkü hiç bi şey yapmadan zaten duramazsın fos bir mantık..ya da tam tersi hereşyi yapabiliriz biz şöyleyiz ben şöleyim ben böyleyim herşeyi ben yaptım..boş laf...olay yerini bilmekten öteye geçmez... sorumluluğunda bu iki kanadın saçmalığını farkedene kadardır...bu iki şey arasında ortada bulunmak durumundasın..yani denge...İslam dengedir..yani sebepsin ama "ben"lik olarak "yok"tan başka bir asalet sebebin yok :) çünkü o iki tepkiyi gösterdiin zaman ya hiçbirşey yapamazsın ya da yaptığını zannederek asalak olursun..bu ikisini gördüğünde ise olandan öte birşey değilsin..varlığın su gibi akar gider

"işimiz Allaha kaldı" aslında ne salakça bi laftır ah :)

Allahı zamanın dışında ya da tam tersi içinde düşünmek değil olay eğer böyle olursa işte o göz dışarda kalır..Allah zamanın dışında ya da ötesinde değil "münezzeh" münezzeh ..

bi de şöyle bir şey denmiş yukarıda

---yani oyle bir yapi dusun ki: tum olasiliklarin oldugu bir yapiyi zortlatsin ve hemen arkasindan bir tane daha ve boyle gidiyor---

bu ayrım nası oluyor ?
yani zorlayan ve zorlanan yapı :)

Noksanlıktan "m ü n e z z e h"

dış ve iç yok..sana göre var.. zorlanan zorlayan yok...sana göre var..

sistemle değil problem ordakini tanıyamamakta..ordaki tanınsa Ona uymuş oluyorsun sistem kalmıyor...

peki bu kadar bir TEK lik durumu söz konusu ben neden benim dersen..sen sen değilsin ki sen "yok" sun..O var..sistem de yok yani..sen ben o bu şu yok..O var...ama eğer bilirsen bu böyle...yoksa istediğin kadar kendini bir şey zannet ya da istediğin kadar sistemde oyalan..Hiç bir şekilde O'na değemezsin..

Yani düşün mesela ölene kadar bir tavşanın kanatlarını koparmaya uğraşıyor didniyorsun...ömrün yeter mi buna ?

:) yok ki öyle bir kanat

Tavşan var bak..ama kanat yok..tavşan da sisteme dahil değil..

Yokluksun yokluk..Onun da yok görülmesi - gibi olması o yüzden...ruhundan üflemiş...

ama tabi bu bilgiler olmayınca bi benlikte..
anlat dur ne fayda :) ..kişi "kendi" yi bilmedikten sonra

Bütün yazdıklarım okunursa sorun olmaz..parça parça okunursa olabilir dikkat :!
:)

De ki: Ey kendi -- nefisleri -- aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53)

Zatı ve yarattıklarıyla bize göre "O" , Odur

O'nu yarattıklarıyla kendisinden zuhura gelenlerle yaşamak gerekir..Çünkü zatı için gerçekten acıyla ölmek gerekebilir..Bizim ruhumuzda bizim olduğunu zannettiğimiz ben dediğimiz kuvveler Ona ait..Ondan.. O yüzden tümüyle zati bir karşılaşma mümkün olmaz...İnsanın kendisini görememesi de bu sırdandır.İşte bu şekilde sıfatlarıyla!.. yarattıklarıyla(bize göre varlığıyla)zatına yönelmemiz icab eder..O isimlerini sıfatlarını Onun Bunun Benim zannetmekten zaten o açıdan ölüp ölüp dirilmek zorunda kalıyoruz..

Halbu ki Ona ait sıfatlar ve isimler olduğu gibi duruyor..Başkalarında çekindiğimiz kaçtığımız o yakıştıramadığımız şeyler sadece o isimlerinin sıfatlarının bir sureti..Tercihli suretleri..Asılları değil..Eğer bilirsen Allah celal dir ama küfretmez..Allah celal dir ama iftira etmez..O Hayat sahibidir ama nefes almaz..
O ayrıca sıfatsız da durabilir..Yani bizim Onun sıfatlarına iyi ya da kötü düşük ya da yüksek ihtiyaç halinde olmamız gibi O kendi sıfatlarına ihtiyaç halinde olmaz..İşte bu için biz Onun sıfatlarından ne şekilde olursa olsun uzak duramayız ama O zatında hiçbir şey tecelli etmeden durabilir..O zatında HAYYdır biz nefesiz..

"Allah'a hamd olsun ki; bunu bize hidayet eyledi. Allah bize hidayet eylemeseydi; kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Rabbımızın resulleri gerçeği getirdi."
(7/43)

Tercihte hür oluşun O'ndan..

Allah diyen mahrum olmaz!

Bak dikkat et Allahımız, şirk ehli için "onlar kendilerine ilahlar edindiler" dedi.

Onların yaptığı için "edinme" demesi, kendisinin edinilecek türde "bir şey" olmadığına işarettir...

Felsefe değildir O'nunla şöhret yapasın.. Ya da süper kahraman değildir O , yardıma ihtiyacın olduğunda bi yerden bi yere gelsin, havadan yanına insin..

Hava atılamaz O'nunla ki..O'na gönülden dönsünler, o kendine yazık edenler..

Eğer bunun aksi var diye düşünürsen, ibret gözüyle bir bak bakalım kendisine kimse O'nu edinebilmiş midir?

Moda yapılamaz...

Beğenilemez..

Ancak işte O'nu bilmeyen O'nu beğenme kibrine düşebilir!..

Ya da beğenmeme..

Bu da en güzel karşılıktır onlar için..
Yeterli cezadır bu yüzden Allahsız olmaları!..

İşte bak "edinilemez" olandır O!..

Düşüncesi dahi akılda tutulamazken! nerde bir cahilin Allah hakkında bir şeyleri doğru konuşabilmesi?! Ki haline rağbet olsun..

İman edenler müstesna..Çünkü Allah onları kendine dost edinmiştir.

Hem "herşeyden önce" olması.Hem de Hayy/diri, yani canlı olması sebebiyle bu böyledir..

Akıllı ol..Bu yüzden kibirli olmamalısın..

Yaratıcı nasıl "edinilebilir"? O yaratıcıyken..

"Tanrı" kavramına sığmaması da işte bu yüzden..

O'nu ancak yine kendisi kavrayabilir!...

İnsanların imtihan hakikati de o yüzden..
Ne büyük kendini bilmezliktir O'nun bir put gibi edinilebileceğini zannetmek!

Yarattıklarını bile hiç kimse kendine edinemezken "Ben beendim, bunu kendime alayım, edineyim" tavrıyla olur mu hiç !..

Ey kafirlik kibrine düşmüş zavallı..Ya da kendini gizleyen! Allah de gönlünden bir. Yukarıdan düşündüğün şey yukarıyı yaratıyor!
Yazık etme kendine!..Kendi kendini aşağılıyorsun! Allah de gönlünden bir! Allah diyen mahrum olmaz!

...Sabrediniz, sızlanmayınız...

...>>Sabrediniz,>>sızlanmayınız<<...

Abdulkadir Geylani

kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder

...Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste

Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra >>istemeyeceğim<<" deme Duaya devam et Eğer istediğin şey ezelde senin için >>takdir edilmiş ise<<, Allahü teâlâdan >>istedikten sonra<<, Allahü teâlâ onu sana gönderir.

Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise,

Allahü teâlâ >>seni o şeye muhtaç kılmaz<<
ve
>>kendinden gelenlere rıza gösterme >>nimetini<< ihsan eder

---------devamında babamızın verdiği örneklerden biri şöyle--------------

...Eğer, >>ezelde borçlu olmak takdir edilmişse<< ve sen de >>borçtan kurtulmak için dua edersen<<,

Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir

Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir ...

Abdulkadir Geylani hazretlerinden

Sır

Sırrın tasavvuftaki manası: Yakın olsan da bilemeyeceğin, içinde hissetsen, bilsen de anlayamadığın, bilemediğin...

ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNDEN

* Allah’ın muhabbetinde samimi olan, ne ayıp işitir, ne de kulağına ayıp gider
* Müminin adeti önce düşünüp sonra konuşmaktır Münafık ise önce konuşur, sonra düşünür
* Kendine bir ağırlık veren kimsenin hiçbir ağırlığı yoktur
* Hüzünsüz bir neşe ve darlıksız bir bolluk olmaz
* İnsan Allah’a kalıbıyla değil, kalbiyle ibadet eder
* Kalp Kitab ve Sünnete göre amel ederse kurbiyet (yakınlık) kazanır Bunu kazanınca da neyin kendi lehine ve aleyhine, neyin Allah için veya başkası için, neyin de hak ve batıl olduğunu bilir ve görür
* Tasavvuf yolu zâhirî ve bâtınî hükümlere riayet etmeyi ve her şeyden fânî olmayı gerektirir
* Yerini bilmeyene kader yerini öğretir
* Sahte rabler boyundan çıkarılıp atılmadıkça, sebeplerle ilişik kesilmedikçe, fayda ve zararı insanlardan bilmeyi terketmedikçe kurtuluş mümkün değildir
* Kur’an’dan, hakkında tartışarak değil, içindekilerle amel ederek faydalanın
* Sûfî bâtınını ve zâhirini Allah’ın Kitabına ve Resulünün sünnetine uyarak arıtandır O, sâfiyeti arttıkça vücud denizinden çıkar; iradesini, dilek ve ihtiyarını terkeder
* Kalp sâlih olunca dâimî zikir elde edilir ve kalbin her tarafına Hakk’ın zikri yazılır Böyle bir kalbin sahibinin gözleri uyuyabilir ama kalbi Rabbini zikreder
* Sabır, hayrın temelidir
* Sağlam bir kalp tevhid, tevekkül, yakîn, tevfik, ilim, iman ve kurbiyet ile dolar
* Mürid tevbesinin gölgesinde, murâd ise Rabbinin inayetinin gölgesinde kâimdir
* İnanan kimse Allah’tan başka kimseden korkmaz ve başkasından hiçbir şey beklemez
* Zâhir fıkhını öğren, sonra bâtın fıkhına yönel
* Zâhir ilimleri görünen kısmın ışığıdır Bâtın ilimleri ise görünmeyen kısmın
* Bâtın bilgisi, seninle Rabbin arasındaki ışıktır
* Kaderin gelmesinden rahatsız olma, onu kimse döndüremez ve kimse engel olamaz Takdir olunan şey mutlaka gerçekleşir
* Bidâyetin zorluklarına sabrederseniz nihayetin rahatı size ulaşır
* Bidâyet sıkıntıdır, nihâyet ise sükûn
* Sâlihlerin kalpleri faydayı da zararı da Rablerinden bilir
* Zühd ve tevhidi sağlam olan kişi, halkın elini ve varlığını görmez Allah’tan başka veren ve üstün kılan görmez
* Sıddîk gözünün, güneş ve ayın değil, Allah’ın nuruyla bakar
* Hayânın hakikati, yalnızlıkta ve toplulukta Rab’dan utanmaktır
* Kalp sırra, sır da Hakk’a itimat ederek sükûn bulur
* Her çeşit hayır Allah katında, her çeşit şer de başkalarının yanındadır
* İnsanlar arasında zenginle fakir ayırımı yapan kurtuluşa eremez
* Bütün insanlar seni kendi menfaati için ister, Allah ise seni senin menfaatin için ister
* Geçim yollarının yaratıcısını unutup geçim yollarına takılıp kalan, bakiyi unutup fani ile sevinen kimse ne kadar da cahildir!
* Dünya bir topluluğa, ahiret bir topluluğa, Hak (cc) da bir topluluğa aittir
* Tasavvuf yolu sâlihleri görüp onların sohbetlerini ezberlemekle katedilmez
* Resulullah hariç her mahluk perdedir; Resulullah ise kapıdır
* Hak’tan korkanın korkusu arttıkça kalbi ona korkuyu unutmayı öğretir Onu Hakk’a yakınlaştırır Ona müjdeler verir
* Sûfîlerden biri demiş ki: “Fâsığın yüzüne ancak ârif kullar güler”
* Bir şeyi hatırlamak Allah’ı unutturuyorsa, o şey o kişi için uğursuzdur
* Kulun kalbi Rabbine erince Rabbi onu kimseye muhtaç etmez
* Sûfîlerin geceleri gece, gündüzleri de gündüz değildir
* Sûfîler ‘niçin’i, ‘nasıl’ı, ‘yap’-‘yapma’yı unutarak, kendilerini Rablerinin önüne atmışlardır
* Sûfîler ahirete göre akıllı, dünyaya göre delidirler
* Hakk’ı bulursan eşyayı ondan görürsün Ne düşmanın kalır, ne üzerinde hakkın olan biri
* Allah’ı bilen kimsenin O’na karşı iradesi kalmaz
* Allah’tan başka herşey puttur
* Allah’a ancak, O’ndan başka herşeyi terkeden kimseler yaklaşabilir
* Eğer O’nu bilseydiniz başkasını inkar eder, sonra da O’nun gayrısını O’nun vasıtasıyla bilirdiniz
* Teslim ol, rahat bul
* Allah’ı arayan O’nu bulur
* Faydayı ve zararı Allah’ın dışındakilerden bilenler Allah’ın kulu değildir
* Tövbe, yönetim değişikliğidir
* Sûfîlerden biri demiş ki: “İnsanlar hakkında Allah’a uy, Allah hakkında insanlara uyma!”
* O’nun uğrunda mücahede edene O hidayet yollarını gösterir
* Veliliğin şartı gizlenmek, nebiliğin şartı açıklamaktır
* Nasibin olanı kaybetmezsin, onu senden başkası yiyemez O başkasının nasibi olmaz Nasibini ona hırs göstermekle elde edemezsin
* Günahların kötü bir kokusu vardır Allah’ın nuru ile bakanlar bunu anlar, fakat halktan gizler, onları rezil etmezler
* Akıllı kimse ölümü düşünen ve kaderin getirdiğine razı olandır
* Allah Teâlâ rızıkların taksimini bitirmiştir Rızıkta zerre miktarı artma ve eksilme olmayacaktır
* Dünya herkesi boğacak kadar engin bir denizdir
* Şöyle denilmiştir: “Şeriatın şahitlik etmediği her hakikat zındıklıktır”
* Allah’ı tanıyan O’nu sever O’nu seven O’na uyar
* Zâhid olan kalptir, ceset değil
* İlim kılıç, amel el gibidir El olmadan kılıç kesmez Kılıç olmadan da el kesmez
* Kur’an’ın iki yönü vardır: O’nun elinde olan yönü, bizim elimizde olan yönü
* Belâlar kula Cenab-ı Hakk’ın kapısını çalmayı öğretir
* Derdi de yaratan O’dur, devayı da O kendisini öğretmek için belâya mübtela kılar Böylece hem belâ verebileceğini, hem de bunu kaldırabileceğini gösterir
* Rabbinizin kereminden dileyin, icabet etse de etmese de O’ndan isteyin Çünkü O’ndan istemek ibadettir
* O’nu tanısaydınız, O’nun önünde dilleriniz lâl kesilirdi; kalpleriniz ve diğer uzuvlarınız her halinde edepli olurdu
* Sâlihlerden birisine “Neyi arzu ediyorsun?” diye sorulduğunda, “Arzu etmemeyi arzu ediyorum” diye cevap verdi
* Sûfîlerin yolculukları Hakk’a kurbiyet ülkesinde son bulur
* Yolculuk, kalbin yolculuğudur Vuslat, sırların vuslatıdır
* Allah’ın takdirini O’nun aleyhine delil yapmayın; çalışın, çabalayın
* Kader üzerinde durup onu delil göstermemiz uygun değildir Bilakis biz çalışır, çabalar ve ne itiraz, ne de tembellik etmeyiz
* Sûfîler Allah Teâlâ’nın Kendisinden başka bir şey istemezler Onlar nimeti değil, nimet bahşedeni, halkı değil Hâlık’ı isterler
* Sevenle sevmeyen rıza halinde değil, hoşnutsuzluk halinde belli olur
* Marifet ve ilim, öz ile kabuğu birbirinden ayırır
* Akıllı kişi, işlerin başlangıcına değil, sonucuna bakar
* İnsanların çoğunun helaki, küçük günahları sebebiyledir
* İlim öyle bir şeydir ki sen bütün varlığını ona adadığın zaman o sana ancak bir parçasını verir
* Bilgi hayat, bilgisizlik ölümdür
* Bu ilim [tasavvuf ilmi], kitap sayfalarından değil, Allah erlerinin ağzından alınır
* Dünya hikmettir, ahiret ise kudret Hikmet alet ve sebeplere ihtiyaç duyar, kudret ise duymaz
* Mümin dünyada, zâhid ahirette gariptir Ârif ise Allah’ın dışındaki her yerde gariptir
* Dünya nefslerin, ahiret kalplerin, Allah ise sırların sevgilisidir
* Ârif, Allah’a her an bir öncekine göre daha yakındır
* Ârif hem dünyada, hem de ahirette yabancıdır
* Bu işin başı Allah’tan başka tanrı olmadığına şehadet etmek, son noktası ise bütün nesneler ve davranışların birbirinin aynı olmasıdır
* Nefsine hiçbir hâli ve makamı nispet etme!
* Ademoğlunun başına gelen her türlü belâ, Rabbinden şikayet etmesi yüzündendir
* Amelinin karşılığında ödüllendirilmeyi bekleyen, muhlis değildir
* Ahireti isteyene dünyada zühd gerekir; Allah’ı isteyene ise ahirette zühd gerekir
* Kazayı engelleyen dua, yine kazayı önlemesi mukadder olan duadır
* Herşeyde O’nun isimlerinden bir isim mevcuttur, herşeyin ismi O’nun ismindendir

Geylani hazretlerinden

O’nu tanısaydınız, O’nun önünde dilleriniz lâl kesilirdi; kalpleriniz ve diğer uzuvlarınız her halinde edepli olurdu.

Geylani hazretlerinden

Abdulkadir Geylani hazretleri

Büyük islam âlimlerinden ve evliyanın meşhurlarındandır Künyesi, Ebu Muhammed'dir Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır İran'ın Geylan şehrinde 1078 (H471)de doğdu Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem şerifdir Abdülkadir Geylani hazretleri 1166 (H561)'da Bağdad'da vefat etti Türbesi Bağdad'dadır
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir: Birisi (Nübüvvet yolu) olup, aslın aslına kavuşturur Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu yoldan vâsıl oldular Sonra gelenlerden pekaz zevât da, bu yoldan ermiştir Bu yolda sebebe, vasıtaya lüzum yoktur Bir kâmil ve mükemmilin sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp ilerlerler İkinci yol, (Vilâyet yolu)dur Kutblar, Evtâd, Nücebâ, Büdelâ ve bütün Evliyâ bu yoldan vâsıl olmuştur Bu yola, (Sülûk yolu) da denir Bu yolda, vasıta, aracı lazımdır Her iki yolun reisi ve rehberi Resûlullahdır Vilâyet yolunun imâmı, feyz kaynağı, hazret-i Alîdir Bu yolda, Resûlullah onu vekil etmiştir Hz Fâtıma ve Hz Hasan ile Hz Hüseyin onunla ortaktırlar Bu yolda gidenlerin hepsine feyz ve hidâyet, hazret-i Alînin aracılığı ile gelir Ondan sonra hazret-i Hasan ve Hüseyin bu vazifeyi teslim aldı Bunlardan sonra, sıra ile, oniki imâmın evlâdına verildi Sonları olan Muhammed Mehdîden sonra, başkasına verilmedi Bütün Evliyâya feyz ve hidâyet bunlardan gelmeye devam etti Abdülkâdir-i Geylânî kemâle gelince, bu mansıb, ona verildi Bundan sonra da, kimseye verilmediği keşf ve müşâhede ile anlaşılmaktadır Vefâtından sonra da, kıyâmete kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden gelmektedir Her asırda gelen müceddidler, onun vekîlleridir İmâm-ı Rabbânî hazretleri (Nübüvvet yolu) ile vâsıl olduğundan, vasıtaya ihtiyaçları yoktur Hz Ebû Bekr-i Sıddîk, nübüvvet yolunda Resûlullahın vekilidir

Abdülkadir Geylani hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zat olacağına dair alametler, işaretler görülmüştü Babası rüyasında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshab-ı kiramı radıyallahü anhüm ve evliyayı gördü Peygamber efendimiz kendisine; "Ey Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kamil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlad ihsan etti O benim oğlum ve sevdiğimdir Evliya arasında derecesi yüksek olacak" buyurdu

Doğduktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti Ramazan-ı şerifte gün boyunca süt emmez, iftar olunca emerdi Bu halini şu beyti ile anlatır:
Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi
Doğduğu senenin ramazan-ı şerif ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti Bunun için ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüt edildi Halk annesine çocuğun süt emip emmediğini sordular Emmediğini öğrenince, ramazan-ı şerifin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devam ettiler
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerine, "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular Buyurdu ki:
"Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım Asla yalan söylemedim Yalanı kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim İçim ile dışımı bir yaptım Bunun için işlerim hep rast gitti Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi Korktum, geri döndüm Evimizin d----- çıktım Gözüme, hacılar gözüktü Arafat'ta vakfeye durmuşlardı Anneme gidip; "Beni Allahü teâlânın yolunda bulundur İzin ver, Bağdad'a gidip ilim öğreneyim Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim" dedim Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı "Haydi Allah selamet versin oğlum Allahü teâlâ için ayrıldım Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi Küçük bir kafile ile Bağdad'a gitmek üzere yola çıktım Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi Kafilemizi bastılar Kervanı soydular İçlerinden biri benim yanıma geldi "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu "Kırk altınım var" dedim "Nerededir?" dedi "Koltuğumun altında dikili" dedim Alay ediyorum zannetti Beni bırakıp gitti Bir başkası geldi, o da sordu Fakat, o da bırakıp gitti İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler Reisleri beni çağırttı Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı Yanına gittim "Altının var mı?" dedi "Kırk altınım var" dedim Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi Söküp, altınları çıkardılar "Neden bunu söyledin?" dediler "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim Verdiğim sözde durmam lazım" dedim Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler Sonra, hepsi tövbe ettiler Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler İlk defa benim vesilemle tövbe edenler, bu altmış kişidir"

Abdülkadir Geylani efendi, Bağdad'a geldi Buradaki meşhur âlimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti
İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı Hocası Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu Zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler Derslerine devam edenler arasında pek çok âlim yetişti

Abdülkadir-i Geylani hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşad ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaaz vermeyi bıraktı İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra sahralara çıktı Bağdad'ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibadet, riyazet ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı Buyurdu ki:
Irak'ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu Bazan uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryadını duyardım Bazan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu Bu sırada; "Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır" mealindeki İnşirah suresinin beşinci ve altıncı ayet-i kerimelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi"
Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyafetlere bürünüp toplu halde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim İçimden bir ses; "Ey Abdülkadir! Onlarla mücadele et, onlara galip geleceksin" derdi İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım" diye beni tehdit ederdi Canu gönülden, "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" okuyunca, onun tamamen yandığını görürdüm
Bir kere Abdülkadir Geylani hazretleri şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım” Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Euzü çekti "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım Sus ey mel'un!" diye bağırdı Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım" dedi Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helal ettim, sözünden anladım Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez" buyurdu
Başka bir kere gayet çirkin ve pis kokulu birisi geldi "Ben iblisim, şeytanım Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun" dedi "Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş" dedim Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim İkinci defa elinde büyük bir ateş kıvılcımı ile hücum etmeye başladı Bu esnada elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma geldi Yine onu mağlub ettim Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm Gayet üzgün olarak; "Senden ümidimi kestim Galiba seni yoldan çıkaramayacağım" dedi "Sus ey mel'un!" dedim ve kovdum Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı
Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü "Bunlar nedir?" dedim; "Dünya zevkleri ve zinetleridir" denildi Dünya ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nimetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu Onlara hiç kıymet vermedim Bunun için kaybolup gittiler Sonra Allahü teâlânın rızasına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan manileri, engelleri gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Senin içinde bulunan manilerdir" denildi Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım
Sonra içimi seyrettim Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Arzu ve isteklerindir" denildi Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim
Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm Bir sene mücadele ettim Allahü teâlânın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum Kısaca nefsimle tedricen, safha safha mücadele ettim Onu iki elimle sımsıkı yakaladım Yıllarca ıssız, sessiz, sadasız yerlerde kalmaya mecbur ettim Kerh harabelerinde yıllarca kaldım Yiyecekler malum; otlar, ağaç yaprakları Dünya sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün gelebilmek için her çareye başvurdum Gördüğüm her yokuşa tırmandım Nefsime hiç fırsat vermedim Bir gece merdivende kitap mütalaa ediyordum Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın" dedi Ona muhalefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum Kur'an-ı kerimi hatmedinceye kadar uyumadım
Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim Aradığımı fakirlik kapısında buldum Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi Bütün beşeri sıfatlarım kayboldu Gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım"
Nihayet bütün varlıklardan yüz çevirdim Her şeyim Allah için oldu
Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsan olundum Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu Bunun için çok yiyecek buldum Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu Sonra böyle yapmaktan haya ettim Allahü teâlâya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim
Nihayet Abdülkadir Geylani hazretleri Bağdad'da insanları irşada, Allahü teâlânın beğendiği yolda bulunmaya davete ve nasihat etmeye başladı Bir gün kendini nurların kapladığını gördü Bu hal nedir diye sorunca, Resulullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi Nurun git-gide çoğaldığı bir anda Resulullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler Sonra; "Bu, kutubluk denilen velilere ait evliyalık elbisesidir" buyurdular
Abdülkadir Geylani hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi
Birgün, minberde oturmuş vaaz ediyordu Birden süratle en son basamağa indi Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevazi bir şekilde durdu Bir müddet sonra minbere çıktı Eski yerine oturdu ve vaazına devam etti Oradakilerden birisi, ne oldu diye sual edince; "Ceddim Resulullah'ı gördüm Geldi ve minber önünde durdu Haya edip, son basamağa indim Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vaaz etmemi emr etti, dedi
Sohbetlerinde bazan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi Haftada üç gün, cuma, salı ve pazartesi gecesi halka vaaz ederdi Vaazında, âlim ve evliyadan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzur içerisinde dinlerlerdi Kırk sene böyle devam etti Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hal altmış yaşına kadar devam etti Huzurunda Kur'an-ı kerim tegannisiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu Dört yüz âlim onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı Sorulan suallere gayet açık ve doyurucu cevaplar verirdi
Derin ilim sahibi idi On üç çeşit ilimde ders verirdi
Önce lazım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi Cubbai ismindeki bir zat anlatır:
Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabi Hilyet-ül-Evliya kitabını birisinden dinlemiştim Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibadetle meşgul olmak istedim Gidip Abdülkadir Geylani'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum Bana bakıp; "Eğer inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen rehber zatların, yani mürşid-i kamillerin huzurunda edeb öğren Daha sonra inzivaya, yalnız ibadete başla Yoksa, ibadet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek icabeder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın" buyurdu
Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihan etmek için huzuruna gelip oturdular Bu esnada Abdülkadir Geylani hazretlerinin göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nur çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti Âlimleri bir hal kaplayıp, Abdülkadir Geylani hazretlerinin ayaklarına kapandılar Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suallerinizi sorun buyurdu Her biri suallerini sorup, hemen cevabını aldı Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzurunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık Suallerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık" dediler
Ebu Sa'id Kilevi şöyle anlatmıştır:
Ben, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin meclisinde iken, Resulullah efendimizi ve enbiyayı gördüm Melekler onun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi Bir defasında da Hızır aleyhisselamı görmüştüm "Her kim dünyada kurtuluşa ermek ve saadete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkadir'in meclisine devam etsin!" buyurmuştu
İbn-i Kudame şöyle söylemiştir:
"1166 (H561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkadir-i Geylani hazretlerini ilmin zirvesine yükselmiş gördük O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sahipti Onun gibi bir zata daha hiç rastlamadık"
Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile meşgul olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi Felsefenin kaynağı akıldır Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünya ruh, alem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yahut tamamen değişir Bu itibarla sonra gelenler önce gelenleri daima tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar Akıl yalnız başına yol gösterici değildir Dinin rehberliğine muhtaçtır Yoksa sapıtır Bunun için din büyükleri itikadın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir Nitekim İbn-i Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgul olduklarından sapıtmışlardır
Çok sabırlı idi Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zat gelmişti Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkadir Geylani hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim" buyurdu Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti
Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi Az konuşur, çok sükut eder, konuştuğunda gayet cazib, açık ve net konuşurdu Şahsı için kızmaz Din hususunda asla taviz vermezdi Misafirsiz gece geçirmezdi Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerim ve lütufkar kimse olamaz" kanaati hakim olurdu Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasını muhafaza ederdi Kendisine kötü davrananları affederdi Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıya onun vasıtasıyla tövbe etti Köleleri satın alıp, azad ederdi Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi Ambarında helalden kazandığı buğday bulunurdu Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi:
"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"
Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi
Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazifeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzumlu şeyleri satın alırdı Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi Kendini ziyarete gelenlere saygı gösterir, tevazu ederdi Çok günler, et ve yağ yemezdi Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler Çarşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi Gönüllerini hoş etti
Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesile ederek, araya koyarak Allahü teâlâya dua ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı Buyururdu ki:
"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesile edip Allahü teâlâya yalvarsa derhal sıkıntısı gider Şiddet anında her kim benim ismimi ansa derhal rahata kavuşur Abdülkadir Geylani’nin hürmetine diyerek, her kim Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, derhal işi görülür"
Bir defasında; "İyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık" buyurdular
Cinler de kendisinden çekinir, itaat edip sözünü dinlerlerdi
Duası makbul idi Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyada azab içerisinde gördüm Bana Şeyh Abdülkadir'e git, bana dua etsin Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır" dedi Bunun için sana geldim Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun" dedi Abdülkadir Geylani hazretleri sükut buyurdu Bir şey söylemedi O şahıs ikinci gece babasını rüyasında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; "Baba, dün azab içindeydin, bugün ise neşelisin Sebebi nedir?" diye sordu Babası; "Şeyh Abdülkadir bana dua etti Allahü teâlâ onun duası hürmetine beni azaptan kurtardı" dedi
Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı Cuma günleri camiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu
Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi
Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamayacağını söylerdi
Bir kadın, çocuğunu Abdülkadir-i Geylani hazretlerine getirip; "Oğlumun kalbini size tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu azad edip, size getirdim" dedi Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti Tarikatta süluke başlattı Bu şekilde devam ederken, bir gün annesi çıka geldi Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer halde buldu Bu hal ona dokundu Çocuğunu bırakıp, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin yanına girdi Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu "Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer" dedi Şeyh bunu duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillah!" yani Allahü teâlânın izni ile kalk, diril! buyurdu Tavuk hemen dirildi Şeyh, kadına hitaben; "Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin!" buyurdu
Ebü'l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve huzurunda oturdum Bana; "Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın" buyurdu Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nureddin beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani hazretlerinin o sözünü hatırlarım
Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü Abdülkadir Geylani hazretleri buyurur ki:
"Kerametler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir Kerametini gizlemeyen dünyaya düşkündür Bana talebe olan yahut evladımdan ve halifelerime bağlı olup, keramet derecesine ulaşıp, maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur"
Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile olan pekçok sözü vardır Bunlardan bazıları şunlardır:
"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması"
"Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir"
"Büyük âlimlere tabi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz Sabrediniz, sızlanmayınız Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız"
"Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz"
"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir Fakat kendi mahzundur Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir Halbuki kalbi mahzundur" buyurmaktadır Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşguldür Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir"
"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"
İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda:
"Mü'minin, en önce farzları yapması lazımdır Farzları bitirdikten sonra, vacib ve sünnetleri yapar Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz Hz Ali'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resulullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez" Mümin, bir tüccara benzer Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz" buyurdu
Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:
"Kötü arkadaşları terket Onlara sevgi duyma, salihleri sev Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hasıl olur Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak
Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür Allahü teâlânın kitabının ve Resulünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felah bulur kurtuluşa erersin"
Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında bulunan nimetler olmalıdır Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap"
Faydasız şeyleri bırakmak hususunda:
"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş Boş işlerle uğraşmayı bırak Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama Resul-i ekrem; "Hayat, ahiret hayatıdır" buyurdu"
İyi zan sahibi olmak hakkında:
"Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol Onlar hakkında niyetini düzelt Her türlü hayır işi yapmaya koş Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen âlimlere sor"
Dua hakkında:
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim" deme Duaya devam et Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir
Ahiret işlerini önce yapmak hususunda:
"Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap Zamanını, önce ahireti elde etmek için sarf et Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun kârı şeklinde yapma Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun Nefsine, heva ve isteğine hatta şeytana tabi olursun Ahiretini dünyaya karşılık satarsın Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selamet yoluna sokmakla emrolunmuşsun Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur Sen, nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin İpini onun eline verdin İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın Dünya ve ahiretini zarara soktun Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun Eğer dünyaya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun"
Yapılan nasihatı kabul etmek hakkında:
"Kardeşinin sana yaptığı nasihatı kabul et Ona muhalefet etme Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür Bunun için Resul-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır" buyurmuştur Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir Onun göremediği şeyleri bildirir Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır"
Acele etmemek hususunda:
"Acele etme Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır Acele şeytandandır Ağır ve temkinli hareket etmek Allahü teâlâdandır Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır Kanaat sahibi ol Kanaat bitmeyen bir hazinedir"
Gaflet hakkında:
"Allahü teâlâdan hakkıyla haya ediniz Gaflette olmayınız Zamanınız, zayi olup gidiyor Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor Halbuki Allahü teâlâyı anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir Onların kalblerini kuşatır Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur"
Allah için yapılmayan işler hakkında:
"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve bayağı niyetlerin için tövbe et
İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi Sevinçleri az, hüzünleri çoktu Az gülerdi Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"
Allahü teâlânın sevgisinde samimiyetin nasıl belli olduğu hususunda:
"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı Birisi Peygamber efendimize; "Ben seni seviyorum" deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla" buyurdu Bir başkası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum" deyince; "Bela için elbise hazırla" buyurdu"
Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dair:
"Halinizden şikayette bulunmayın Sabredin, feryat etmeyin Doğruluk üzere devam edin İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin Daima ümitli olun Birbirinize düşman değil, kardeş olun Birbirinize buğz etmeyin
Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyuruyor (Bekara suresi: 153)
Hayatı fırsat bilmeye dair:
"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz Tövbe ediniz Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz"
Kabir ziyaretine dair:
"Kabirleri ziyaret ediniz Salih kimseleri de ziyaret ediniz Hayırlı işler yapınız Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir"
Günahlardan sakınmak hususunda:
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu"

Hasedin, Allahü teâlânın gazabına sebep olacağı hususunda:
Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır Mevlanın yanında kıymetin kalmaz Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır," buyurdu" diye bildirmiştir Resul-i ekrem bir hadis-i şerifte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer" buyurdu Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez..

//Yardım edenden tavsiyeler..

Bak bir şu marifetli harflerin rableri huzurunda hiç sesleri çıkıyor mu..

Sen de işte onlar gibi ol rabbin huzurunda..

Allah'ın huzurunda bir sükut et bak nefsin sana nasıl da özenecek...
Susacak..

Daha soracak mısın huzur nerede diye?

Bilmedin mi Allah bize şahdamarımızdan yakın.

Sükut et O'nun huzurunda..

Neyi sorup duruyorsun nefsine..
O Vekil değil mi herşeye?..

Neyi merak ediyorsun?..
Nefsinle tartışıyor, ona uyuyorsun..

O'nun huzurunda şu harfler gibi ol da sükut et lütfen...

Bak göreceksin o zaman huzur nedir..Kimindir?
Kimin huzurundasın..

//İbn-i arabi hazretlerinin sözüne başka bir şerhim

Ancak Ondan baskasını gören kimse O'na tevekkul eder.

- O'nu gören kimse gözün görmesinin de Ondan olduğunu yine O'nunla görünce artık görmeyi bırakır.. aynen böyle de herşeyi Ona teslim eder yani Hakk olanı teslim eder.Tevekkülünde O'ndan olduğunu bildiği için tevekül etmez tevekkülle olur..Tevekkülle olan varlık Onun üflediği ruhudur..O'nu da Ona teslim eder..Zaten öyledir..

Allahı tanıyan biri nasıl ona ibadet eder, hayret ediyorum?

-Halbu ki O ibadet Ona yine Ondandır..Herşeyin Ondan olduğunu bilen nasıl bir şeyi kendine ait görebilir ki günah işlesin...Bu şeyi bilen günah işleyen olmaya nasıl cesaret eder?..Allah hiç günah işler mi? Bunun cevabını bilen günaha değil sevab işlemeye nasıl kudret bulur...Bulursa yine Onunla bulur..Onunla bunu hakikaten bulan sadece ağlar durur..

ibadet eden rabbi hakkında kötü zan besler,

-Kendinden yaptığına inandığı ibadet nasıl Ona layık olabilir..Kimi zaman uyuklar kimi zaman ibadetten gafil olur hiç bi zaman mükemmel ibadet edemez de nasıl olur bu ibadeti Ona layık görür..

günah işleyen rabbi hakkında iyi zan besler.

-Herşeyin Ondan olduğunu görebilen günah içinde bulursa kendini mağrifetine sığınır Allah affedici Allah boş iş yapmaz bilir

ibadet nura götürür, günah ise atese götürür.

-Allah hidayet edendir..Allah hesap görendir


Nur atesten daha yakıcıdır.

-Allah batındır tümden zahir olup gözleri ve şeyleri o nurunun parlamasında yok etmez.

bildiklerinin bildirdiklerinin en doğrusunu bilen ancak Allahtır..Varım diyen kendini göstersin..

//"SEN" de! yakın ol

Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.

ENBİYÂ - 87

O halkın ilgisizliğinden Allah'ın emrini dinlemedi ve kaçtı..Allah onu denizde fırtınaya maruz bıraktı..sonra kendi isteğiyle onu denize attılar..düşün fırtınalı denizde herkez tarafından terkedilmiş ve yalnız olarak kaldı ve onu bir de bir balık yuttu..Düşün onu kaçıranlar halktı..ama Allah onların bu zulmüne ve yunus aleyhisselamın bu kaçışıyla hem kendine hem de onlara etmiş olacağı..yani herkezin kendine yapmış olacağı zulme müsade etmedi..Ama herkez kaçtığı için onlara, bilhassa öncelikle görevli olana, "Yakin"i tecrübe ettirdi..Ve işlerin ne olursa olsun aslında kimin elinde olduğunu kimin esas tesir sahibi olduğunu, esas varlık sahibinin kim olduğunu yakınen bildirdi..ve artık görevli olan Yunus aleyhisselam "Hu" (O) demedi.. "SEN" dedi..

O , dertli dertli Rabbine niyaz etmişti .

Kalem 48

Yunus’un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus’un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.

Yunus 98

"Ondan başka ilah yok" ile "Senden başka ilah yok" zikirleri arasındaki farkı bilmelisin..Yakın sahibi olmalısın. Yoksa hem kendine hem de başkalarının kendi kendilerine ve sana zulmetmelerine sebep olursun.. Fırtınalı denizlerde karanlıklar içinde kalıp, kendimize zulmetmeden önce "Sen" zikrine ulaşmamız için Allah bize öğüt veriyor..O büyükler bize bunu öğretmek için asla dayanamayacağın mahrumiyetleri yükleniyorlar.. bunun için ölümü göze alıyorlar..Seni zorluyorlar..Fırtınalara bırakıyorlar...Kendine ve başkalarına zulmetmemen için sana "yakın"ı açıklıyorlar..Şahdamarından yakın olanı bil!..Başkalarına "O!O!" deyip kendini paralayacağına..İftiralarda bulunacağına! Asıl sen önce "O"nu bil de "SEN" diyebil..

//Ya ben söylemeyim de öleyim mi?

Bak İbn-i arabi hazretleri ne diyor..

...Allahı tanıyan biri nasıl ona ibadet eder, hayret ediyorum? ibadet eden rabbi hakkında kötü zan besler, günah işleyen rabbi hakkında iyi zan besler. ibadet nura götürür, günah ise atese götürür. Nur atesten daha yakıcıdır.

Muhyiddın ibn Arabi (r.a.)

İlk önce İbadet ne demektir onu bilmelisin..

"Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler" (Ra'd: 15)

Bu sırra değinen pek çok ayetten sadece bunu ele alalım..Bak isteyerek ya da istemeyerek "secde" eder diyor. Yani demek ki İbadet kurana göre sadece namazdaki secde değimiş! evet.. Bu arada O halde dikkat ettiysen namazdaki "secde" bundan nasıl ayrı oluyor?..Çünkü ister istemez "secde eder" deniliyor..Yani sen şöyle desen "ben sizin bildiğiniz gibi secde etmiyorum ama siz bilmiyorsunuz aslında ben de secde ediyorum!" bu sözünde yanılmış olursun. Nedeni de şu ki "Sen bu ayrım yaptığın sözünün hakikatine göre istesen de istemesen ha öle ha böyle mutlaka secde ediyorsun!" Böylece bunu bizim alnımızla yaptığımız secdeden ayrı tutman manasız oluyor..ve kendi sözünde gerçeğinle çelişmiş oluyorsun. Yani ibadetinin tam olduğunu söylemeye çalışsan da bak görülüyor ki ibadetin eksikmiş!..İbadet etmiyormuşsun aslında.. Nasıl oluyor peki?

Sen, kötünün ve iyinin , yani "alemdeki her varlığın her başka bir varlığı "hayra" ve "doğru"ya eriştirebildiklerinin farkındayken" ! Nasıl oluyor da sen bunlardan ayrı bir üslupta böyle hepsinin üstünde onları inkar ederek konuşabiliyorsun ? Yani demem o ki senin (ya da benzerlerinin) kendini diğerlerinden ayrı kılmanıza sebep olan bu üstünlük nedir ? Bu üstünlük hakkını sen nereden buluyorsun ? Bu bize idrak ettirmeye çalıştığın hakikati bildiğin halde!

Bak ben bir üstünlük göstermiyorum sana sadece bilgi olarak soruyorum ; madem sen bu dediğinin kastettiğinin farkındasın! o halde sen neye dayanarak kendini alemdeki diğer bir varlıktan bu açıdan üstün görebiliyorsun? Senin ayrılığın nasıl oluyor bu ortaklıkta ?

Ya da böyle bi ortaklık nasıl oluyor?

Sen de topraktan ve bu alemden yaratılmadın mı ?

Ruhundan kaynaklı bir üstünlükse..Senin ruhun Alemlerin tek ve bir olmayan başka bir tanrısı var da ondan mı geliyor ?

Bunlar kendini hayırlı olarak diğerlerinden ayırman sebebiyle alemin varlığından benliğine gelen sorulardır...Ve inanıyorum sen bu soruları kibrini aşarak ölmeden önce güzelce cevaplandırıp karşılık vereceksin..İnşaAllah..

"Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler" (Ra'd: 15)

Bu arada baştaki söze biraz daha dikkatli bakmalısın..Çok çok dikkatli bakmalısın..Sevgiyle bakmalısın..Secdeyle bakmalısın..Yoksa şeytan gibi Allah'ı ve emrini istemeyip boş bir kibirle ömrünü toprakla!, alemle! üstünlük yarışında harcayabilirsin..Halbu ki senin bir ruhun vardır...Alemlerin çok özel bir ve tek olan rabbi vardır..O'na isteyerek secde etmen duasıyla...

Veysel

Karenliler Küfe'den döndükleri zaman Veysel kavmi arasında saygı görmeye başladı.Ama o bunu istemiyordu. Bu nedenle kaçıp tekrar Küfe'ye geldi. Bundan sonra Harem bin Heyyan dışında kimse onu bir daha görmedi. Harem diyor ki, Veysel'in şefaatta hangi dereceye ulaştığını işitince onu görme arzusu bana galebe çaldı. Küfe'ye giderek onu aramaya koyuldum. Tesadüfen Fırat sahilinde abdest alıp elbise yıkarken buldum. Onu tanıdım. Tıpkı işittiğim sıfatlara sahip biri olarak buldum. Selam verdim, selamımı aldı ve bana baktı, Allah seni bağışlasın nasılsın dedim. Halinin zayıf olması ve ona olan mahabbet ve merhameti"n" nedeniyle beni bir ağlama tuttu.

O da ağladı ve: "Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Allah ömürler versin, nasılsın, seni bana kim klavuzladı?" "Benim ve babamın ismini nereden bildin, beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" "Hiçbir şey ilminin dışında kalmayan ve herşeyden haberdar olan bildirdi ve ruhum ruhunu tanıdı,zira müminlerin ruhları birbilerine aşinadır."

"Bana Resulullahtan (s.a.v.) bir hadis rivayet et." "Ben onunla görüşemedim, ama hadislerini başkalarından dinledim. Ancak muhaddis, müftü ve müzekkir (vaiz) olmak istemem. Zira benim işim nefsimledir, bundan vazgeçemem."

"Okuyacağın bir ayeti dinlemeyi arzuluyorum." Veysel bunun üzerine eüzüyü çekti, hıçkırarak ağladı ve, 'İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.'[ZARİYAT 51:56] 'Biz yeri, göğü ikisi arasındaki şeyleri oyun olsun diye yaratmadık, bunları ancak hak ile yarattık. Lakin insanların çoğu bunu bilmezler' [DUHAN 44:34-48] mealindeki ayetleri okudu. Ve öyle bir nara attı ki,az kalsın aklı başından gitti. Sonra bana dönüp sordu: Ey Heyyan'ın oğlu,seni buraya getiren nedir?" "Seninle huzur ve dinginlik bulmak." "Ulu ve yüce Allah'ı tanıyıp da Ondan başkasıyla huzur ve dinginlik bulan birini hiç görmedim, tanımadım!"

"Bana öğüt ver."Yattığında, ölümü yastığın altına koy, kalktığında göz önüne getir. Günahın küçüklüğüne bakma, kendisine karşı günah işlediğin zatın büyüklüğüne bak. Eğer günahı küçük görürsen Allah'ı küçük görmüş olursun."

"Nerede oturmamı emir buyurursun?" "Şam'da." "Orada geçimimi nasıl sağlayacağım?" "Üzerinde şirk galip olan ve öğüt kabul etmeyen gönüllerden elaman!" "Başka bir nasihat daha lütfeder misin?" "Ey Heyyan'ın oğlu! Baban öldü. Adem,Havva, Nuh,İbrahim,Musa,Davud,Muhammed de (s.a.v.) vefat etti.Resulullah'ın halifesi Ebu Bekir ahirete göçtü, kardeşim Ömer de öldü. Vah Vah Ömer'im." "Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun, henüz Ömer ölmedi." "Hak Teala bana Ömer'in acı haberini vermiştir. Sonra ben ve sen de öleceğiz," dedi ve salavat getirdi, dua etti. "Benim sana nasihatim şu olsun," dedi:

"Ulu ve yüce Allah'ın Kitabında gösterilen ve salihlerce tutulan yola sıkı bir şekilde sarıl, ölümü hatırlamaktan bir an gafil olma, kavmine varınca onlara nasihat et, Allah'ın mahlukatına öğüt vermekten geri durma, ümmetin cemaatine (ve ehl-i sünnete) uyma halinden bir adım bile geri atma, yoksa farkına varmadan derhal dinden çıkar, cehenneme yuvarlanır gidersin."

Sonra biraz dua etti. Ve: "Ey Heyyan'ın oğlu, haydi şimdi buradan git, ne sen beni göreceksin, ne de ben seni! Seni hayır duayla anacağım. Sen de beni duadan unutma. Sen şu taraftan git, ben de bu taraftan gideyim." dedi. Bir süre onunla gitmek istedim, ama bana izin vermedi ve ağladı, beni de bir ağlama tuttu. Bana anlattıkları sözlerin çoğu Ömer ve Ali'ye (r.a.) dairdir. Sonra ardı sıra ağladım ağladım...Nihayet gözden kayboldu, bundan sonra bir daha ondan haber alamadım.

hicbir şey yoktan varolmaz varken de yok olmaz

hani yağmurun inmesi için o su yok oluyor ya
ya da o yağmur duruyor "YOK" oluyor ya

O hep enerjiler maddeler yok oluyor var oluyor ya !

Ki düşün bak evren zaten yokmuş..

Kim var orda ?!

İzafi olan O yoklukta! Görünen, görünmeyen yaratmasıyla !...

O Seven-Sevilen zatıyla..

kim var o yoklukta...

O'nu GÖNLÜNDE bulmaya çalış

Gökte ve ötende sandığın TANRI'nı terket, sonsuz - sınırsız ALLAH'a yönel; O'nun, her noktada ve zerrede mevcût olduğunu farket ve O'nu GÖNLÜNDE bulmaya çalış!.

Ahmed Hulusi

Allah'a emanet ol

Vallahi de billahi de cahilin sözünden bir an olsun içerleme
Hangi kesimden olsun kim olursa olsun ister arılar gibi etrafını sarıp seni soksalar isterse ölümle tehdit etseler yine incinme onlara öfke duyarak kalbinin nurunu söndürme

Onlara öfke duyarda kalbinde bir karalık görürsen bil ki bu Allah'ın seni huzurundan ayırmak istememesindendir...Yoksa eğer düşünsene onlardan ne farkın kalır? Sen kendine Allah'ı vekil kıl! Seni Allah bilsin yeter!

Cahilin tehditinden korkma boştur..Onlara aldırış etme yoksa nefsinin eline düşersin şeytanlar seninle oynarlar..Onları susturmak cahilleri susturmaktan daha zordur, vallahi de billahi de sen cahillere kulak asma sabret, mücadele etme...Allah zaten onların cezasını vermiştir..bak yaptıklarından dönmemeleri rahatsız edici tavırları sadece kendilerinin azabını arttırır da farketmezler onlar..Onlara acı şefkat duy başka bir şekilde fevri olarak onlarla mücadele etmen senin de onlar gibi olmana ya da bağışlanabilecekleri yerde senin elinle daha çok batmalarına sebep olur..Bunu kalbine soruyorum! ister misin?!

Nefsine uyma onlar nefslerine uydular bak hoş mu hiç davranışları? Kendilerini göremiyorlar yoksa kavganın nesi güzeldir? Karışıklık çıkarmanın sataşmanın manası nedir? Bir insana eziyet etmenin evet eziyet etmenin nesi iyidir nesi akıldandır nesi güzeldir? Bunu bilmeyen insanların ettiği zulümle neden kendini meşgul ediyorsun, bırak geçsinler bırak gitsinler..Yaptıklarının kendi başlarına da gelebileceğini bir an düşünmüyorlar bundan daha büyük bir ceza olabilir mi onlara neyin cezasını sen vermekle uğraşıyorsun da kendini yıpratıyorsun!

Bırak sen doğrularla ol güzelliklerle ol, doğru yoldan ayrılma peygamberlerin yolundan ayrılma.istersen seni sokağa atsınlar isterseler işsiz yurtsuz güçsüz bıraksınlar bulaşma! baksana görmüyor musun ne kadar zavallılar! Düşün işte nefse uymak ne kötü bir şey gör bak savaşlar oluyor dünyada sen öyle insansın ki ister misin hiç savaş olsun da masumlar ölsün! İşte bunlar bu kadar kör bu kadar bilgiye muhtaç zavallılar onlarla neden aşık atıyorsun! Daha insan olduklarından! herşeyin kendi başlarına da gelebileceğinden haberleri yokken sen neden onların sözleriyle meşgul oluyorsun içini daraltıyorsun ? Herkez Allah'ın elindedir hiç bir zaman zulüm ebediyete kadar sürmez hiç bir zaman kötülük masuma hakim olamaz bil bunu! Bak O peygamberi taşladılar kendi çocuklarına taşlattılar! Sen hem kendine yapılan zulmü görme cahilinde cahili var Allah'a çok şükret! Bu dünya ne zalimlikler gördü ne cahillikler gördü hani nerdeler o zalimler o cahiller? Yenileri geldi akıllanan senin gibi olur ya akıllanmayanlar hani nerdeler o yüzyıl önceki cahiller? Kim onları iyileri andığı gibi anıyor? Hani nerde o beşyüzyıl önceki cahiller bin yıl önceki cahiller nerdeler? Sen bu dünyada yine güzelce yaşa güzelliklerle meşgul ol sabret sabretmekde bak görüyorsun büyük bir yücelik büyük bir güzellik var. Sabırlı ol cahillik etme! Laflarına kulak asma! iyileri masumları büyükleri bu dünya nasıl güzellikle ahiret yurduna selamladıysa Allah onları nasıl güzel andıysa seni de öyle güzelliklerle ansın! Yalnız değilsin! Yalnız olan cahillerdir bak onlar kendi aralarında dahi anlaşamazlar seninle hele niye anlaşabilsinler cahilliklerini sürdürürlerken! Sen sabret güzelliklerle ol cahillere dahi erdemlice davran ki Allah seni korusun iyilerin arasında ansın. Şu sözün güzelliğini farkettin mi hiç?

Allah'a emanet ol!

Evliyaullah...

...Onların anılmasıyla inen rahmet ise iliklerde müşahede edilir ve etkileri de dışarılardan zuhur eder. Bu rahmet, onların ailelerinden ve memleketlerinden ayrılmaları; sahillerde, çöllerde, yollarda ve vadi içlerinde, dağlarda ve tepelerde yaşamaları; dünya ve dünya ile ilgili haberlerle ilişkilerini kesmeleri sebebiyle; onlar anıldıklarında, haberleri aktarıldığında; Allah ile olan halleri, söyleşmeleriyle, ünsiyetleriyle ve halvetleriyle kanıtlandığında; insanın içinde hissettiği incelik ve gönül kırıklığıdır. İşte bu anma esnasında, dinleyenlerin gönüllerinde Rablerine karşı bir hasret duyulur, üns yaygısında, O’nunla söyleşmenin ve O’nunla tek kalmanın lezzeti hissedilir. Allah’ın onlar için seçmiş olduğu güzel hallere ulaşma arzusuyla; ağlamaktan gözleri yaşarır ve bu kutsal ve eşsiz özelliklerin kalplerinde tecelli etmesine sevinirler. İşte bunların hepsi, onlar anıldıklarında Allah katından gönüllere indirilmiş olan rahmettir..


Muhyiddin ibn-i arabi hazretleri



Onlar tek başına kaldıklarında, ağlayanlardandırlar. Kendileriyle ilişki kurulduğunda ise, son derece utangaç oldukları görülür. Öğrenildiklerinde (konuştuklarında), hikmet ehli oldukları anlaşılır. Kendilerine bir şey sorulduğunda, ilim ehli oldukları fark edilir. Cehaletle küçümsendiklerinde, tepkileri hilim erbabınınki gibidir.



Onları fark ettiğinde, sanki utancından içeri kaçan bakirelermiş gibi olduklarını sanırsın. Onların gönüllerindeki mahabbet, üzerlerinde nurun parıldadığı suretlerin güzelliği ile harekete geçmektedir. Kalplerinin üzeri açıldığında, onların kalplerinin yumuşak ve kırık, zikirle nurlu, sevgili ile söyleşmekle mamur olduğunu görürsün. Kalplerini O’ndan gayrısıyla meşgul etmezler. O’ndan başkasının etrafında da dolaşmazlar. Allah mahabbeti, sadırlarını doldurduğundan, O’ndan başkalarının ve üns ehli olmayanların kelamına iştahları yoktur. Çünkü, Allah ile söyleşmede gerçek lezzet vardır.



Gerçek ve sâdık kardeşler, hayâlı, vekarlı, vera’lı, takvalı, marifet ehli ve dindar olanlar; vadileri, çöllerde kaybolmadan aşmışlar, hiçbir zaman Hak’tan ayrılmadan, yaygın ahlaki bozulma ve çürümeye sabırla göğüs germişler, ve batıl karşısında daima Hakk’a sığınmışlardır. Ve onlara delili (el-hucce) Hak açıklamış ve gerçek yolu da O göstermiştir. Böylece onlar, tehlikeli yolları reddetmişler ve yolların en iyisine suluk etmişlerdir.



Yüryüzünün direkleri (el-Evtâd) işte bunlardır. Onların (varlığı ve duaları) sebebiyle, ilahi bağışlar dağıtılır, (maddi-manevi) fetihler olur, (yağmur ve rahmet) bulutları oluşur, (yeryüzündeki) azab kalkar ve tüm mahlûkat (yaşam nedeni olan) suya kavuşur. Allah’ın rahmeti hem bizlerin hem de onların üzerine olsun!

Zunnûn-i Mısrî Hazretleri

İnnâ lillah Eğer bu çocuk yakîne ermişse iyi fakat değilse helak olur

İsrailoğullarının çölünde (Paran Çölü, et-Tih) bulunuyordum. Hacca gitmek istiyordum. Yolda, henüz sakalları bile çıkmamış bir gencin, Beyt-i Atîk’e doğru, azıksız ve bineksiz bir biçimde yürüdüğünü gördüm.

Yanımdaki arkadaşıma dedim ki:

“İnnâ lillah! Eğer bu çocuk yakîne ermişse iyi fakat değilse helak olur.”

Ve onun yanına vardım, şöyle dedim:

“Ey delikanlı!”

Şöyle cevap verdi:

“Hizmetindeyim (lebbeyke).”

Şöyle sordum:

“Böyle bir yerde, bu vakitte, azıksız ve bineksiz olunur mu?”

Bana bir nazar etti ve şöyle dedi:

“Ya Şeyh! Kaldır başını ve bir bak! Acaba O’ndan başkasını görecek misin?”

Ben de ona şöyle dedim:

“Sevgili dostum! Dilediğin yere git!”


http://www.semerkandpazarlama.com/Bir-Sufinin-Portresi-Zunnuni-Misri,PR-1749.html

Zunnûn-i Mısrî Hazretlerinden

Mahabbet ehli birinin gözü, sevdiğinin mülkünde bulunan hangi şeye değerse, orada sevgilisinin sevgisi mevcuttur

Asla kendine kendinle yardım etmeye kalkma ki, Allah seni nefsinle baş başa bırakmasın

Allah’a en fazla arif olan kişi, Allah konusunda hayreti en şiddetli olan kişidir.

Biliniz ki, Allah için seven kişiye, Allah için, başkalarını kendisine tercih etmek ağır gelmez. Çünkü onun katında, Allah’tan daha üstün bir şey yoktur.

Zunnûn-i Mısrî Hazretleri


----------------------------------------------------------------------------


Gece yarısı, Zunnûn’un mescidinin ortasında uyuyordum. Zunnûn’un şu şiiri okuduğunu işittim:



Kaçırdı uykumu sevgin, arttı hastalık kalbimde

Gizledim onu, gönlümde ve içimde gizlensin diye

Fâş etme ne olur, sırrımdaki elbiseni ikram olarak

Kaybettim kendimi, döndür efendim, ikram olarak



Sonra şöyle dedi:



Allah bu topluluğun ruhlarını umutlarla sulamıştır. Eğer onlar Allah’ı zikrederlerse, kendi nefislerini unuturlar ve Allah’tan başka hiçbir şeyi hatırlamazlar.



Sonra şu sözlerle devam etti:



Onlar, Allah’a yemin olsun ki…

Seçildiler, arındılar ve temizlenenlerden oldular, murâttır çünkü onlar;

Kadri en yüce bir mertebede, Allah’ın hayat bahşedici rahmetiyle yaşadılar.


İbn Arabi

zaten seni bunun için yarattı

Allah insanın bedenini bileşik âlemdeki bütün hakikatlerden oluşturdu. Sonra feleklerin ve unsurlar âleminin güçlerini ona yerleştirdi. Böyle yapmasının gayesi, ruhsal feyzi kabul etmesini sağlamaktı. Ardından insana ruh üfledi. Böylece Allah’a hamd-ü sena etti. Fakat bu, nurun kendisine yayılmasından sonraydı. Söz konusu nur, insanın karanlık dehlizlerine yayılınca insan hapşırmış, hapşırınca Allah’a hamd etmiş, Allah da ona şöyle karşılık vermişti: “Ey Âdem! Allah da sana merhamet ediyor, zaten seni bunun için yarattı”

İbn Arabi
Allah Kimleri Sever

Abdulkadir Geylani hazretleri için fakirden

Bir dağa bak..bir ona bak
Fark görülmez..
Zannetme ki öven benim..
Yamaçlarında koşarsın, ağaçlarının altında gölgelenirsin.. seni uçurumlarından atar...toprağını babanmış gibi öpersin..şehrinde dolaşırsın..şehirindeyken başını döndürdüğünde aynen görülür.. sesinide duyarsın..ama konuşmaz..üzerindeki taşlar ve putlar Allah korkusundan ve heybetinden aşağılarına yuvarlanırlar..kıyamet onu sarsmaz...ölümsüz bir vefa duyarsın..
(Düşün) o günü ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu -görürsün-. Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış olacağız.
Kehf 47

KUTBU'L MUAZZAM

...Nefs, Allah ile kullar arasnda bir perdedir...

SEYYİDİNÂ, EBÛ MUHAMMED, MUHYİDDİN, HAZRET-İ PÎR, GAVSU'L A'ZAM, GAVSU'S SAKALEYN, SÂHİBÜ'Z ZAMAN, KUTBU'L MUAZZAM, SAHİB-İ MAKAM-I FERDİYYET, ŞÎR-İ YEZDÂNÎ, KANDİL-İ NURÂNÎ, KUTBU'R-RABBÂNÎ, DESTGÎR-İ ALEM, SULTÂNU'L EVLİYÂ, KUTB-İ A'ZAM, EL-BÂZU'L EŞHEB, MAHBÛB-İ SÜBHANÎ, DERVÎŞ-İ HAKKÂNÎ, AL-HASANÎ VE'L HÜSEYNÎ, PÎR-İ PİRÂN, EŞ-ŞEYH, ES-SEYYİD

ABDÜLKADİR GEYLANİ (RA)

şu kız şu oğlana yanmış desinler

kesik çayır biçilir mi
soğuk sular içilir mi
bana yardan geçti derler
seven yardan geçilir mi

aman desinler desinler
şeker yesinler
şu kız şu oğlana
yanmış desinler

ankaranın tren yolu
gahi eğri gahi doğru
canım benim anadolu
gideyim mi senden gayrı

aman ben yandım
yandım yandım yandım
ellerin melmeketinde
eylendim kaldım

ey aşkımın saffeti

Ey Allah ın kullarına rahmeti,
Allah seni cemadat aleminde yerleştirdi.
Ey Allah ın evi, kalbimin nuru !
Ey gözümün aydınlığı, ey kalbim !
Ey aslında varlığın kalbinin sırrı olan,
Ey mabedim, ey aşkımın saffeti !

Ey Allah ın Kabe si, ey hayatım !

Futuhat ı Mekkiye
İbn Arabi (k.s)

Tek ve Bir olan

Akıllı ve şüpheli olan bak sana ne göstereceğim güzel bak..

BİR göz BİR göz daha İKİ eder

bu İKİ si de GÖZ di mi

yani BİR..

Peki bu BİR ler

TEK mi

değillLER

yalnızca BİR ler

TEK olsalardı İKİ tane BİR nasıl olurlardı

nasıl bir GÖZ olurdu

TEK değil BİR LER

Peki TEK nerde bana gösterebilir misin?

Yok mu ?

Yoksa peki TEK nedir?

KAİNAT mı ?

EVRENin tanımını bana yapabilir misin

EVRENin bana TEK olduğunu ispatlayabilir misin ?

Ya da bu EVREN dediğini bana TEK ise...gösterebilir misin nerdedir?

Yani gösterdiğin TEK ise sen onu nasıl gösterebiliyorsun bana ?

ya da EVREN TEK ise sen nesin ?

bak iki oldunuz ?

hani TEKti

tek değil bak EVREN de BİR..

İnsan bir

insanlar bir ,

evren bak yine seninle olarak BİR..

Peki TEK nedir ?

Nerdedir gösterebilir misin bana ?

Yok mu TEK sence ?

Sadece gösteremediğin için mi yok ?

Yoksa hiç mi yok ?

Yok olan şey nasıl da VAR peki

Sakın TEK olduğu halde BİR olmasın O TEK ?

O yüzden gösteremiyor olmayasın EVREN gibi..

EVREN var mı ki ?

TEK mi ki ?

EVREN KAİNAT eğer bir TOPLAMın ismiyse eğer

bu TEK ne ola ki acaba ?

TEK de yok EVREN de yok mu sence ?

Peki TEK yoktuysa sen nasıl İNSAN olarak BİR iken insanLAR olarak da BİR sin

TEK yoktuysa sen insanLAR iken İNSAN olduğunu nereden bilecektin ?

insanLAR ve İNSAN...TEK yoktu ise nasıl da İNSAN ve insanLAR olarak ayrılabildiler ? ya da birleşebildiler ?

O TEK olan başka bir TEK olmadığı halde BİR olabilip...yine de TEK ve BİR kalabiliyor olmasın ? ...


Şüphedekine not: Şüphe içinde olan arkadaşlar bol bol içlerini dökebilirler bu bloğumda.. kaldırır çünkü bu anlattığım bütün cerahatı..bi rahatlayın.. temizlenin..Yalnız bu blog elbette yine düşünenler için... TEK in kucağında hayırlı gelecekler dilerim..O pek şefkatli çok merhametlidir, bilendir. Şah damarından yakındır.. BİRdir.

İlim

Sen ilim yolunda olursan küfre düşmen normaldir, paniğe kapılma..

Çünkü ilim yolunda olmak bilmek demektir..gerçekten bilmek demektir.

Sen nefsinin ilmini yapmaya başlayınca onun yaratılış olarak zalim ve nankör olduğunu göreceksin.. Çünkü sen gerçek ilmin "hayat ilmi"nin talibi oldun..Hakikatte dış-iç yoktur. Ancak "hikmet" vardır. Eğer "bilim" yaparsan iç-dış olur..Yani kollara ayırılan "İLİM", "bilim" ismiyle isimlendirilir. Bilim değil de ısrarla İlim denmesinin sebebi budur.Yani bilim ayrı ayrı alanlarda bilgidir "İLİM" ise bütün bilgiden kayıtlanandır..

İşte sen ilim yolunda olunca bilimdeki gibi kendini dışarıda bırakamazsın..Dolayısıyla da Benliğinde olanları olduğu gibi göreceksin..

Nefs cahil ve zalimdir..Bunu ayetten bilirsin..Allah sana bunu bilgi olarak verdi..İlim olarak verirse senin kendine zalim ve nankör dememen mümkün olmaz..Fark ettiysen zalimlik ve cahillik kafirliktendir..İşte burda senin bunu "ilmen" bilmen gerekir ki bu hakikatinde "kafir"lik olduğuna da çıkar..

"Nefsini bilen rabbini bilir"..

İşte bak sen nefsini bilirsen...ama bilirsen gerçekten..işte rabbini bilirsin..Eğer bilmezsen rabbini bilemezsin ki...

“O kimseler gibi olmayın ki, onlar Allah'ı unuttular, Allah da ceza olarak nefislerini onlara unutturdu.” (Haşr, 19).

Sen nefsini bilmez de unutursan.. işte dolayısıyla o zalimlikten ve cahillikten kurtulamazsın..dolayısıyla da rabbini bilemezsin..Rabbini bil"e"meyince, nefsini bilemezsin ki rabbini bilip nefsini arındırasın..

Onun için "ilim" önemlidir..Allah'ın sana tecrübe ettirmeden bildirdikleri elbette seni korur..Fakat mesela burda nefsinin böyle olduğunu bildirdiği gibi bilirsen korur..Ona göre haddini bilir, nefsini unutmazsan korur.. yoksa hangi bilgiyle olursa olsun, sen nefsinin bu hakikatini arkaya atar unutur ve kendinin zalim ve cahil olduğunu kabul etmezsen...hem nefsini unutur hem Allahı unutursun..ki işte kafir olmuş olursun.. Kafir kelimesinin anlamı "Hakikati örten" demektir..Sen eğer ilim yolundaysan nefsinin bu hakikatini unutma ki zalimlikten, cahillikten kendini korumuş ol, Allah'ımızı unutma..

Böylece ilerlersen nefsinin bu hakikatinden geçer, halifelik hakikatine ulaşırsın..Ondan sonra "Nefsini bilen rabbini bilir" (s.a.v.) manasının bir başka anlamına ulaşırsın..ki buna diğer anlattıım boyutunu görmezden gelerek ulaşman imkansızdır.. "O" anlamını inkar ederek ilim sahibi olduğunu düşünüyorsan, sen belirttiğim ikinci anlamıyla da "nefsini" unuttun demektir ki ne yazıktır boşa debelenmek..bir şeyler iddia etmek.. ya da nefsini ilahlaştırmak..ya da iftiralar da bulunmak..

Eğer dersen ki "Nefs madem cahil ve zalimdir; kafir tabiatlıdır? O halde nasıl her doğan bebek müslüman olarak doğuyor?"..

Cevabım şu ki: Sen "fıtrat" ile "nefs" kelimelerini birbirine karıştıyorsun!

Fıtrat bütün olarak Allah'ın "yaratış/hikmet hakikati", "nefs" ise "insan isminin hakikatini" ifade eder..

Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir -halife- var edeceğim" demişti; melekler, "Orada -bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak- birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; Allah "-Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim-" dedi.

Bakara / 30

Dolayısıyla nefsin'in hakikatini (her boyutunda) bilmek sana düşer ki.. Allah'ın "yaratış/hikmet hakikatini" farketmiş,bilmiş olasın...


Bak yine gördüğün gibi iş "nefsini bilmek"liğe vardı..Ben sana bunu burda bilgi olarak verdim.. Tecrübesini elde etmek müslüman olmanın vazifelerindendir.Yani sen yeter ki ilim yolunda olursan Allah işini kolaylaştıracaktır..ya da dersen ki benim kuvvetim yok..O zaman nefsini bil ki işte nefsin cahil ve zalimdir, nefsini unutma ki Allah'ı unutmayasın..böylece de nefsinin hakikatinde bulunan cahillik ve zalimlikten korunmuş olasın..ama sen belki hem ilim yolunda değilsin tecrüben eksik..hem de dilin Allahdan başkasını söylüyor, nefsini unuttun da başkalarının nefsini söylüyorsun..Başka söylüyorsun...eğer samimiysen/ihlas sahibiysen! ya da gerçekten kuvvetin yoksa dedikoduyu bırak da!

"Allah de ötesini bırak"

En’âm-91

Asıl amaç ilim değil en önce Allah'ı unutmamandır bunu da bil..Asıl ilim Odur..

Allah en doğrusunu bilendir..Peygamber efendimize, peygamberlerimize, aline ,ashabına, büyüklerimize ve müminlere selam olsun..

Asıl hayret edilecek şey, sen bu hayret edilecek şeyin sevdasında değilsin

"Eğer dostun yoksa, niçin aramıyorsun? Eğer yarine ulaştınsa niçin sevinmiyor, lakayit oturuyorsun? Bu acayip iştir. Asıl hayret edilecek şey, sen bu hayret edilecek şeyin sevdasında değilsin, ilah..."

Hz Mevlana Celaleddin Rumi

The Day the Earth Stood Still filmi üzerine..

Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti; melekler, "Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; Allah "Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.

Bakara / 30

O kadar ilerideki bazıları

Melekleri uzaylı yaptılar
melekler yakışmadı çünkü onlara..
sonra
yetmedi
o uzaylıları Allahsız yaptılar
çok çok zorlandılar; yumurta dayandı... güya evrildiler bişileri anladılar..

özgür oldular..

ama güya öyle özgür oldular ki Allah'a yer yok o dünyalarında

o kadar genişlediler ki "O" na yer kalmadı..

sanki Allah onlara dar geldi..

Geldi..

daha da gelecek..

Çok yüceldiler çok
o kadar ki hiçbir şeye benzemedi.. halleri..

Öyle ki O Allah onlara dar geldi

ne dost olabildiler ne düşman..

Çok yüceldiler çok..

Öyle yüceldiler ki Allah'ı aştılar..
Allah'ı bilmişlerdi ya..

aştılar..

uzak oldular..

ne dostluk ne de düşmanlık..
sadece boşluk..yücelik değil..

ta ki "O" nu ikrar edinceye , benlikleri yerlere eğilinceye , toprağı öpünceye kadar...

Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. (Allah'ın verdiği nimete şükredecekleri yerde nankörlük ettiler, böylece kendilerine zulmettiler. Yüce Allah da yeryüzünü onların zulüm ve küfürlerinden temizlemek için onları helâk etti.

EN'ÂM Sûresi 45

O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür

İBRÂHİM Sûresi 34

Size hayatı veren de odur, sonra sizi öldürür, sonra sizi yine diriltir, hakikat insan çok nankördür.

HAC Sûresi 66

Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise:
Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce:
Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

NEML Sûresi 40

Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür

HÛD Sûresi 9

Ve düşünün ki Rabbiniz şöyle buyurmuştu:
«Andolsun ki, şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki, azabım çok şiddetlidir!

İBRÂHİM Sûresi 7

Musa dedi ki: «Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, şu bir gerçek ki, Allah hepinizden müstağni ve zatında övgüye layıktır

İBRÂHİM Sûresi 8

Nankör: Tuz ve ekmek hakkı bilmeyen,İyiliğe karşı duygusuzluk ve kötülük gösteren

Kişi imanının kuvvet derecesine göre imtihana çekilir

Resûlü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdular ki:

"Kişi, imanının kuvvet derecesine göre, imtihana çekilir."

(İbn-i Ebiddünya, İbn-i Mace, Tirmizi)

İmam-ı Rabbani Hazretlerinden bir uyarı

Şeyh-i ekberi [yani İbni Arabiyi] caiz olmayan bazı bilgileri ile, yine makbuller arasında görüyorum. Evliya arasında bulunuyor. Onu reddeden, beğenmeyen tehlikededir.) [c.3, m.77]

İmam-ı Rabbani Hazretleri (selam olsun)

İsrailoğullarından iki kardeş tenhalarda ibadet etmek üzere birlikte yola çıktılar

Ey Kardeşim! Bu, kendime ve sana yaptığım bir nasihattir. Çünkü seni de kendim gibi gördüm ve Allah için seni sevdim. İnsaflı tutumunu beğendim, seninle birlikte olmayı tutkuyla arzu ettim. Bu gün de senin yanında olmayı, sana nasihat etmeyi, senin beni kınamanı, benim de seni kınamamı, böylece Allah için iki dost olup ölünceye kadar birbirimizi sevmeyi arzu ettim. Seni ne çok seviyorum! Ne kadar derin bir şefkat besliyorum sana karşı! Allah senden razı olsun. Gerçekten senin yanında olmayı istedim. Nitekim Ebu Muhammed Yahya b. Ebu'l Hasan (r.a) bize şöyle rivayet etti: bize Ebu'l Feth Abdulbaki b.Ahmed b. Selman anlattı, ona Ebu'l Fadl Ahmed b. Hüseyin b. Hayrun anlatmış. O, Ebu Ali el-Hasan b. Ahmed b. İbrahim b. Şazan'dan duymuş. Ona Ebu'l Hasan b. Abdulaziz el- Harazi anlatmış. O, Ebu'l Hafs et-Tunisi'den duymuş. O na da Ebu Ma'bed anlatmış ki: Bilal b. Said'in şöyle dediğini duydum: İsrailoğullarından iki kardeş tenhalarda ibadet etmek üzere birlikte yola çıktılar. Yolun bir yerinde ayrılmaları gerekti. Biri diğerine dedi ki:
Sen şu yolu tut, ben de şu yolu tutayım. Bir senemiz dolunca, burada buluşalım. Böylece ibadet etmek üzere yola çıktılar. Ertesi sene söyledikleri yerde buluştular. Biri diğerine dedi ki: İşlediklerin içinde en büyük günah hangisidir? Şöyle cevap verdi: Yolda yürürken bir başak gördüm. Sağımda ve solumda iki tarla vardı. Başağı tarlalardan birine attım. Ama başağın, attığım tarlaya mı yoksa diğerine mi ait olduğunu bilmiyorum. Sonra diğeri soruyu soran kişiye sordu: Peki senin işlediklerin için en büyük günah hangisidir? Şu karşılığı verdi: Bilmiyorum; ama namazda bazen şu ayağıma bazen de şu ayağıma ağırlığımı veriyorum. İki ayak arasında adil davranıyor muyum, davranmıyorum, bilmiyorum? Evde bulunan babaları konuştuklarını duydu. Şöyle dua etti: Allah'ım! Eğer doğru söylüyorlarsa, hemen şimdi canlarını al. Sonra dışarı çıktığında iki oğlunun ölmüş olduklarını gördü.

İşte böyle, ey dostum! Allah ehlinin buluşmaları ve konuşmaları kusurlarını zikretme ve kendilerine karşı insaflı, dürüst davranma şeklinde olur. Birbirini övme hususunda insaflı davranma şeklinde değil. Hapishanede ancak oranın havasına uygun şeylerden söz edilir. Vefat edip rahmet mekanına yerleştiğin ve amellerinin semeresini devşirdiğin zaman, bu güzellikler yurduna uygun şeylerden ve kendi güzelliklerinden söz edersin. Ama burada değil. Çünkü burası imtihan, kazanma ve edinme yurdudur. Burada insan, Nebi olsun veya olmasın kanının mahkumudur. Kanı da ancak öldürülme ile çıkar. Eğer sana karşı nazik davranma gereğini duymasaydım, konuşmalarımız, değişmez ve çıplak hakikatler ışığında, zindanın ve mahkumların mertebeleri ile ilgili olurdu. Aramızda geçen bu konuşma yeter. Allah biliyor; eğer sana duyduğum sevgi ve içimde sana karşı beslediğim saygı olmasaydı,
bunların hiçbirini sana söylemezdim, adını anmazdım ve seni Allah'ın diğer kulları arasında ihmal edilmiş bırakırdım. Ama Allah beni ve seni ruh, beden, mana ve şekil olarak tanıştırdı. Bu yüzden sana, ancak açık sevginin, saf ve sahih dinin gerektirdiği biçimde hitap edebiliyorum. Fakat senin faziletin, kendi tarikatında ileri oluşun benim nazarımda meşhurdur.

Her bilenden daha üstün bir bilen vardır.
O, dilediğini rahmetine özgü kılar.
Allah büyük lütuf sahibidir.

Bu gün seninle Allah için arkadaşlık edecek çok az kişi bulunur. Senin bu zamanında arkadaşlıkların çoğu şu amaçlar yüzünden ve de arzuların hakimiyetinin iyice
pekişmesinden dolayı maluldür. Allah'ın kulları o kadar az ki! Bu anlamda kaleme aldığım beyitler var. Onları aşağıda sunuyorum:

Şu muhkem varlığa bak
Bizim varlığımız ise işaretlenmiş bir rida gibidir.
Halifelerine bak, mülklerinde
Kiminin dili açık, fasih konuşur, kiminin anlaşılmaz
Onlardan İlahını seven yok;
Ancak dirhem sevgisine bulaştırarak severler.
Bu yüzden: şu marifetin kuludur, şu
Cennetin, şu da cehennemin kuludur, denir.
Çok çok azı müstesna. Onlar
Vehim türünden olmaksızın Onunla sarhoşturlar
Onlar Allah'ın kullarıdır, onları bilemez
Ondan başka hiç kimse.
Nimetin kulları değildirler...

Muhyiddin ibn-i Arabi

Bu yüzden bize göre fena anlayışı üzere kalmak en yücedir

Sözgelişi bir insanın "eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu." "eğer ben olmasaydım, çoluk çocuk helak olurdu." demesi bu türden bir iddiadır ve bu, uluhiyet mertebesinin en aşağısıdır. Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir: "Eğer benim himmetim falancaya eşlik etmeseydi,mutlaka helak olurdu." Bu sözlerin tümü uluhiyet sırrı hastalığından kaynaklanan illetler ve marazlardır. Bu sözleri söyleyenlerin, bu iddiada bulunanların her biri iddiasının oranında ceza görecektir. Ya en büyük cezaya çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar. Ama mutlaka ceza görür. Bu yüzden bize göre fena (yokluk) anlayışı üzere kalmak en yücedir. Bizden önceki kuşaktan arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar. Ey dostum! Sen bunu bil!

..O halde bizden güçlü ve yetkin kimse, kendisiyle Rabbi arasındaki büyük
genel topluluk sır perdesini yırtıp, kendisinin değil Rabbinin uluhiyetini müşahede eden ve ona kulluk eden kimsedir. Bunu gerçekleştirince alemin en güçlüsü ve en şiddetlisi olur. Çünkü bu en büyük perdeyi kaldırmıştır...

..Alemin tavırlarına ortaklığından dolayı, onlarla birlikte ibadetlerinde büyük toplayıcılığı ikame etme yükümlülüğüne muhatap olduğun gibi, senin için sabit olan büyük toplayıcı sırdan dolayı, mahlukatma karşı icra ettiği gibi bu sırrı icra etme yükümlülüğüne de muhatapsın. Allah kullarına karşı latiftir, sen de öyle ol. Allah esirgeyen, bağışlayandır, sen de öyle ol. Nitekim yüce ALLAH, Nebisini (s.a.v) bu şekilde nitelendirmiştir: "bt'l mü'minine reufun rahim / Müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 128) şu halde, perdeyi yırttıktan
sonra uluhiyet sırrı senin için daha bereketli sonuçlar doğurur. Ama perdeyi yırtmadan önce bu sır, büyüklük taslayan zorbalarınkine benzer sonuçlar doğurur senin için...

Muhyiddin İbn-i Arabi