Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Hikmette Son Nokta'dan

"...Olağanüstü şeyleri gerektiren ikinci sebep, nazari kuv-vettir. Bu da kemal derecesine ulaşmış ve eksiklik düzeyine inmiş olmak üzere ikiye ayrılır. Kemal düzeyine ulaşmış olanı da ikiye ayrılır. Birincisi, beşeri öğretime ihtiyaç duyar. İn-sanların çoğunluğu açısından durum böyledir. Bunlar da çabuk öğrenenler, geç öğrenenler olmak üzere ikiye ayrılır-lar. Bu ikisi arasında ise sınırlandırılamayacak kadar çok erken öğrenme ve geç öğrenme mertebeleri vardır. İkincisi, beşeri öğretime ihtiyaç duymayan. Bilakis, şerefli cihetten ve ulu eşikten gelen işaretlerden anlaşılır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.” (Nur, 35)Yani insan türünden bir öğretici olmadan da öğrenilir. Kuşkusuz insan türü açısından bu özelliği olan bir şahsın bulunması kaçınılmazdır. Eğer herkes için bir beşeri öğretici zorunluluğu getirilirse, sonu gelmez bir zincirleme söz konusu olur. Dolayısıyla beşeri mahluk arasında ilim diye bir şey de hasıl olmaz. Çünkü sayıları sınırlandırılamayan bir şeye bağlı olanın varlık daire-sinde hasıl olması nasıl mümkün olabilir? Şu halde parlak akıllardan gelen işaretleri anlamakta olan bir şahsın insanla-ra bu anlamda hakimiyet kurması kaçınılmazdır. Bu da ya bir kerede olur. ki Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Rabbimi en güzel surette gördüm. Bana dedi ki: Ey Mu-hammed! Mele-i a’la ehli hangi konuda tartışırlar bilir misin? Dedim ki: Ey rabbim! Sen daha iyi bilirsin. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Serinliğini göğsümün orta-sında hissettim. Bunun neticesinde göklerle yer arasında olan her şeyi bildim.”
Bunun gerçekleşmesi şöyledir: Akıl gözü için öyle bir an hasıl olur ki onun katından ilk ezele uzanan varlık silsilesinin orta sınırın gözlemler. Bunun neticesinde göğsüne bir ilim akıtılır, içine üflenir. Bu ilim bütün varlığa ilişkin külli ilimdir. Adem’e bütün isimlerin öğretilmesi gibi. Ya da Rasulullah’ın (s.a.v) “Yeryüzü benim için toplandı.” demesi gibi. Bundan maksat da varlık arzıdır. Ya da zamanların birbirini takip etmesi sonucu olur. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuş-tur: “Onu Rûhu'l-emîn, senin kalbine indirmiştir.”(Şuara, 193) “De ki: Onu, Mukaddes Rûh, Rabbin katından hak olarak indirdi.” (Nahl, 102) Bu ayetler “ona ancak bir insan öğreti-yor.” (Nahl, 103) “Sen ancak bir iftiracısın.” (Nahl, 101) “Baş-kasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır.” (Furkan, 5) diyenlere cevap nite-liğindedir. Bu gibi sözler söyleyen kimselerin bu sözlerin reddetmek, bir beşer tarafından öğretildiğini söylemeyi nef-yetmekten daha etkili bir yöntemdir. Çünkü şu ayette, ruhul kuds’ün öğretmesi de nefyediliyor: “De ki: Onu semavatta ve arzdaki gizlilikleri bilen Allah indirdi.” (Furkan, 6) Yani bütün ilimler O’nun feyzi olarak gelmektedir. Hiçbir mahlukun se-bebiyeti söz konusu değildir. İşte bu noktada mülhitlerin ve her şeyi mubah sayanların ağızlarından esen zehirli rüzgar diniyor. Ki onlar şöyle demektedirler: “Hakikatleri bilmeye, özellikle yaratıcıyı bilmeye ulaşmak için bir imama, bir şeyhe uymak zorunludur, o bizi bu hakikatlere ulaştırır ve bizi bu sonucu elde etmede muvaffak kılar.” Aslında bu sapkınlıkla-rının ulaştığı son sınırdır ki bunu başarı ve hidayet şeklinde algılıyorlar. Eksiksiz sapıklıkları kendilerine doğruluk ve dirayet olarak görünüyor. “İşte onların erişebilecekleri bilgi budur.” (Necm, 30) “Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzu-suna uyuyorlar.” (Necm, 23) “Semavatta nice melek var ki onların şefaatleri bir işe yaramaz.” (Necm, 26) Büyük şeyhin veya kör muallimin şefaati mi işe yarayacakmış? Allah için ey adam söyler misin, bu sözle “ona ancak bir insan öğretiyor.” “Başkasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır.” ifadeleri arasında bir fark var mıdır? Aralarında bir fark görebiliyor musun? Evet şeyleri büyüktür, ama muattila’nın büyüğüdür. O, haktan hali karan-lık bir kuyuya benzeyen bir kalbe sahiptir. Bunun aksine müminin kalbi sağlam yapılmış bir bina gibi olup hak marifet-lerle sağlamlaştırılmıştır. Onların muallimleri de imamdır, ama karga ve serap gibi, uğursuz baykuş gibidir.“Allah,
kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi.” (Maide, 31)Ama bu karga kardeşinin ayıp yerlerini açıp ortaya çıkarmak için gönderil-miş gibi. Şu darb-ı mesel tam da bunlara uymaktadır:
Karga bir kavmin kılavuzu olunca, yollarının sonu helak-tir.
Yani onları yürüten kimse helake götürmektedir. “Ey Mâ-lik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.” (Zuhruf, 77) Ama Allah’a karşı bir dinarlık bir yardım bile yapamaz.
“Ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür!” (Cu-ma, 5) “Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstü-ne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir.” (Araf, 176) “Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!” (Araf, 177) Eşek şehvetin kulu, köpek de gazabın kuludur. Kur’an’ın sunduğu delil, şehvet ve gazabın kullarının örneklerini eşeklik ve köpeklik olarak tescil ediyor, sonra da örneğin ne kötü olduğunu vurguluyor. Bununla onların durumlarının eşeklerin ve köpek-lerin durumlarından daha kötü olduğunu ima ediyor. Bu yüzden bunların ardından yer alan bir ayette “İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar.” (Araf, 179) deniyor..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)