Sayfayı Yenileyerek ya da Başlığa Tıklayarak Arşivde Dolaşabilirsiniz

Ruh / Sır (Devam)

http://yunuscomlek.blogspot.com.tr/search/label/Ruh?max-results=500

“....(Fiziki Cihetten) Ruhların eşyadaki hükmü onlardaki hayat ile denk değildir. Bu yüzden hayat, her şeyde bulunur; ruhlar ise (Mana ve Fiziki Cihetden de) valilere benzer. Vali, bazen azledilir, bazen vali olur, bazen valilikten habersiz kaldığı halde valiliği sürer...”

“...insanın hakikati felekten oluşmuş değildir. Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir. İnsan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir...”

“...Ruhun ruhuyum, canlıların ruhu değil...”

“...Cisim görülür, hüküm ise ruha aittir. Zuhur eden Hak'tır, hüküm ruha aittir. Ruh, zuhur eden Hak'ta (Mana Cihetiyle) farklılıkları izhar eden alemin istidatıdır...”

“...Peygamber (a.s.) şöyle der: Ruhu'l-Kuds (Cebrail) sırrıma üflemiştir ve nefes de ışıltılı bir rüzgardır; yaygın olabilmesi için böyle olması gerekir. Ruhu'l-Kuds kendi ruhundan rüzgarıyla onu verdiği gibi, aynı şekilde doğal yaratılışında da parıltısından onu vermiştir. Böylece onun için nefeste her şeyi toplamıştır.

 Üfleme ( ve nefahtü fîhi min rûhi ) ise böyle değildir

çünkü o soyut rüzgardır...”


“...Sen Ey Muhammed ! Ruhlarımız yönünden babamızsın (Fiziki ve Mana Cihetiyle)...”


“....(Mana Cihetiyle) Adem ruhların* babası olduğu gibi (Fiziki Cihetiyle) Muhammed (a.s.) ruhların Ademidir...”


“...insanın *hakikati  felekten oluşmuş değildir. Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir. İnsan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir...”

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


Adem (a.s.) (İlk Halkolunan "İnsan" İsmi) 'ın "Bedeni", Toprak'dan OLması cihetiyle Cisim'den Yaratılmıştır.

O halde şimdi Sen, Bedenin, Cisimden halkolmakta OLan, (Hakikatde) bir "Ruh" olarak, nerede (!) Var edilmekte OLduğunu bir anlayıver !


Bilirsen onu kimdir sen nesin başta;
Bulursun kendini hemen o yüce zatta (!).

Kimin gölgesi olduğunu bir bilsen,
Gam çekmezsin yaşasan veya ölsen.

İmam-ı Rabbani (k.s.)


“...Allâhu Teâlâ'ya hamd incisi ile ancak sır zülüflerinin ayrım yerine konmuş olan taçlar süslenir. O'na şükretmenin misk kokusu, ancak ruh elbiselerinin ceplerinde kokar. O'nu övmenin gülü, ancak O'nun mü'min kullarının dil ağaçlarından derlenir.

Eğer Rabbini san'atındaki güzelliklerle zikredersen, kalp kilitlerin açılır. Eğer Rabbini, hükmündeki sır letafetleri ile anarsan, işte sen o zaman gerçekten O'nu zikrediyorsun demektir. Eğer O'nu kalbinle zikredersen, rahmet canibine yakınlaşırsın. Eğer sırrın ile zikredersen, kutsallık mertebelerine yaklaşırsın. Eğer O'na olan muhabbetinde sâdık kalırsan, O seni lütuf kanatlarıyla Sadâkat makamı'na götürür. O'nun zikrinden bir an ayrı kalan, O'nun yüceliğinin kadrini bilemez. Bir an olsun sır gözüyle O'ndan başkasına teveccüh eden kimse, O'nun vahdâniyetinin/birtekliğinin ezelîliğini anlayamaz.

Zikir, rahmet canibinden gelen bir rahatlıktır, gönül huzurudur. Onun o tatlı nesîmi, zâkirlerin "ruh burunları"na güzel kokular getirir. Onun o güzel kokusundan, cisim kafesi içerisinde bulunan ruh dalları sallanır, müteessir olur. Akıllar, suret bahçelerinde raks etmeye başlar. Sırlar kendinden geçmiş bir şekilde vecd çöllerine düşer. Sarhoş bülbüller definelerde gizli şeyleri anlatmaya başlar. Muhibler, hasret ateşiyle yanıp kavrulurlar. İştiyak çekenler ise, bu hayıflanmanın şiddetinden dolayı kendilerini kaybeder. O vecde ulaşan kişinin lisânı, Vâhid'e yakınlaşmış olmanın verdiği sevinçle, şöyle der: "Doğrusu ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum." Bunun üzerine, kıdem cariyeleri ortaya çıkar; fikir köşklerindeki mahbûbun sıfat gelinleri gönül gözlerinde belirmeye başlar. Sonra onların üzerine izzet/şeref örtüsü örtülür de azamet/yücelik elbisesiyle gizlenirler.

Aşkın harareti gözlerde yaş bırakmaz. Şevk ayakları, bir yandan yolun uzunluğu, diğer yandan hicret çöllerinin kızgın sıcakları dolayısıyla yürümeye mecalsiz düşerler de, yere yığılıp kalırlar. İşte tam bu anda kerem/cömertlik ve iyilik elçisi "kader doktoru"nu gönderir: Onun gözündeki hastalığı "Bismillâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm" sürmesi ile tedâvî eder. Bu ismin/esmânın ışıkları "celâl ceberûtu (âlemi) "nde ortalığı aydınlatıp, "kibriyâ ordusu"nun sancakları altında izzetin nüfuzu her tarafı kaplayınca; akıl gözleri şaşakalır, fehim bakışlarını dehşet sarar, fikir kuşları yere düşer, kâinat kitabının satırları silinir gider.

"Ehadiyet" (Hakk'ın mutlak birliği) heybetinin dili der ki: "Sesler Rahman için susmuştur." Gönül dağları yerinden oynar; "tecelli'nin nurunun güzelliğinden beşerî vasıflar paramparça olur. Ruh kanatları budanmıştır, artık tefrîd/tevhîd ilmi fezasında onların uçabileceği yer yoktur!...

O'nun aşkının şevki ile kalpler O'ndan başkasını görmez olur. O'nun aşkının kara sevdasıyla özler yanıp tutuşur. O'nun yakınlık-uzaklık çöllerinde fikir bülbüllerinin dilleri dolaşır.

O'nun hikmetleri bütün zâtlara/özlere serpilmiştir. Her sanatta onun sanatının izleri parlar. Her şeyde O'nun kudretinin güzelliği zahirdir. Her mevcutta O'nun vahdaniyetinin burhanları vardır. Her akıl gözünde O'nun kudretinin nuru ışıldar. O'nun sanatının dili, heybet şâhidlerinin işaretleriyle "ehl-i vücûd (Varlık Ehli)"a hitâb eder.

Akıl aynaları O'nun harikulade a'yânının/özlerinin suretlerini yansıtır; kullarının kalp gözlerinde gayb sırlarının gelinleri belirir: "İste (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir."

Abdulkadir Geylani (k.s.)


“...Rûhun üstünü (Sır) görebilmek için, rûh makâmına kavuşmak lâzımdır...”

İmam-ı Rabbani (k.s.)