Sohbet ettiğim -
Aşağıda yaptığım alıntıyı özellikle doğru yol üzerinde olma ve sapkınlığa düşme açısından tartışmaya ve paylaşıma açmak isterim.
Hud'un hikmeti '' Hiçbir canlı mahluk yoktur ki Allah onun tepesinden yakalayıp da hükmü altına almasın. Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir '' mealindeki ayete dayanır.
O halde yürüyen her mahluk Rabb'ın doğru yolu üzerinde yürür. Buna göre onlar gadaba uğramış ve sapkınlığa düşmüş sayılmazlar. Sapkınlık nasıl geçici bir hal ise Allah'ın öfke ve gadabı da böyle geçicidir. Asıl olan şey ise herşeyi kaplayan rahmettir. Rahmet ise gadaptan ileri ve geniştir.
FÜSUS'ÜL HİKEM X. FASS
***
Bendeniz-
Hud'un hikmeti '' Hiçbir canlı mahluk yoktur ki Allah onun tepesinden yakalayıp da hükmü altına almasın. Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir '' mealindeki ayete dayanır.
O halde yürüyen her mahluk Rabb'ın doğru yolu üzerinde yürür. Buna göre onlar gadaba uğramış ve sapkınlığa düşmüş sayılmazlar. Sapkınlık nasıl geçici bir hal ise Allah'ın öfke ve gadabı da böyle geçicidir. Asıl olan şey ise herşeyi kaplayan rahmettir. Rahmet ise gadaptan ileri ve geniştir.
FÜSUS'ÜL HİKEM X. FASS
------------------------------
Her kelimesi dikkate alınması gereken bir büyük olduğu için kullandığı "buna göre" ifadesi çok önemlidir.
Her var oluş her tecelli kendi katmanında değerlendirilir.
Örneğin bir cemal tecellisi aynı an içinde bir başkasına celal tecellisi olarak görünebilir.
İşte "buna göre" hazretin anlattığı makam dikkate alındığında görülür ki Allah katında herşey doğru yol üzerindedir..
Bir de alıntı yaptığı ayetteki şu ifadeyi esgeçmesi mümkün olmayan bir büyüğümüz olduğu için çok dikkatli olmak lazımdır
"...Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir ''
Yani eğer kişi Allah katında bu tecelliye muhattap olursa evet o rabbi katında bulunduğu için herşey doğru yol üzerindedir ve Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir,artık bu katmanda hiç bir şey! sapkın bir yolda ilerliyor olamaz..
hazretin kalplere ilettiği bu husus rabbin şu ayetiylede yakından ilişkilidir
mealen
..rabbimden sapıtmışlardan başkası ümidini kesmez
görünürde herşey yolunda gitmemiş en kötü şeyler başa gelmiş yüzde yüz sapıtılmış küfre girilmiş Allah o kişiyi en dibe batırmış olsa dahi işte
Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir..
çünkü
mealen
..rabbimden sapıtmışlardan başkası ümidini kesmez
***
Sohbet ettiğim -
Burada dikkatimi çeken bir konu hakkında görüşlerinizi rica ediyorum. Yukarıdaki alıntıda ayetin sırrı açıklanırken Rabb ifadesinin kullanılmasının özel bir anlam taşıdığını düşünüyorum.Tıpkı '' Nefsini bilen Allah'ı bilir '' değil de '' Nefsini bile Rabbını bilir '' ayırımında olduğu gibi.
***
Bendeniz-
Nefsler çokça olup tek isim altında "nefs" olarak anılabilir olmasına rağmen Rab tektir çokluğu yoktur denilebilir sanıyorum o konu hakkında
ama nefs ibni arabi hazretlerinin makamındaki nefs olunca tabi ki "nefsini bilen rabbini bilir"hadisi (s.a.v.) asıl anlamına tam işaretlenebilir daha açık şekilde yani özel olarak "nefsini bilen Allah'ı bilir"şeklinde alınabilir
şimdi alıntılayamayacağım fakat ibni arabi hazretleri öyle bir alimdir ki kuranda Allah'ımızın kendisini sıfatlar olarak anlatmayıp sıfatlarını isimleri olarak sunmasına dikkat etmiş ve o konuda da son derece dikkatle edeb göstererek bize de Allah'ın sıfatlarını isimleri olarak almamızı işaret etmiştir
Çünkü sıfatlar ayrıntıda çok geniş manalar içerdiği için insan onları direk tanımlamaya kalksa çok abes sonuçlar edebe uymayan sıfat tanımlamaları ortaya çıkabilir
örneğin kafayı kaşımakta bir sıfattır fakat "kafayı kaşıyan" diye sıfat ismi elbette edebe uygun olmaz; ancak yine Allah'ımızın kurandan İbni arabi hazretlerine keşfen bildirdii gibi "HİLM" ismiyle ya da belki daha uygun başka bir isimle işaretlenmesi gerekir
İşte "nefsini bilen rabbini bilir"(s.a.v.) denmesindeki inceikte budur.. "nefsini bilen Allah'ı tam olarak bilir/bilidi" hem edep olarak hem de ilmen denilmez çünkü Allah o nefse kendisini "RAB" ismiyle bildirmiştir direkt "zat" olarak değil.
Efendimizin s.a.v. "biz seni hakkıyla bilemedik" hadisinde bildirdiiği üzere zaten O'nu direkt olarak tamamıyla bilmek mümkün değildir.
En doğrusunu Allah bilir...
***
Sohbet ettiğim -
Kainatın esmayı ilahiyyenin tecellisinden ibaret olduğunu ve her insanın ana varoluş nedenini tanımlayan baskın bir esmanın mazharı olduğunu göz önüne aldığımızda, bu alıntıda ve Hazret-i Şeyh'in açıklamasında geçen rab kelimesi Hazret-i Şeyh'in sık sık dile getirdiği Rabb-ı Hassı kast ediyor olabilir mi sizce ? Bunları yazarken okuyanların kafasınıı karıştırmak da istemiyorum ama bir yandan da özelilikle Füsus'ül Hikemin ana yapısını oluşturan bazı kavramlara bu sorularımla girilmesi, aklımızın ve ezeli istidadımızın elverdiği ölçüde anlamaya çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Haddimi aşıyorsam tüm grup üyelerinin de mazur görmesini rica ediyorum.
***
Bendeniz-
Rabb-ı Hassı kendi cümlelerinizle ya da alıntı yaparak özetleyebilir açarsanız inşaallah güzel olur istifade ederiz
***
Sohbet ettiğim-
Men Arefe Nefsehu, fekad Arefe Rabbehu
Nefsini bilen, Rabbini bilir manasını taşıyan bu söz, Nefsim dediğinin Rabbınla aynı şey olduğunu vurgular. Ancak İnsanlar arasında bariz bir fark bulunduğundan, senin Rabbin ile benim Rabbim hem aynıdır, hem farklıdır. Bu Esma terkibine dayanır.
Bir Rabbül Erbab, bir de Rabbi Has vardır. Rabbül Erbab Rabların Rabbı, Rabbi Has ise senin terkibiyetini oluşturan esma karışımıdır.( Alıntı )
Kendi kelimelerimle ifade edersem de şöyle yapabilirim ( hatadan Allah'a sığınıyorum) : Kişiliğimizin baskın özeliği veya özellikleri ne ise ona tekabül eden esma Rabı Has'dır.Ve herkes kendi rabb-ı hassının kemaline doğru yürümektedir. Şöyle bir açlım da yapabailiriz. Zahiren dalalet içinde bulunan Firavun'un Hadi esmasının mazharı olduğunu söylemek imkansızdır. Olsa olsa Mudil esmasının mazharıdır ve bu kendisinin Rabb-ı Hassıdır.
***
Bendeniz-
Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.
İbni Arabi hazretleri
"risaleler"den
Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz
Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız
Eğer benim niyetimi anlarsanız
Yüce Allah a hamd ediniz
Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler
Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.
Fütuhat , 178
İbn Arabi (k.s)
***
Sohbet ettiğim-
FÜSUS'ÜL HİKEM X.FASS ALINTILAR....
1-Her Rabb'ın yani her ismin kendi doğru yolu üzerinde olan canlı mahlukları kendi eliyle başlarından yakalaması hikmetindeki bu görüşü, ancak zevki bilgilerden olan bu fen verebilir.
2-O hert görende görür ve her görünende görünür. Demek ki alem onun suretidir o da alemin ruhu olup onu sevk ve idare eder. Bu suretle Adem, İnsan-ı Kebir'dir.
3- Şu halde sen kimsin. Hakikati ve yolunu öğren. Bu takdirde mesele onun tercümanı ve peygamberi dilinden sana açıklandı. Eğer anladınsa o Hak dilidir. O dili, anlayışı doğru olanlar anladılar.
Şu ana kadarki sabrınız ve ışık tutan yaklaşımınız için teşekkür ederim. Fakat sınırlarını bilen ama zaman zaman aşan biri olarak bu konuyu daha fazla uzatırsak bizleri okuyanların fikirlerini ifsad etmekten korkuyorum. Şüphesiz ki herkesin anlayışı ezeli istidadına, nasibi ve meşrebine göredir...Sevgiler
***
Bendeniz-
Rabbi has noktasında Allaha sığınarak ve korumasını dileyerek biraz daha derine dalmak istiyorum
okuyanlarında okurken aynı hassasiyet içinde olmalarını Allahtan dilerim.
Konuya yabancı olanın okumaması ise daha hayırlıdır..
"Rabbi has" kavramına bir örnekle mesela Rabbimizin "Sani" "sanatçı" ismi aslında sadece kendisinindir.
"Övgü yalnızca Allah'a mahsustur"ayeti gereğince ve ilmen baktığımızda da aslında sanatçı yani "Sani" yanızca Allahtır
çünkü kulların hiçbirisi "sanat" ve "sanatçı" kavramlarını tam olarak taşıyamazlar.
Örneğin bir insan rabbimizin bu isminin belli bir kısmını yaşayıp "ressam" olur başka bir insanda
yine sınırlı başka bir bölümünü alıp "müzisyen" olur.
İbni arabi hazretlerinin sıfatları değil isimleri dikkate almamızı söylemesinin bir sebebi de budur.
Yani Allah'ımızda "Sani"ismi yani sıfatı vardır fakat o isim/sıfat sınırlanamaz çünkü varıkta her insan bu ismin ayrı tecellisi
ile sınırlanır ve ressam,müzisyenler,hattat kullar yetişir, fakat ALlah'a sadece "ressam" denilemez.
Kulların sanatçı ismini alması O'nun kullara bir lütfu ve halife kılması sebebiyledir.
Örneğin "Rab" ismi ,yani "terbiye edici,yetiştirici vs"öğrencisini yetiştiren bir ressamda da görülür
fakat o ressam ancak kendi sınırlılığı içinde mesela örneğin "sürrealist" ise "sürrealizm" dalında yetiştirici ve terbiye edici olabilir..
Ancak Allah bütünüyle ve asıl anlamıyla tek olan "Rab"dir. Tek olduğunuda insan eğer halifeliğini "ben" olarak değilde "O"nun halifesi
olarak görüp varlığa o şekilde bakabilirse görür ki "Sani"ismi varlıkta tek olarak bütünüyle bulunmaktadır..
Halife olan insan ise bilindiği üzere zaten halife olduğu için sıfatları konusunda sınırlıdır.
Yani tam olarak bakamayabilir ama bölüm bölüm sınırlı olarak ama misallerle bütüne veya sonuca varabilir..
Vardığı sonuç konusunda tamamıyla haklı olmayabilir..
Fakat "Vahiy" gerçekten tam anlamıyla vahiy olduğu için sınır kabul etmez.
Zaten böyle sınırsız ve kesin olduğu için o "vahiy"dir.
Örneğin arıya gelen vahiy de vahiydir, ama sadece yapacağı işi ortaya çıkarması içindir.
İnsana ise sadece yapacağı işi ortaya çıkarmak için gelmez direkt olarak insanı da muhattab alır!
Çünkü insan isim terkipleriyle sınırlı olsa da tekil olarak "Zatı" nın farkındadır.
İşte burda insan sorumlu olmaktadır..
Ya kendisine verilmiş olan "Zat"ı kemal yönüyle değerlinderecektir ya da sadece "Ben" diyecektir.
Sadece "Ben" dediğinde ne kendisini tanıyabilecek ne de dolayısıyla başkasının hakkını gözetebilecektir.
Ama "Zat" olarak kendisini değerlendirir kemal yönüyle kendisini değerlendirebilirse Allah'ın zatının farkına varacak
ve hak verecek hem de insanların "zat"ının farkına varabilecek ve hakkını verebilecektir..
Yani İnsan hem genel anlamıyla "İnsan" ismine muhattap olduğu gibi hem de özel anlamıyla "insan" ismiyle muhattaptır.
Örneğin kuranda geçen bütün hayvanlar "Mümin" isminin farkındadırlar.
Ama bazı insanlar "mümin" isminin bilincinde olmasalar bile mutlaka başka isimlere "zat" ve "ben" olarak muhattap oldukları için
bu ismin hakkını vermek zorundadırlar..
En doğrusunu Allah bilir.
Bu arada İbni arabi hazretlerinin firavun ile ilgili bildirdikleri, büyüğümüzün "mümin" ismine son derece mazhar oluşuyla da
alakalıdır. Çünkü o Allah'a sonsuz güvenerek bu yüksek ilimlere nefsiyle yükselmiştir. Bu yüzden Allah'ın katında O'na olan aşkı
ve insanlara o aşktan haber vermek istemesi son derece yüksek ve şiddetli olmuştur.Kendisi kuranı da bir an olsun bırakmadıı için
bizim dikkat edemediğimiz bir çok şeyi ilim yoluyla bilir ve Allah katındaki yüksek aşkı neticesinde de bizim göremediğimiz
bir çok şeyi Allahdan arzu edebilir. Mesela kuranda firavun ile ilgili "ebu leheb" kadar kesin ifadeler yoktur.
Firavunun vahyinin musa aleyhisselam olması(efendimiz s.a.v. olmaması!!),firavunun ölmeden önce Musa'nın Rabbine
(yani aslında direkt Allah'a) sığınmış olması,Allah'ımızın musa aleyhisselamı bebekken ona göndermiş olması gibi
daha bir çok "aşki" konu elbette onun ilim derecesine bakıldıında (hiç mi hiç kolay değil) ve kendisininde dediği gibi
Allah'a sonsuz güvenerek nefsini yok etmeden Allah ilmine çıkmış olması (ki bu mucize gibi bir durumdur ve onun şefaatiyle olur,tabi ki
farkında olan için) gerçeği düşünüldüğünde, onun hakkında olarak farklı düşünmemizi ve ona hak vermemizi gerektirir.
Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak da kesinlikle bu böyledir..Ve kendisi de Allah ondan razı olsun
bunun farkındadır...Biz de Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak inşaallah onu anlayabilmiş olalım.
kısaca şöyle de açıklanabilir
Rabbi has sonuç değil başlangıçtır
Rabbi has sonuç olabileceği gibi başlangıçta olabilir
Bilinmesi rabbin o kişiye nasıl davrandığını gösterir..
En genel anlamıyla kimisi "cemal" kimisi "celal" ismine muhattaptır hayatı boyunca
Fakat cemal ismine muhattab olması şehit olmasına sebep olabileceği gibi aynı zamanda intihar etmesine de sebep olabilir
kişi tercihini rabbi hassına göre değil rabbini bilişine göre yapar.. Yani rabbi has kişinin kaderi ve onu sınırlayıcı olabileceği gibi kendi"y"i bildirici de olabilir..
Burda da ibni Arabi hazretlerinin aşkını görmek hususunda dikkatli olunmalıdır..
***
Sohbet ettiğim-
Bu konuda fikir yürütmek için istidadım ve kabiliyetimin yeterli olmadığını belirtmek istesem de kişilerin idrak ve zevkine bıraktığım yaşadığım bir örneği ''Fakat cemal ismine muhattab olması şehit olmasına sebep olabileceği gibi aynı zamanda intihar etmesine de sebep olabilir'' cümlenize istinaden aktarmak isterim.
'' Bir gün üstadıma izlediğim bir filmi anlattım. Filmde son derece malum birine en inanılmaz kötülükleri yapan bir oyuncu Oscar almış, ama mazlum olan ise aday bile gösterilmemişti. Oscar alan o kadar inandırıcıydı ve rolünün hakkını o kadar iyi vermişti ki, en büyük ödülü almıştı. Üstadım '' İşte hakikat de böyledir '' buyurmuştu.Kişilerin rabb-ı hassın kemaline ulaşmakla mükellef olduklarından kastım budur. Rabbını bilmek...Ne olduğunu bilme, ne için olduğunu bilmek.Ve âayan-ı sabite mertebesinde kendi seçtiği rolü en iyi şekilde oynamak.
RİCA : Açıklamalarınızda alıntı mı yaptığınızı kendi görüşlerinizi mi yansıttığınızı belirtirseniz, hem bizler hatadan korunmuş oluruz hem de daha fazla istifade ederiz. Teşekkürler
***
Bendeniz -
Kendi ifadelerim olduğunu belirttim ..Özellikle "Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak" demem de bu sebepten..Büyüğümüzün "risleler"i ve "Ruhül kuds"ü okunursa daha net ve hataya düşmeden tam anlaşılmış olacaktır ifadelerim.
inşaallah cümlemiz o oscar alan oyuncu gibi hakikati gereği gibi idrak edip samimi olarak yaşayabilelim..Allah yardımcımız olsun
***
Sohbet ettiğim-
Hasıl-ı kelâm: Bizim sözümüz pisliği pislik lâşeyi lâşe olarak görmeyen kimseyedir. Belki hitabımız kalp gözü açık olup kör olmayanlaradır.FÜSUS'ÜL HİKEM FASS-I İDRİS....
Dileriz ALlah'tan ki, Hazret-i Şeyh'in ve pirânın himmetiyle kalp gözü açık olanlardan bulunalım, evham ve kuru bilgi girdabında bocalayanlardan değil.
***
Bendeniz-
Çok güzel bir örnekle son bir gönderi daha yazmak istedim Allah göze batmaktan korusun inşaallah bizi
"Kur'ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz (veya kendinizi ağlamaya zorlayınız."
s.a.v.
Efendimizin bu hadisi aklıma düştü konunun devamında çok güzel bir örnek olduğunu düşündüm. En güzel bir örnek..
Burda mesela kuran okurken ağlayamayan hayatını "celal" ismi etkisinde geçirmiş bir insan düşünelim..Efendimizin bu hadisini bildikten sonra samimiyetle ağlamaya çalışsa da ağlayamadığını farketse ve kendisini muhteşem bir idrak ve samimiyetle okurken ağlamaya zorlasa ama yine de başaramasa ve ağlar gibi okumayı da güzel yapamasa..Özellikle şu zamanımızda onun bu samimiyeti..dışardan dinleyen gözleyenler tarafından belki ne kadar rahatsız edici ve samimiyetsizlik gibi görünür öyle değil mi?..Tabi efendimizin bu hadisini bilmediğini varsayarak konuşuyorum..
Eminiz ki o okumayı abartılı,itici bulacak ve rahatsız olacaktır dinleyen kişi..
Halbu ki o okuyan hem kendisi ne kadar güzel bir cemal tecellisi içine gimiştir..Hem de onu dinleyen kişinin bu hadisi bildiğini ve durumu kavradığını düşünelim..ne kadar neşelenecektir okuyanın ağlayamamasına rağmen o samimi gayretini gördüğünde:)
***
Sohbet ettiğim-
Son bir gönderi de benden diyorum ama sonu gelmiyor.
O gayreti gösteren kişi gerçekten samimiyetle istemesine karşın henüz ağlayamadığının farkına varmayıp da ağlama taklidini gerçek zannetmeye başlarsa ve ''ne de güzel ağlıyorum vehmine kapılırsa'' o zaman durum vahim demektir:)
***
Bendeniz-
Hepimiz Allah'ın huzurunda derece derece zaten öyle olduğumuz ve daima öyle olacağımız için çok da dert etmesek olur bu misali:)
***
Sohbet ettiğim-
Evham...Evham...Evham....Kendimize nispet ettiğimiz varlık bile vehimken, evhamdan uzağım demek ne mümkün...
Bu konuya burada artık kesinlikle noktayı koyarken paylaşımlarınız için bir kez daha teşekkür ediyorum. Kimbilir belki gönlümüze bir şey düşer de yine burada dillendiririz.
Tercüman'ül Eşvak'dan bir alıntıyla son veriyorum:
Ey efendiler, hiç duydunuz mu ? Hiç gördünüz mü ?
İki zıt şeyin biraraya gelmesi hiç mümkün mü?
Ah bir görseydiniz siz bizi Ramet tepelerinde
Aşk kadehlerini elsiz parmaksız birbirimize sunduğumuzu.