Tevfîk-i İlâhi onları hazreti Cud ve Kerem Makamına indirdi. Onlar o ni'metler deryasında ve Cennet nimetleri içinde gark oldular. Ve Tevfîk-i İlâhi onları istivaya benzer bir makama çıkardı.. O makamda Allah'ın onlara, vermeyi takdir kıldığı nimetleri bağışladı. Bütün bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın onların işlerini üstlendiğini bildiler. Halbuki daha "İNSAN" namıyla yâd edilen bir şey değildiler.. Sonra, onlar için duâ etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları, o işlerden uzak olduklarını gösterdi. Zira, Allah'ın ihsan ettiği bunca cesim ve lâtif nimetlere karşı şükür etmeyi irâde ettiler. Halbuki Şâkir meşkûr ve Zâkir mezkûr idi. Dolayısıyla bu hakikât onları, irâde ettikleri sözlü Şükür'den engelledi.. Artık kul, bütün gücünü sarf etmesine rağmen, Allah'a hamd ve sena etmekten aciz oldu. Ve, bu hâlin senanın fevkinde olduğunu gördüklerinden, şaşkınlık ve hayret makamında durakladılar. Sonra, insanlar kendilerinden açığa çıkan Allah'ı övmeleri sena etmeleri, ancak Allah'ın kendi fiiliyle Zâtını sena etmesi olduğunu bildiler. İnsanların böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini yazacağımız âyet delâlet etmektedir. «Zaten size az bir ilimden başkası verilmemiştir.» (İsrâ Suresi, Âyet: 84) Öyle ise, az bir ilim de Allah'ın inâyetiyle bize bağışladığı bir terazidir. Çok ilme ulaşmamız ise bizim için mümkün değildir. Öyle ise ilimde çokluk iddia edebileceğimiz şeylerden değildir. Muhakkik şeyh, herşeyi inceleyip yontandır. Fakat o, yaptığı işlerde samimidir. İddia sahibi ise, o da herşeyi inceleyip yontar. Fakat o, yaptığı işlerde samimi değildir.
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)