Geldiğin yer hiç mi aklında yok? Hiç biliyor musun? Rebap ne diyor,
gözyaşlarıyla yanıp kavrulmuş ciğerlerle neler söylüyor? Diyor ki
etinden uzak düşmüş bir deriyim ben, nasıl ağlamayayım, nasıl
dertlenmeyeyim ayrılıktan? Tahta da diyor ki, yemyeşil bir daldım ben;
balta kesti, bıçkı dildi beni. A padişahlar, ayrılık
garipleriyiz biz; sonunda dönülüp huzuruna varılacak Hakk’a feryat
etmedeyiz,duyun feryadımızı. Önce Hak’tan ayrıldık da şu dünyaya
geldik; fakat halden hale, şekilden şekle döne döne ona gidiyoruz biz.
Sesimiz, kervandaki çana benziyor, yahut da buluttan düşen yıldırım
sanki. A konuk, hiçbir durağa gönül verme; çünkü ondan çekilip
ayrılırken yaralanırsın sonra. Rebabın şu dosdoğru sesi, ister Türk
olsun, ister Rum ülkesinden, ister Arap; âşıksa onun dilincedir, onun
dilidir. Müjdeler olsun ey kavim! İşte bu, kapının açılışıdır; tezce
dolanmaktan, batmaktan kurtuldunuz artık. Kitabın aslı, yanında olan
sevgilinin razılık vakti geldi çattı, ferahlayın. Dedi ki
kaybettiklerinize üzülmeyin; perdeleri yırtıp yakan dolunay göründü.
Otlak, sulak bir yer burası, çöktürün develerinizi; öyle nimetler var
burada ki sayıya sığmaz. Sevgide çekilen cefada binlerce vefa var;
sevgiyle susmada güzel güzel konuşma lezzeti var. A ulular biz sustuk,
susmadaki sırrı anlayın artık; doğrusunu daha da iyi bilir Allah.
Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s)
Divan-ı Kebir